Fargo’nun film ve dizi versiyonları arasında ciddi benzerlikler olmasına karşın, bir o kadar ciddi farklılılar olduğunu söyleyebiliriz. İşte bu benzerlikler ve farklılıklar bu yazının temel derdini oluşturuyor. Film ve dizi karşılaştırmalı olarak incelenecek. Bununla bitikte artık sinema literatürüne geçen “Coenvari Film” kavramının ne demek olduğu bir diğer irdeleyeceğimiz mesele olacak. Fargo’nun 1996 yılında çekilen film versiyonunu özetleyerek incelememize başlayalım.
Filmin ana karakteri Jerry Lindegaard’ın başta sıradan olan hayatı filmin ana konusudur. Jerry araba satıcısı olarak hayatından pek de memnun değildir. Eşinden, hayatından, işinden mutsuzdur. Patronu aynı zamanda kayınpederidir. Bir gün aklına tüm hayatını değiştirecek bir plan gelir; karısını kaçırtıp patronundan fidye isteyecektir. İşler planladığı gibi gitmez; birçok Coen kardeşler filminde olduğu gibi başarısızlık hikâyeleri anlatılır. Kaçırma için tutulan iki “karanlık” adam da beceriksizdir; başlarını belaya sokarlar; cinayet işlerler… Olaylar karışır. Film boyunca Jerry adına utanma ve gülme arası bir duygu yaşarız. Tam anlamıyla nefret duymayız çünkü Jerry kötülüğü isteyen ama beceremeyen bir karakter olarak karşımızdadır. Ne özdeşim kurabiliriz, ne de büsbütün korku duyabiliriz. Filmin antagonist’i hamile bir polis memuru olarak karşımıza çıkar. Seyirci olarak antagonist de alışık olduğumuz “havalı”, “karizmatik” bir antagonist değildir. Filmde her ne kadar gerçek bir hikâyeden uyarlanmıştır dese de, bu da Coen kardeşlerin bir numarasıdır. Aslında bu yapısıyla “Mockumentary”1 tarzı filmlere nazire yapar. “Gerçek bir hikâye” seyircinin ilgisini çekmek için yapılan bir hiledir aslında. Coen kardeşlerin senaryolarında karakterler kendileri dışında dış dünya tarafından ciddiye alınmayacak tiplerdir. Tüm Coen kardeşler filminde olduğu gibi atmosfer yaratımı film dili açısından önemli bir yer tutar; geniş çekimler, müzik kullanımı ve anlamsız diyaloglara yer verip, büyük sözlerden kaçınma. Coen kardeşlerin karakterleri alışık olduğumuz “kahraman” filmleri değildir.
“Yeniden Fargo ve Dünya’nın En Büyük Şakası Olarak Gerçek”2
Coen kardeşlerin yükselişini işaret eden Fargo filminin 8 yıl ardından dizi olarak yeniden karşımıza çıkan diziyi inceleyerek devam edelim. Filmdeki Jerry yerini dizide Lester Nygaard’a bırakmıştır. Lester yaşamı boyunca yanlış anlaşılmış bir sigortacıdır. Kelimenin tam anlamıyla lüzumsuz bir adamdır. Çelişkisi, idealleri, tutkusu olmayan biridir Lester. Klasik bir memur hayatı; sabah kalk, işe git gel… Durağan, sıkıcı ve bunaltıcıdır. Eşi ve kardeşi tarafından da saygı duyulmayan biridir Lester. Bu yanıyla Coen kardeşlerin “The man who wasn’t there” (2001) başrolündeki karakteri anımsatır, varlığı hiçbir etki yaratmaz. Hiçbir arkadaşı yoktur, hobisi yoktur, ayırt edici hiçbir özelliği yoktur.
Dizide, filmde olduğu gibi geniş perspektiften anlatım hikâye anlatımına derinlik katmıştır. Seyirci olayların sadece bir kısmına tanıklık eder; bu anlatım tarzı seyircinin özdeşim kurmaması konusunda bir eğilimin yansımasıdır. Bu kamera kullanımı ile birlikte her bölümün başında yer alan “Gerçek bir olaya dayanmıştır” ibaresini beraber okursak aslında film bize Fargo kasabasındaki yaşamı belgesel vari şekilde, “gerçekçi” anlatmayı amaçlar. Fargo’da insanlar büyük şehirdeki insanlar gibi yaşamazlar, hatta “gerçek” anlamda yaşadıklarından bile söz edemeyiz.
