Yuvarlak Masa: Genç Gazeteciler Gazeteciliği Tartışıyor

Geçtiğimiz aylarda ülke gündemi gazetecilerin bavullarındaki belgeler üzerinden akıyordu. Aynı tarihlerde FKF “Genç Gazeteciler Bayrağı Devralıyor” etkinliğini düzenlemişti. Biz de yuvarlak masada “gazeteciliği” tartıştık. Sonrasında seçime dair bir yuvarlak masa yapmanın daha uygun olacağını düşünüp, bu yuvarlak masayı yayımlamayı ertelemiştik. Hala değerli olduğunu düşündüğümüzden bu sayda yayımlıyoruz. Ayrıca katılımcılarımızdan gündeme dair görüşlerini de alıp yuvarlak masaya ek olarak yazının sonunda yayımladık.

Alperen Bal (Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi): Bu sayamızda yuvarlak masada gazeteciliği konuşacağız, Gündem gazeteciler üzerinden ilerliyor. Biz de enine boyuna tartışalım istedik Lafı fazla uzatmadan FKF’nin geçtiğimiz günlerde düzenlediği “Genç Gazeteciler Bayrağı Devralıyor” etkinliğine gelmek istiyorum. “Genç Gazeteciler Bayrağı Devralıyor” önemli bir iddia. FKF bugün bunu niye yaptı? Gazetecilik nereye gidiyor? Gençlik burada ne tür bir rol oynayabilir? Hem genel bir değerlendirme hem de etkinliğe dair bir değerlendirme alalım.

Cihat Parıltı (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi): Türkiye’de bir şekilde gazeteciler susturulmaya baskılanmaya çalışılıyor. Biz de dedik ki madem böyle bir durum var. Buna inat cesur, sözünü esirgemeyen, mert gazeteciler yetiştirelim. Eğitimlerde gördüğümüz bir şey vardı. Gelen öğrenciler bir şekilde alternatif medyanın yaratılması gerektiğinden ve sonrasında sesinin yükseltilmesi gerektiğinden bahsediyordu. Yapmış olduğumuz eğitimler bunun ilk adımını oluşturmuş oldu. Katılım ve ilgi de oldukça yüksekti.

Özgür Savaşcıoğlu (Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü – soL Haber Portalı): Buradan gençlik neden gazeteciliğe yöneliyor sorusuna geçebiliriz. AKP iktidarının özgün bir özelliği var, diğer iktidarlardan kendisini ayıran bu kadar sene gücünü korumasını sağlayan cidden bir diktatörlük inşa ettiler. Bunu yaparken de gericiliği kullandılar. Ama bu sistemin bir zaafı var: Yalanla ayakta durmak zorunda. Halkın siyasetle ilişkilenmemesini sağlamak zorunda. İdeolojik olarak zayıf, dinci gericilik dışında tutamak noktası bulunmayan bir sistematik. AKP döneminde gazetecilerin baskılanmasının bir nedeni de bu. Siyasal olarak Tayyip Erdoğan figürü çok güçlü sarsılmaması lazım. AKP’nin kurduğu altı boş ideolojik zemine etkili ve iyi işleyen bir basın ciddi anlamda zarar verir. AKP de ülkede olan biteni görmeyen bir medya istiyor. Bu nedenle gazetecileri baskı altına alıyor. Burada gençlik için şöyle ilginç bir durum var; bu ülkede gençler hep siyasal hareketlerin içinde oldu, önemli tarihsel ilerlemelerin tümünde gençliğin güçlü bir izi var. Bu durumu Jön Türklerden ve İttihatçılardan başlatabiliriz, İttihat Terakki genç kadroların kurduğu bir harekettir ve bu kadrolar ihtiyaç neredeyse kendilerini buna göre geliştirmiştir. Bu kimi zaman roman, şiir, oyun yazmak anlamına kimi zaman gazete çıkarmaya kimi zaman da siyasi mücadelenin en ön saflarında yer almaya tekabül eder. Bugün gençlikle gazetecilik alanının kurabileceği ilişki de mücadelenin seyri içerisinde oluşan somut ihtiyaçlardan temellenebilir.

