Gülmek Devrimci Bir Eylem Midir?

Çokça kişi tarafından bilinen ve sıkça tekrarlanan “Gülmek devrimci bir eylemdir” sözü, aslında dayanak noktaları çok da sağlam olmayan; sözün kendisinin güzelliğinden ötürü yalnızca solcuların romantizmini yansıtan bir retorik midir, yoksa meselenin özü başka yerde midir?

Bülent Arınç geçtiğimiz haftalarda şöyle buyurdu: “Kadın iffetli olacak herkesin içerinde kahkaha atmayacak.” Kendisi Türkiye siyasi tarihinin en ağlak figürlerinden olan zat, elbette bu özelliğinden ötürü değil; özellikle kadınları hedef alarak toplumu muhafazakar ve gerici bir temelde kuşatmak isteyen zihniyetin bir yansıması olarak bu ifadeleri kullanmıştır. Peki, hazır konusu açılmışken, Arınç’ta somutlanan örnekten yola çıkarak sağın, gülmek eylemiyle ile bir derdi olduğunu söyleyebilir miyiz ya da tersinden soracak olursak gülmek devrimci bir eylem midir?

Çokça kişi tarafından bilinen ve sıkça tekrarlanan “Gülmek devrimci bir eylemdir.” sözünün ilk olarak nerede ve kimin tarafından söylendiği bilinmemektedir. ODTÜ’lü bir grup öğrenci tarafından 2012 yılında çekilen ve üniversitelerdeki baskıları, keyfi tutuklamaları konu edinen bir kısa film “Gülmek ideolojik bir eylemdir.” başlığını taşımaktadır. Ancak, yine de, öncelik-sonralık sıralamasında bir muğlaklık mevcuttur. Kendi adıma, bu sözle yoğun bir şekilde karşılaşmaya başladığım tarihin İstanbul Valisi Hüseyin Avni Mutlu’nun Gezi Parkı’nı ‘aç-kapat-aç-kapat’oyununa başladığı gün olarak söyleyebilirim. O gün, yani 8 Temmuz 2013, valinin ‘aç-kapat’oyunu sırasında taksim dayanışmaları üyeleri ve çeşitli siyasi partilerin yöneticileriyle birlikte o zamanlar Fikir Kulüpleri Federasyonu Sözcülüğü görevini yürüten Erçin Fırat da gözaltına alındı. Basına yansıyan ve sosyal medya platformlarında yaygınca paylaşılan iki kare dikkat çekiyordu. Biri, camları siyah filmle kaplı ve parmaklıklarla örülmüş gözaltı aracının camı. Fotoğrafa biraz dikkatle bakınca, Erçin’in gülümseyişini görebiliyordunuz. Diğeri ise, nezarethaneden, Erçin ve yanındakilerin gülümsediği kare. Bu sefer daha net… Bahsedilen iki kare de malum sözün hakkını veriyordu ve takip edebildiğim kadarıyla, bu fotoğrafları paylaşan Facebook, Twitter kullanıcıların neredeyse tamamı söze atıfta bulunuyordu.

Birkaç ay sonra, Kasım ayında, yine bir gözaltı sırasında ilgili söz tekrar yoğun bir şekilde gündeme geldi. Gözaltına alınan kişi, ‘Redhack’le bağlantısı olduğu’ gerekçesiyle, oyuncu Barış Atay’dı. Atay’ın gülümseyişi, yansıyan bütün fotoğrafların eksilmez bir parçasıydı. Üzerinden 1 ay geçmeden, bir gözaltı dalgası başladı. Bu sefer gözaltına alınanlar biraz farklıydı. 17 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonundan bahse- diyorum. Başını yerden kaldıramayanlar, yüzünü saklamaya çalışanlar… Ve hepsinin ortak özelliği ise somurtmalarıydı. Burada söz tekrar devreye girdi, karşılaştırmalar başladı. Ali Ağaoğlu’nun, Reza Sarraf’ın, bakan çocuklarının fotoğrafları ile Barış Atay ve benzer örnekler karşılaştırıldı. “Hırsızın harcı değildir gülmek; gülmek devrimci bir eylemdir” yazıldı çok sayıda kişi tarafından.

