House of Cards, Frank ve eşi Claire’a odakladığı kadrajından bize Birleşik Devletler’de siyasetin nasıl ayak oyunlarıyla dolu olduğunu anlatıyor. Peki “Frankler” nasıl siyaset yapar ve siyaseti nasıl öldürür?
Hikâyemiz bir adamla tanıştığımızda başlıyor. Francis Joseph Underwood… Yani Frank… House of Cards Frank ve eşi Claire’a odakladığı kadrajından bize Birleşik Devletler’de siyasetin nasıl ayak oyunlarıyla dolu olduğunu anlatıyor. Aslında daha doğru bir ifadeyle House of Cards özelde ABD’de siyasetin nasıl işlediği, genelde ise burjuva siyasetinin nasıl işlediği üzerine yararlı ve açıklayıcı bir kurgu.
Dizinin ABD’de herhangi bir televizyon kanalında yayınlanmadığı, yapımcılığının ve yayıncılığının Netflix isimli bir dvd kiralama şirketi tarafından üstlenildiğini de bir not olarak düşelim.
Frank Underwood güneydeki küçük kasabalardan birinde Gaffney’de doğmuş ve büyümüş. Ardından The Sentinel’i (Güney Caroline’daki askeri okul) bitiren Frank, son olarak Harvard Hukuk Fakültesi’ni tamamlıyor. Üniversitede Claire ile evleniyor. Claire varlıklı bir ailenin kızı. Frank’in deyimiyle “hiçbir şeyi olmadan başladığı siyasi “kariyeri” böylece başlangıçta ihtiyaç duyduğu kaynağa erişiyor. İlk seçimlerde Claire’in babasının maddi desteğini alıyor. Burjuva siyasetinde iki türlü insana yer vardır: Birincisi zenginler, ikincisi siyasette zengin kişilerin çıkarlarını savunacak kiralık kimseler. Yani sıfıra yer yoktur. Frank’in de burada bir istisna olmadığını söylemek yerinde olur.
House of Cards birçok konuda örnekler sunan ve üzerine konuşulacak bir dizi. Burjuvazi-siyaset-medya ve birbirleriyle olan ilişkileri hakkında oldukça zengin veriler barındırıyor. Bu yazı -dizide olduğu gibi- Frank ve onun iktidar mücadelesi üzerinden burjuva siyasetçisini ve burjuva siyasetini açıklamayı dert ediniyor. Bu nedenle kimi ilişkilere değinmekle birlikte bir bütünlük içerisinde açıklamaya çalışacağım. Diziden hareketle İşlenecek başka spesifik konulara başka yazılarda değinilecektir.
Burjuva Siyasetinde Bir Prototip ve Daha Fazlası: Frank Underwood
Siyasetin alanı basitçe bir ifadeyle mevcut üretim ilişkilerinin ve toplumsal düzenin nasıl şekilleneceğidir. Her sistem kendi egemen sınıfının çıkarlarını korumak üzerine siyasetini şekillendirir. Siyasi aktörler çıkarlarını savundukları sınıfın ideolojisinin hem üretici hem de alıcısı konumundadırlar. İdeolojiyle diyalektik bir bağ kurarlar. Onu şekillendirirler ve ona göre şekil alırlar.
Frank Underwood kendi özgünlükleriyle birlikte bir burjuva siyasetçisi prototipi sunar bizlere. Bazı örneklerden yola çıkarak bu tezimizi açalım.
Burjuva siyaseti toplumda üretim araçlarının mülkiyetini elinde bulunduran burjuva sınıfının çıkarlarını savunmak üzerine kendini kurgular. Bu onun sınıf mücadelesi içindeki konumudur. Tarihin akışında, geldiğimiz noktada bugün iki sınıf karşı karşıyadır. İşçi sınıfı ve burjuvazi. Burjuvazi işçi sınıfından gelen tehditlere karşı birlikte hareket eder ve bütünlüklü bir görüntü sergiler. Özellikle işçi sınıfı veya genel anlamda sol hareketlerin yükseliş dönemlerinde bu tabloyu oldukça net görürüz. Ancak sermaye sınıfının elinin rahat olduğu konjoktürde bu kadar saf bir tablo ortaya çıkmaz.
Rekabet sermaye sınıfının kutsadığı ve onu karakterize eden bir ilkedir. Bunun getirisi olarak açgözlülüğün burjuvaziyi karakterize eden bir başka özellik olduğunu söyleyebiliriz. Bu nedenle işçi sınıfına karşı yekpare bir görüntü sergileyen burjuvazi kendi içinde parçalı ve rekabet halinde bir sınıftır. “Olağan” dönemlerde bu siyasette çok etkili bir hale gelir. “Ben kendi hesabıma çalışıyorum.” Frank Underwood bu cümleyi sıkça kullanır. Raymond Tusk ile girdikleri mücadelede sermaye iktidarının işleyişi hakkında bize işlevsel bir örnek sunuyor. Çin ile olan diplomatik ilişkileri ve sorunları Çin’deki yatırımlarının daha fazla kar elde etmesi doğrultusunda kullanmaya çalışan Raymond ile bu sorunları Raymond’ın başkan üzerindeki etkisini kırmak ve başkanı yalnızlaştırmak için kullanılan Underwood bir “savaşa” giriştiler. Ülke bir siyasi krize sürüklendi ve kriz başkanın istifasıyla sonlandı.