Kasabanın genel ruhu Lester gibidir; sıkıcı ve tekrardan ibaret. Suç oranı düşüktür, kar kaplı olduğu için gerçek anlamda şehir hayatının eğlencesi yoktur. Lester bir gün lise günlerinden nefret ettiği bir zorbayla karşılaşır. Ona zorbalık eden lise arkadaşı sistemde başarılı olmuştur, çok para kazanmış ve de çocuk sahibi olmuştur. Ailesi, parası gücü her şeyi vardır. Çocukları önünde Lesterla alay eder ve onun burnunu kapıya çarpmasına sebep olur. Tam bu sırada kasabaya klasik dramatik yapıdan aşina olduğumuz “kasabaya dışardan gelen kötü yabancı” rolünde Lorne Malvo’yu görürüz. Lorne Malvo kiralık bir katildir. Filmdeki birçok diyalogda dünyaya duruşunu dile getirir Malvo; “tüm hayatını kurallar varmış gibi geçirdin.” Malvo post modern bir kötüdür. İlkesizdir, kuralsızdır. Hiçbir ilkesi olmadığı İçin Machiavelli’yi anımsarız, ilkesizlik güç için her şeyi yapmamıza olanak sağlar. Bu açıdan Malvo bağımsız ve nihilisttir. “Katışıksız bağımsızlık kötünün rüyasıdır.”3 Birini öldürmek, parasını çalmak, aldatmak, yalan söylemek tamamen etik bir sorundur Malvo’ya göre. Filmde yine birçok kez toplum paradigmasını aştığını yineler Malvo. Malvo tam da oyunu kuralına göre oynayan bir kötüdür. Lester ile yollar hastanede kesişir. Bu andan itibaren Faust’u anımsatan bir akıl çelme, günaha davet vardır. Malvo en karanlık isteğini Lester’a sorar; sana zorbalık eden’i öldürmemi ister misin?
“Ya Sen Haklıysan ve Herkes Hatalıysa”
Lester açıkça ne evet diyebilir ne de hayır. Gerçekten de oyunu kuralına göre oynayanların kötülükler yanlarına kar kalır. Lise zamanında ona zorbalık eden karakter hayatın zorbalığının somut halidir. Lorne lisedeki arkadaşını öldürmüştür ve yakalanmamıştır. Lester bir öfke anında karısını öldürür. Dizide birkaç kez yakın çekim gösterilen afiş Lester’a ilham verir. Korku İçinde Lorne Malvo’dan yardım ister. Lorne Mefistoteles’i anımsatır şekilde Faust’u ikna etmiştir. Lorne’te göre İsa’yı öldüren Romalıların dünyasında azizlere yer yoktur. “Hayvan krallığında azizlere yer yoktur.” sözüyle ifade edilen aslında açıkça güç ahlakıdır. Kiralık katil olarak onu parayla tutan müşterisini de alaya alır Malvo. Otorite tanımaz. Efendi ve köle ilişkisinden söz eden Nietzsche’yi özümsemiş bir karakter olan Lorne Malvo için imkânsız yoktur. Her şeyi isteme cüretini gösterebilir, bir yandan da her şeyden vazgeçebilecek bir nihilisttir. Adam öldürmek, manipüle etmek… Otorite tanımaz bağımsız karakterdir. Shakespeare eserlerini anımsatırcasına kendine güvenen, bireye vurgu yapan tüm karakterler kötüdür. Mucizeleri taklit ederek aslında tanrı tanımaz bir tavır takınır. Gerçekten kaderini kendi çizdiğine inanır Malvo.
Filmle dizi arasındaki en büyük farklı yaratan da Lorne Malvo’nun varlığıdır. Kötü adamlar Coen kardeşlerin filmlerinde genel karakterler gibi beceriksizdiler. Ama dizide Lorne Malvo herkesi alt eden “başardı bir kötüdür.” Sınır tanımayan, engelleri aşan ve hatta kötülük yapmayı seven mizahi bir yapısı olan karakterdir. Otelde insanları kızıştıran, ev sahibinin çocukları önünde aldıkları evde ruhların olduğunu söyleyen, rahatsız etmeyi seven, “şeytan” bir karakter var karşımızda. Seyirci olarak bir yandan adaletin yerini bulmasını isteriz, ama bir yandan da Lorne’nin nasıl da üstesinden geldiğini izlemek keyif vericidir. Öyle ki CIA, mafya adamları, hiçbir engel tanımaz…
“Kader Seni Güldürmüyorsa Espriyi Anlamadın Demektir.”
Lester karısının katili olma suçundan bir şekilde yırtar. Lise arkadaşının karısıyla birlikte olur ve kabadayıdan da intikam alır. Lester artık oyunu kurallarına göre oynamaya başlamıştır. Lester peşine düşen mafya adamlarından da sıyrılır. Talih yüzüne gülmeye başlar. İş hayatında yükselmeye başlar, bir kariyer sahibi olur, yeniden evlenir. Kaderi tekrar Malvo İle karşılaşana kadar yolunda gidecektir. Dizinin bu kader ve talih konularını alaya alması Coen kardeşlerin filmindeki bir başka temadır. Yaşamın çok da tahmin edilebilir olmaması Albert Camus vari bir absürt hissi uyandırır seyircide. Coen vari film atmosferinde kendilerini çok ciddiye alan küçük karakterler komik gözükür bize. Fargo dizisinde tüm küçük adamlara ciddi anlarda dev orkestralarla çalınan klasik müzikler eşlik eder. Başkarakterler çok da ahlaklı ya da nitelikli karakterler değildir. Filmin iyi karakterleri de “kahraman” değildirler, çoğu zaman şans yanlarında olur ya da olayın hepsine hâkim olamazlar.
