“Ölünün arkasından konuşulmaz.” kültürümüzde, ölen kişiyle alakalı “kötü” konuşulmaması gerektiğini vurgulayan çokça atasözünden biridir. Fakat bu söz özellikle toplumsal alanla birden fazla kanal üzerinden ilişki kuran isimler söz konusu olduğunda sekteye uğrar. Sekteye uğraması doğaldır, farklı toplumsallıklardan gelen kişiler, ölen kişiyle farklı bağlar kurmuşlardır. Tartışmalar sol kültür içerisinde de kimin sahiplenip sahiplenilmeyeceğine tıkanır. Hatırlarsınız, bu tür tartışmaların ateşli örneklerinden bir tanesi de, 2014 Ağustos ayında, Süleyman Seba’nın vefatının ardından yaşandı. Kimileri Seba’da devlet tetikçisi görürken kimileri ise endüstriyel futbol kültürünün dışında kalmış, muhalif bir figür görüyordu.
Bu tartışmada 90 kuşağının ses çıkarmaması beklenemezdi. Özellikle de tartışmanın alevlendiği kişi, kuşağımızın taraftarlarının çocukluklarının simgelerinden biriyken. Fakat biz “Bir kişinin politik duruşu onun başka alanları ileriye çekmesini engeller mi?” tartışmasını, sadece simgeleşen Süleyman Seba üzerinden değil, daha radikal ve politik olarak savruk biri olan Frank Zappa üzerinden yapacağız. Frank Zappa’yı inceldikten sonra, Frank Zappa’nın müziğinin koordinatlarını tarif etmeye çalışacak, ardından müziğinin toplumsal ilişkiler açısından oturduğu yeri inceleyip maddi pratiğinin ideolojiler alanında tuttuğu yeri inceleyeceğiz.
Aşk Şarkısı Yazmayaİlericilik, gericilik, ideolojiler alanın Müzisyen: Frank Zappa
Frank Zappa, 1960’lı yıllarda ünlenmeye başlamış ve 1993’teki ölümüne dek 66 tane albüme imza atmış bir müzisyendir. Rock’dan klasik müziğe geniş bir yelpazede üretim yapmış olan Zappa, 1960’lara sıra dışı şarkıları ile damga vurmuştur. Özellikle müzik yapmaya başladığı dönemde “aşk şarkılarından” başka şeyler yazmasıyla tarihe geçmiştir.
Kendisinden bir alıntı yapalım: “Aşk şarkılarından iğreniyorum. Amerika’da insanların kötü psikolojilere sahip olma sebeplerinden birinin aşk şarkıları olduğunu düşünüyorum. (…) İnsanlar aptal bir aşk şarkısı üzerinden kendilerine ‘davranış normları’ oluşturuyorlar. Bilinçaltları, aslında kendilerine hiçbir zaman gerçekleşmeyecek bir gerçeklik için arzu oluşturuyor. Bu mite bellerini dayayanlarsa hayatlarını aldatılmış hissederek geçiriyor”
Alıntı 1989 senesinden. Ancak Zappa’nın ilk albümü çıktığı zaman da aynı düşüncelere sahip olduğunu söyleyebiliriz. 1967 yılında verdiği bir röportaj da, hippilerin söylemlerinin aslında saçmalıktan ibaret olduğunu, “Her şeye sevgi duyuyorum.” lafını durmadan tekrarlayarak aslında hiçbir şeyi sevemediklerini söylüyor, gerçek duygulara başvurmadıklarını iddia ediyor. Gerçekliklerini sınıyor. Zappa, Walter Benjamin’in “Dadaizmin devrimci gücü sanatı otantikliği açısından tartmasıydı.” lafını 60’larda, müzik alanında tekrar ortaya çıkarıyor. Kendisinin “aptal aşk şarkıları” olarak tanımladığı dönemin müziğinin otantikliğini sınıyor. Yine kendisinden alıntı yapalım; “Ben de diş ipi hakkında şarkı yazdım fakat bu kimsenin dişlerini beyazlatmadı.”
