Yükselmeyen Düşer Ya Terakki Ya İnhitat

2015, Osmanlıcılar ve Hazirancıların kavgasına tanıklık edecek. 2015’te yaşanacak taraflaşmayı böyle tarif etmekte sıkıntı görmüyoruz. Bir yanda Cumhuriyet’i tasfiye eden siyasi iktidar ve onun saltanat rejimi, öbür tarafta “Yeni Bir Cumhuriyet” mücadelesi veren Haziran muhalefeti var. Kulağa belki de fazla yalın gelen bu cümlelerin bir sığlığa değil, gerekli bir sadeleşmeye işaret ettiğini düşünüyoruz. Neden mi?

Sadeleşmenin gerekliliğini ve bugünün nesnelliği açısından politik devrimciliğini üç örnek üzerinden inceleyelim. Birincisi, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından yerleştiği AK Saray ve sarayda gerçekleşen meczup saltanat ritüelleridir. İkincisi, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak bakanlar kurulunu toplaması, yandaş basının bunu başkanlık sisteminin fiiliyata geçmesi olarak sunması, AKP tabanının “padişah”ı selamlamasıdır. Üçüncüsü, en az Fransa kadar bizim de iç meselemiz haline gelen Charlie Hebdo katliamı ve katliam sonrasında yaşanan süreçtir.

İlk iki örnek, Cumhuriyet’i tasfiye etmiş olmanın getirdiği zafer sarhoşluğundan ve sarhoşluğun getirdiği bilinçsiz dışavurma halinden kaynaklanmaktadır. Kendince cüretli adımlar olmakla birlikte siyaset alanına etkisi düşüktür. Charlie Hebdo katliamının ise, katliam mekanının dışsalığına rağmen Türkiye siyasetine etkisi büyüktür. Her üç örneğin kesişim noktası ise rejim savaşı, ve bu savaşın somutlandığı laiklik talebidir.

AKP’nin saldırılarının bütünlüğünü Cumhuriyet ve bunun bir parçası olarak laiklik düşmanlığı oluşturuyor. Haziran’ın genel kabulü bu yöndedir diyebiliyoruz. Siyasetin yasaları gereği barikatı saldırının bütünlüğünü oluşturan bu düşmanlığın karşısına kurmak gerekiyor. Yine, barikatın kurulmuş olduğunu söylemekte beis görmüyoruz.

Laikliğin sağcılık sayıldığı bir örgütlü çılgınlık halinden bugünlere gelebildik nihayet. Bir kısım solcunun zorla getirildiği de söylenebilir. Tasfiye edilen rejim, ve ayağımızın altından çekilen zemin mücadelenin diri öznelerini sarsmış, bir hatta oturtmuştur. Mücadele doğru zemin üzerindedir. Barikat doğru yere kurulmuştur. Bu mecburi ilerlemeyi azımsamamak gerekir. Ancak, barikatı kurmuş olmanın yetmeyeceği de ortadadır. Şimdiki ödev, bu zemin üzerinde nasıl yürüneceğini, nasıl ilerleneceğini bulmaktır. Keza zemin sürekli sarsılırken doğru yerde yalnızca durmak için çabalamak, gerilemek ile eş anlamlıdır. “Yükselmeyen düşer” diye de tercüme edilebilir.

Cumhuriyet’çilere rağmen Cumhuriyet’e sahip çıkmak

Belli momentleri hatırlamak ve politik karşılıklarını detaylandırmak durumundayız. Türkiye’de Haziran muhalefetinin bir saldırıyı püskürtmekle yetinmeyip bir adım ileri gitmeyi başardığı yakın tarihli bir olay olan Charlie Hebdo katliamı ve sonrasında ülkemizde yaşanan protestolar odaklanmayı ve yakından incelenmeyi hak ediyor.

