Ölü Evinden Anılar: Haziran’a Bakarken Liberalizmi Görmek

Haziran İsyanı daha uzun süre siyasal pratiklerimizin ve teorik çözümlemelerimizin merkezinde duracak. İlk etapta söylenebilecek şey Haziran İsyanı’nın 12 Eylül’de kurulan gerici, piyasacı rejime en ağır darbeyi indirmiş olduğu. AKP’nin bu rejimin “top noktası” olduğu gerçeğinden yola çıkarak bunu söylüyoruz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi boyunca tanık olduğu tartışmasız en önemli halk ayaklanmasının ardından, solda Gezi üzerine tartışmalar devam ediyor. Bunu doğal karşılamak gerekiyor. Henüz derinlikli çözümlemesi yapılamamış ve bununla birlikte siyasal karşılığını henüz bulamamış, Haziran İsyanı daha uzun süre siyasal pratiklerimizin ve teorik çözümlemelerimizin merkezinde duracak. İlk etapta söylenebilecek şey Haziran İsyanı’nın 12 Eylül’de kurulan gerici, piyasacı rejime en ağır darbeyi indirmiş olduğu. AKP’nin bu rejimin “top noktası” olduğu gerçeğinden yola çıkarak bunu söylüyoruz.

Haziran çözümlemesi elbette sadece solun gündeminde değil. Türkiye’ye dair her cenahta yürütülen tartışmalar da öncelikli yerini koruyor. Ancak ülkeye ve Haziranın ortaya çıkardığı dinamiklere dışarıdan bakanlar, Avrupa’nın ideolojik referanslarıyla anlamaya çalışanlar, aşağıdaki gibi kimi “ilginç” tespitleri yapabiliyor.

“Today, Turkey’s future has liberalism written all over it. Just as the Islamists came from the fringes in the 1990’s after years in the political wilderness under strictly secular Kemalist rule, a new generation of liberals is emerging as a grassroots movement, using the power of social media to sell their own dream: a truly democratic Turkey.”1

Türkiye tarihini ve liberalizmin Türkiye’deki seyrini çok değil biraz bilen bir kişi yukarıdaki alıntıdan ilk elden 3 sorunu tespit edebilir: Birincisi, Türkiye’nin geleceği liberalizm tarafından belirlenecek gibi iddiali bir tespitin tarihsel ve politik dayanaklarının açığa çıkarılmamış olması. İkincisi, liberalizmin Türkiye’de halk hareketi (grassroots movement) olarak ortaya çıkabileceği düşüncesinin saçmalığı. Son olarak, liberalizmin islamcılığın zıttı bir siyasi hareket olarak ortaya koymanın cahil cesareti gerektirdiği. Bizim iddiamiz; Haziran’ın siyasal islamla birlikte solun geri çekilmesini firsat bilerek, teorik ve ideolojik alanda hakimiyet kuran liberalizmi de bitirdiği. Bu iddiamızı, öncelikle liberalizmin Türkiye tarihindeki seyrini inceleyerek daha sonra ise Haziran İsyanı’na damgasını vuran kimi önemli ideolojik motifleri ortaya çıkararak temellendireceğiz.

Türkiye’de İki Tarz-ı Siyaset

2010 referandumunda ortaya çıkan ve sonraki seçimlerde kalıcı hale gelen yüzde 58e 42 ayrımı (oran kimi değişiklikler gösterebiliyor, isterseniz bunu 50’ye 50 olarak alın isterseniz 70e 30 bana kalırsa sonuç değişmiyor) sadece Türkiye sağının AKP’de konsolide olduğunu göstermekle kalmıyor tarihsel bir ayrıma da işaret ediyor. Tarihsel ayrım Osmanlı aydının “nasıl bir modernleşme” sorusuna verdiği 2 ayrı yanıta işaret ediyor. Bir yandan bağımsızlıkçı, aydınlanmacı ve kalkınmacı “jakoben” kanat, diğer yandan ülkenin liberalleşmesi adına yabancı müdahalesine göz kırpan, modernleşmenin sınırlı olması gerektiğine inanan “ılımlı” kanat.2 İlk kanat, 1908 devriminin mimarı İttihat Terakki’de ve 1923’ün mimarı Kemalistlerde somutlanırken ikinci kanadı, bu süreçlerde çoğunlukla muhalefette kalan liberal-muhafazakarlar oluşturuyor.3 İkinci kanat Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte 1950’deki Demokrat Parti iktidarına kadar muhalefette kalıyor. Sonrasında ise fiili olarak ya da “fikren” hep iktidar kaldıklarını söylemek lazım4. Çizginin devamını önce Turgut Özal ve sonra Tayyip Erdoğan sağlıyor.