Başkanla arası açılan Raymond nükleer santrallerindeki üretimi yavaşlattı ve cumhuriyetçilere yüklü mali destekte bulunmaya başladı. Ayrıca Underwood’u sıkıştırmak için basına birçok haber sızdırdı. Milletvekillerini satın aldı. Bu hızla geçtiğim örnekler siyaset-sermaye, sermaye-basın, basın-siyaset ilişkisi açısından değerli. Raymond kendi çıkarları uğruna ülkesinin Çin karşısında görece zayıf duruma düşmesini, ülkedeki elektrik fiyatlarının birçok insanın karşılayamayacağı oranda artmasını, birçok insanın işsiz kalmasını önemsemedi. Frank bir yandan başkan üzerindeki nüfuzunu artırmak için, bir yandan da başkanı yönetemez hale getirmek için ülkede siyasi bir krizi tetikleyecek hamlelerde bulundu ve nihayetinde başkan olduğunda ilk yaptığı eski başkana önerdiğinin tam tersini hayata geçirmek oldu.
Frank ülkesine hizmet etmekten gurur duyduğunu söyledi. Ancak biliyoruz ki “Frankler” önce kendi hesabına çalışır.
Burjuvazi bu çelişkileri gizlemek adına bazı ideolojik motifler kullanır. Bu dizide kimi örneklerde işin aslını görüyoruz. Söylenegelmiştir: “Hepimiz aynı gemideyiz, burası hepimizin ülkesi!”
Aynı gemide olduğumuz tek zaman Nuh’un tufanı efsanesidir. Geri kalanı ise sınıf mücadelesinin konusudur.
Frank’in sıradan bir burjuva siyasetçisi olmadığını düşünmek için haklı gerekçelerimiz var. Kapitalizmde siyaset rantla ilişiktir. Siyaset daha fazla nüfuz ve maddi çıkar demektir. Frank için bununla kalmadığını görüyoruz. Nietzsche evreni açıklarken omurgasına üç istencini çaktı. Frank Underwood güç istenci kavramının ete kemiğe bürünmüş halidir demek abartılı olmaz. “Para mı, güç mü diye sorduğumda parayı seçen insanlara saygı duymam.” Underwood’un bu cümlesi birçok şeyi açıklıyor. Yetinmeyenler içinse dizide daha fazla örnek mevcut.
Siyasetin maddi çıkar ve nüfuzunu genişletmek için yapılması siyaseti ranta bağlar. Rantla ilişkilendirir ve belirleyici olanın ne olduğu üzerinde bir geçişgenlik sağlar. Burada hala siyaset kurumu bir iç tutarlılığa gereksinir ve varlığını asgari ölçüde korur. Ancak siyaset gücü ele geçirmek üzere araçsallaştığında yok olmaktadır. Underwood siyaseti maddi çıkar için yapmamaktadır. Ülkesi ve halkın çıkarları doğrultusunda yaptığı konusu ise ihtimal dışıdır. Underwood siyaseti gücü kişisel olarak eline geçirmek için kullanır. Siyaseti araçsallaştırır ve her siyasi hamlesinde, siyaseti yok eder. Geriye kalan güç istencidir.
Buzdağının Görünmeyen Kısmı
Siyasetin “sıradan insanın” müdahalesine kapalı ve onun dışında şekillenen, kapalı kapılar ardında bazı “büyük adamlar” tarafında planlanan bir işleyişi olduğu sıkça dile getirilen ve topluma pompalanan bir tezdir. Karşılaştığımız şey adeta bir buzdağıdır ve biz sadece bize gösterilen kısmını görebiliriz. Sürekli bir konspirasyon ihtiyacı. Halkı siyasetin dışında tutmak ve apolitikleştirmek için ortaya atılan bir tez.
House of Cards’da kullanılan bir çekim tekniği tam da bu algıyı uyandırır. Birçok dizide izleyici bir üçüncü gözdür. Bir şeyler olup biterken, kurgunun özneleri tarafından fark edilemez ve hesaba katılmaz. Bu nedenle izleyici olayın bütününe hakim olduğunu düşünür ve kendinden bir şey saklanıp saklanmadığı veya çarpıtma olup olmadığı konusunda endişelenmez. Oysa burjuva siyasetinde sıradan insanın hakim konumda bir yeri olamaz Haliyle House of Cards’da da…
İzleyici kendini gizlediğini ve hakimiyetini ilan ettiğini düşündüğü anda Frank Underwood ona bakar ve gülümser. Bu teknik insanda gördüğünün Underwood’un görmesini istediği kadarı olduğu hissiyatını uyandırıyor. İkinci sezonun ilk bölümünde apaçık halini alır. Frank bize döner ve “sizi unuttuğumu mu sandınız?” diye sorar. Bu andan itibaren izleyici oyunun bir parçası haline gelir. Underwood onu da hesaba katmıştır.