Buraya kadar Frank Zappa’nın müziğinin dönemindeki müzikte “ne olmadığını” anlatabildiğimizi düşünüyorum. Şimdi de biraz müziğinin ‘ne olduğuna’ bakalım:
“Kofsky: Müziğinizi okumaya çalıştığım zaman, sadece müzik yaptığınızı değil aynı zamanda öğretmeye ve ajite etmeye çalıştığınızı hissediyorum.
Zappa: Ve sentezlemeye.
Kofsky: Bana Bertolt Brecht’in müzikal bir versiyonu gibi geliyor. Doğru bir çıkarım olur mu?
Zappa: Bir Brecht hayranı değilim çünkü onun yaptığı işlerden pek haberdar değilim. Fakat insanlar bunu söylüyor, bir doğruluk payı olsa gerek.”
Yukarıdaki ‘aşk şarkıları’ üzerine alıntılar da göz önüne alınırsa müzik türünün yaşadığı kırılma anlaşılacaktır. Rock müzik artık ‘aşk şarkıları’ndan uzaklaşmaktadır. Frank Zappa bunun öncülerinden olacaktır ve onun başlattığı bu kırılma dönemin müzikal yapısını etkilemesiyle bilinen Beatles’ın müziğini tamamen değiştirerek başlayacaktır. Bundan böyle Zappa, müziğin Brecht’idir.
Peki, Amerikan gazetecisi Brecht’i ne kadar tanıyor? Zappa ile Brecht sadece “Kitleler sokağa!” derken mi birbirlerine benziyorlar yoksa aralarında “teknik” bir benzerlik de var mı? Biraz Brecht üzerinde durmakta fayda var çünkü politik anlamda ne kadar zıt kutuplardaysalar edebi olarak ayni taraftalar. Bu sefer alıntımız Walter Benjamin’den.
“Brecht’in yaratmış olduğu tipleri ne kadar dikkatlice parçalarına ayırıp incelersek tüm güçlerine ve canlılıklarına karşın bunların, anatomi derslerinde kullanılan mankenlere benzer politik modeller, hayaletler olduklarını o kadar açık olarak görürüz. Hepsinde de odak olan şey, insan sevgisi, yardımseverlik, idealizm, soyluluk ya da benzeri bir şey değil, yalnızca duruma göre takındıkları tavırdan kaynaklanan akılcı politik eylemlerdir. Bu tavır aslında şüphe çekici, sevimsiz ve çıkarcı olabilir; ancak bu tavrı takınan kişi kendini kandırmadığı ve gerçekliğe sıkıca tutunduğu sürece bunu düzeltecek çare kendiliğinden bulunur. Bu, kişiyi daha iyi bir insan haline getiren ahlaki bir çare değil, toplumsal bir çaredir.”
Zappa’nın karakterleri de kendisi de böyledir. Ünlü rock operası Joe’s Garage’da Joe, kendini iyi hissettirdiği için müzik yapar. Müziğini de aynı sebepten sonuna kadar savunur. Onu, oluşmaya başlayan teokratik devlete karşı durmaya iten şey kişiliğindeki idealist öğeler değil, müziği savunma isteğidir. 1980’lerde kapitalizmin müzik alanında tekrar hâkimiyet kurmaya çalıştığı sırada, ‘sansür’ üzerinden saldırdığı kişilerden ilki Frank Zappa olmuştur.
Peki, müziğini sansürlenmeye karşı kendi ifadesiyle yeniden oluşmaya başlayan “teokratik devlete” karşı savunması Zappa’yı politik olarak ‘solcu’ ya da ‘sosyalist’ yapıyor mu? Kesinlikle hayır. Frank Zappa kendini “çıkarcı muhafazakâr” olarak tanımlıyor, groupie kültürünü savunuyor1, kapitalizmi övüyor. Bunların arkasında dururken yarattığı kültür ve müzik muhafazakârlık karşıtı bir konumda bulunuyor. Önümüzdeki kısımda bunun üzerinde duracağız.
