Carcosa ve True Detective

HBO’nun yeni popüler dizilerinden “True Detective” ile beraber Carcosa şehri ve Sarı Kral miti çoğumuzun hayatına ilk defa giren efsaneler oldu. Biz de bu efsaneler üzerine dergiye bir yazı yazmanın gerekli olabileceğini düşündük. Fakat bu okuyacağınız yazı bu miti temel almayacak. Maalesef diziye ilhamını veren Robet Chambers’ın yazdığı kısa hikâyelerdeki mitin üzerine derinlemesine bir incelemenin mantıksız ve zorlama olduğu kanısındayım.

Chambers’ın hikâyeleri kendi başlarına bırakıldığında bir bütünlükten yoksun oldukları söylenebilir (nedenine aşağıda değineceğim). Ama 19.yüzyıl dedektiflik ve gotik öyküleri bir bütün olarak alındığında, yüzyılın başında Edgar Allan Poe’nun yarattığı tür kabul edilen dedektiflik öyküleriyle, Lovecraft’ın yaratılmasında büyük emeği geçen ‘modern korku’ öyküleri arasında bir ‘köprü’ işlevi görüyor.

Burada Edgar Allan Poe üzerinde biraz durmakta fayda var. Poe 1809-1849 arasındaki kısa yaşamı sırasında üretkenliğini genellikle ölüm ve ölümün getirdiği kavramlar (burada yas tutmaktan canlı gömülmeye kadar geniş bir çerçeveden bahsedebiliriz) üzerine kuran gotik edebiyatı üzerinde verdi ve bu eserlerinin bir kısmının neredeyse tek başlarına Poe mirasını yaşattığını söyleyebiliriz. Örnek vermek gerekirse ‘Kuzgun’ şiiri üzerine korku edebiyatında neredeyse gönderme yapmayan yazar kalmadı, şiir içlerinde Alan Parsons Project’in de bulunduğu bir sürü grup tarafından bestelendi ve filmlerde, bilgisayar oyunlarında ve televizyonda yüzlerce parodisi yapıldı. Elbette Poe’nun başarıları yalnızca gotik edebiyatı ile sınırlı kalmadı. Poe ‘Morgue Sokağı Cinayetleri’ öyküsünde tüm dedektiflik hikâyelerine gölgesini düşürecek Auguste Dupin karakterini ve karakterle birlikte anılacak dedektiflik hikâyesi türünü yarattı. Yukarıda belirttiğim gibi yolculuğumuz Poe ile başlıyor. Devam etmeden önce Poe’yu az önce ipuçlarını verdiğim şekilde ikiye ayıracağımı belirtmek istiyorum. ‘Birinci Poe’ Dedektif Dupin’e can vererek yepyeni bir tür olan dedektiflik hikâyelerini yaratan, ‘İkinci Poe’ ise ‘Kuyu ile Sarkaç’ ve ‘Kuzgun’ hikâyelerini yazan, gotik öyküler yaratan Poe. Lovecraft, modern korku edebiyatını yaratırken, Birinci Poe’dan rasyonalite vurgusunu, Chambers üzerinden İkinci Poe’dan ise gotik-korku mirasını devralıyor.

Dedektiflik, Aydınlanma, Başlangıç

Önce bilindik bir tezi tekrar gün yüzüne çıkarmak gerekiyor. Polisiye romanların ortaya çıkması Aydınlanma Çağı’nın yükselme zamanıdır. Toplumun merkezine rasyonel düşüncenin konulduğu zamanla beraber polisiye edebiyat başlar. ‘Aydınlanma Çağından başlayan bir inanç sistemi, insan aklın oluşturduğu yasa ve kurallarım “nesnel” gerçekliği bir bütün olarak bilip açıklayabileceği inancı sarsıldı, yerini çeşitli relativist, bilinmezci, kuşkucu yarı-kuramlara bıraktı. Bunun sanat ve özellikle de edebiyat alanındaki sonucu, “bugün ve burada” geçerli olan yasalar düzeninin temel hipotez olarak kabul edildiği gerçekçi/ doğalcı anlayışın geçerliliğini yitirmeye başlaması oldu. (…) Bu gelişme ilk olarak gerçekçi/ doğalcı edebiyata darbe vursa da, hemen ardından, yaşadığımız dünyadaki tekinsiz’i rasyonalizm (polisiye) ya da pozitivizm (BK) yoluyla evcilleştirmeye çalışan alt-türleri de sarstı.’