Amerikan sisteminin eleştirisi niteliğindedir polis soruşturması. Gözükenle yetinen bir güvenlik arayışı. Yasalar ve polislerin beceriksizliği gözümüze sokulur. Düzeni gözetleyenler çok da muktedir değildirler, beceriksizdirler. CIA ajanları bile çok yetkin değildirler. Dizinin iyi karakterleri aslında kötülüğe hiç bulaşmak İstemezler. Malvo bir polis memurunu açıkça tehdit eder. Aslında “iyi insanlar” kötülüğü görmezden gelerek iyi kalmaya çalışırlar, onla savaşarak değil. Bu nokta diziyi filmden ayıran bir nokta aslında. Kötülüğe sessiz kalmak, dizide polis memuru Gus Grimly kızını düşünüp Lorne Malvo’ya bulaşmaz. Aslında dizi filmden daha derin bir tartışmaya kapı açar; kötülükle nasıl mücadele edilir?
Kötülüğün Sıradanlığı ya da Faust’un Düşüşü
“Coen vari” adalet karşımıza çıkar. Tüm filmlerinde bir Godot’u beklerken hissine kapılırız. Büyük kahramanlar, mutlu sonlar, idealist polisler seyirci olarak beklerken karşımıza asla çıkmazlar. Hep küçük insanlar ve sıradan insanlar anlatır Coen kardeşler. Gus Grimly önlenebilir birçok ölüme sebebiyet verdiğini hisseder ve vicdan azabı çeker. Kötülüğün(Malvo) zamanında önlenebilir olması teması diziye kesinlikle derinlik katıyor. Aynı zamanda Malvo’nun kendini öldürmeye en yakın kişiyi takdir etmesi de oldukça tiyatral bir sahne. Öyle ki bu kriz en sonunda polislikten istifasına kadar ilerler. Dizinin sonunda Gus Grimly’nin kahraman olmasında aslında tam da bu çelişkiyi yaşaması yatıyor, kendi yarattığı sorunu kendi çözmeki çin taşın altına elini sokar. Ve bunları yaparken polis değil; postacı sıfatıyla yapar. Aslında izleyiciye kahraman olmanın pek de üniformayla alakalı olmadığını gösterir.
Goeth’nin meşhur Faust anlatısında eserinde Doktor Faust Mephisto’ya yenik düşer. Faust şeytanla müzakere etmenin simgesidir. Dünyevi hayatın ihtirasına yenik düşer ve romanın sonunda Mephisto’ya benzer. Bu açıdan dizideki Lester, Malvo’ya dönüşmüştür. Mephisto Faust’a dünyanın en eski öyküsünün istenci olduğu anımsatır, ona kutsal kitaba referans vererek Naboth’un üzüm bağını anımsatır.4 Malvo Stavros’a kutsal kitap göndermeleri bu açıdan daha da önem kazanır. Dizide kazananlar oldukça sıradan bir hayat sürenlerdir, gücü hiç de istemez ve güçten uzakta sakin bir hayat yaşamak isterler. Dizinin tek inançlı karakteri Stavros da aynı Lester gbi “kaderini yaşar.” Film adeta Sartre’e nazire yaparcasına alay eder. Kaderini tayin eden özgür insan imajını yok eder, “gerçek” imgesini sorgulatır. “Özgürlüğe mahkûm” karakterlerin aksine, düzene göre şekil alan çoğunlukları anlatır filmleri. Filmlerinde ölüm teması bu açıdan önemli bir yere sahiptir. Çünkü öldürmek insanın kaderi üzerindeki tanrının tekelini kırmanın en güçlü yoludur. Öldürme kudreti tüm kutsal dinlerde yaratıcıya atfedilir.
Kara mizah tam da ölümü karşısına aldığı kadar hayatı da karşısına alır. “Şaka yapıyorum” demek yerine açıkça “gerçeği” gösterirler. Gerçeğe tanıklık etmek değil de; aslında algılanan durumun ne kadar gülünç olduğunun farkına varmamızı ister Coen kardeşler. Tanrısal anlatıcı kullanmalarının sebebi de budur; olaylarla aramıza biraz olsun mesafe koymak Hannah Arendt, Adolf Eichmann’ın orta sınıf banalliğinden söz bahsederken, adamın ne derinliği ne de şeytani boyutu olduğunu söyler.5 Kötülük frapan bir despottan çok bir memura benziyorsa. Aslında belki de kötülük sadece çevreye uyumdur ve anlaşılan o ki kıyamet fikri eskisi kadar korkutucu gelmemektedir.
Dipnot
- Belgesel kelimesinin İngilizce karşılığı ile yapılan bir kelime oyunu, belgesel türüyle dalga geçme
- “Benim güldürme yöntemim açıkça gerçeği söylemek, dünya’nın en büyük şakasıdır gerçek.” Bernard Shaw-Gülen Düşünceler- Şakir Eczacıbaşı
- Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eagleton; İletişim Yayınları
- Katı olan her şey buharlaşıyor, Marshall Berman, İletişim Yayınları
- Kötülük Üzerine Bir Deneme, Terry Eagleton; İletişim Yayınları