Yuvarlak Masa: Interstellar

Arda Özel: Merhaba, 9. sayımızın Yuvarlak Masa’sında, son dönemde kendinden çok söz ettiren, ‘Interstellar’ filmini konuşmaya karar verdik. Filmin sinema sanatında neler ifade ettiğine daha sonra değineceğiz. Ama önce filmde bilimin kullanılışını konuşalım. Filmin kırılma noktası solucan deliğinden geçmeyle başlıyor. Solucan deliklerinin bir yapıyı başından sonuna kadar içinden geçiremeyecek kadar kararsız olduğu, içine çökebileceği söyleniyor. Veya filmdeki gibi bir anda oluşamayacağı. Solucan delikleri ile yolculuk yapılabilir mi?

Haydar Şahin: Öncelikle, kara delikler, solucan deliği, filmde doğrudan bizim gördüğümüz şeyler bilimsel verilere dayandırılıyor. Ancak bilimsel olarak o çapta bir karadeliği ya da bir solucan deliği gözlemlenebilmiş değil. Bunların hepsi kuramsal olarak söylenen ama ispatlanamamış şeyler. Ama fizikteki mevcut kuramsal verilerle uyum içerisindeler. Solucan delikleri zamanda yolculuk kurgusuna çokça konu oldu. Çünkü solucan delikleri dediğimiz şeylerin iki zaman boyutu içerisinde geçişkenlik sağlayabileceği iddia ediliyor. Örneğin deniliyor ki solucan delikleri evrenin her köşesinde vardırlar ve sonsuz sayıdadırlar. Hatta maddenin temelinin solucan delikleri olduğunu iddia eden kuramlar var. Eğer biz bir solucan deliğini cımbızla alıp buna yeterli miktarda enerji verebilirsek, çapını genişletebilirsek, boyut değiştirmek için geçiş yapabiliriz. Bunun ispatlanmış hali ya da doğrudan gözlenmiş hali yok.

Mehmet Yılmaz: Zaten bir bilim kurgu filminde buna gerek yok.

Haydar: Öyle.

Seçkin Serpil: Filme dair gelen en fazla eleştiri, filmdeki kurgunun doğrulanmamış olması. Sen bir bilimci olarak ne düşünüyorsun? Sence nasıl bir tavır alınmalı?

Haydar: Hipotezini oluşturursun, kanıtlamaya çalışırsın. Kanıtlarsın ya da kanıtlayamazsın. Kanıtlayamaman onun yanlış olup olmadığını ortaya koyan şey değildir. Filmin güzel tarafı bence burada. Örneğin yapısından dolayı kara delikler gözlenemiyor. İçerisinde ne olup ne bittiğine dair bir veri yok. Bilim kurgu olduğundan ötürü istediğiniz noktaya çekebiliyorsunuz. Copper’ın örneğin kara deliğe girdiği sahne bir yerden bakacak olursak mümkün olmayan bir şey.

Arda: Peki biz üç boyutlu bir varlık olarak daha üst bir boyutta var olabiliyor muyuz?

Haydar: Teorik olarak mümkün. Biz üç boyutlu bir dünyada yaşıyoruz. Buna fizikçilerin boyut olarak aldığı ‘zaman’ı da eklediğimizde dördüncü boyuta geçiyoruz. Aslında bir yerden bakınca fiziksel olarak üç, kuramsal olarak dört boyutta yaşamış oluyoruz. Biz üç boyutta gidebileceğimiz her yerde özgürken, zaman boyutunda gideceğimiz yönü seçemiyoruz. Eğer bütün bunların kapsandığı bir makine yaratsaydık ve dördüncü boyutta özgürce hareket edebilseydik, yeni bir düzleme, beşinci boyuta geçmiş olurduk. Benim demek istediğim biraz bununla alakalı. Bilinmediği için olmayacağını söyleyemezsiniz. Kara deliğin içindeki sahneyi görmeden öyle olmayacağını iddia edemezsiniz.