Bülent Somay’ın Aydınlanma düşmanlığı ile aramızda mesafe var. Fakat alıntı başka bir veri içeriyor. Liberal akademi dahi Aydınlanma-polisiye ilişkisini kabul eder durumda.

Bu sefer polisiyeye yoğunlaşan bir alıntıyla devam edelim:

‘Suç takibi sürecinde skolastik tartışmanın yerine ipucu toplamayı koymasıyla, suçluya verilecek hükmün dayanağı olarak işkenceyle alınmış itirafların verine mahkemece kabul edilebilir resmi ispati koymasıyla, bilim, en azından kısmen de olsa büyüye; ve rasyonellik, en azından kısmen de olsa irrasyonelliğe üstün gelir.’

Ernest Mandel’in polisiyenin ideolojisini açıklamaya çalıştığı cümleye bakarak, polisiye romanın Aydınlanma Çağı’nın ertesinde, insan aklının çevresini algılayıp değiştirmek için daha büyük adımlar attığı sırada kurulmuş olduğu söylenebilir. Bu tarihten önce elbette ki cinayet romanları var, fakat burada aradığımız şey, ana karakterin sistematik bir düşünce tarzı olması, karşısındaki olayı gözlemleyip incelemesi ve bunu kendi zihinsel faaliyetleriyle çözümlemesi. Türün temelinin atıldığı Morgue Sokağında Cinayet hikâyesine bakalım:

‘Ama analistin becerisi kuralların ötesindeki meselelerde sergilenir. Usulca pek çok gözlemde ve çıkarımda bulunur(…) Önemli olan neyi gözleyeceğini bilmektir.’

Poe soyutlama kavramının üzerinde duruyor. Buradaki tezin uzun vadeli olduğuna dair en önemli kanıtlardan biriyse, neredeyse hepimizin bildiği ünlü Sherlock Holmes’ün yazarı Arthur Conan Doyle’dan geliyor. Bohemya Skandalı hikâyesinde yardımcısı Watson’ı uzun bir süre sonra ilk defa gören Holmes, Watson’ın görüşmedikleri sürede yaklaşık 4 kilo aldığını ve bunun üzerine tekrar spor yapmaya başladığını söylüyor. Watson ise bunu nasıl tahmin edebildiğini soruyor.

‘-Gördüm ve sonuç çıkardım. Son zamanlarda iliklerine kadar ıslandığını ve hizmetçinin sakar olduğunu nasıl anlayabiliyorsam öyle anladım.

-Sevgili Holmes, bu kadarı çok fazla. Eğer birkaç yüzyıl geride yaşasaydın kesinlikle yakılmıştın.’

Watson burada Holmes’un gözlem yeteneğine şakayla karışık iltifatta bulunurken rasyonelliğin konumuna da değinir. Holmes’un irrasyonelliğe karşı koyması bir önceki devirde suçtur. Böylece dedektiflik Aydınlanma’nın bir ürünü olarak karşımıza çıkmaktadır. Alıntım ile tespitimin ilk bakışta zorlama gözüktüğünün farkındayım fakat irrasyonaliteye karşı örnekler burada bitmiyor. Doyle’un Bakersville Tazıları hikâyesindeyse Holmes ailesinin lanetlendiğini iddia eden adama aynı rasyonalite ile cevap veriyor. Dupin ise ‘çözülmesi imkânsız’ cinayetleri sabır ve akıl ile çözüyor. Başka bir örnekteyse, iki karakter de diğer polislerden farklarını açıklıyorlar. Doyle’un Kızıl Soruşturma romanından:

“Gregson, Scotland Yard’dakilerin* içinde en akıllısı. Lestrade ile beraber vasatların arasından sıyrılıyorlar. Seri ve enerjikler ama şok edici bir biçimde basmakalıp düşünüyorlar.

Dupin’se bu basmakalıp düşünce tarzına bir açıklık getiriyor:

Paris polisi, yerinde ve doğru kararlar verme konusunda göklere çıkarılsa da yaptıkları sadece kurnazlık, başka bir şey değil. Hareket tarzlarında sadece ana yönelik bir yöntem var, o kadar.

Yazarların kişisel hayatlarının bu öyküleri yazmalarında bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. İki yazarın da gazetelerde çıkan cinayet haberleri üzerinde kafa yorduğu, cinayetleri çözmeye çalıştıkları biliniyor. Örneğin 1841’deki Mary Rogers cinayeti sonraki sene tekrar Dupin’in baş karakteri olduğu Marie Rogêt’nin Sırrı hikâyesine konu oluyor.

