Olan bitene sessiz kalmamak, karanlığa göğüs germek bir aydın tavrıdır. Her ne kadar Nuri Bilge Ceylan karakterin adını Aydın koyduğundan pişman olduğunu belirtse de aydın eleştirisi yapıldığı ortada. Film kent soylu-avam çekişmelerine, tutunamayan kadınlara, elit kesimin yalnızlığına, sınıf çelişkilerine değinmekten sakınmayan bir anlatıma sahip.
Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi; Kış uykusu. Ceylan’a Altın Palmiye ödülünü kazandı, Zaytung haberinde de geçtiği üzere, “Türkiye izlemediği yönetmenin ödülüne sevindi.” “Kış uykusu” filmini yazı boyunca “aydın eleştirisi” üzerinden okumaya çalışacağım.
Yazıya başlamadan da Nuri Bilge Ceylan’ın önceki filmlerine değinmekte fayda var. Nuri Bilge Ceylan, çevresine karşı sinik, duyarsız, çevresiyle iletişim sorunu yaşayan eski karakter inşası yöntemini “Bir Zamanlar Anadolu’da” filmiyle kırmıştı. Kış Uykusu filmiyle bu hamlesini bir adım öteye taşındığı söylenebilir. “Üç maymun” filmindeki aile, gerçeği örtbas edip sessiz kalmışlardı. Bir Zamanlar Anadolu filmindeyse başkarakter elini taşın altına sokarak inisiyatif alıyordu.1Fırtına ikliminde – B. Sadık Albayrak[/efn-note] Olan bitene sessiz kalmamak, karanlığa göğüs germek bir aydın tavrıdır. Her ne kadar Nuri Bilge Ceylan karakterin adını Aydın koyduğundan pişman olduğunu belirtse de2Altyazı “Nuri Bilge Ceylanla Kış uykusu üzerine” röportajı[/efn-note] aydın eleştirisi yapıldığı ortada. Film kent soylu-avam çekişmelerine, tutunamayan kadınlara, elit kesimin yalnızlığına, sınıf çelişkilerine değinmekten sakınmayan bir anlatıma sahip. Bir filmi değerlendirirken yönetmenini ve eserin zamansallığını da düşünmek gerekir. “Kış Uykusu” filminin Nuri bilge Ceylan’ın öz eleştirisi3“Kendimden taşıdığı izleri de inkar etmiyorum” – Altyazı “Nuri Bilge Ceylanla Kış uykusu üzerine” Röportajından[/efn-note] olduğunu düşünüyorum. Gezi sonrası Zeki Demirkubuz’un öz eleştirini hatırlatırcasına.4“Bunlardan adam olmaz dediğim için özür diliyorum” http://www.hurriyet.com.tr/pazar/23465593.asp[/efn-note]
“Belki de Medeniyet Uyuyor ve Zaman Zaman Rüya Görüyor”5“Bu ülke” Cemil Meriç[/efn-note]
Kış Uykusu’nun Aydın Bey’i tam da “büyük şehir yoruyor” deyip kenara çekilen bir karakter. Artık maddi anlamda doyuma ulaşmış, kendini kanıtlamış, statü sahibi olan eski bir tiyatrocu. Artık kenara çekilip, arkadaşı Suavi’nin de dediği gibi kitabına yönelme vaktidir. Aydın Bey’in tiyatrocu olması, kitabının konusunun tiyatro tarihi üzerine olması tesadüf değildir. Tiyatro tam da ülkemizde batılılaşma arzusunun bir yansımasıdır. Aydın sinema değil, “elit” tiyatro ile ilgilenmektedir.