Fransa’da İslamcı çetelerin Charlie Hebdo dergisine gerçekleştirdiği kanlı baskın bütün dünyada şok etkisi yarattı. Uzun süredir Sünni İslam istibdadı altında yaşayan bizler, Charlie Hebdo’yu silahlarla basan zihniyetin ülkemizde iktidar olmasından dolayı katliamın acısını keskin bir biçimde hisseden ülkelerden biri olduk. “Olduk” diyoruz, biz derken şüphesiz, 2013 Haziran’ında halk olma niteliği kazanmış kitleyi kastediyoruz. Ülkemizde yaşayan İslamcı kesimin bir kısmının saldırıyı açıktan selamladığını, bir kısmının ise “öldürmek doğru değil ama” rezerviyle, saldırıya retorikte karşı durup içten içe sahiplendiğini biliyoruz. Yine Hazirancıların bir bölümünün de, Türkiye’nin muhafazakar yapısının “sosyolojik bir olgu” olduğu varsayımı ile sesini çıkartmaktan çekindiğini söylemek mümkün. Bu tablodaki dengeleri değiştiren birkaç günü hatırlayalım:

Cumhuriyet gazetesinin Charlie Hebdo’nun katliamdan sonra çıkan ilk sayısını Türkçeye çevirip ek olarak basacağı söylentisi İslamcı kesimin tepkisini çekti. Derginin kapağında Muhammed peygamberin olduğunun öğrenilmesinin ardından tepkiler çoğaldı. Habere sosyal medyada büyük tepki gösteren İslamcılar, Cumhuriyet gazetesini ve diğer “İslam Düşmanları”nı tehdit etti. Bunun üzerine Cumhuriyet gazetesinden derginin ek olarak basılmayacağı ancak, kimi karikatürlerinin gazetenin içerisine serpiştirileceğini söyleyen bir açıklama yapıldı. Derginin kapağını da isteyen yazarların kendi köşesinde yayınlayacağı bildirildi.

Bu hamle, yaratılan basıncın ardından atılan bir geri adım olarak okunabilirdi. Ancak, İslamcıların derginin sadece kapağına değil tamamına gösterdiği radikal tepki, karikatürlerin basılmasının kendisini radikal bir adım haline getirdi. Cumhuriyet gazetesinin matbaasına yapılan polis baskını ve artan tehdit mesajları gerilimi arttırdı. “Sosyolojik olgu”lara odaklanarak sessiz kalmayı tercih eden kimi Hazirancıların da sabrını taşırdı. İslamcılar karşıtını radikalleştirdi, ertesi gün gazete bayilerinde Cumhuriyet yok sattı.

Birinci kazanım, peygamberin resmi Türkiye’de basılamaz, “Müslüman mahallesinde salyangoz satılmaz” iddiasının boşa düşmesidir. Peygamberin resmi basılmıştır. Salyangoz? Yok satmıştır. Bu tepki siyasal İslam karşıtlığının Türkiye’de hiç olmadığı kadar radikalleştiğini göstermiştir. İkinci kazanım: Cumhuriyet gazetesini protesto etme çağrılarının yalnızca militan İslamcı kesimde karşılık bulması, etkisiz kalmasıdır.

Yükselmeyen düşer demiştik. İçlerinde FKF’lilerin de bulunduğu bir toplamın tehditlerin odağında yer alan Cumhuriyet gazetesini, İstiklal Caddesi’nde yani Türkiye’nin en önemli kent merkezinin ortasında satması, ilerlemeye, yükselmeye örnektir. Üçüncü kazanım, budur. Savuşturmak ile yetinmeyip mevzileri ileri taşımak.

FKF’nin 24 Ocak tarihinde Uğur Mumcu’yu anmak ve Cumhuriyet gazetesine sahip çıkmak için Cumhuriyet gazetesinin Şişli’deki binasına yaptığı yürüyüşe Cumhuriyet gazetesinin destek vermekten çelindiği ise bir başka veridir. Bir süredir “İkinci Cumhuriyet”in gazetesi olsa da, Cumhuriyet gazetesi Charlie Hebdo meselesi özelinde bir mevzi haline gelmiştir. Cumhuriyet gazetesi cumhuriyetçi olmasa da, korkuları cumhuriyetçi kesimin de korkularıdır. Hedef haline gelmekten, İslamcı kesimi “tahrik etmekten” korkmaktadırlar. Oldukça açık; bugün siyasi öncülüğün somut çıktısı cumhuriyetçilerin çekindiği, kanıksadığı ne varsa üzerine gitmek, “umudu dürtmek”tir. “Yeni Bir Ülke” mücadelesi ancak cumhuriyetçilere rağmen ve cumhuriyetçilerle birlikte verilebilir.