İhtiyaç, halka gerçekleri söylemek. Basın üzerinde kurulan baskı ve bu alanın kuşatılmak ve giderek tasfiye edilmek istenmesi gençliği gazeteciliğe yönlendiriyor. Ben eğitimlerin birkaç tanesine gidebildim. İlginç bir ilgi vardı. İlgi etkinliğe katılan gazetecilerin ününden çok insanların egemen medya dışı kanallara katkı koymak istemesinden kaynaklanıyordu. Burada doğru işlenirse Türkiye basınında denklemi değiştirebilecek önemli bir potansiyel yatıyor.

Melike Çapan (İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi – OdaTV): Aslında gazeteciğin Türkiye’de çok da iyiye gitmediği aşikâr. AKP-Cemaat kavgasından sonra yapılanlara gazetecilik demek çok da doğru olmaz. Elinde belgeler olup da bunu yıllar sonra benim tarafımı kızdırdın, Cemaat’i kızdırdın, iktidarı kızdırdın ben de şimdi senin belgeni ortaya çıkartacağım demekle olmaz. Gazeteciysen bir belge zamanında çıkar. Çünkü bizim halka doğruyu söyleme sorumluluğumuz var. Bu sorumluluğun bilincinde olmalıyız. Şu süreçte birileri gazetecilik yapıyor diyemeyiz, gerçek anlamda gazete var da diyemeyiz. Sadece herkes bir tarafın sözcülüğünü yapıyor.

Alperen: Herkes bir tarafın sözcülüğünü yapıyordan alıp, provakatif bir soru atayım ortaya. Gazetecilikteki tarafsızlık ilkesi bir tarafta gazetelerin politik duruşu diğer tarafta? Bu iki olgunun birbiriyle bağı nasıl kuruluyor veya kurulmalı?

Sami Menteş (İstanbul Üniversitesi – Karşı Gazetesi): Şimdi bakıldığı zaman çağdaş demokrasilerde tanımlanan gazetecilikle bizim yaptığımız arasında çok fark var. Öncelikle ülkede demokrasi yok. Haliyle uluslararası tanımlamalarda bize uymuyor. Tarafsızlık tartışmalı bir şey. Ben kendi açımdan tarafım her zaman. Burada düşünülmesi gereken şey ne tarafta durmamız gerektiğidir. Bugün ya güçlünün, muktedirin -ki diktatör diyoruz tanım tam oturuyor yerine- yanında olacaksınız ya da tam tersine onun karşısında yer alıp doğrunun, haklının, gerçeğin safına geçip gazetecilik yapmanız gerekiyor. Karşı tarafın haberini veriyorsan habere takla attırmıyorsan bu bile tarafsızlıktır. Onun dışında her gazetenin bir çıkış amacı ve kendini konumlandırdığı bir yer var ve ona sadık kalmak zorunda. Az önce Melike bahsetti bir gazeteciden. -Kendini öyle tanımlıyor- Baransu’dan. O’nunla beraber bir “bavul gazeteciliği” çıktı. Bir de şantaj gazeteciliği var. Adam Twitterdan şantaj ediyor açık açık “şunu yapmazsan belgeyi açıklarım. Nedim Şener bunun üzerine bir şey demişti: “İyi gazetecilik, kötü gazetecilik olacak” diye. Bun buna inanıyorum gerçekten. İyi gazetecilik-özellikle bu yeni nesil- biraz daha Gezi’den sonra “Boyun Eğme” ve “Gerçeklerin sesiyiz” diyerek kötü gazetecileri kovacak.