Bu ayrışma; en genel hatlarıyla aydınlanmacı, cumhuriyetçi çizginin, muhafazakar, aydınlanma karşıtı siyasi hatla karşı karşıya gelişini gösteriyor. Ancak AKP iktidarına kadar iki tarafın da homojen bir yapı sergilemediğine dikkat çekelim. Birinci kısım Kemalistleri kapsadığı gibi örneğin İTC kökenli Mustafa Suphi’nin başını çektiği komünist hareketi, 60’larda yükselişe geçen gençlik hareketlerini, TİP’ten TKP’ye kadar Türkiye’nin sol birikimini ve geldiği köken ve ideolojik, siyasal referansları sebebiyle Kürt siyasi hareketini de kapsar. İkinci kısım ise dinci gericiliği, faşist-ülkücü hareketi ve DP-AP-ANAP- AKP çizgisi üzerinden gelişiyor.5 Ancak bu ayrım, en genel anlamda Türkiye tarihinin nasıl okunduğu üzerinden belirlendiği içindir ki sözünü ettiğimiz siyasi temsilcileri dışında akademik ve entelektüel alanda da belli yansımaları bulunmaktadır.

Burada bir parantez açalım: Yukarıda yaptığımız sınıflandırma kimileri için garip gözükebilir. Kürt siyasi hareketi ve Kemalistleri aynı siyasal ideolojik çerçeveye koymanın alışıldık bir şey olmadığının farkındayız. Bu tasnifin sebebi, en genel anlamda kimi kavramlara ve ideolojik motiflere yönelik olumlu atıftır. Örneği Kürt siyasi hareketi AKP ile girdiği kimi pazarlıklara ve Kürt coğrafyasında islamcılığa göz kırpıyor olmasına rağmen bölgenin en seküler hareketlerinden biri olmaya devam etmektedir. Kadınların özgürleşme mücadelesi, Kürt aydınlanmasının geldiği boyut biraz da bu özellikle ilgilidir. Ek olarak demokratik modernite gibi bir takım kavramsallaştırmaları şiarı haline getirmiş olmasına rağmen Kürt hareketinin cumhuriyetçi, aydınlanmacı bir damarı toptan terk ettiğini söylemek mümkün gözükmüyor. Bu ideolojik ortaklaşmanın en çok sekteye uğradığı başlık anti-emperyalizmdir kuşkusuz. Ancak Ortadoğu’da sürekli değişen siyasi dengeler vardır ve Kürt siyasi hareketinin bu konudaki çizgisi henüz netleşmemiştir. Yaptığımız tasnif tarihseldir ve yeni gelişmeler taraflar arasında kimi değiş tokuşlara sebep olabilir. Ancak kısa vadede böyle bir ihtimal güçsüz görünüyor. Tersine iki tarafın da daha konsolide olduğu ve bu tarihsel ayrışmanın Türkiye’de hiç olmadığı kadar net olduğunu söyleyebiliriz. (Bu netliği bozan tek unsur Kürt siyasi hareketidir, ancak kesin bir kopuş olasılığı için daha ayrıntılı bir incelemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yazının çerçevesi içerisinde tarihsel referansları ön plana çıkarıyor ve Kürt siyasi hareketini birinci çizgiye yerleştiriyoruz.)

Parantezi biraz uzatıyorum: Bu hatların her ikisinin de iç çelişkilerden arınmış; siyasi, ideolojik ve tarihsel olarak bir uyuma kavuştuğunu iddia etmiyoruz. Ancak tüm farklılıklarına rağmen özellikle ideolojik ve siyasi referansları ve bunlar üzerinden kitleler ile kurdukları bağ nedeniyle böyle bir sınıflandırmayı uygun görüyoruz. Yoksa örneğin İTC ile CHP arasındaki radikallik dozajının farklılığını görmezden gelmiyoruz. Ya da DP’nin CHP’den geldiğini ve onun ekonomik politikalarını devam ettirdiğini… Ancak bu içsel farklılıkların bu iki çizgi karşı karşıya getirildiğinde siyasi sonuçları itibariyle önemsiz kaldığını düşünüyoruz. Özellikle bugün için…