Başta sorduğumuz soruya ‘Evet’ cevabını vermemizi sağlayacak örnekleri çoğaltmak mümkün elbette. ‘Poşu takmaktan’ tutuklanan Cihan Kırmızıgül’den tutun da Denizlere, Behice Boranlara kadar… Ancak, denilecektir ki hiç mi karşıt örnek yok? Tabii ki var. Örneğin, Hrant Dink cinayetinin tetikçisi Ogün Samast. Hatırlayanlar vardır, Ogün Samast’ın gülümsediği fotoğraflar mevcuttur. Peki, bunu nasıl açıklayacağız? “Gülmek devrimci bir eylemdir” sözü, aslında dayanak noktaları çok da sağlam olmayan; sözün kendisinin güzelliğinden ötürü yalnızca solcuların romantizmi yansıtan bir retorik midir, yoksa meselenin özü başka yerde midir?

Tartışmayı biraz daha genişletmek ve derinleştirmek adına, bizi yazımınızın ana sorusuna götürecek birkaç soruyu daha ortaya atmak durumundayız.

Denilecektir ki hiç mi karşıt örnek yok? Tabii ki var. Örneğin, Hrant Dink cinayetinin tetikçisi Ogün Samast. Hatırlayanlar vardır, Ogün Samast’ın gülümsediği fotoğraflar mevcuttur. Peki, bunu nasıl açıklayacağız?

Aziz Nesin’in de dediği gibi gülmek ve mizah arasında ayrılmaz bir ilişki vardır. O halde, konumuzu mizaha doğru genişleterek şu soruları sorabiliriz: Mizahı kimler yapar? Mizah özü itibariyle halktan yana mıdır? Türkiye’de siyasi iktidarlar ile mizah ilişkisi nasıl süregelmiştir?

Sondan başlayarak bir tarihçe parantezi açalım..

Anadolu’da Mizahın Ortaya Çıkışı

Mizahın sözlü (fıkralar, bilmeceler, tekerlemeler, meddah gösterileri) ve çizgili türleri (karikatür) vardır. Anadolu mizahının ortaya çıkışında, birinci tür, yani sözlü olanlar ön plandadır. Orta Oyun geleneği ile ortaya çıkan Kavuklu ile Pişekâr oyunları, Meddah, Karagöz ve Hacivat, Nasreddin Hoca fıkraları… Selçuklu ve özellikle Osmanlı döneminde ilk örnekleri yaratılan sözlü mizahın temelinde siyasi otoritenin halk üzerindeki baskısını hiciv ve taşlama biçiminde eleştirme ve halkın sorunlarını mizahi olarak dile getirme olarak görülmektedir. Ancak, mizah, daha ilk ortaya çıktığı anda gerek dini dogmalar gerekse Padişah’ta somutlanan siyasi iktidarın baskıları sebebiyle gelişememiş, yasaklara ve sert yaptırımlara maruz kalmıştır.

İlk Mizah Dergisi

Tanzimat Dönemi’ne denk düşen yıllarda çıkmaya başlayan ‘Diyojen’, bu topraklar üzerinde yayınlanan ilk mizah dergisi olarak tarihe geçmiştir. Teodor Kasap tarafından Kasım 1870’te çıkarılmaya başlanan dergi, aynı zamanda çizgili mizahın, yani karikatürün de başlangıç yıllarına işaret eder. Türkiye mizah tarihi denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Namık Kemal’in hiciv türündeki çalışmalarının da yayınlandığı Diyojen dergisi, mizaha uygulanan baskıdan nasiplenerek; çıktığı süre içerisinde üç kez geçici kapatma cezası almış ve 9 Ocak 1873 tarihinde tamamen kapatılmıştır. Ancak, şunu söylemek gerekir ki, karikatürün Osmanlı’ya girdiği bu ilk yıllarda, Padişahın mutlak iradesine ancak mizah yoluyla karşı çıkılabiliyordu. Osmanlı için mizah, hem halkın hem de muhalefetin sesiydi. Çünkü saraya ne halkı, ne de muhalefeti sokmak olanaklıydı ve bu yüzden mizah böylesine önemli bir görev yüklenmekteydi.1