Özgür: Melike’nin bahsettiği duruma verilebilecek en ilginç örnek Koray Çalışkanın Sarıgül etkinliklerini haberleştirirken sergilediği militanlık. Koray Çalışkan bizim üniversitemizde Siyaset Bilimi bölümünde akademisyen. Boğaziçi’nde Koray Çalışkanın dahil olduğu ekol sola şu açıdan saldırır: Gazetecilikte de başka mesleklerde de siz çok militanca davranıyorsunuz, olaylara tek bir yere angaje olarak bakıyorsunuz, solcular bu yüzden gazetecilik yapamaz. Ama ben militanlığın en pespaye halini tam tersine bu akımda gördüm. Burada şöyle bir şey var: Gazetecilik halkla ilişkiler kurumu haline getirilmeye çalışılıyor. Siyasal taraflar vardır düzen içerisinde ve bu kurumların halkla ilişkiler merkezi haline getirilmeye çalışılır gazeteler. Bununla bizim taraf olmamız arasında bir fark var. Bizde tarafız onlar da taraf. Ancak halkla ilişkiler müdürlüğüyle, halka gerçekleri anlatmaya çalışmak arasında önemli bir fark var. Biz meşruiyetimizi emekçilerin, halkın çıkarlarını savunmamızdan, tarihten alıyoruz. Onlar ise kendi çıkarlarını, kariyerist hesaplarını öne çıkararak saf belirliyor, taraf oluyor. Dolayısıyla bizim taraf olmamızla onların taraf olması kategorik olarak farklı. Birincisi bunu ortaya koymamız lazım. İkinci olarak, gazete dediğimiz taraf olmadan çıkarılabilecek bir şey değil. Hele de Türkiye gibi bir ülkede hiç değil. Zaten gazeteciliğin varlığı dahi politik bir zemine dayanıyor. Gerçeklerin toplum tarafından bilinmesi, toplumun siyasal taraflaşmaların görece aktif bir parçası haline getirilmesi ihtiyaçları modernleşme süreciyle bağlantılı. Türkiye’de halktan yana gazetecilik yapmanın tarihsel olarak da güçlü bir zemini var. Genç gazeteciler etkinliğine katılanların motivasyonları da bu zeminin korunduğunu gösteriyor. Etkinlikte koyulan başlıkların haber yazımı gibi görece teknik başlıklar olmasına karşın etkinliğe gelenlerin hiçbiri “haber nasıl yazılır” diye sormuyor. Herkes “Yolsuzluk operasyonu sonrasında gelişen gerilimde nasıl bir tavır almak lazım diye soruyor. İnsanlar gazetecilerden bunu bekliyor. Bekledikleri şey “Bana gerçekliğin saf halini sun değil. “Benim bu gerçekliği algılamama ve nerede taraf olmam gerektiğine yardımcı ol ve bunu nesnel bir şekilde yap diye bir beklenti var.

Alperen: Bir haberin nesnel bir biçimde aktarımı boyutu var, bir de tavır aktarımı var. Bu nokta önemli. Ben Ahmet Şık’ın konuşmacı olarak katıldığı oturuma katılmıştım. Biz bir taraf olabiliriz fakat bunu politik bir tavır aktarımıyla sağlamayız, haberi öyle bir yazarız ki yazarken taraf oluruz ama militan da olmayız demişti. Bunun somut karşılığı nedir bunu sormak istiyorum?

Cihat: Haber saf ve temiz olmalıdır katılıyorum ama burada politik nokta çıkaracak olduğun haberin nerede durduğudur. Sonuçta ülke gündeminde bir şey var. Atıyorum, Akit Gazetesi bu habere yer vermezken, sen bu habere gazetende yer vererek bir şekilde tutumunu belli etmiş olursun. Nesnel yazımla politik duruşun kesiştiği noktada burasıdır.

Sami: Evet. Sayfalarında hangi konuya ne kadar yer ayırabiliyorsun? İsçiler senin sayfanda ne kadar yer alabiliyor? Ya da ne kadar devletin hışmına ve egemenlerin hışmına uğrayan insanlar senin sayfanda kendine yer bulabiliyor?