Aydın Bey ve imam (Hamdi) sınıfsal olarak iki ayrı kutuptur. Aydın Bey arabasıyla giderken imamın yeğeni arabaya bir taş atar. Sonradan babasının intikamını almak için atıldığını öğrendiğimiz taş, imamın ailesi ile Aydın Bey arasında ilk iletişimi kurar. Taş atma bize seyirci olarak çağrışımlarda bulunur. Filmin edebi yanının etkisiyle kuşkusuz akla ilk Karamazov Kardeşler gelir. Onu takiben de ülkemizde medyaya yansıyan TMK mağduru “taş atan çocuklar”6Dokuz Çocuğa 24’er Yıl Hapis İstendi http://www.bianet.org/bianet/ifade-ozgurlugu/128735-dokuz-cocuga-24-er-yil-hapis-istendi[/efn-note] gelir, son olarak da efsanelerden Hz. Davut’un taş atarak bir dev olan Golyat’ı devirmesidir. Aydın Bey cipinden iner, ev sahibi sıfatıyla imam ve ailesi konuşmaya karar verir. Aydın Bey’in mekanı nasıl algıladığı; anadolu estetiğinden dem vurması oldukça önemlidir. “Belli bir kazancı ve belirli bir dünya görüşü olduğu için, her şeyi mükemmel bilen insanlara özgü bir sakin, yavaş ve emindi.”7“Herkes Kadar Suçlu” Fırat Yücel, Altyazı 141. sayı[/efn-note] Aydın Bey Hidayeti, İsmail’i, hatta evin pis görüntüsünden ötürü İsmail’in eşini bile suçlar.
Aydın Bey’in kendini imam Hamdi’den üstün görmesi oldukça tanıdıktır. Bizi rahatsız eden Aydın Bey’in yardımcısı Hidayet’in de aynı tavrı sergilemesidir. Burada kiracı-ev sahibi üzerinden kapitalist sınıf çelişkileri vurgulanır. Bu çatışmaya derinlik katan tam da Hidayet’in tavrıdır, yani “kraldan çok kralcı” olmak. Oysa, yerel düzen açısından karşısında köyün imamı bulunmaktadır. Efendi-köle diyalektiği tam da böyle işler. “Efendi (Aydın) kendi sözcesiyle var olurken kölenin (Hidayet, Hamdi) sözcesiyle de mevcudiyet kazanır. Dolayısıyla ilişki karşılıklıdır; Efendi Köle ile Efendi olur, Kölesinin Kölesidir; Köle de Efendisi ile Köle olur, Efendisinin Efendisidir”8Kış uykusu’nun dili- Celil Civan http://www.hayalperdesi.net/vizyon-kritik/242-kıs-uykusunun-dili.aspx[/efn-note]
Tarihi Yaratan, Fertle Yığın Arasındaki Anlaşmazlık9“Bu ülke” Cemil Meriç[/efn-note]
Film boyunca Aydın Bey ile özdeşim kurmakta zorluk çekeriz. Aydın Bey kız kardeşinin dediği gibi bekleneni verememiştir. “Edebiyatın bütün anlaşılmamış kahramanlarının içinde, sürüden dışlanmış, hak ettiği yeri bulamamış, bakış darbeleriyle yaralı bu gücenmiş figürün içinde kırılgan, ama bir o kadar da öfkeli bir zebercet yok mu sahiden?”10Mağdurun Dili, Gülden Nurbilek[/efn-note] Bu yanıyla tam da Dostoyevski karakterlerini anımsatır Aydın Bey. Başarılı olsa da, aslında tatmin duygusu yoktur, mutsuzluk ağır basar. Büyük bir öfke duyar çevresine, suçlar. Toplumunu beğenmez, hor görür. Kız kardeşini de beğenmez. Yaşadığı topluma ve kültüre uzaktır. Aydın Bey doğu bireyinin çatışmalarını yaşamaktadır. Dine mesafeli, topluma eldivenleriyle yaklaşan, “avukatlarla görüşün” diyerek birebir iletişim kurmaktan kaçınan bir burjuva. Aydın Bey’in iletişim kurmaktan kaçınması, toplumuna uzaklığının göstergelerinden biri, Japon turist ile konuşacak ortak nokta bulup, imamla bulamaması. İmam’a bir daha gelmemesini tembihlemesine, yüzüne bakılmadan konuşulmasına karşın İmam ders almaz. İmam bir dahaki sefere taş atan çocuğu da yanında getirir. İletişimsizlik, bilinçli kaçış burada da kendini gösterir. Aydın’ın kafasındaki din adamı halka örnek olmalıdır, toplumun gerçeğinden uzak tahliller yaparak, bilgisizliğinin bir kez daha altı çizilir. Filmdeki her detay Aydın Bey’e gerçeklik katarken, seyirciye de Aydın Bey’i tanımak için fırsat verir. Elinden öpme, özür dileme serenomisinden önce uzun bir nutuk çekilir. Aydın Bey istemez gibidir, ama elini uzatır yine de. Yüzü kız kardeşi ve eşine dönüktür, tam o an çocuk bayılır. Nuri Bilge Ceylan komedisi tam olarak da budur, olaylar olağan şekilde gitmez, terslik bir mizah oluşturur. Zamansızlık ya da yanlış zaman, yersiz yapılan eylemler Nuri Bilge Ceylan sinemasında önemli bir yer tutar. Bir benzeri de tren garında Hidayete yer vermeyen köylünün uygunsuz durumudur. Beklenmeyen olduğu için güldürür.