Hem IŞİD’in hem SYRİZA’nın komşusu bir büyülü hapishane

Charlie Hebdo’nun uluslararası boyutu çok konuşuldu. Kimileri, her İslamcı saldırı sonrasında olduğu gibi saldırıyı “yeni 11 Eylül” olarak niteledi. Kimileri daha komplocu kurgulara giderek saldırının “İslamofobi”yi yaygınlaştırmak için Fransa devleti tarafından planlandığını söyledi. Kimileri de saldırıyı bir restorasyon projesinin parçası olarak yorumlamayı tercih etti.

Saydığımız yaklaşımların önemli ölçüde komplocu yargılar olduğunu düşünsek de, saldırıya göz yumulmuş olması olasılık dahilindedir. Ancak bu olasılık ya da tersi üzerinden yapılan yorumların bizim açımızdan pek kıymeti bulunmuyor. Saldırının hangi amaçlarla, kimlerin ihmali ya da göz yumması sonucu gerçekleştiği değil, hangi sonuçları ortaya çıkardığı sorusu bizim açımızdan birincil öneme sahip. Öyleyse bu soruyu cevaplamaya çalışarak devam edelim. Sorunun iki önemli cevabı vardır:

Birincisi Charlie Hebdo saldırısının en önemli sonucu, Esad’ın malumun ilanı olan kehanetinin gerçekleşmesidir: “beslediğiniz teröristler bir gün sizi de vuracak” diyen Esad haklı çıkmış, Suriye’ye müdahale konusunda en istekli ülkelerden biri olan Fransa, yüzünü Ortadoğu’daki radikal İslamcı çetelere çevirmek zorunda kalmıştır. Esad baş düşman konumundan kurtulmuştur. Emperyalizmin bir bütün olarak Ortadoğu ve Suriye politikasında revizyona gideceği açıkça görülüyor. New York Times yayın kurulu imzasıyla yayımlanan 1 Shifting Realities in Syria (Suriye’de Değişen Gerçeklikler) başlıklı makale ve Foreign Affairs dergisinin Esad ile gerçekleştirdiği mülakat2 politika değişikliğinin iki sembolik delili olarak sunulabilir. Emperyalizm, Esad’ın iktidardan indirildiği senaryoların hiçbirinin lehine olmadığı yargısına varmıştır. Yine Foreign Affairs dergisinin Kasım-Aralık sayısının manşetinin “What Have We Learned? Lessons From Afghanistan and Iraq” (Ne Öğrendik? Afganistan ve Irak’tan Dersler) manşetiyle çıkması ve derginin emperyalizmin şimdiye kadarki müdahale yöntemlerine dönük bir özeleştiriyi odağına yerleştirmesi dikkate değerdir. Emperyalizmin ayrı ve kapsamlı bir yazının konusu olabilecek yeni yönelimlerin habercisidir.

İkincisi, emperyalizmin Suriye politikasının değişimi aynı zamanda AKP ile kurduğu ilişkinin ve Türkiye projeksiyonun da revize edilmesi anlamına gelecektir. Uluslararası alanda, özellikle Haziran sonrasında, Türkiye’de özgürlükler alanının daraltıldığına yönelik vurgular artmıştır. Örneğin Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink’in bölücülük propagandası yaptığı iddiası ile gözaltına alınması, üstelik gözaltının Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’in Türkiye ziyaretine denk gelmesi uluslararası camiada ciddi tepki topladı. Geerdink aynı gün serbest bırakıldı. Economist dergisinin Charlie Hebdo katliamının ertesinde çıkan 10-16 Ocak 2015 tarihli sayısında bu haberi vermesi yine sembolik önem taşımaktadır. Geerdink bir zamanlar AKP’nin Türkiye’yi demokratikleştirdiği kanısını paylaşan gazetecilerden biri olsa da gözaltına alınmaktan kurtulamamıştır. Yine Economist’in aynı sayısında Libya’ya uzun uzun yer vermesi, incelemeyi: “Kaotik bir Libya dünya için yalnız bırakılamayacak kadar tehlikelidir” 3 cümlesi ile bitirmesi “Arap Baharı” sürecinin geldiği noktanın emperyalizm tarafından nasıl gözüktüğünü izah etmektedir.