Mehmet: Bu kısımları zaten bilim kurgu olduğu için kabul ediyoruz. Bilim kurgu filminin, bilim filmi olmasını bekleyemeyiz. Ama bazı basit şeyler atlanıyor. Kara deliklerin kütleleri çok ağır. Işık onlardan kaçamıyor. Filmdeki gibi bunun içine düşülemez. Eğer içine düşmeye başlarsan, ağırlığından ötürü, senin varlığını uzatıp inceltmeye başlıyor ve bir süre sonra kalınlığın atomik boyutlara ulaşıyor. Diğer kısımlar bilim kurgu olarak kabul edilebilir. Ama içine girmek artık hesaplanabilen bir şey. Film bu kuralı çiğniyor. Ya da benzer bir biçimde ışığın kaçamadığı kara delikten uzay gemisinin kaçabilmesi.

Haydar: Karadeliğin içine girdiğinde her şey yoğun bir kütle ve çekim kuvvetine tabi olur ki her şey atomik parçalarına bölünür ve dolayısıyla bütünlüğünü koruyamaz. Dünyaya en yakın olan kara deliğin dünyayı yutması durumunda onun tahmin edilen çekim kuvvetinin bizim algıladığımız birimlerle bir şeker tanesi haline geleceğini varsayıyorlar. Böyle bir tablo içerisinde bütün kara delik sahneleri bilim kurguya giriyor. Bunlar varsayım. Ama kara deliğe girdiğimizde boyutumuzu koruyabileceğimizi iddia eden teoriler de mevcut. Mesela küp teorisi. Teori, kara deliğin cisimleri düzlemler halinde yuttuğunu söylüyor. Örneğin bir insan girerken ayaklarındaki atomlar başka bir düzlemde, kafasındaki atomlar başka bir düzlemde giriyor. Teoriye göre bunlar tekrar kara delikte üst üste gelip yeniden kişiyi oluşturabiliyorlar. Bunlar ihtimal dâhilinde.

Seçkin: Benim bilimsellik ve NASA deyince şu aklıma geldi. Filmde NASA’yı gizlenmiş bir biçimde görüyoruz.

Haydar: Neden gizli ben anlayabilmiş değilim.

Arda: Apollo bile propaganda denilerek okul kitaplarından çıkartılıyor. Kıtlık olan bir dünyada, ellerindeki son kaynakların, gereksiz olduğu düşünülen uzay projelerine aktarıldığı öğrenilsin istemiyorlar.

Seçkin: Bence de. Filmde, sadece bir bilim adamının bildiği bir formül üzerine herkes bu yolculuğa onay veriyor. Ben o kurumsallığın mümkün olmadığını düşünüyorum. Sadece bir kişi formülden anlıyor. Sanki diğerleri aynı kurumda çalışmıyor. Bu mümkün olamaz. Bununla alakalı Terminatör Sarah Connor Chronicles’da bir konuşma vardı. Sarah Connor atom bombasını bulan herkesin ismini saymaya başlıyor. Bunları bir odaya doldurup hepsini öldürebilseydi atom bombasının yapımını engelleyebilir miydi diye düşünüyor. Engelleyemeyeceğine karar veriyor. Çünkü fizikte onlardan sonraki en iyiler atom bombasını bulurdu. Film materyalist bakmıyor. Interstellar’da bu yüzden Lars Von Trier’in Melancholia’sındaki sonuç çıkıyor. Bir kişi otorite ve bilgiyse onun dediği her şey yapılabilir. Burada postmodernite övgüsü var. ‘Eğer biri bilim adamıysa biz onu sorgulayamayız’.

Arda: 30 sene boyunca aynı formül ispatlanmaya çalışılıp ispatlanamıyor. İkinci bir kişi de formülü değiştirmeyi denemiyor.

Seçkin: Tek bir kişinin otoriterliği var. Aynı zamanda insanlığın son mucizesi olarak gösteriliyor. Bir anlamıyla bilimin çöküşü, irrasyonelliğin övgüsü var. İnsanlığı kurtaran şey de bilim değil sevgi oluyor. Bu paradigmadan bakılmadığı için film bilimin zaferi gibi gözüküyor. Ama aslında tam tersi.

Arda: Ufak bir ekleme. Bu Nolan’ın bütün filmlerinde var. ‘Tek kişi doğrusunu bilir’ üzerinden çekilen Batman serisi, Inception’da Di Caprio’nun oynadığı karakter. Prestige’de Tesla.