Öyleyse devam edelim…

Bu çizgiler arasındaki ayrımın ve siyasi hatların kendi iç konsolidasyonlarının günümüzde doruk noktasına çıktığını söylemiştik. Metin Çulhaoğlu, bu durumu 2. Cumhuriyet’te “siyasal yelpaze tasavvurunun” ters V’ye dönüşmüş olmasıyla açıklıyor. V’nin tabanı merkez siyaseti gösteriyor. Ancak ters V’de merkezde durmak kolay olmuyor. Merkez siyasetin iki uçtan birine kayma olasılığı yüksektir. Bu, sağın konsolidasyonu anlamında olumsuzluğa işaret etse de sola kayışları hızlandırdığı ve “merkez solda” duran kitleleri daha da sola çektiği ölçüdebirine kayma olasılığı yüksektir. Bu, sağın konsolidasyonu anlamında olumsuzluğa işaret etse de sola kayışları hızlandırdığı ve “merkez solda” duran kitleleri daha da sola çektiği ölçüde yararlı bulunuyor6. Dolayısıyla Türkiye’de bugün en genel anlamda 2 siyasi gelişim çizgisinin olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktadan sonra bizim açımızdan iki soru(n) önem kazanıyor: Haziranda ortaya çıkan dinamiği “bizim” tarafa kanalize etmek ve yine “bizim” tarafın temsiliyetini elde etmek. Son soru(n)un cevabı bu derginin başka bir yazısında aranıyor. Biz bu yazıda, bu dinamiği “bizim” siyasal ve tarihsel projemize kanalize etmenin olanaklarına odaklanacağız. Başta belirttiğimiz gibi, bunun için öncelikle karşı cenaha odaklanacağız.

Cehenneme Giden Yolları Döşemek: Türkiye’de Liberalizm

Yukarıda sözünü ettiğimiz ikinci çizgiyi liberal-muhafazakar ittifak olarak adlandıracağız. Çağdaş Sümer ve Fatih Yaşlı, liberal-muhafazakar ittifak adlandırmasının sebeplerini şöyle açıklıyor: “..analizinin merkezine devlet-toplum ikiliğini koyması ve sınırlarla uluslararası sistem/ emperyalizm faktörlerini dışarıda tutması nedeniyle liberal; Osmanlı-Türkiye modernleşmesini kendi muhafazakar modernleşme projesi dahilinde reddettiği için ise muhafazakar olarak nitelendiriyoruz.”7 Dolayısıyla bu ittifakın AKP döneminde kurulmuş, birbirini dışlayan ideolojilerin zorunlu birlikteliği olarak görmek mümkün değil. Tersine yukarıda bizim “nasıl bir modernleşme” olarak formüle ettiğimiz, yazarların “devlet nasıl kurtulur”8 dediği büyük soruya verilmiş ortak cevap çerçevesinde kurulmuş programa- tik bir birliktelikten söz ediyoruz. Ali Tarık Develioğlu, bunu organik bir birliktelik olarak tanımlıyor.9 Ancak bu birliktelik ideolojik ve teorik ortalıkları bulunmakla birlikte asıl olarak siyasal çıkar birlikteliği olarak görmek mümkün.

“Köklerini 1960 sonrasında düşünsel tartışmalarından alan liberal-muhafazakar sentez, söz konusu tartışmalardaki pozisyonlardan birisinin belli bir hat boyunca ilerletilmesinin sonucunda şekillenmiş olmaktan çok, tartışmanın farklı taraflarında yer alan isimlerin ortaya koyduğu tezlerin bir süreç içinde şekillenen yeni bir siyasi ortamda yeniden üretilmesiyle oluşmuştur.”10

Bu ittifakın tarihsel, siyasal ve ideolojik kökenlerine dair çok şey söylenebilir. Ancak konumuz açısından önemli olan başlıkları toparlarsak ortaya çıkan tablo şöyledir:

1. İttifakın tarihsel kökenleri, Osmanlı modernleşmesine, 1908 ve 1923 devrimlerine ve bunları yapan kadrolara muhalefette bulunabilir. Bu muhalefet Türk modernleşmesinin “jakoben” biçimine, ekonomik ve sosyal politikalarına yöneliktir. “Kısacası bu ittifakı Türkiye’de siyasal bir hat olarak bir araya getiren asıl unsur, Türkiye kapitalizminin siyasal, ekonomik ve toplumsal alanlardaki varlığının devamı konusundaki konsensüstür.11

2. Ancak ittifakın sadece modernleşmeye muhalefet üzerinden kendini var ettiğini söylemek doğru değildir. Süreç içerisinde kendi siyasal programına sahip olmuş, ideolojik hegemonyasını güçlendirmiştir. Siyasal birlik için ise AKP iktidarını beklemek gerekmiştir.

3. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi ittifakın kaynağı aslında siyasi amaçtaki ortaklıktır. Yukarıdaki iki maddeyle birlikte düşündüğümüzde șöyle bir özet yapmak mümkün görünüyor: İdeolojik alanda “reaksiyoner” olan (Modernleşmenin biçimine yönelik itirazlar) ittifak, siyasal alana taşındığında bu reaksyonerliği aşarak programatik bir birlik kurmayı başarmıştır.12

4. İttifakın düşünsel ve teorik kaynakları muhafazakar tanımlamasını haklı kılsa da kendisinin “değişime kapalılık” anlamında muhafazakar olduğu söylenemez. Süreç içerisinde geliştirdiği siyasi programını ve ideolojik referanslarını günün ihtiyaçlarına göre yenilemeyi başarmıştır. Örneğin, en genel anlamda piyasacı, emperyalizmle uyumlu bir ekonomiyi savunmuş, aydınlanma ve sekülarizm karşıtlığını ideolojik ve teorik referansları haline getirmiştir. Ancak bu genel ideolojik motifler günün gereklerine göre farklı biçimlerde kendini göstermiştir. 1909’daki karşı devrimci ayaklanma da dinci gericilik ve dini koruma temel argümanken13, 1923 sonrasında aynı siyasi hat meşruti yönetim gibi daha “yumuşak” geçişler planlamaktaydı. DP döneminde piyasacılığı, “demokrasi” söylemleri ve popülizmle buluşturan ittifak14, 60-80 arasında solun radikalleşmesiyle bu sefer faşizmle rezonansa geçmiş, kontrgerilla örgütlenmelerinde yer almıştır. 80’ler boyunca piyasacılığı ve demokrasi mitini yeniden hatırlayan ittifak, 90’lar ile birlikte bunu AB projesiyle, özelleştirmelere tam boy destekle birleştirmiştir. Bunların yanına her dönemde kendini gösteren devlet karşıtlığını (aslında cumhuriyet karşıtlığının daha sevimlileştirilmiş hali olduğu söylenebilir), demokrasi, çoğulculuk, seçim gibi kavramlara sonsuz güveni de eklediğinizde elinizde liberalizmi anlamak için yeterince veri oluyor.

2000’ler ve AKP iktidarı ise ittifakı mantıksal sonuçlarına ve tepe noktasına ulaştırmıştır. Bu anlamda aslında ittifakın siyasal, toplumsal, ekonomik ve ideolojik sonuçlarını görmek isteyen biri için AKP’li yıllar laboratuvar işlevi görecektir. Kısaca özetlersek, sözünü ettiğimiz siyasi hat, liberal-muhafazakar ittifak, piyasacılığı, aydınlanma ve sekülerizme karşı dinci gericiliği, sınıf mücadelesine karşı kimlik siyasetini savunur. Ancak bu motifler her dönemde başka başlıklarda başka kılıflarda karşımıza çıkar. Bu anlamda ittifakın modifikasyon yeteneğinin yüksek olduğu kabul edilmeli. Ancak fazla da abartılmamalı. Bu ittifak açısından verimli topraklar yukarıda sözünü ettiğimiz ideolojik motifleri içermeli. Öte yandan tersinden laikliğin, kamuculuğun ve özgürlüğün bu değerlerle buluşmasının yarattığı bir ortam bu ittifak açısından kurak topraklar olacaktır.

5. Gelelim liberal sola… Liberal solun bu ittifakın her dönem organik bir parçası olduğunu söylemek mümkün mü bilemiyoruz. Ancak ideolojik ve teorik kökenleri daha eskilerde bulunabilse de siyasi bir proje olarak liberal solun Türkiye’de 80 sonrasının ürünü olduğunu unutmamak gerekir. Bu tarihten sonra sürekli olarak bu ittifaka göz kırpan liberal sol (90’ların özelleştirme furyası, Avrupa Birlikçilik, Soğuk Savaş sonrası “özgürlük” söylemleri) AKP ile birlikte tam anlamıyla bu ittifaktaki yerini almıştır. AKP açısından bu ittifakın pragmatik olduğu söylenebilir. Ancak uzun yıllar halkın gözünde AKP’nin işbirlikçisi konumuna düşen liberal solun kendini buradan kurtarması kolay olmayacaktır. Siyasal bir güç olamayan liberal sol birkaç entelektüel ve etkisiz birkaç parti denemesiyle bu yıllarda kendini gösterdi. Asıl gücü, AKP rejimine ideolojik anlamda can suyu taşımak olan liberal solun Haziran sonrasında esamesinin okunmadığını söylemek haksızlık olmasa gerek. Sözünü ettiğimiz dönemlerde her sözleri ayrı olay yaratan gazeteci ve entelektüellerin bugün hiçbir etkisinin kalmadığını söylemek yanlış olmaz. En son Ocak ayında Murat Belge’nin yaptığı “Darbe olabilir!” açıklaması dikkat çekmişti. Tabi Haziran sonrası mizah duygusu gelişen 90 kuşağının, Zaytung’un ve sayısız caps’in konusu olarak…

