20 Ekim 2014 günü Haber Türk’ün internet sitesinde İstanbul Bilgi Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Dr. Murat Paker ile yapılmış bir röportaj yayınlandı.1 Röportajın konusu ‘cihatçı gelinler’, yani IŞİD’e katılan kadınlar. “Kadınlar IŞİD’te ne buluyor?” başlıklı bu röportajda dünyanın dört bir yanından gelen kadınların bu vahşi örgüte katılmalarının ardındaki sebep, daha doğrusu psikoloji anlatılmaya, böylelikle İŞİD normalleştirilmeye çalışılıyor.
Bir niyet sorgulamasına hiç girmeden şunu görmek gerekiyor: AKP döneminin bazı akademisyen, aydın çevrelerinde yaygın ama yanlış bir alışkanlık var: Toplumsal olayları, özneleri (bu, kişiler ya da gruplar olabilir) sadece psikolojik ve sosyolojik özellikleriyle temellendirmeye çalışma. Yanlış, çünkü olayları bütünlüklü göremeyip neden sonuç ilişkilerini kavrayamamaya neden oluyor. Ardından gelsin “katili anlamak”…
Şeytanin avukatlığını yapmak bize düşmez. Ancak IŞİD’e ve ülkemiz başta olmak üzere Ortadoğu’da esen gericilik rüzgârına değinelim derim.
Geçtiğimiz yılın en popüler örgütü olan İŞİD, ABD ve işbirlikçilerinin (her türlü sürüşmeye rağmen başta yine AKP olmak üzere) Ortadoğu’nun yeniden dizaynı için hayata geçirmeye çalıştığı gerici Sünni tabanlı uygulamaların araçlarından biri. Kelleler uçurarak ve özellikle kadınlara yönelik yaptığı vahşi şeylerle gündeme gün bir örgütten söz edeceksek onları ‘anlamaya çalışmak’ tan ya da örgüt üyesi kadınların kendilerini bu ‘davaya’ nasıl adadıklarından değil ülkemizin de içinde olduğu bölgeye yönelik gericileştirme projesinden, bunun sonuçlarından ve belki de IŞİD’e katılan değil ona karşı savaşan kadınlardan bahsetmemiz gerekir.
Bu projeye bütünlüklü bir bakış başka bir yazının konusu. Bizim konumuz ise bu önemli gericileştirme projesinin ülkemizdeki yansımaları, biz kadınların bu konudaki tutumları ve mücadeledeki yerleri.
Gericilik, Gerici, Geri!
AKP’nin yıllardır ülkemizde uygulamaya çalıştığı değiştirme/ dönüştürme projesinin toplumsal dokuya yönelik en önemli aracı ‘gericilik’. Bunu, başta bir devlet politikası olarak benimseyip gündelik hayatın her alanına yaymaya çalıştıkları laiklik karşıtlığı, kendi muhafazakâr yaşam tarzlarım dayatma ve bunu kabul etmeyenleri ifşa etme ve hatta lanetleme gibi şeylerle hayata geçirmeye çalışıyorlar. Gericilikten, laiklik karşıtlığından, muhafazakârlaşmadan ve neticesinde çürümeden bahsediyorsak ilk muhatap kadınlardır. Görmek hiç de zor değil; kürtaj tartışmaları, çocuk denecek yaştaki insanların bile etek boylarına karışılması, çocuk gelinlerin sayısının çılgınca artması, hamile kadınların sokakta dolaşmaması gerektiği tezi, kadınlara özel plajlar, kahkaha atmamızın sorgulanır hale getirilmeye çalışılması, sığınma evlerinde ‘kalmak zorunda olan’ kadınların oy kullanamamış olması, ortaokula türbanın girmesi… Her yaştan muhatap bulan bu uygulamalarla (7 aylık bebek bile2) kadınların “yoldan çıkarıcı”, “günaha sokucu” ve “bilumum şeytani varlıklar” haline getirilmesi durumuyla karşı karşıyayız. Adeta ortaçağı yaşıyoruz! Ortaçağa benzetmemin sebebi dönemin özdeşleştiği şeylerden birinin de cadılar olması. Bildiğiniz gibi cadı; büyü yapma yetisine sahip olduğu ve bunu kötülük yapmak (acı çektirmek, öldürmek başka türlü zararlar vermek) için kullandığı iddia edilen kadınlara yönelik bir suçlama idi. Cezası kültürden kültüre değişmekle birlikte taşınabilir-taşınamaz mülklere el konulmasından tutun asılıp yakılmaya kadar uzanabiliyordu. Demek istediğim şu ki kahkaha attığımız, sevgilimizle el ele tutuştuğumuz, kızlı-erkekli dolaştığımız için “yoldan çıkarma” ya da “günaha sokma” gibi ifadelerle suçlanabiliyorsak yarın cadı damgası da yiyebiliriz!