Özgür: Şimdi burada somut bir örnek vermek istiyorum. “Demokratik taleplere can feda” manşetlerini herkes hatırlar. 7 gazete birden manşeti atmıştı. Tayyip Erdoğan konuşuyor ve bu manşete çekiliyor. Peki biz bunu nasıl eleştireceğiz? O metnin içinde o söz var. Ama o metin aslında onu anlatmıyor. O metinde adam halkı da tehdit ediyor. Gazetecinin görevi sadece bir olguyu sunmak değil tek başına. O olguyu işleyerek sunmak, ona bir bakış açısı katarak sunmaktır. Bu bakış açısını katmak da haberde “Bu konuşma aslında tam olarak ne anlama geliyor” sorusunu yanıtlamayı gerektiriyor. Gazetecinin burada en önemli işlevi yazımında doğru ilişkiler kurmak. Çünkü biz ilişkiler kuruyoruz. Bir hikâye anlatıyoruz. Bu hikâyeyi nasıl anlattığımız önemli.

Sami: Nasıl anlattığımızdan ziyade neresinden anlattığımız daha önemli. Gidersin bir haberi izlersin, ‘burada halkı tehdit ediyordu’ diye yazarsın. Ben bu haberde “demokratik taleplere can feda”yı öne çıkarmam. Benim muhalif bir tavrım var, muhalif bir gazetede çalışıyorum ve asıl benim ilgimi çeken, okuyucumun benden istediği buysa ben bunu öne çıkarırım. Ama velev ki, burada değil de Zamanda çalışıyorum. Zaman’ın kendi okuyucu kitlesi bellidir. Orada da bu adamı övmek gerekiyor, aklamak gerekiyor. Demokratik taleplere can fedayı öne çıkarıyorsun. Hikâyeyi nasıl anlatmaktan çok neresinden anlattığımız daha fazla öne çıkıyor.

Alperen: Bütün bu nesnellik tartışmasını yaptıktan sonra sözü bugün iktidarın gazetecilere karşı saldırısına getirmek istiyorum. Burada ilk sözü Sami’ye vereceğim. Gazetecilik siyasetle iç içe. Bugün gazeteciler hem fiziki hem politik baskılarla karşılaşıyor. Nasıl bir ülkede gazetecilik yapıyoruz ve bu işin zorlukları nelerdir?

Sami: Bu topraklarda katledilen ilk gazeteci yine bir yolsuzluk haberinin peşine düşerken, adam vergi müfettişi, katlediliyor, Gerçekçi olarak baktığımızda zaten hiçbir iktidar medyayla iyi anlaşamaz. Çünkü senin verdiğin açığı direk halka anlatabilecek ve senin ipini çekebilecek bir kuvvet var karşında. Bu kötü ilişki can yakmaya başlıyorsa sıkıntı oluyor. Ülkemizde can yakmadığı bir dönem yok. Namık Kemal mesela sürgünde geçen bir hayat var orada. Cumhuriyet dönemine bakıyorsunuz, 70’lerde gazetecinin arabasına bomba koyup katlettiler. 90’larda bu ülkede Özgür Ülke diye muhalif bir gazetenin binasını bombaladılar. Devlet yaptı bunu. Başka biri de değil. 2007’de en son Hrant Dink’in katledilişi vardı. Hrant’a kadar olanlar bizi şunu gösteriyordu. Bu ülkede eğer gerçekten birilerinin damarına basacak şeyleri söylüyorsanız ölmeyi hak ediyorsunuzdur. 2007’den sonra artık altından kalkamamaya başladılar. Kurşunlamakla bitiremediler. Hrant’ı kurşunladın ya da Abdi İpekçi’yi kurşunladın. Bugün hala insanlar Abdi ipekçi gazeteciliğinin geleneğini savunduğunu iddia ediyorlar. Hala Milliyet o iddiada. Demek ki adam öyle bir gelenek yaratmış ve bitmiyor. Bu sefer insanların gözünü korkutmak için belki daha kötüdür, belki daha ağırdır, belki daha hafiftir bilmiyorum ama özgürlüklerini elinden alıyorsun ve bilinmezin içine atıyorsun. Mahkeme salonuna bir insanı bırakıp derdini anlatmasını istiyorsun. Suçunu açık açık söylüyorlar zaten. Uslanıyorsan çık dışarı, uslanmıyorsan daha da yatacaksın. Sadece olay seninle de kalmıyor. Sen içerdesin, susturulmak isteniyorsun ama senin üzerinden de yüzlerce insana bir gözdağı verilmek isteniyor. Türkiye’de iş biraz daha şuna döndü: Gazetecilikten ziyade yaptığın haber senin bir mücadele aracın haline dönüştü. Bir yerde okumuştum. Bir liste çıkarmışlar. En tehlikeli meslekler diye. Dünyada gazetecilik 8.sırada geliyor.