Otele gelen aile dışından olan genç karakter tam da Alev Alatlı’nın paçoz tanımına uymaktadır; “Hiçbir bir şeyin önünü-arkasını hesaba katmadan; fikir olsun, maddesel olsun günlük olanı tüketen, kalleş, ilkesiz, laubali, haddini bilmez, yüzeysel, sığ ve sürekli beylik ahkâmı kesen, güveyani ütopyalar üreten (mesela herkes için bedava İngilizce eğitimi gibi), buna mukabiyil kendisiyle barışık, mutmain, şeyinde birden fazla boncuk olan.” Oteldeki genç karakter, her şeyi çözmüş havasındadır, kendinden emin bir şekilde geçmişi, geleneği parçalar. Her şeyi alaya alır. Gerçek bir tehlike yaşamadığı için, tehlikeyi sevdiğini söyler. Mesnetsiz Twitter gençliği taşa tutulur. Tatile anlık karar vermiştir. Kitap okumamıştır, referans vermeye çalıştığı sözü de sosyal medyadan öğrendiği açıktır, yanlış referans verir. Aydın tam da karısının dediği gibi ne yeni kuşağı beğenir, ne eskisini. Gençle iletişim kurmaya çalışsa da demode kalır Aydın Bey.
Aydın Bey sadece dış dünya ile değil ailesi ile de iletişim sorunu yaşamaktadır. Aydın’ın yazdığı köşe yazısı “Bozkırda açan çiçekler” uzak bir aydın eleştirisidir. Aslında mesele devletin yardım eli uzatmaması değil; varolan düzenin doğal sonucudur. Az bildiği konularda bile ahkam kesen Aydın kendisi dışında hiçbir şeyi gerçekten umursamaz. Din adamı üzerine geliştirdiği eleştiri de; dergiye yazdığı yazılar da kız kardeşini dediği gibidir; “.. buram buram leş duygu, șiirsellik kisvesi altında.” Kız kardeşi ile girdiği bu çarpıcı diyalog ortaya koyar ki; artık “aile” mefhumu burjuva sınıfı için ortadan kalkmıştır. Burada imamın kardeşi için yaptığı fedakârlıkla beraber okursak, sınıfsal aidiyetlerini daha kolay görebiliriz. Aydın ve kardeşi arasında uçurumu fark etmek, soğukluğu anlamamız önemlidir. Aydın kardeşine tahammül etmektedir. Anlaşma, bir arada olma, aynı mekânı paylaşma bir alışkanlıktan ileri gelir. Aydın Necla’ya yazıdan çok kendisini eleştirilerdiğini belirtir.. Necla’nın da dile getirdiği gibi “biz senden çok şey bekliyorduk.” Politik bir okuma yaparsak; aynı kuşak Cumhuriyet kuşağının yetiştirdiği kuşaktır. Aydın Bey gerçek bir hayal kırıklığıdır. Cumhuriyet heyecanı yitirilmiştir. Necla’nın kötülük sorunu üzerine çözümü de bir kaçıştır. Pasif bir tutum varolan gerçeği değiştiremez. Aydın’ın mekânsal kaçışının aksine, Necla fikirsel bir kış uykusuna dalmıştır. Necla haklı olmasına rağmen gururunu ayaklar altına almayı, eşinin yanına dönmeyi ister. Çünkü yalnız olmaktan sıkılmıştır. Aslında Necla ülkemizin küskün aydınlarını temsil eder. Necla 1. Cumhuriyet Aydın temsil eder. Özveri, tahammül, kabullenme gibi erdemler doğaldır. Verdiği savaşı kaybetmiştir ve bu yüzden kabullenmek zorunda kaldığı gerçeği rasyonelleştirmek adına argüman üretmeye çalışmaktadır.