Yukarıdaki son vurgu, 80’leri yaşamış, liberal solun yükselişine, Sovyetlerin yıkılmasına ve büyük bir ideolojik saldırıya tanıklık etmiş kuşakların liberalizmi neredeyse kadri mutlak bir ideoloji mertebesine çıkarmış olmalarıdır. Buna bir de AKP ile birlikte demokrasi ve özgürlük adına hayata geçirilen rejim değişikliğini eklediğinizde gerçekten ortaya ilginç bir tablo çıkmaktadır. Liberalizmin kendi adapte etme yeteneğinin neredeyse sınırsız olduğuna inanabilirsiniz. Ancak bu “liberal” yükselişin konjonktürel sebeplerinin kendi gücünden daha önemli olduğunu söylemek gerekiyor. Türkiye tarihine yakından bakan herkes, liberalizmin hiçbir dönem bağımsız bir siyasi güç olarak ortaya çıkmadığını kabul edecektir. Ancak kimileri için bu aynı zamanda kendini adapte etme konusundaki müthiş başarısının da sebebidir. Öyleyse tekrar vurgulamak gerekiyor, liberal sol sadece AKP rejimine meşruiyet kazandırmakla kalmadı uzunca bir zaman en önemli müttefiklerinden biri oldu. Bu ise artık liberalizmin her biçiminin AKP ile anılmasını kaçınılmaz hale getirdi. Belki de AKP rejiminin en önemli katkısının bu olduğunu söylemek yanlış olmaz: Radikalliği ve tüm açılımlarını mantıksal sonuçlarına vardırma konusundaki ısrarı ile AKP rejimi tüm müttefiklerini teşhir etti. Gizemli bağları çözülemeyen Cemaatten her kalıba uygun liberalizme kadar…

Yukarıda saydığımız sebeplerden dolayı Haziran İsyanı sonrası da akla gelen birincil öznelerden biri liberal sol oldu. Otonomculuktan kimlik siyasetine liberal solun Gezi Parkı’nda kendi yaşam alanını bulduğu, olumlayan ya da olumsuzlayan sayısız isim tarafından yazıldı. Peki durum gerçekten öyle midir? Liberalizmin Türkiye’deki gelişimine ve neleri temsil ettiğine baktık. Öyleyse arada bir uyuşma olup olmadığını anlamak için şimdi yüzümüzü Haziran İsyanı’na dönmemiz gerekiyor. Hangi ideolojik ve siyasi referanslarla Türkiye tarihinde eşine rastlanmamış bu direnişi açıklayabiliriz?

Bizim Olanı Geri Almak İçin

Öncelikle Haziran İsyanı gibi kendiliğinden, karmaşık, öznesi olmayan bir süreci tüm yönleriyle tespit etmek gibi bir iddiamız yok. Böylesi bir çözümlemenin çok daha büyük bir emek istediği ortada. Burada yalnızca isyana rengini veren, solun siyaset yaparken göz önünde bulundurması gerektiğini düşündüğümüz özelliklerini irdelemeye çalışacağız. Bunu yaparken olumlu taraflara ağırlık vereceğimizi de şimdiden belirtelim. Hem bu tarafların daha belirleyici olduğunu düşünmemizden hem de kendi kabuğuna çekilmek için türlü tehditleri radar gibi yakalayan solumuzla kendimizi ayrıştırmak için. Hiçbir doğru tek taraflı değildir, ancak hangi tarafını eşelemek istediğiniz aynı zamanda siyaseten nasıl bir yolda yürümek istediğinize bağlıdır ve bunu belirler. Biz artık solun daha cesur, atak ve kendine güvenli hareket etmesi gereken bir iklimde olduğunu düşünüyoruz. Bu yüzden olanakları öne çıkarmayı tercih ediyoruz. Öyleyse başlayalım…