Geçerken değinmek istediğim bir konu var: Medyada kimi sebeplerle kendine pek de yer bulamamış ancak yakıcılığı, karşı karşıya kalınan gerici müdahalenin çocuk denecek yaştaki insanları etkileyecek olmasından kaynaklanan, ortaokulların türban meselesi. Öncelikle, on iki yaşındaki bir çocuğun dinsel tercihleri olabileceğini kabul etmek onun çocuk olduğunu yadsımak demek olur. Oysaki hepimiz biliyoruz ki on iki yaşındaki bir birey kendi kararlarını verebilecek olgunluğa ve bilince tam anlamıyla erişmiş sayılamaz. Yapılmak istenen şudur; ‘geri’ olana alıştırabilmek için en genç neslin aklını teslim almaya çalışmak. Burada önemli olan iki şey var; hem ideolojik anlamda kadını ikinci sınıf insan olarak kavratmak hem de yaş grubu itibariyle benlik saygısının oturmaya başladığı bir kız çocuğunun cinsiyeti nedeniyle daha en baştan değersiz hissetmesine neden olmak. İkisi de başlı başına çok büyük suçlar!
Kadın Yenilirse Toplum Yenilir
İlk muhatap meselesine dönersek: Buradaki önemli nokta şu; neden ilk muhatap kadınlar? Cevap ise kısa ve net: Çünkü kadınlar yenilirse tüm toplum yenilir…
Anlatmaya çalıştığım şey kadınsız mücadelenin bir hiç olduğu değil. Zaten bunu savunmamız doğru da değil, kadın ve erkeğin omuz omuza vereceği mücadelenin ne kadar kıymetli ve keyifli bir şey olduğunu bilenler bilir. Ancak söylemeye çalıştığım kadının verdiği mücadelenin en az erkeğinki kadar önemli olduğundan ibaret de değil. Sonuç itibariyle denk güce ulaşabilen ancak yaptıklarıyla daha çok yankı bulan bir toplamdan bahsediyoruz, başlangıç noktaları çok farklı olmasına rağmen. Birçok dezavantajlı durumu yıkıp geçerek toplumda daha fazla anılır, hatırlanır, saygı duyulur olmak için bazen daha cesur, bazen daha akıllı, bazen daha güçlü, bazen daha direngen, bazen de hepsi olmak gerekir. Örneğin Haziran direnişi dediğinizde aklımıza ilk olarak kadınlarla ilgili olan motifler gelir. (Siyahlı kadın, kırmızdı kadın, Haziran anneleri, barikatlardaki kadınlar… ) Bu bir tesadüf mü? Hiç sanmıyorum. Yeri geldiğinde on kaplan gücüne kadınların da sahip olabileceğinin en güzel kanıtıydı Haziran Direnişi. İşte artık Türkiye’de mücadele eden kadın daha cesur, daha akıllı, daha güçlü ve daha direngendir! Bu yüzden mücadelede bir adım öndedir ve bu, bugünün gerçekliğidir!
Burada iradi bir durumdan bahsediyorum. Çünkü işin bir başka boyutu daha var. Koşulların bizi içine sokmaya çalıştığı duruma ek olarak bugün kadınlar güçlü, cesur ve inatçı olmak zorundadır. Çünkü hayatımızı insani koşullarda yaşayabilmek ve artık “hayatta kalabilmek” için de tek seçeneğiniz var: mücadele etmek. Başka hiçbir şansımız yok.
Abarttığımı düşünenler olabilir. Birkaç örnekle açıklamaya çalışayım: Öncelikle en azından saygı görmeyi hak ettiklerini düşündüğüm Kobaneli kadınlardan bahsetmek isterim. IŞİD’e karşı topraklarını, hayatlarını, çocuklarını korumak için savaşan, ‘barış için’ savaşan kadınlar onlar. Korumaya çalıştıkları şeyler en kıymetlileri… Savaşmadan teslim olmayı tercih etseler başlarına gelecekler korkunç: pazarlarda satılmak, ama önce sayısız kez tecavüze uğramak! Bir başka örnek çok değerli olduğunu düşündüğüm imam hatip karşıtı mücadeleler. Kendinizi o annelerden birinin yerine koyun ve düşünün: Çocuğunuzun -niteliği sorgulanır hale gelse de- normal bir devlet okulunda, birkaç değerli öğretmeni sayesinde laik bir eğitim alma şansı, imam hatipleştirme kararıyla çöpe atılıveriyor. Ve sizin çocuğunuzu o okuldan başka bir yere gönderme şansınız yok. Ne yaparsınız? Tabi ki imam hatipleştirmeye karşı çıkarsınız!