Aynı yapay dengeyi Aydın ve Nihal arasında görebiliriz. Yönetmen, film boyunca bize sevgiyi anlatmasa da, sevginin ne olmadığını gösteriyor. Aralarında asalak bir ilişki vardır, bir mecburiyet. Nihal’in dünyasında Aydın’a ait olmayan tek şey o yardım vakfıdır. Köy öğretmeninin de dahil olduğu o toplantılardır. Nihal sınıfsal olarak yardım derneklerinde çalışarak vicdanını rahatlatır. Merhametli görünmek, kamuya adanmak bir statü kazandırır. Ama bir köy okuluna para vermek yardım değil, kişisel tatmindir. Nihal’in kişiliğini daha çok filmde yokluğu üzerinden anlıyoruz. Örneğin Nihal’in Necla’ya karşı tavrını, Necla-Aydın tartışmasından öğreniyoruz. Aydın Bey’in silik bir gölgesi, onun varlığında yok olan bir karakter Nihal. Nihal’in aslında ne köy umrunda ne de yardım, bir varolma mücadelesi veriyor. “Aydınsız” nefes alabileceği bir alan yaratmaya çalışıyor. Hayata yardım etme üzerinden tutunmaya çalışır.
Aydın Bey’in köy öğretmeniyle Suavi’nin evindeki konuşması filmin sınıfsal dokusunu hissettiğimiz bir sahnedir. Köy öğretmeni Levent Cumhuriyet’in idealist köy öğretmeni değildir. Söz konusu cumhuriyet öğretmeni imama yenilmiştir. Köy öğretmeni gerçeği yutmak zorunda kalır, hem de bir kahve likörü için. Tiyatral diyaloglar ve abartılı alıntılar Aydın Bey’i rahatsız eder. Levent Öğretmen içten içe Aydın Beye öfkelenmiştir, onu suçlamıştır. Vicdan meselesine gelince Aydın Beye alkolün de etkisiyle; cephe alır. Ancak alkollü bir halde, yarı bilinçlilik halinde söyleme fırsatı bulabilir gerçekleri. Bu açıdan Shakespeare eserlerini anımsatır, hakikati söylemek delilere ve meczuplara kalır. Vicdan aslında basit bir argüman değil, oldukça politik bir duruştur. Somada ölen işçilere üzülmek politik bir eylemdir. Vicdanlı davranmak ve iktidara karşı çıkmak, boyun eğmemek oldukça politik bir eylemdir. Aydın bey ve arkadaşı Suavi de zengin oldukları için suçlu muyuz diye sorarlar. Kötü düzen, “iyi” zenginler mümkün müdür?
Öğretmen, İmam Hamdi’den bir nebze daha politik davransa da özür diler, shakespeare tiradı atar ve mekânı terk eder. Haddini aşmıştır. Kralların sofrasında yeri olmadığını hisseder ve çekip gider.
“Ve Kahreden Yaratan ki Onlardır..”
Üstteki okumanın yanı sıra bir de sınıfsal bir okuma yaparsak, Hidayet sınıfına ihanet etmiştir. Levent öğretmen arada derede kalmış ve alkol yüzünden belki de, gerçek düşüncesini, sınıfsal nefretini kusmuştur. Ama yine fikirlerinin arkasında duracak cesareti yoktur. Hamdi ise açıkça nefret eder (filmde hidayetle Aydın Bey giderken içinden küfür saydırır), ama ailesi için yutmak zorunda kalır.