1. Her şeyden önce Haziran İsyanı’nın, AKP’nin hayatın tüm alanlarına nüfus etmeye başlayan gerici muhafazakar politikalarına karşı bir başkaldırı olduğunu söylemek gerekiyor. 2007 ile birlikte sözde demokratikleşme adımları cumhuriyetin laiklik, aydınlanmacılık, bağımsızlık gibi kazanımlarına yönelik büyük bir saldırı başlatıldı. Muhafazakar kitlelerin iktidardan sürekli olarak dışlandığı tespitleri ile bu saldırı özellikle laiklik karşıtlığına dönüştürüldü. Uzunca sayılabilecek bir süre boyunca demokrasinin olmazsa olmazı olan laiklik, Türkiye’de ceberrut devletin kitleler üzerinde kullandığı Demokles’in kılıcı olarak görüldü. Haziran İsyanı her şeyden önce islamcılığın siyasal ve toplumsal alanda son 10 yılda kazandığı mevzileri önemli ölçüde yok etti. Haziranda sıkça duyduğumuz özgürlük söylemleri, kadınların tüm süreç boyunca ön planda olması laikliğin yeniden kazandığı meşrutiyetle birlikte düşünülmeli. Özgürlük ve laiklik artık her zamankinden fazla birbirine bağlıdır ve bu kitleler tarafından da fark edilmiştir.

2. Gezi Parkı’nın savunulmasıyla başlayan Haziran İsyanı, büyük ölçüde kamusal alanların savunması gibi bir amacın damgasını taşıyordu. Gezi parkı “bardağı taşıran son damla” olmasına rağmen Türkiye’nin öncesinde bu konuda önemli bir deneyim biriktirdiğini söylemek yanlış olmaz. HES karşıtı direnişler, Emek Sineması’nın savunulması, Beyoğlu’na alışveriş merkezi yapılmasına karşı gerçekleştirilen protestolar… Tüm bunlar 90’lardan beri devlet karşıtlığıyla birleştirilen özelleştirme savunusunu önemli ölçülerde zayıflattı. Hatta tersinden Soma Faciası sonrası madenlerin kamulaştırılması birçok kesim tarafından dile getirilmeye başlandı. Haziran İsyanı’na ve sonrasına damgasını vuran en önemli ideolojik motiflerden birinin kamuculuk olduğunu söylemek bu anlamda yanlış olmasa gerek.

3. Haziran İsyanı’nın AKP ile birlikte sermaye çevrelerini de korkutmasının sebebi her şeyden önce radikalliğiydi. Tüm dünyada Soğuk Savaş sonrası kapitalist blokun zaferi; seçimlerin, çoğulculuğun ve demokrasinin neredeyse kutsal olarak kabullenilmesine sahne oldu. AKP iktidarının tüm gayri meşru adımlarını, hukuksuzluklarını seçim zaferleriyle taçlandırdığını biliyoruz. Gezide ortaya çıkan kitle aynı zamanda bu “kutsallara” karşı büyük bir şüpheyi de taşıyordu. AKP’nin tüm bu kavramları iğdiş etmiş olması kitlelerde sadece AKP’ye değil sistemin böylesi araçlarına yönelik de büyük bir güvensizliğin birikmesine sebep oldu. Haziran İsyanı Türkiye’de demokrasi masalının sonu oldu demek fazla iddialı olabilir. Ama sonrasındaki iki seçime yönelik kitlelerin ilgisizliği ve hatta öfkesi bu iddianın doğruluk payının büyük olduğunu gösteriyor. Bu nedenle Haziran kitlesini seçimle, CHP ile kapsama projesi bugüne kadar başarısız oldu. Ufukta yeni bir başarı da gözükmüyor.

4. AKP’nin hukuksuzca gerçekleştirdiği operasyonlar, devletin tüm kademelerini ve tüm güçlerini kendisinin basit bir aracı haline getirmesi 1923’te kurulan modern devletin büyük bir yıkıma uğrama- sına sebep oldu. Türkiye’de uzunca bir süredir devlet gibi yönetilmeyen, kitlelerin güvenini kaybettiği bir yapı var karşımızda. Normalde anarşizan, devlet karşıtı söylemlerin damga vurabileceği Gezi Parkı protestoları ve bir bütün olarak Haziran İsyanı bu nedenle devlet karşıtlığının, otonomculuğun etkisinin az olduğu bir ayaklanma oldu. Tersine kitlelerin büyük bir çoğunluğunda düzen ve düzgün işleyen bir devlet arayışı vardı. Buradaki sorun ise bu arayışın şu haliyle düzen tarafından karşılanamıyor oluşu. Alternatifsizliği ve rejime göbekten bağlı olması sebebiyle emperyalizm AKP’den kolay kolay vazgeçecek gibi görünmüyor. Bu ise görünürde dahi devlet içinde bir düzenleme olmasını engelliyor. Kitlelerin düzen talebi düzen tarafından karşılanamıyor, Türkiye tarihinin gördüğü en büyük ayaklanmalardan birinin önemli sebeplerinden birine dönüşüyor.