Seçkin: Memento’da kim?

Mehmet: Memento adamın ayrıksı filmi, ilk filmi. Ama ben Nolan’ın diğer filmlerinde bu mesajı, Interstellar’daki kadar görmüyorum. Burada insanlığın son umudu. Tek şansları var. NASA’da üç tane bilim adamı var, hepsi de Amerikalı. İnsanlığın son umudu olmasına rağmen nedense başka hiçbir milletten insan almıyorlar. Ve 30 sene boyunca aynı formül üzerine çalışıyorlar.

Haydar: Ben sanırım farklı anladım. Teori bilim adamının çözmeye çalıştığı ama çözemediği bir teori. Ve sonunda çözemediği ortaya çıkıyor değil mi?

Mehmet: Hayır, çözüyor ve gidilemez olduğu ortaya çıkıyor. Daha doğrusu dünyanın taşınabilmesi için kara delik bilgisine ihtiyaç olduğu ortaya çıkıyor. Tesadüf ki onlar da tam bu veriyle gidiyorlar! Kısacası o günkü fizikle dünyanın taşınamayacağı ortaya çıkıyor. Adamın da çalışanlara bu gerçeği söylemediği ortaya çıkıyor. Çünkü söylerse bu hızda çalışmayacaklarını düşünüyor 30 sene boyunca sorgulamadan çalışan bilim adamlarını seyretmiş oluyoruz. Bunlar daha mantıklı bir senaryoya bağlanabilirdi. Kolaya kaçılmış. Dünyanın sona erme şekli için de geçerli bu. Bütün bitkileri yok eden bitki mısıra dokunmuyor. Bunun üstüne de sorunu çözmeye değil, dünyayı toptan bırakmaya karar veriyorlar.

Haydar: Evet, film belli açılardan saçmalıklarla dolu. Dünyadan kaçışı gerektiren sebep bu kadar saçma olamaz.

Seçkin: Ama besin ortadan kalkıyor. Yeteri kadar önemli bir sebep.

Mehmet: Dünyayı yakacak bir güneş patlaması da hem besini yok eder hem de elektroniği yok eder. Taş devrine dönüş. Besinin bitme sebebiyse bir küf.

Haydar: Küften dolayı azot artıyor, oksijen düşüyor. Ama bunlar basitçe çözülebilecek şeyler. Hatta bir röportaj da anlatıyorlar. Bu senaryoya biyokimyacılarla bir gece yemek yerken karar vermişler. Oldubittiye gelmiş gibi.

Seçkin: Beni rahatsız eden bir şey daha var. Film aslında bir ‘kahramanın sonsuz yolculuğu’ arketipi. 12 kişi olmaları 12 havariyi simgeliyor. Sonra Yahuda ihanet ediyor. Filmin bunun üzerine vardığı tek bir yer var. Kendini insanlık uğruna feda eden çilekeş İsa. Sonrasında da uzay boşluğunda bayılmış bulunuyor. Mümkün değil. Film klişelere dayanıyor.

Haydar: Mevzu biraz da burada. ‘Sevgi’ adı altında ‘sahte bilim’ kısmına giren ve filmi berbat eden kısımları var. Kara deliğin içine giriyor ve sonsuz olasılığın içinde tam istediği yere düşüyor. Kara delikten baygın bir biçimde tam bulunabileceği yere düşüyor.

Arda: Rastlantısallığın ötesinde sevgiye tanrısal bir güç veriyor.

Haydar: Bilim adamlarının da karşısında olduğu şey bu. Kuantum mesela. Dünyada en çok kullanılan ama içeriği en az bilinen tanım. Örneğin 22. seviyede kuantum ile sağlık.

Mehmet: Kuantum, anlamının dışında, karma anlamında kullanılan bir terim oldu artık. Kuantuma sevgi verirsen o sevgi sana dönüş yapar. Film de böyle. Kara delik yaratacak teknolojiye sahip 5 boyutlu varlıklar, dünyayı kurtaracak noktasal an için öyle bir teatral düzen hazırlıyorlar ki, Cobb’un yüz senelik serüveninin sonunda kızına ikili sistemde kara delik bilgisini yollamasına dayanıyor.