İki cevabın bize gösterdiği şey, emperyalizmin İhvan bloğu projesinin rafa kalktığı oluyor. Esad’ın Foreign Affairs’a verdiği mülakatta kullandığı şu ifadeler emperyalizm açısında ders niteliği taşıyor:

“Amerikalılara sormak istediğim şu: Ülkemizde ve bölgemizde teröristleri destekleyerek ne elde ettiniz? Birkaç yıl önce Mısır ve diğer ülkelerde Müslüman Kardeşleri destekleyerek ne elde ettiniz? Ülkenizden bir yetkili bana yedi yıl önce, Suriye’deki bir toplantının sonunda Afganistan’daki problemi nasıl çözebiliriz diye sordu. Ona söyledim: “Kukla olmayan, size hayır diyebilen yetkililerle anlaşmalısınız” Sadece kukla yetkililer ve bağımlı ülkeler ile nasıl ülkenizin çıkarlarına hizmet edebilirsiniz? (…) Bana göre Amerikalıların incelemesi ve sorgulaması gereken şudur: Neden her savaşta başarısız oluyorsunuz? Savaş çıkarabiliyor, sorun yaratabiliyor fakat hiçbir sorunu çözemiyorsunuz.”4

Ülkenin batısında ise bambaşka fakat en az Ortadoğu’dakiler kadar kırılgan dinamiklere sahip bir başka gelişme yaşanıyor. Ocak ayının sonlarında gerçekleşen seçimlerin ardından radikal sol koalisyon Syriza, meclisteki 300 koltuğun 149’unu kazandı. SYRİZA yakın zamanda (Yunanistan Komünist Partisi’nin (KKE) ittifaka yanaşmaması da payıyla) milliyetçi Bağımsız Yunanlar Partisi (ANEL) ile anlaşarak hükümet kurmaya hazırlanıyor. Seçimin önemli detaylarından bir tanesi de SYRİZA’nın oylarını ciddi oranda arttırırken, SYRİZA’nın solundaki parti olan KKE’nin oylarını koruması, yani SYRİZA’nın oyunu solundaki değil, sağındaki partilerin seçmen desteğini arttırarak kazanması oldu. KKE’nin kitle desteği SYRİZA’ya kıyasla çok daha düşük de olsa, KKE örgütünün sendika ve üniversitelerde SYRİZA’ya kıyasla çok daha kuvvetli olduğu biliniyor5. Yani Yunanistan, sol popülist bir iktidara, örgütlü bir komünist partiye sahip.

Avrupa Birliği ve NATO konusunda ikircikli tutum almasına rağmen AB açısından bir tehlike olarak algılandığı açık olan SYRİZA’nın ne yapacağı, diğer AB ülkelerindeki sol hareketleri nasıl etkileyeceği, Türkiye’de de ciddi bir merak konusu.

Ne Yapmalı?

Ortaokulda ve lisede Türkiye’nin jeopolitik konumunun önemini duyardık sık sık. Özellikle Suriye ve Yunanistan bugün bu ezberin bambaşka anlamlara geldiğini de gösteriyor. Aynı anda, emperyalizme karşı son yılların en önemli zaferini kazanan Suriye’ye, ciddi bir ekonomik krizin ardından sol popülist bir hükümetin iktidar olduğu Yunanistan’a ve bir korsan “İslam Devleti”ne komşu olan Türkiyeli devrimciler önemli olanaklar ve görevler ile karşı karşıya.