Paranoyak Padişah II. Abdülhamid ve İstibdat Dönemi

Osmanlı toplumunda, mizah dergileri ve karikatürlerin yaratmaya başladığı etki, II. Abdülhamid’in tahta çıkmasıyla büyük bir sekteye uğradı. “Özellikle 13 Şubat 1878’de meclisin dağıtılması ve Meşrutiyet döneminin sona ermesiyle, bundan sonra gelen Mutlakıyet veya bir başka deyişle ‘İstibdat Dönemi’ mizah için gerekli olan ortamı tamamıyla kaldırmıştır. Dönemin temel karakteristikleri; Meşrutiyet yanlılarının her türlü yolla tasfiyesi, kişi güvenliğinin ve özgürlüklerinin yok edilmesi, hafiyelik ve jurnal ağıyla bir ‘korku imparatorluğu’nun kurulması olmuştur. Yine bu dönemde yürürlüğe konan Matbaalar Nizamnamesi (1888) basımevi açılmasını, kitap basımını, yabancı yayınların ülkeye sokulmasını özel :- bir izne bağlamış; ‘muzır’ ve edebe aykırı görülen eserleri taşımayı, satmayı, dağıtmayı ve bunları topluca üzerinde taşımayı da suça ortaklık saymıştır.”2

“Bizde sansür elzemdir. Tebaamıza çocuk muamelesi etmeye mecburuz.” diyen ve paranoyaklıkta sınır tanımayan Padişah II. Abdülhamid, sansürü, çirkin bir buruna sahip olan kendisini çağrıştırdığı için “burun”, Yıldız Sarayı’nı çağrıştırdığı için “Yıldız” gibi sözcüklerin kullanımını yasaklamak noktasına getirmiştir.

Abdülhamid’in baskılarıyla, yurtdışında sürgünde olan dönemin mizahçıları, İttihat ve Terakki’nin politikalarına destek vererek; Abdülhamid aleyhine çıkan gazete ve dergilerde aktif olarak görev almışlardır.

II. Meşrutiyet Dönemi

Türkiye mizah dergileri tarihi sürecinde oldukça hareketli sayılabilecek yıllar, 23 Temmuz 1908’de İstibdat Dönemi’nin sona ermesiyle başlamıştır. 1876 Kanuni Esasi’nin yeniden yürürlüğe girmesiyle, otuz yıl süren sansür kaldırılıp, basın özgürlüğü ilan edilmiştir. Kısa bir süre içerisinde, 92 tane mizah ve karikatür yayını basılmaya başlamıştır.3

Cumhuriyet Dönemi

Cumhuriyetin ilanı ile birlikte başlayan yeni dönemde; Karikatürün gazetelere yerleşmesi, ilk çizgi romanın yapılması, karikatür albümlerinin basılması, Cemal Nadir öncülüğünde çıkarılan ‘Amcabey’ Dergisi gibi gelişmeler olsa da, İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar süren uzun bir dönemin genel olarak durgun geçtiği söylenebilir.4

Toplatılmadığı Zamanlarda Çıkan’ Dergi: Marko Paşa

1945-1950 yılları arasında çıkan Marko Paşa, mizah tarihimiz içinde bir kilometre taşına denk düşmektedir. Aziz Nesin, Mim Uykusuz, Rıfat Ilgaz ve Sabahattin Ali tarafından çıkarılan dergi, hem kendi dönemini hem de sonrasını şekillendiren yepyeni bir mizah anlayışıyla gösterdiği sağlam duruş, güçlü hiciv yeteneği ve ilk kez doğrudan sınıf çelişkilerinin işlendiği karikatürleriyle dönemine adını vermiştir. Sık sık kapatılan ve baskılar nedeniyle durmaksızın isim değiştiren (Malum Paşa, Bizim Marko Paşa, Merhum Paşa vs.) derginin baş karikatürcüsü Mim Uykusuz yaptıkları işin önemini şöyle anlatmaktadır:

“Sözümüz şu ki, sanat şehevi hislerin tahrikçisi olmamalı, halka hitap etmeli, onun emrine girmelidir.”5

Gırgır Dergisi

26 Ağustos 1972’de Oğuz Aral’ın yönetiminde yayın hayatına başlayan Gırgır Dergisi, mizah tarihimizin kilometre taşlarından bir diğeridir. “Bu tarihten sonra, gerek çizgiye getirdiği yenilikler gerekse dönemin iktidarlarına karşı bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjiyle verdikleri mücadele ve kararlı, muhalif duruşları ile “Gırgır Ekolü’ karikatür tarihimize damgasını vurmuştur.”6

Halkın sorunlarını ve sınıflara- rası eşitsizliği, halkın kendine yakın bulacağı bir dille yapmayı başaran Gırgır Dergisi, daha önce eşi benzeri görülmemiş bir ilgiyle karşılanmıştır. Öyle ki, Marko Paşa’yla 60 bin satışa ulaşan karikatür yayıncılığı, Gırgır ile 500 bine ulaşan bir tiraja kavuşmuştur.