Arda: Bana sorarsanız bundan dolayı da film bilim kurgu değil.

Seçkin: Neden bilim kurgu değil?

Arda: Bilim kurgunun belirli azami özellikleri var. Bizim dünyamızdan ‘bilimsel’ olarak farklı bir dünyada geçmesi lazım. Bilimselin açıklanmasına gerek yok. Kendi içerisinde bu bilimseli anlatabilir, bunun bugünkü fizikle özdeşleşmesine gerek yok. Örneğin Frankenstein’de kimya ve elektrik ile bir yaratık yapılıyor. Bugünkü bilimle imkânsız. Film kendi kurgusunda her şeyi açıklayan güç olarak bilimi değil sevgiyi kullanıyor. Kızıyla arasındaki sevgi sayesinde dünya kurtuluyor.

Seçkin: Filmde fedakârlık, romantik kahramanlık övülüyor. Karakter kendini feda ediyor ve böylece çözümü yaratıyor. Kadın başta aşkının peşinden gitmek istiyor, insanlık umudu için yapılmaması gerektiğine ikna ediliyor. Ertesinde roller değişiyor. Adam kendini feda ediyor ve böylece kurtuluyor. Yine İncil’den Lazarus göndermesi. Çok fazla klişe var. Hiçbir şeye de hizmet etmiyorlar.

Mehmet: Zamanı ele alış biçiminde de aynı klişe var. Back to the Future’daki gibi çizgisel biçimde ele alıyor. Kurguda, aynı boyutta zamanda gidip gelebilmenin ötesine geçilebileceğini düşünüyorum. Hatta bilimsel olarak da olamayacağına dair bir paradoks vardı. Yanlış hatırlamıyorsam büyükanne ikilemi deniyordu. Eğer kendi zaman çizginde oynayabileceğin bir zaman yolculuğu mümkünse; zamanda geriye gidip büyükanneni öldürebilirsin. Ama büyükanneni öldürdüğün için annen doğmaz, annen doğmadığı için de sen doğmazsın. Büyükanneni öldürecek kimse kalmaz. O zaman büyükannen yaşar ve sen tekrar doğarsın. Tekrar büyükanneni öldürürsün. Paradoks. Bundan dolayı bildiğim kadarıyla fizikte lineer zaman anlayışı fizikte kabul gören bir şey değil. Filmde bu lineer zaman anlayışı var. Üstüne üstlük Copper’ı tam da doğru noktaya döndürüyor.

Seçkin: Dramatik olarak da sıkıntılar var. Sırf bu noktaya döndürmek için abisiyle arasında suni bir tartışma yaratıyor. Böylece Copper kütüphanede çalışabiliyor. Abisinin başka bir işlevi yok. Nedensiz bir biçimde çocuğunu tedavi ettirmek istemiyor. Aynı hastalıktan bir kere çocuğunu kaybetmiş, ikinci çocuğunun ölümüne göz yumuyor.

Haydar: Ben onu başka türlü yorumladım. Orada kardeş karakteri hayattan umudunu kesmiş. Çocuklarını tedavi ettirmiyor çünkü onların kötü haldeki bu dünyayı görmelerini istemiyor. Aralarında umudu olan-olmayan ikilemi yaratmaya çalışmışlar.

Arda: Ama kurgusal olarak filmin sıkıntısı şurada. Bu bilimsel gelişme sadece Copper ve kızı için yaratılmış oluyor. Filmde de bu cümle geçiyor “Bunlar bizim içindi.”. Bu büyük bir kurgu için çak basit. Copper hiç ortaya çıkmasa filmdeki hiçbir şey gerçekleşmeyecek.

Mehmet: Burada da yine büyükanne paradoksu ortaya çıkıyor. Copper’ın oraya gelmesi, Copper’ın kara deliğe girmesiyle mümkün oluyor. Yeniden bir kısır döngü içine giriliyor.