5. Son olarak Haziran’ın bir orta sınıf ayaklanması olduğu çokça yazıldı çizildi. Kitlesel bir ayaklanmada tüm sınıfların yer alması garipsenmemeli. Ancak Haziran’ın orta sınıf olduğu tespiti yalnızca katılan kitlelerin orta sınıf olmasıyla değil aynı zamanda ideolojik olarak bir orta sınıf hareketi olmasıyla da açıklanabiliyor. Kitlelerin orta sınıf olduğunu dair tartışma işçi sınıfı tanımı, beyaz yakalıların durumu gibi burada tartışmaya yetemeyeceğimiz bir konu. Yalnızca şunu söylemekle yetinelim: Türkiye’nin 3 ili dışında her yerde eylemlerin gerçekleştirildiği, Taksim’de kitle sıkıştığında imdadına Okmeydanı, Sarıgazi gibi emekçi mahallelerinin yetiştiği bir ayaklanmanın çoğunlukla orta sınıfları kapsadığı tespiti kestirmecidir. Ya da daha acısı bugüne kadar liberal-muhafazakarlar tarafından sola yöneltilen “elitizm” suçlamasının içselleştirilmiş olduğunu göstermektedir. Emekçi halkın solla buluşabileceğine dair inancın yok olmasıdır. Bu sayıda çıkan Akın Art’ın yazısında da okuyacağınız gibi solda kitlelere güvenin yalnızca bir retorikten ibaret olmasıdır.

İsyanın ideolojik olarak orta sınıf bir karakter taşıdığı tespiti ise daha vahimdir. Tekrar hatırlayalım Gezi Parkı’nı: Parktaki tüm yaşamanın birlikte kurulması, her aktivitenin dayanışma içerisinde yapılması üç haftanın tamamını parkta geçiren bizler için hafife alınamayacak bir durumdur ve bireyciliğin en belirgin özelliği olduğu orta sınıf ideolojisini yansıtmamaktadır. Paranın yasak olması, herkesin ihtiyacı kadarını alması, özgürlüğün en önemli sloganlardan biri haline gelmesi… Türkiye solu için bütün bunlar uzunca bir süredir solun şansı değil şansızlığı olarak değerlendiriliyor ve acıdır hepsinde bir orta sınıf damgası görülüyor. Halbuki tüm bu motifler, solun mücadelesine yedirmesi gereken, “bizim” olan motiflerdir.

Ali Mert’in söylediği gibi solun artık özgürlük gibi kendisine ait olan kavramları yeniden kazanacağı bir mücadeleyi örmesi gerekir.15 Geri çekilme dönemlerinde etkili ve doğru olan “sorunların nihai çözümü sosyalizmde” türü önermeler somut kazanımlar elde ederek kitlelerle aranızda temas noktaları yaratmanız gereken yükseliş dönemlerinde birer kaçış mazeretine dönebiliyor. Solun artık tarihsel görevlerinden ve kitlelerden kaçmak gibi bir lüksü bulunmuyor. Yukarıda hem liberalizmin tarihsel evrimine ve temsil ettiği değerlere hem de Haziran İsyanının ve kitlesinin ön plana çıkan özelliklerine, taleplerine baktık. İkisi arasındaki kan uyuşmazlığı bize sorulacak olursa açık seçik ortadadır. Fazla olumlu bir tablo çizdiğimiz düşünülebilir. Olumlu olduğumuz doğru, ancak bunun zorlama bir iyimserlik olmadığı da ortada.