“…birinin paraları ateşe atabilme kahramanlığı göstermesine mi yoksa Hamdi’nin gururunu hiçe sayıp annesine, ailesine bakıyor olmasına mı? Gerçek fedakârlık hangisi?”11Altyazı “Nuri Bilge Ceylanla Kış uykusu üzerine” röportajı[/efn-note]
Filmde fedakârlık, merhamet, vicdan, iyilik ve kötülük gibi kavramlar sorgulanmakta. Necla filmde kötülüğe karşı koymamaktan söz açar:
“Mesela bir gün hırsızlar seni soymak istiyorlar, ama sen onlara karşı koymuyorsun.”
Aydın’ın öfkesi konuşma ilerledikçe daha da artıyor, Necla aklındakini biraz daha netleştiriyor:
“Kötülüğe karşı koymazsak dünya daha iyi bir yer olabilir mi?”
Tam da bu sahne üzerine çocuk ve özür dileme sahnesi gelir. Para yakma sahnesi, özür dileme, yardım etme. Tüm film boyunca kötülük karşısında nasıl bir durum sergilememiz gerektiğini düşünürüz. Haksızlık karşısında Nihal, Hamdi ve İsmail’in evine gider. Ortada bir haksızlık vardır. Bu düzen içerisinde İsmail ve Hamdi’ye yardım eli uzatmak ister. Belki vicdanının rahatlatmak, belki de sadece kendini “iyi” hissetmek için. İsmail, abisi Hamdi’nin aksine Nihal hanımı topa tutar. İsmail alkoliktir, yaptığı eylemi yarı bilinçli yapar. Yönetmen bilinçsiz eylemler üzerine vurgu yapar. Levent öğretmen de sarhoşken gerçeği söyler. Taşı öfkeyle atan da alt tarafı çocuktur. Sınıfsal tepki gösterenlerin “bilinci” pek de yerinde değildir. Paraları alır ve ateşe atar İsmail, oldukça edebi bir sahnedir, bu sırada da kapıdan oğlu izlemektedir.
Bu sahneyi “3 Maymun” (2008) ve “Bir Zamanlar Anadolu’da” (2011) filmleriyle beraber okumakta fayda var. 3 Maymun’da Eyüp başkasının suçunu para için üstlenir, gerçeği üstünü örter. Düzen adamıdır. Karısı Hacer de düzen ve güç karşısında teslim olmuştur. Para ya da bireysel tutkuların için gururundan vazgeçmiştir, ailesini bir kenara itmiştir. İsmail ise annesini film boyunca izlemiş, işine geldiği için babasından gerçeği saklamış. Zamanı geldiğinde babası adına feodal bir şekilde intikam da almıştır. Genç İsmail dışında tüm aile olarak aslında kötülük karşısında pasif bir tutum takınmışlardır. Bir Zamanlar Anadolu’da filminde ise gerek polislerin, gerekse savcının adalete ilişkin hiçbir beklentisi kalmamıştır. Yaptıkları iş’şeyleşmiş” ve adalet arayışı onlar için son bulmuştur. Olan bitene duyarsızlaşmışlardır. Ama 3 Maymun’un aksine doktor karakteri olan bitene uyum sağlamaz. Olayı, gerçeği, politik olarak değiştirmeye çalışır. Otopsi raporunda değişiklik yapması onu seyircilikten; aktif bir konuma getirir.
Tam da bu nokta da Kış Uykusu’nun İsmaili yapılan samimiyetsiz yardım karşısında onurlu bir duruş sergiler. Sahne tiyatral gelişiyor, insan “ancak filmlerde” olur diye düşünse de kanser hastası kızın eline para sıkıştırılınca ne olanları hatırlatıyor.12https://www.youtube.com/watch?v=lmKJTJtB96Q- Kanser Hastası Genç Kızın Eline Para Sıkıştırmak[/efn-note] Evet birileri Hidayet gibi kraldan çok kralcı, efendiden çok efendi olabilir. Birileri (Hamdi) sessiz kalmayı tercih edebilir ekonomik sebeplerle. 3 Maymunda “gerçeği saklayan” bir aileden, Bir zamanlar Anadolu’da ahlaki olanı yaparak otopsi raporuna “gerçeği” yansıtmayan doktor… Kış Uykusu’nda ise “gerçeği kabul etmeyen” ahlakçı bir İsmail… Aynı zamanda karısının yüzüne karşı itiraf edemese de gidemeyen, haksızlık yaptığını kabul eden Aydın Bey.