İlericilik, Gericilik, İdeolojiler Alanı
“Bir eserin toplumsal ilişkiler karşısındaki durumu nedir?” den önce “Onların İçerisindeki konumu nedir?” sorusunu sormak isterim. Bu soru, eserin, edebi üretim ilişkileri içerisindeki işlevine İlişkindir. Başka deyişle, doğrudan doğruya eserin tekniğiyle ilgilidir (…) Eğer daha önce, bu eserin doğru politik eğiliminin edebi eğilimi içeriyor olmasından ötürü, edebi niteliği de içeriyor olduğunu söyleyebildiysek, şimdi de daha kesin bir belirlemeyle bu edebi eğilimin edebi tekniğin ileriye ya da geriye yönelik gelişiminden ibaret olabileceğini görüyoruz.”
Benjamin bir sanat kuramı oturtmaya çalışırken Brecht’in eserlerinden yararlanmaya devam ediyor. Biz de tekniğin ileriye ya da geriye yönelik gelişimini müziğe oturtmayı deneyelim. Bu noktada yine Zappa’nın dönemin müzik dergisinde yazan “gazeteciler” için söylediklerinin dışında kalmayı deneyelim (Yazamayan insanların, okuma bilmeyen insanlar için, düşünemeyen insanlarla söyleşi yapıp makaleleştirmesi), amacımız bir olay akışı yazmak değil, bir çerçeve oluşturmak. Yeniden Zappa’nın otobiyografisine döneceğiz, bu sefer profesyonel olarak müzikle ilgilenmediği dönemden bir kısım:
“Makale şöyle devam ediyordu: “Albümde davuldan başka hiçbir şey yok -ahenksiz ve berbat; dünyadaki en kötü müzik.” Ah evet! Bu tam bana göre!
Beni hayran bırakan, başka kimsenin onun gibi beste yapabileceğini düşünmediğim bestekârsa Anton Webern’di. Albümüne bayılıyordum, Varese’den olabildiğince alakasız bir albümdü.”
Müzik zekâsının öncelikle yattığı yer burası. Birbirinden tamamen farklı iki müziği2 kendi içinde eriterek ortaya bambaşka bir şey çıkartmak. Peki, bu hamle onun dışındaki müziği nasıl etkiliyor? Bu sefer 60’ların en ünlü grubu Beatles’a bakmakta fayda var. Çünkü Beatles’ın dönemi içerisinde değiştirdiği müzik yapısı (60’ların başında pop, ortalarında pychedelic-progressive ve sonunda daha “ağır abi” olarak rock) tüm müzik gruplarını etkiliyordu.
Beatles 1960’larda 1950’lerin rock n roll furyasını pop müziğine dönüştüren ve bu dönemeçte kendi ‘kültlerini’ yaratan bir gruptu. Grubun 1967’de çıkardığı Sgt. Pepper3 albümü, Beatles kültürünü hem imaj hem de müzikal olarak yıkan albümdü. Grup bu zamana kadar yaptığı ana akım pop-rock işlerinden sıyrılarak yeni şeyler denemeye kendisini itiyordu. Zappa’nın etkisiyse daha sonraları Paul Mccartney’in o dönemde dinlediği en çarpıcı şeylerden biri olduğunu belirtmesiyle ve albümü Frank Zappa’ya referansla “Beatles’ın Freak Out!’u” olarak tanımlamasıyla görülecekti. Zappa’nın müziği dönemin en sağlam grubunun yön değiştirmesinde etki oynayan faktörlerden biri olmuştu. Zappa böylece müziğin “edebi tekniğini” ileriye taşıyor.
Peki, bu değişimin Türkiye’ye etkileri nasıl olmuştur? Etkinin Türkiye’ye sıçraması Avrupa’daki çoğu ülkeye göre daha kolay olmuştur. Frank Zappa, King Crimson gibi grupların başlattığı progressive rock fırtınası, Kıta Avrupası’nda Can gibi grupların müziğinde önemli roller oynamıştır. Bu da gerek Cem Karaca’nın daha “politik” dönemine rast gelen Dervişan grubunun Norveç’te geçirdiği zamanlarda bu tarz müzikten etkilenmelerinde, Cem Karaca’nınsa, Alex Oriental Experience adı altında, Can ile çalışmasını sağlamıştır.4 Cem Karaca bunun en belirgin örneğidir. Edip Akbayram ve Dostlar Orkestrası’nın albümünün görselleri, o dönemin grubu Jethro Tull’un Stand Up albümünün görselleridir. Barış Manço’nun Kurtalan Ekspres ile yaptığı albümler de bu etkilenmelere örneklerden sayılabilir.