Emperyalizmin bir restorasyona gideceği, bu restorasyonun öznelerinin seküler hareketler olacağı anlamlı ancak eksik tespitlerden biri. Sebebi açık; bu tespiti yapan Türkiyeli devrimciler Türkiye’de laiklik mücadelesi veren bir düzen içi özne kalmadığı gerçeğini unutmaktadır. “Laik” Cumhuriyet’in kurucusu CHP bu kavgadan vazgeçeli çok olmaktadır. Normalde düzen içi talep olabilecek olan laiklik, bugün yalnızca devrimcilerin kavgasını verdiği bir başlıktır.

Emperyalizm, yeni hegemonya projesinin parçası olarak Türkiye’de laiklik talebini düzen içinde soğuracak bir seçeneği yaratma çabasına girebilir. Ancak henüz doğmamış bir tehlike ile şimdiden kavga etmenin, laiklik talebine rezervler koymanın bir anlamı bulunmamaktadır. Daha da önemlisi, emperyalizmin laiklik talebini kapsamasından, bir olası AKP sonrası restorasyondan sıyrılmanın tek yolunun, laiklik mücadelesini militanlaştırmak “Yeni Bir Ülke” mücadelesinin bütünlüğü içerisine oturtmak olmasıdır. Aksi oturup restorasyon beklemek anlamına gelecektir. Yani bu örnekte “ne yapmalı” sorusunun cevabı laikliğe “ama şöyle olmayan bir laiklik” gibi rezervler koymak değil, laiklik mücadelesini devrimcilerin öncülük ettiği güçlü bir siyasi seçenek haline getirerek mücadele etmek olmalıdır.

Devrimcilerin öncülük edeceği laiklik mücadelesinin doğal müttefikinin cumhuriyetçi kesim olduğu unutulmamalıdır. Eskiden kimi kesimler tarafından bir aşağılama ifadesi olarak kullanılan cumhuriyetçilik, AKP karşı devriminin son demlerini yaşadığı şu günlerde meşru bir politik kategori olarak siyasetin sahnesinde yerini alıyor. Yumuşak geçiş, restorasyon gibi olasılıklar elbette imkansız değildir. Fakat sokakta solun, sandıkta AKP’nin hegemonik olmasının bu seçeneğin ihtimalini zayıflattığını görmek gerekiyor. Bu veriler ülkenin 2015 seçimlerinden sonra daha kaotik ve çetin süreçlere girmesinin yüksek olasılık olduğunu gösteriyor. Öyleyse ülkenin devrimcilerine düşen, kitlesi ve doğal müttefiki olan cumhuriyetçi kesime moral taşımak, güçlendirmek ve militanlaştırmaktır. Çetin mücadelelere hazırlamaktır.

Alametler belirdi:

Cesaret ve siyasal cüretin tam zamanı!

Dipnot

  1. http://www.nytimes.com/2015/01/25/opinion/sunday/shifting-realities-in-syria.html
  2. http://www.foreignaffairs.com/discussion/interviews/syrias-president-speaks
  3. “Libya is a rich country with a small population that is fairly homogeneous in terms of religion, class and ethnicity. But they still help. A chaotic Libya is too dangereous to the world to be left alone”
  4. “The question I would ask any American is, what do you get from supporting terrorists in our country, in our region? What did you get from supporting the Muslim Brotherhood a few years ago in Egypt and other countries? What did you get from supporting someone like Erdogan? One of the officials from your country asked me seven years ago in Syria at the end of a meeting “How do you think we can solve the problem in Afghanistan?” I told him, “You have to be able to deal with officials who are not puppets, who can tell you no.” So for the United States, only looking for puppet officials and client states is not how you can serve the interests of your country. (…) That is what I think the American people should analyze and question. Why do you fail in every war? You can create war, You can create problems, but you cannot solve any problem.”
  5. Bknz. http://www.jacobinmag.com/2015/01/understanding-the-greek-communists/