Özgür: Türkiye tutuklu gazeteci sayısında AKP’nin desteklediği Suriyeli cihatçılar da gazeteci öldürmekte ilk sırada. AKP dünyada basın alanında damgasını vurmuş durumda.

Sami: Devlet tarafı ne kadar biz demokratikleşiyoruz dese de o kadar geriliyoruz biz. 2010’da biz ileri demokrasiye geçtik galiba değil mi? Demokrasi o kadar ilerledi ki artık göremez olduk onu, 2009 Basın Özgürlüğü Endeksi’ne baktığımızda diplere vurmuş durumdayız. Bizim ülkemizdeki yöneticiler de nasıl oluyorsa diyorlar ki ‘basın özgür’ Nasıl özgür? E birkaç gazete bize resmen küfür ediyor! Basın özgürlüğü küfür etmek değil ki basın özgürlüğü, provakatif başlık atmak değil ki. Sen bu kavramı yanlış oturtursan eğer, bu şekilde yanlış ilerliyoruz.

Melike: Sami’nin söylediklerinin üzerine ne söylemek gerekir bilemiyorum. Bu baskıyı birebir yaşamış bir kişi. Bu baskının en somut örneği. Şu an 60’a yakın gazeteci içeride. Halen bunun savaşını veriyoruz. Belki de Türkiye’de olması zor bir şey istiyoruz. Bizim, en başından beri dediğimiz gibi halka karşı bir sorumluluğumuz Var, Bunu en başından beri içeri giren gazeteciler çok güzel yerine getirmeye çalışıyor, içeriden başarmaya çalışıyor. İçeriden haberlerine devam ediyorlar. Kitaplar yazmaya devam ediyorlar. Susmuyorlar. Sedat Simavi’nin sözüdür: “Kalemini kır ama satma.” Bize de yeni nesil olarak, onların peşinden gelirken daha fazla özgürlük şansı vermeyecekler. Çok kavgasını vereceğiz ki vermeye başladık bile Geziden bu yana. Sami bunun kavgasını verdi. O, dünyanın en genç tutuklu gazetecisi unvanını kazandı. Bu mücadeleyi vermeye devam ediyoruz.

Sami: Ben bir ek yapmak istiyorum. Gazetecilik yapacaksan o mahkemenin salonundan geçeceksin. Bu herhangi bir örgüte, Xe ya da Y’ye üye olmakla da olmuyor. Bir haber yapıyorsun, bir hafta sonra bir bakıyorsun yaptığın haber doğru bile olsa tazminat davası açılıyor hakkında. Akıl almaz paralar istiyorlar. Erdoğan Bayraktar ile ilgili birkaç haber yapmıştım. Her haberin arkasından bir dava geliyordu. Birinde 50 Bin TL istiyorlardı, diğerinde 75 Bin TL istiyorlar. Ben diyorum ki savcı reddedecek. Böyle dava açılmaz, açılmaması lazım. Savca gitti açtı davayı. Bir yerden sonra tırsmaya başlıyorsun. O parayı nerden bulayım diye. Gittik davaya. Hâkim sordu neye dayanarak yaptın bu haberi? Götürdüm belgeleri verdim. Tamam dedi, beraat. Haberi sadece gazete sayfalarında savunmaktan ziyade bir de mahkeme salonlarında kendi haberini savunmak zorunda kalıyorsun.