‘Kadın’a Çalan Mücadele
Tüm bunlar Türkiye’de yeni bir sayfanın açıldığının da bir göstergesidir, açılan yeni sayfanın başlığı; ‘Mücadelenin kadınlaşması’dır. Ne demek mücadelenin kadınlaşması? Yıllardır meclisinden, kürsüsüne, eyleminden, tarihsel kahramanına zihinlerimize kazınan erkek modellerin, bildik tarzların yerini kadın modellere, farklı tarzlara bırakmasıdır. Birkaç örnek verelim. Birincisi, sığınma evlerinde kalan kadınların oy kullanamamasını protesto eden CHP milletvekili Aylin Nazlıaka’nın meclis konuşmasında ayakkabısını fırlata yazması, olayın hemen sonrasında Twitter’da #geliyorterlik hashtag’inin yayılması. Ki bu, protestonun sahiplenilmesi anlamına geliyordu. İkincisi, yaptıkları ev işleriyle bütünleşen annelerimizin, mahallelerimizdeki Ayşe teyzelerin Haziran Direnişi’ne tencere-tava eylemleriyle rengini çalması. Son bir örnek yine Haziran Direnişi’nden… Barikatın üzerindeki Türk bayraklı kadın fotoğrafını unutmamışsınızdır. Hepimize büyük Fransız Devrimi’nin o meşhur portresindeki yarı-çıplak kadın devrimciyi hatırlatmıştı. Cesur bir direnişçi, hem de bir kadın. Kendi adıma söyleyeyim, gurur duymuştum. İşte o kadın Haziran’ın kahramanlarından birisidir. Tam da bahsettiğimiz gibi “bildik erkek model” ya da “tarihsel kahraman” algısını değiştiren bir örnek.
Bir Şey Yapmalı
Söylemekte beis görmüyorum: Söz konusu olan, elimizdeki tek seçenek olan mücadele etmenin hakkını vermemiz gerektiği. Bu hem sonuç alıcı örnekler yaratabilmemiz açısından hem AKP’nin teslim almaya çalıştığı ancak ona direnmeye kararlı genç nesillere umut olabilmek açısından hem de kadın deyince akıllara hayatının iplerini eline alabilmiş, cesur ve özgürlükçü bireylerin gelmesi açısından önemli.
Kadın olmaktan dolayı kimi mecburiyetlerimiz var artık. Yukarıda birkaçına değinmeye çalıştığım mücadele örneklerinin meşruiyetini artıran şeyin kadınların varlığı olduğunu görebilmemiz lazım. Vermeye çalışılan mesajın kadınlara özgü hassasiyet ve reflekslerle dile getirilmesinden tutun pek de alışık olunmayan cesur, atak, girişken, kendine güvenli kadın görüntüsünün insanlarda yarattığı güven duygusuna kadar birçok sebebi var bunun.
Peki, ne mi yapacağız? Mücadelemizin tüm ayaklarında en önde duran ve en çok ses çıkaran olacağız, bize özelliklerin mücadele açısından avantaj olduğunu kafamıza kazıyıp bunları öne çıkaracağız, özellikle üniversitelerimizde kadınların öncülük ettiği örnekleri yaratacağız ve çoğaltacağız.
Uzun lafın kısası, kadının adını her yere kazımanın tam zamanıdır!
Kadın demek; hayatına sahip çıkmak, emeğine sahip çıkmak, bedenine sahip çıkmak, özgürlük ve eşitlik aranışı, ‘barış için’ savaşabilmek kahkahalara boğulabilmek ve hatta bazen yaşamın ta kendisi demektir.
En başa yazdığımız gibi, bu bir ölüm kalım meselesidir: Ya kadınca ve insanca bir yaşam ya da ölüm!
Dipnot
- http://wwwhaberturk.com/dunya/haber/1001470-kadinlar-isidde-ne-buluyor
- Skandal açıklamaların adamı Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk’ün 14 Ekim günü yaptığı “18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 7 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır” açıklamasına atıfta bulunulmuştur!