Köprü ve Bitiş

Aydınlanmanın dedektif öykülerinde oynadığı rolü yeterince anlattığımı varsayıyorum. Şimdi tezimizin Chambers’la olan bağına geçebiliriz. Bu sefer sonda söyleyeceğim şeyi başta söylemeyi tercih edeceğim. Chambers’ın öykülerinin nispi başarısızlığı ve iç tutarlılık elde edememesi Aydınlanma-polisiye ilişkisini hikâyelerinde oturtamamasından kaynaklanıyor.

Burada, daha fazla ileriye gitmeden yazının başında bahsettiğim ‘İkinci Poe’ya biraz değinmek istiyorum. ‘İkinci Poe’ 1842’de eşinin hastalığı ve 5 sene ertesindeki ölümü tarafından sarsılmıştır. Hikâye ve şiirlerinin ana temasını artık ölüm oluşturmaktadır. En ünlü şiirlerinden olan Kuzgun’da ana karakter ölen sevgilisi Lenore’u unutmak için unutulmuş eski bilgileri’ anlatan kitapları okumaktadır. Bir kuzgun odasına girer. Karakterimiz kuzguna sırayla, ne zaman kuzgunun tıpkı tüm arkadaşları gibi onu bırakıp gideceğini, kuzgunun sevgilisi Lenore’u unutması için bir işaret mi olduğunu ve Lenore ile cennette mi buluşacaklarını sorar. Kuzgun hepsine olumsuz yanıt verir. Şiir biterken karakter kuzgunun gölgesinin altında ruhunun her zaman hapis olacağını söyler. Poe’nun gotik öykülerine ruh veren kendi hayatındaki kaybıdır. Şiirdeki karakter Poe’dur.

Lovecraft’ta ise bu süreç başka işliyor. Ailesinde akıl hastalığının sıkça görülmesinden ötürü Lovecraft, bu konular üzerinde hâkim bir biçimde yazı yazıyor. Chambers’ın eksik kaldığı noktalarsa Lovecraft’ın Poe’nun ve Doyle’un güçlü olduğu noktalar oluyor. Yazarın kendi kişisel geçmişinde bu tarz bir olay tecrübe etmemesi veya mesleğinin merkezine oturtmaması, yazdığı karakterlerle okuyucu arasında boşluk bırakıyor.

Başka bir nokta; önceki kısımda bahsettiğimiz, karşılarına çıkan imkânsız olayları sorgulayan, irrasyonaliteye rasyonel bir biçimde karşılık vermeye çalışan karakterler Chambers’ın hikâyelerinde yok. Bu karakterler yerine akıl sağlığı yerinde olmayan, duygusal anlamda çöküntüde karakterler geliyor. Bu noktada karşı tez elimizdeki eserin dedektiflik değil korku hikâyesi olduğu bu yüzden aynı kalıplara oturtulamayacağını söyleyebilir. Bense aksini düşünüyorum. Tam burada köprünün bitişi olarak tarif ettiğimiz Lovecraft’a bakalım.

Lovecraft’ın hikâyeleri öyküdeki olaylar gerçekleşene kadar akıl sağlığını korumuş karakterlerle başlar. Yazar burada korku öğesini metnin içine yedirirken, okuyucuyla birlikte bir yandan gizemi çözmeye çalışır. Deliliğin Dağları kitabında, okur kendini rahatça Antarktika’da bulduğu evrimsel gelişimlerini jeolojik zamana göre çok önce tamamlayan yaratıkları açıklayan ve bu yüzden meslektaşları tarafından dinlenmeyen ve akıl sağlığını yitirmekte olduğu söylenen jeolog William Dyer’in yerine koyabilir. Onun jeoloji bilgisiyle bu irrasyonaliteyi yenmeyi çalışır. Çoğu zamansa başaramaz.

Peki, kendi başlarına bir anlam ifade etmeyen Chambers’ın öykülerini bu iki yazar arasında “köprü’ yapan olgu ne? Yazar her ne kadar yukarıda saydığımız özelliklerden yoksun da olsa, yaratmaya başladığı mitos öyküsüyle kendinden sonra gelecek Lovecraft’a zemin açıyor.

‘İyileşme dönemim sırasında Sarı Kralı alıp okumaya başlamıştım. İlk perdeyi bitirdikten sonra kendime durmam gerektiğini hissettiğimi hatırlıyorum. Ateş yakıp kitabı şömineye fırlattım (…) Yanan kitabı şömineden çıkarttım ve hala etkisini hissettiğim bir korku ile beraber ağlayarak, gülerek ve titreyerek tekrar tekrar okudum.’