Haydar: Lineer zaman yolculuğuna dair şunu söylemem lazım. Zamanda ileriye gitmek kanıtlanmış bir şey. Zaman makinesi anlamında değil. Örneğin Yuri Gagarin uzaydan geri dönerken, dönmesi gerektiğinden daha ileri bir zamanda geldiği anlaşılıyor. Daha gündelik örneklerden biri de GPS aletleri. Uzaya gönderip geri aldığımız sinyaller arasında zaman farkı oluşuyor. Bundan dolayı da her gün uyduların saatiyle dünya saatini senkronize ediyorlar. Bunu geriye dönüş kısmı gerçekleşmemiş ama büyükanne paradoksuna karşı başka bir teorem var Geriye gidildiği zaman aynı şeylerin yaşandığı başka bir evrene gidiliyor. Yani aslında büyükannesini öldüren kişi, başka bir evrendeki büyükannesini öldürmüş oluyor. Filmde hata diyebileceğimiz bir kısım burası. Fizikte biz bu paradoksun çözümünü böyle açıklıyoruz. Fakat beşinci boyuta geçildiği anda her sahnede birer sayıda değil, sonsuz sayıda olmaları gerekirdi.

Mehmet: Bir başka nokta dünyadaki bir saatin başka bir gezegendeki yedi yıla tekabül etmesinin kuramsal olarak bile imkânsız olduğunu söylüyorlar. Böyle bir durum için karadeliğin Gargantua’dan daha büyük olması gerektiğini söylüyorlar. Fakat Gargantua’dan daha büyük bir karadeliğin de dengesiz olup, kendi içine çökeceğini iddia ediyorlar. Kısacası bir saatin yedi yıla denk geleceği bir düzen yok. Uzaya geri döndükleri an 23 yıl geçmiş oluyor.

Seçkin: 23 yıl sonra geri gelindiğinde adam da hiç şaşırmıyor. Sanki her gün galaksiler arası gidip geliniyor. Adam bir boşlukta 23 sene yaşıyor, ‘uyumak bana göre değildi’ diyor. Çok sakin karşılıyor. Utanmasa çay ikram edecek.

Mehmet: Burada bir film hatası da var. Önceki kısmında kısıtlı hava ve yiyecek olduğu söyleniyor. Uyumazlarsa onlar Satürn’e gidene kadar, 2 yıllık bir süre içerisinde bunların biteceği söyleniyor. Adam uzay istasyonunda 23 sene yaşıyor. Adama 23 sene yetecek yiyecek var, diğer tarafta dünya katlık yaşıyor.

Seçkin: Benim dikkat ettiğim başka bir nokta. Film çıkarken 2001 filmiyle sıkça karşılaştırıldı. 2001’de insanlığın geldiği noktayı aşan kişileri seyrediyoruz. Onlardaki heyecanı görüyoruz. Interstellar’daki karakterlerde bu heyecan yok. Sanki her gün uzay boşluğunda seyahat ediyormuş gibi hareket ediyorlar.

Arda: Başka bir örnek de kara deliğe girme anları. Kara deliğin prensibi, kara deliğe girmeden hemen önce anlatılıyor. Karakterler buna hazırlanmamış. Doğru ve basitçe açıklıyor. Ana görevleri kara delikten geçmek, ama kara delikten geçmek astronotlara anlatılmamış.

Haydar: Bugün bile, örneğin Mars’a inerken, öncesinde muazzam hesaplamalar yapılıyor. Yerçekim farklılıkları, aradaki uzaklık hesaplanıyor çünkü araçlar bu hesaplara göre iniyor. Ama filmde, içinde deniz olan gezegende, yakıttan tasarruf etmek için aracı ters döndürüp iniş yapıyor. O kadar büyük dalgaları yaratan gezegende o manevrayı yapmak imkânsız. Basitçe çakılır. Ama bence bunları kabul ettikten sonra şunu sormak gerekiyor. Bu tür filmleri seyrettiren şey bu tarz efektler. Eğer bunları yapmasalardı film sadece fizikçilerin seyredeceği bir filme dönerdi.

Arda: Ben böyle düşünmüyorum. 2001 film olarak, kitap olarak çak fazla fiziğe, uzay yolculuğunun nasıl gerçekleşeceğine dayalı Ama bugün film sadece fizikçilere hitap etmiyor. Aksine kendini sinemanın yapıtaşları arasına yazdırmış durumda. Son sözleri alıp sonlandıralım.