1970’li yıllarda Gırgır Dergisi ile çok defa davalık olan dönemin başbakanlarından Süleyman Demireľ’in, davalardan birini kazanması üzerine sarf ettiği sözler, bahsedilen durumu net olarak açıklamaktadır: “Mizah bir yumruktur, kime ineceği belli olmaz.”

12 Eylül öncesinde mizaha uygulanan baskılarda, açılan davaların yanı sıra en çarpıcı örnek, 12 Mart 1971 muhtırası sonrasında gözaltına alınan Turhan Selçuk’a, çizdikleri nedeniyle polis müdürlüğü’nde işkence yapılması, yapılan işkence sonrası karikatüristin kaburga kemiklerinin kırılması olmuştur.

12 Eylül Sonrası ve 1990’lı Yıllar

12 Eylül darbesinin yarattığı ortam, doğal olarak, mizah üzerindeki mevcut baskıları da bir hayli arttırdı. Darbenin ideolojik girdileri ve depolitizasyon politikaları da yine mizahı olumsuz yönde etkiledi. Bunların etkisiyle bir müddet sessiz kalan mizah dergileri, Özal dönemiyle birlikte tekrar gün yüzüne çıkmışlar, özellikle 1980 öncesinde olduğu gibi yine Gırgır Dergisi ve onunla beraber 1980 sonrası yayın hayatına başlayan Limon, Fırt gibi dergiler, Başbakan Özal’a yönelik sert eleştirilerde bulundu- maya başlamıştır.7 Ancak, dünyada ve Türkiye’de siyasi ve toplumsal yapıda yaşanan dönüşüm mizah dünyasında da bir dönüşümü zorunlu kılmıştır. Gırgır, Limon ve Fırt gibi dergiler bu dönüşüme cevap veremediği için etkisiz kalmış, 1991’de Limondan ayrılan bir grup çizerin kurduğu Leman Dergisi ve ondan hemen sonra kurulan HBR Maymun, karikatür dünyasında yeni bir dönemin başlangıcını simgelemiştir.8

Özellikle, Leman Dergisi, “1990’ların dönüşen ve yozlaşan Türkiye’sinde, medya aracılığıyla oluşturulan yeni kültürle ve yeni siyasal iktidarın kuşatmalarına karşı mizahın ve ka- rikatürün kültürel hayattaki yozlaşmadan insan hakları ihlallerine karşı birçok başlıkta verdiği mücadele ve bu mücadelenin toplumda bulduğu karşılık” ile ön plana çıkıyordu: “Öyle ki, o dönem birçoklarınca ‘Leman Solu’ diye bir şey dahi dillendirilmeye başlanmıştı. Dergi daha sonraki yıllarda birçok toplumsal olayın baş kahramanlarından olacak, örneğin Susurluk Kazası sonrası ortaya çıkan devlet-polis-mafya ilişkileri nedeniyle başlatılan “Sürekli Aydınlık İçin Bir Dakika Karanlık’ adlı sivil itaatsizlik eylemi, Leman Dergisi öncülüğünde başlayacak ve ilk ışık kapatma eylemi de İstanbul Beyoğlu’nda bulunan Leman Kültür binasında, o dönem Leman’ın çıkardığı Öküz Dergisinin başyazarlığını yapan ünlü şair Can Yücel tarafından gerçekleştirilecektir.”9

AKP Dönemi 

II. Abdülhamid’i anımsatan, ‘korku imparatorluğu’ yaratılmaya çalışılan bu dönemde de mizah baskılanmaya çalışıldı. Bizzat Recep Tayyip Erdoğan tarafından karikatür dergilerine ya da çizerlerine açılan onlarca dava gündeme geldi. Yaşımız itibariyle hepimizin belli ölçülerde tanıklık ettiği bu dönemi fazla uzatmayalım ve Tayyip Erdoğan’ın mizahla imtihanını göstermesi adına bahsedilen davalardan birine dair yaptığı yorumu belirterek geçelim: “Fotoğraf gerçek değil, fotomontaj. Bu fotoğraf fotomontaj yoluyla uygunsuz hale getirilmiş ve toplumun ahlaken kabul etmeyeceği bir hale büründürülmüştür.”