Biz marksistler -hatta marksist olmayanlar bile- gerçeğin tek boyutlu olmadığını biliriz. Her olgu, hele ki Haziran İsyanı gibi belirleyeni çeşitli, benzeri az, yönlendiricisi olmayan bir halk ayaklanması, olanaklar- la birlikte riskleri barındırır. Gezide otonomculuk hiç yoktu diyemezsiniz, anti-kapitalist müslümanların varlığından rahatsız olabilirsiniz. Demirtaş’ın son seçimle birlikte Haziran kitlesini Kürt siyasi hareketine yedeklediğini düşünebilirsiniz. Bu riskleri düşünüp harika analizler yapmaya ve mahallenin en “akıllısı” olmaya da devam edebilirsiniz. Ancak sürekli risklere çubuk büken bir hareketin devrimciliğini su götürmeye başlayacağını söylemek fazla acımasız olmasa gerek. Gerçek tek yönlü değil dedik. Ekleyelim, gerçek durağan da değildir. Ülke, dünya, siyasal konjonktür değişirken başka bir dönemin saikleriyle düşünmeye devam edenlerin bu gerçeğin dışına düşeceği de aşikârdır. Çünkü devrimci olan gerçeklerdir, gerçeklerin dışında düşenlerin ise kendinden menkul bir devrimcilikleri olamaz.

Kaynakça

Ahmad, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu, Mart 2006, Kaynak Yayınları

Çağatay, Soner. “After Erdoğan Turkey’s Future Will Be Liberal”. New York Times, 14.08.2014

Çulhaoğlu, Metin. “Türkiye ve Sol 2014: Yeni Eğilimler ve İmkanlar”, Gelenek 124. Nisan-Mayıs 2014. ss. 13-23

Küçük, Yalçın. “Türkiye’de Seçimlerin Sonu”. Odatv, 08.04.2014

Küçük, Yalçın. “The End of Elections”. Odatv, 11.04.2014

Küçük, Yalçın. “Seçimlerin Sonu Devrimci Duruma Doğru”. Odatv, 30.07.2014

Küçük, Yalçın. “Devrimci Durumun Başındayız: Oligarşinin Son Çaresi Erdoğan”. Odatv, 01.08.2014

Sümer, Çağdaş, Yaşlı, Fatih. Hegemonyadan Diktatoryaya AKP ve Liberal Muhafazakar ittifak, Mayıs 2010, Tan Yayınları

Zürcher, Eric Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. 2012, İletişim Yayınları

Dipnot

  1. Kabaca şöyle çevirilebilir: “Bugün, açıkça belli ki Türkiye’nin geleceğinde liberalizm olacak. İslamcılar, tam anlamıyla seküler olan Kemalist rejim altındaki siyasi boşluklarla dolu yıllardan sonra, 1990’larda tabandan yükselirken, yeni bir liberal kuşak gerçekten demokratik bir Türkiye hayallerini sosyal medyanın gücünü kullanarak yayan bir halk hareketi olarak ortaya çıkıyor.” Soner Çağaptay, “After Erdoğan Turkey’s Future Will Be Liberal”. New York Times, 14.08.2014
  2. Zürcher, Eric Jan. Modernleşen Türkiye’nin Tarihi. İletişim Yayınları. 2012. s. 138-139
  3. Ahmad, Feroz. Modern Türkiye’nin Oluşumu, Kaynak Yayınları, 2006. S. 14
  4. Sümer, Ç., Yaşlı, F. “Liberal-Muhafazakar ittifak Üzerine Notlar”, Hegemonyadan Diktatoryaya AKP ve Liberal Muhafazakar ittifak, s. 12
  5. Sümer, Ç., Yaşlı, F. “Liberal-Muhafazakar ittifak Üzerine Notlar”, Hegemonyadan Diktatoryaya AKP ve Liberal Muhafazakar ittifak, s. 14
  6. Çulhaoğlu, Metin. “Türkiye ve Sol 2014: Yeni Eğilimler ve İmkanlar”, Gelenek 124. Nisan-Mayıs 2014. s. 15-16
  7. Sümer, Yaşlı, a.g.y., s. 12
  8. Sümer, Yaşlı, a.g.y., s. 12
  9. Develioğlu, Ali Tarık. “Diktatoryanın Organik Aydınları: Liberal- Muhafazakar Entelijansiya”, Hegemonya’dan Diktatoryaya AKP ve Liberal-Muhafazakar ittifak
  10. Sümer, Çağdaş, “Liberal-Muhafazakar Sentezine Giriş: İttifakın Düşünsel Kaynakları”, Hegemonyadan Diktatoryaya AKP ve Liberal- Muhafazakar ittifak, s. 68
  11. Develioğlu, Ali Tarık. a.g.y., s. 138
  12. Develioğlu, Ali Tarık, a.g.y. s. 139
  13. Zürcher, Eric Jan, a.g.e., s. 151
  14. Zürcher, a.g.e., s. 324
  15. Develioğlu, Ali Tarık. a.g.y., s. 138