Chambers ani duygu değişimlerini iyi veriyor, fakat bunları uzun süreli bir gerilime veya kendi iç dinamiklerine sahip bir dine dönüştüremiyor. Lovecraft ise Poe’nun grotesk yapıları ve gotik temasını biraz da Chambers’dan esinlendiği fakat çoğunlukla kendi oluşturduğu mitiyle birleştirip ortaya ‘modern korku türü’nü çıkarıyor. Örneklerden biri iki mitin de (Sarı Kral ve Cthulhu), akıl sağlığını yitiren insanlar tarafından özlemi çekilen şehirlerinin olması. Chambers’ın hikayelerinde Carcosa, Lovecraft in hikayelerinde R’lyeh ulaşılmak istenen ya da bizim dünyamıza getirilmek istenen şehirler. Bu kurguyu Lovecraft’in Chambers’tan esinlendiği söylenebilir. Başka bir örnekse, ‘Karanlıkta Fısıltıyla Konuşan Adam’ öyküsün- de Lovecraft Sarı Kral’ın gelişini simgeleyen Sarı İşaret’ten ve Carcosa’dan bahsetmesi.

Maskeyi Çıkarmak**

Toparlamak gerekirse Lovecraft en başından beri esinlendiği Poe’nun öykülerinden aldığı dedektiflik kurgusu ve gotik temalarını Chambers’ın öncüsü olmaya çalıştığı modern korku eserleriyle birleştiriyor. Chambers’ın eserinin önemi burada yatıyor. Eser bir geç gotik veya bir erken modern korku eseri olarak değerlendirilebiliyor.

Bitirmeden önce, yazıyı da yazmamıza vesile olan dizi hakkında da birkaç şey söylemek ge- rekiyor. Dizi gotik-korku-polisiye ilişkisini iyi oturtuyor. İzleyenler 95 te yakalanmış olması gereken katilin nasıl hala cinayet işlediğini çözmeye çalışırken, dizinin ilk sahnelerindeki ‘Yeşil kulaklı spagetti canavarı’, katilin lakabı olan Sarı Kral ve katilin ‘büyülü şehri Carcosa vurguları diziye çözülmesi gereken daha fazla gizemi gotik-korku üzerinden veriyor. İzleyici bu bulguları çözmek isteğinden üzere seriye daha fazla bağlanıyor. Dizinin içinde Chambers’in serisine başka göndermeler de yer alıyor. HBO’nun bu anlamda güzel bir iş çıkardığı söylenebilir,

Bir sonraki sene R’lyeh’te veya Kaddath’da buluşmak dileğiyle.

Kaynakça:

  • Bengi Yiğit Değer, 1002. Gece Masalları Sunuş, Metis Yayınları, 2005
  • Chambers Robert W, The King in Yellow, Books for Libraries Press, 1969
  • Doyle Arthur Conan, The Penguin Complete Sherlock Holmes, Penguin Books, 2009
  • Lovecraft H.P, Toplu Eserleri 1, Dost Kitabevi Yayınları, 2001
  • Lovecraft H.P, Toplu Eserleri 3, Dost Kitabevi Yayınları, 2004
  • Mandel Ernest, Hoş Cinayet, Yazın Yayıncılık, 1996
  • Poe Edgar Alan, Bütün Hikayeleri, İthaki Yayıncılık, 2010
  • Poe Edgar Allan, Bütün Şiirleri, İthaki Yayıncılık 2003

Notlar:

*:İngiliz polis teşkilatı. İlk polis teşkilatı binasının arka kapısının Great Scotland Yard isimli bir sokağa çıkması sebebiyle Scotland Yard deniliyor.

**: Yeni Yazılar Sayı 4 Kasım 2013

***: Diziyi seyredenlerin dizinin sonundan da tahmin edebileceği gibi, kitapta bir ‘maskeyi çıkarma göndermesi var. Sarı Kral kitabında, kralın kendisi olduğu tahmin edilen ‘yabancı’dan maskesini çıkarması isteniyor. ‘Yabancı’ ise maske takmadığını söylüyor.

¥ Ufak bir örnek Kitabın açılış hikâyesi ‘İtibar Tamircisi’ hikâyesinde Carcosa hikâyelerini okuyarak deliren karakterin kulakları yok. Dizideki ‘yeşil kulaklar’ bu karaktere bir selam niteliğinde.