Mizahın tarihine dair açtığımız uzunca parantezi kapatalım ve buradan Türkiye’de siyasi iktidarlar ile mizah ilişkisine dair nasıl bir sonuca ulaşabileceğimizi tartışarak devam edelim.

Anadolu topraklarında mizahın ilk ortaya çıktığı tarihten AKP dönemine kadar, istisnasız biçimde, halk düşmanlığını, sağı temsil eden bütün siyasi aktörler mizaha savaş açmışlardır. Türkiye’nin mizah tarihi, bir nevi baskı, sansür ve yaptırımlar tarihi olarak karşımızda durmaktadır. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz ki, bir bütün olarak sağın mizah ile, aynı anlama gelmek üzere gülmekle, bir derdi vardır.

Peki, tersinden bakacak olursak, mizahın halkın üzerinde yarattığı etkiyi nasıl değerlendirebiliriz? Bu soruyu cevaplamak için çok da uzaklara gitmeye gerek yok. Geçtiğimiz yılın Haziran ayına bakmak yeterlidir. AKP iktidarı tarafınca seneler boyu ilmek ilmek örülen korku duvarı, büyük ölçüde mizahla yıkılmış, milyonlarca insan bu duvarın yıkılmasıyla sokaklara çıkmıştır. Turgut Uyar’ın “Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta / Her şey naylondandı o kadar” dizelerinin bütün açıklığıyla resmettiği bu halk ayaklanması, siyasi olarak, Türkiye’de 12 Eylül ile açılan dönemi kapatmış ve artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını göstermiştir. Konumuza gelecek olursak, buradan da bakarak, sağın mizaha karşı yürüttüğü savaşın boşuna olmadığını söyleyebiliriz.

Başka bir boyutla devam edelim.

Aydın olmak, Mizah, Gülmek.

Burada sözü Türkiye’nin değerli aydınlarından birine Yalçın Küçük’e bırakalım: “Gülüş, öncelikle, bir aydın halidir. Çünkü çelişkiyi görebilme kabiliyetini gerektiriyor; çelişkide gülünçlük çözülebilir olmasından kaynaklanıyor. O halde çözülebilir çelişkilere gülmek, bir yüksek insanlık halidir, öyle diyebiliyoruz. Ancak çelişkiyi görebilmek için isyancı bir ruh mutlak gerekiyor. Birbirine bağlıyoruz. Öyleyse, isyan yoksa mizah yoktur. Mizah yoksa, isyan yoktur. Çok acı mizah yoksa aydın yoktur.”10

Peki, Sağcılar Mizah Yapamaz Mı?

Tatsız ve cevabı belli bir sorudur. İlgilenmek isteyenler, bir üstteki paragrafta yer alan alıntıyı tekrar okuyabilir ya da Salih Memecan karikatürlerini, Cafcaf Dergisi’ni, Recep İvedik tiplemesini inceleyebilir.

Baştaki soruya gelecek olursak…

Gülmek Devrimci Bir Eylem Midir?

Tüm bu yazılanlar ışığında cevabımızı çekincesiz olarak verebiliriz: Evet, gülmek devrimci bir eylemdir.

Onlar, başa çıkamadıkları şeylere; gülümsemeye, mizaha düşmandır. Onlar, insana düşmandır.

Ve evet, kızlı erkekli gülmeyi de biz iyi biliriz…

Dipnot

  1. Gürkan Özocak, “Türkiye’de Siyasi İktidarın Mizahla İmtihanı: İfade Özgürlüğü ve Karikatür”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, Sayı: 94, Mayıs-Haziran 2011
  2. Özocak, a.g.e
  3. Bilal Arık, Değişen Toplum Değişen Karikatür, İstanbul, 1998. s. 15
  4. Özocak, a.g.e
  5. Tan Oral, “Türk Karikatürünün Yüz Yıllık Tarihine Kısa Bir Bakış”, Yansıma Dergisi, Sayı:33, 1974
  6. Özocak, a.g.e
  7. Arık, s. 82-83
  8. Özocak, a.g.e
  9. http://www.odatv.com/n.php?n=bir-kitap-yazdim-erdogan-cumhurbaskani-olamadi-2105141200
  10. Bir örneği buraya bırakmış olalım: https://i.sabah.com.tr/sbh/2013/09/18/468×128/1379458251621.jpg