Haydar: Herkes kendi alanından filme yaklaşıyor. Siz sinematografik olarak yaklaşıyorsunuz, bense bir fizikçi olarak bir bilim kurgu filmine başka bir gözle gidiyorum. Bir takım saçmalıkları barındırıyor ama şu ana kadar bahsedilen kuramları bir bütünlük içerisinde sunabiliyor. Film, beşinci boyutu izleyiciyi dünyaya yabancılaştıran, dünyada anlamsız gösteren bir şekilde sunuyor. Bence bilim kurgu insanı dünyaya anlamsızlaştıran değil, bilimin dünyayı anlamlı kılan yönleri gösterdiği bir şey olmalı. Filmde tersi bir etki var. Filmi fiziği ele açış biçimi olarak beğensem de vermek istediği mesaj açısından beğenmediğimi söyleyebilirim.

Seçkin: İki kardeş arasında anlamsız diyalog var. Filmde bir çatışma varsa onun bir şeye hizmet etmesi lazım. Çehov’un silah göndermesi gibi. Oyunda bir silah asılıysa o silah patlar Ama filmdeki iki güzel şey Matt Damon’ın hayatta kalması için yalan söylemesi. Robotları buraya yollamıyoruz çünkü hayatta kalma içgüdüsüyle zıplayamıyorlar diyor. Maalesef orada da bir klişe var. İyi gözüken adamın kötü olması. Bir de burada Melancholia’ya referans vermem gerekiyor. Filmin merkezinde bilim eleştirisi, rasyonellik eleştirisi var. Teleskopla dünyaya bakan bir adamı karikatürize ediyor. Eğer Interstellar’ın da mesajı bu olsaydı filmi başarılı sayabilirdik. Ama film bilimi övmeye çalışırken irrasyonelliği övüyor. İlkokuldaki klasik soruyu soruyoruz bu an. Bu metin bize ne anlatıyor? Hiçbir şey.

Mehmet: İnsanlar davranmaları gerektiği gibi davranmıyor. Matt Damon’la dövüşme sahnesinde Copper’ın camı kırılıyor. Copper, içgüdüsel olarak kendini korumuyor, adamı ikna etmeye çalışıyor. ‘Yüzde elli ihtimalle senin kaskın da kırılır’ diyor. Damon da ‘Sahip olduğum en iyi ihtimal’ diyor. Filmde herkes birbirine olmadık yerde ahkâm kesiyor. Filmde benim beğendiğim bir diyalog şu. Öğretmen ‘insanlara önce burada yaşamayı öğretebilmemiz gerekiyor’ diyor. Dünyayı bugün terk edersek, çarpık zihniyetimizi yaymaya devam edeceğimizi söylüyor. Fakat film bu tavrı küçümsüyor. Copper akşam dönüp kayınpederine kaderimizde yıldızlar arasında ölmek var diyor Tüketebildiğimizi tüketiriz, sömürmek için yenisini ararız diyor.

Arda: Ben bilim kurgunun potansiyelinin kullanıldığını düşünmüyorum. İlk başta gördüğüm Nolan’ın bir evren yaratması ama her sahnede bu evrenin kurallarını çiğnemesi. Az önce bahsettiğimiz, uzay gemisiyle manevra yapılması örneği gibi. Kendi karakterlerine durmadan ilahi müdahaleler yapıyor. Bu da filmin geçtiği evreni izlenemez kılıyor. Bilim kurgu türlerin veya bilimin varabilecekleri potansiyelleri tartışır. Filmin 2001 ile kıyaslanmasını da bu sebeple komik buluyorum. 2001’de ‘yıldız çocuğu’ve maymunların kemiği kullanmasıyla yeni bir noktaya ulaştığımız simgeleniyor. Buradaysa yeni potansiyellere dair hiçbir şey yok. Film aslında bizi aradığımız şeyin orada değil aslında içimizde olduğunu söyleyerek bitiriyor. Sanırım başka kimsenin ekleyecek bir şeyi yok. Bir Yuvarlak Masa’nın daha sonuna geldik. Katıldığınız için teşekkürler. Sonraki sayıda görüşmek üzere.