Bunu fark edemeyip, sadece politik olarak da doğru olan kişiyi aramaya başlayan kişi ise kendini yitiriyor. Kişi Frank Zappa’da sadece muhafazakâr görürken, ayni zamanda Chuck Berry’de “sübyancı”, Dostoyevski’de “gerici”, John Lennon’da “pasifist”, Cem Karaca’da da “Turgut Özal’ın elini öpen” görüyor. Bu figürlerin politik aidiyetlerinin göz ardı edilmeleri gerektiğini söylenemez. Fakat bu figürlerin sadece “siyasal” konumları üzerinden politik nitelikleri belirlenemez. Aynı dünya görüşünde olunmadığı için farklı toplumsal alanlarda farklı bir ilişki kuran insanların yaptığı katkıların yok sayılması, solun gelişmesinin ve toplumsallaşmasının önünü kestiği gibi, estetik açıdan da kısırlaştıracaktır.
Dönelim Süleyman Seba örneğine: Yukarıdaki refleksleri gösteren kişiler aynı zamanda Seba’da MİT mensubu olması dışında bir özellik görememektedirler. Peki, Seba’nın “MİT mensubu” olması dışındaki özellikleri nelerdir?
Süleyman Seba Beşiktaşlıların gözünde endüstriyel futbola karşı durabilen, Semra Özal’ın eşinin Çırağan’da şampiyonluk kutlama davetini biz halkın takımıyız, kutlamamızı halka beraber sokakta yaparız diyerek reddeden, futbolculara alacaklarını ödeyebilmek için evini ipotek ettiren bir Beşiktaş başkanıdır. Haziran’ın duruşu yere göğe sığdırılamayan kahramanı Çarşı’nın örnek gösterilen duruşunun harcında, Seba’nın da önemli bir payı vardır.
Bireyler sadece aidiyet hissettikleri politik kimlikler üzerinden değil, alanlarında sergiledikleri pratikler üzerinden alanlarını ileriye taşıyarak da ideolojiler alanına müdahale ederler. Bu yüzden nasıl Süleyman Seba İle Şükrü Saraçoğlu aynı kefeye konulamıyorsa, Frank Zappa ile bugün solcu olduğunu beyan eden fakat geçmiş sanat pratiklerini tekrar üreten müzik grupları aynı kefeye konulamıyor. Kişilerin gerici politik aidiyetleri, alanlarındaki pratiklerinin siyasi aidiyetlerinin çok ötesine geçemeyeceği anlamına gelmemektedir. Bir toplumsal figürün ideolojiler alanında tuttuğu yeri belirleyen, onun pratiğinin tamamıdır. Bu denklemi gözden kaçırdığımız takdirde, dünyamızın küçüleceği, kendi politik aidiyetimizin ve pratiğimizin, sosyalizm mücadelesinin giderek çiğ hale geleceği unutulmamalıdır.
Kaynakça
Reynolds S. Press J., Seks İsyanları, Ayrıntı Yayınları 2003
Zappa Frank, The Real Frank Zappa Book, Poseidon Press 1989
Dipnot
- Bir kadının kendini bir müzik grubuna tamamen “adamasına” groupie denmektedir. Zappa konuyla alakalı “Bu kızlar sonraları sıkıcı hayatları olan insanların hayatlarını neşelendirecek.” demektedir
- Birer müzik örneği: Verase: http://bit.ly/1cın0jfNa, Webern: http://bit.ly/1slk1wN, Zappa: http://bit.ly/1Bfe8GT
- Dönemin Beatles’ını tanımlayan imaj “temiz çocuk” olmalarıdır. Sgt. Pepper kapağında üyelerinin hepsi bıyık bırakarak müzikte yarattıkları kültü yıkmışlardır.
- Karaca’nın Dadaloğlu parçası bu işbirliğinden çıkan eserlerdendir. Dervişan dönemi albümleri Yoksulluk Kader Olamaz’da ve 45’ilkleri Tamirci Çırağı ve Beni Siz Delirttiniz gibi eserlerde bu müzikal etki rahatlıkla görülmektedir.