17 Aralık ardından birbiri ardına ortalığa saçılan ses kayıtlarıyla yaşadığımız süreç bu tezle paralellik gösteriyor. O dönem halka sokaklardan çekilmesi telkininde bulunuluyordu. “Büyük adamlar” tapeleri yayınlamaya ve bizim bilgimiz ve müdahalemiz dışında türlü oyunlara başlamıştı. Halka ise House of Cards izlemek kalmıştı. Süreç başarısızlıkla sonuçlandı. Ancak başarı halinde de neden halkın çıkarına bir son olmayacağını biliyoruz: Frank Underwood kendi hesabına çalışır.
House of Cards’da Anti-Kapitalizm ya da Objektivizm
Dizi ve film yorumlarında iki eğilimden söz edebiliriz. Bunlardan ilki önü sonu belli olmayan, havada kalmış kapitalizm eleştirilerinden solculuk türetmeye çalışan hayli basit eğilim. Bu eğilim Kaybedenler Kulübündeki “loser”lardan solcu üretir. Diğer bir eğilimse hayli sekterdir. Oldukça başarılı yapıtları bir çırpıda silip atar ve “burada umut yok” gibi sebepler sunar. Genel olarak bunlardan kaçınmak gerektiği kanaatindeyim. Özel olarak House of Cards için de geçerli.
Dizi bize burjuva ideolojisinin ve burjuva siyasetinin çürümüş, insanlık dışı birçok noktasını çıplak bir biçimde ve başarıyla sunuyor. Oldukça detaylı ve dikkatli bir çalışma. Ancak House of Cards’ın bir sistem eleştirisi olduğunu söylemek güç.
Dizide başkan Garrett Walker inanılması güç derecede zayıf bir karakter olarak işlenmiş. Manipülasyona oldukça açık, konumun sorumluluklarıyla başa çıkmada güçlük çeken bir profil. Zorlandıkça yardım istiyor, yardım aldıkça manipüle oluyor, manipüle oldukça da yalnızlaşıyor. Başkan bir istisna değil. ABD senatosundaki hemen herkes Underwood’ların oyunlarına kanıyor ya da boyun eğiyor.
Dizinin en güçlü iki karakteri Frank ve Claire. Bu nedenle izleyici başkanlığın Frank’in hakkı olduğunu düşünüyor. Bu öylesine baskın işlenmiş ki, yapılan onca şeye rağmen Frank’den tiksinmiyoruz ve hatta içten içe onun kazanmasını istiyorsunuz. Dizi hakkındaki yorumları merak ettiğimden ekşi sözlüğü taradım ve bu konuda yalnız olmadığımı gördüm. Çoğu kişi Frank’i onaylamıyor ama kazanmasını istiyor. Bu yönüyle House of Cards Ayn Rand’ın kitaplarındaki kusursuz karakterlere benziyor.
Aşil’in Topuğu ve Kedi Gözleri
Yazının başında da değinmiştim. House of Cards’dan çok malzeme çıkar. Diziyi izleyenlerin çoğu Frank tarafından öldürülen Zoe ve Peter Russo’ya değinmediğime kızabilirler. Doug ve Rachel’a da. Meclis oylamalarına, basınla ilişkilere, sermayenin yatırım sözleriyle ve rüşvetle siyaseti nasıl kontrol ettiğine ve bir çok konuya daha detaylı eğilmek gerektiğini düşünebiliriz. Doğrudur. Ancak bütün bu sahneler ve karakterler aklımıza bir ayak oyunu, bir entrikayla birlikte geliyor.
Diziyi değerlendirirken bir bütünlüğe ulaşmak gerektiği kanaatindeyim. Bütünlük Frank’in “acımasız faydacılığıdır.” Bütünlük kendi çıkarları uğruna insanların hayatını çekinmeden karanlığa boğan siyaset tarzıdır. Bütünlük burjuva ideolojisinin ve kapitalizmin kendisidir.
Dostoyevski Suç ve Ceza’da “iktidar, ancak eğilip onu olmak cesareti gösterenlere verilir.” diye yazmıştı. Frank iktidara yaklaşmaya çalıştıkça alçaldı, insanlığı silikleşti.
Frank’den son bir alıntı yapalım: “Aşil bile topuğu kadar güçlüydü.” Frankgillerin aşil topuğunu biliyoruz. Halkın mücadelesi. Haziran’da ıskaladık, bir dahaki sefer kaçırmayacağız.
İktidarı eğilip alınan değil, güzel insanlığın ellerinde yükselen bir hale getirmek gerekiyor. Bugünden yarına değilse de çabuk çabuk…