Vicdan, İyi, Kötü, Merhamet… Politika Bunun Neresinde?
Vicdan sadece iç sesimiz değil, kötülüğe karşı direncimizdir. Peki kim karşı gelecek karanlığa karşı? Tam da burada devreye girer “Aydın” işlevi. Kimsenin okumadığı dergilerde toplumu, solu, devleti eleştirmek mi? Nuri Bilge Ceylan filmografisinde bireysel temalardan, toplumsal ve yerel sorunlara geçmiş. Tavır gösteren, eyleme geçen karakterleri konu edinmeye başlamıştır. Sinizmden ya da bireysel hikâyelerden daha politik olana geçtiği Cannes Film Festivali’nde söylemlerine de yansımıştır. En başta “ yalnız ve güzel ülkeme”, Yılmaz Güney’e ithaf etmesi değerlidir. Son Cannes’da ise; aldığı ödülü gezide ölenlere adamıştır. Aydın toplumuna karşı sorumludur.
Ulus Baker’in avantgarde tanımı yaparken Kleeden aktardığı gibi “… dile getirilemeyecek olanı ifade eder, ve hep bir sonraki ifadeyi arar. Geleceğe kaçıp henüz gelmemiş halkı bekler.” Tüm bu karanlığın sebebi aydınlarımız mıdır? Kötülüğe ses çıkarmayan aydınlarımız mı yoksa düzen mi suçlu? Bu argüman üzerinden muhafazakar kesim tarafından dillendirilen ve” aydın ihaneti” söylemine, aydın düşmanlığına varmamak önemlidir. “Bizde de aydın düşmanlığı halkın doğal eğilimi değildir; moda haline getirilmiştir ve sıradan insanlar da bu modaya uymaktadır. Bu durum, kuşkusuz başlı başına bir sorundur. Ancak, beterin de beteri vardır. En beteri, Türkiye’de sol aydının böyle bir kuşatmanın özündeki “yapılmışlığı” ve snopluğu fark etmeden kendini gerçekten snop, elit, “halktan kopuk” vb. saymaya başlamasıdır; gereksiz bir öz eleştiri ve kendini inkâr sürecine kapılıp sonunda teslim olmasıdır.
Çaresi Yok Mudur?
“Bu ülkede, öncesi ayrı, 60’lı ve 70’li yıllarda sol aydınlar hep kendi dar mahfillerinde mi kalmışlardır? O dönemlerde “halk” nasıldı? Bugünkü gibi miydi? Bu ülkede “elitist” sol aydınların halkla, sınıfla buluşup birlikte mücadele verdikleri tarihsel kesitler hiç olmamış mıdır? Daha yakınlara bakalım: Tekel işçilerinin direnişine giden, omuz veren, destek olan aydınlar bu işçilerle aralarında bir kendi “entelliklerinden”, bir de onların fıtratından kaynaklanan aşılmaz bir mesafe mi bulmuşlardır?”13Sıradanlığın Snobizmi – Metin Çulhaoğlu[/efn-note]
Açıktır ki varolan düzen değişmedikçe kötülük yeni mağdurlar yaratacaktır. Fazıl Say’ın bir konserinin başlangıcında Metin Altıok’tan aktardığı üzere,14https://www.youtube.com/watch?v=aBtP20EUP2U – Bu Kekre Dünya’da- Metin Altıok[/efn-note] adeta güzel ve yalnız ülkemizi anlatıyor, ‘bir yarım umuttur elimizde kalan/göğüslemek için karanlık yarınları.’