Alperen: Özgür’ün dediği bir şey vardı. Biz doğruları anlatıyoruz. İktidar da yalana dayalı bir iktidar. Gazeteciler bu nedenle iktidarı çok sıkıştırıyorlar. Aslında bir ülkede gazeteciliği ve iktidarla ilişkilerini tartışırken sanırım biraz buradan da tartışmak lazım. Nedenini biraz açacak olursam, bir siyasi iktidar eğer yalana dayanıyorsa ve halkın siyasetle bağını kesmek istiyorsa, onun çıkarı buradaysa, gazeteciler de halka doğruyu anlattığına göre tabii ki gazetecilik çok sıkıntılı, çok “kötü” bir meslek olacak. Ama daha başka bir ülkede, halkın siyasi katılımıyla kurulan bir ülkede olduğumuzda durum değişecek. Başka bir konu açmak istiyorum. Gezi ile birlikte konuşulmaya başlanan sosyal medyanın haberle ilişkisi, habercilikle ilişkisi. İleride medyanın gücünü kaybedeceği ve sosyal medyanın etkili olacağı gibi bazı düşünceler de var. Sosyal medyanın haberle, gazetecilikle ilişkisine nasıl bakıyorsunuz? Nereye evrilebilir?

Melike: Öyle zaten. Artık 140 journalistler türedi. Herkes Twitter muhabiri. Olayın içinde olan anında haber veriyor ki artık biz muhabirler bile kolaycılığa kaçıyoruz. Twitterdan bul fotoğrafı, al yorumu ekle habere. İş buna döndü. Onlar bizden daha hızlı. Sonuçta hepimiz yarının gazetesini çıkarıyoruz, sosyal medya anında. Bu durumu yazılı medyanın bitip internet medyasına tam anlamıyla geçilmesiyle açıklayabiliriz ama bu da çok hızlı olabilecek bir şey değil. Nereden baksan 30-40 yıl daha var.

Cihat: Ben yazılı basının biteceğini düşünmüyorum. Evet, yazılı basının okunurluğu günden güne tükeniyor. Ama kesinlikle internet haberciliğini besleyen bir şey. Yeri geliyor haber internette günün yoğunluğundan ötürü anında tüketilebiliyor. Sen bu haberi gazetede verdiğinde geç kalmış oluyor. Ama gazeteler sadece haber vermiyor. Beraberinde sanat ekleri oluyor, kitap ekleri oluyor ya da işledikleri özel dosyalar oluyor. Bunlar gazeteleri ayakta tutan şeyler. İnsanlar sabahları işe giderken ellerinde gazeteleri olup bakmasını seviyor. O yüzden yazılı basının bittiğini düşünmüyorum ama internet gazeteciliği ileriye dönük önemli bir yer kaplayacak.

Sami: Sosyal medya haberciliğine yurttaş gazeteciliği de deniliyor. Burada haberin doğruluğuna da dikkat etmek gerekiyor. Bu yüzden medyanın bir önemi halen duruyor. Yazılı basın ve internet konusunu şöyle tartışabiliriz: Kâğıt bir gün bitebilir. Bir gün sonrasının haberlerini biz gazete haline getiriyoruz ki insanlar onu tüketmiş oluyor. Asıl, medyayı ayakta tutacak olan çıkardığı önel haberlerdir. Yurttaş gazeteci bir yolsuzluğu ortaya çıkaramaz. İşi o değil çünkü. Yurttaş gazeteciliği davaları ne kadar takip eder, iddianameleri okur ve oradaki mantıksızlıkları bulur, yazar? Peki bu medya nereye evrilir? İnternet alanına evrilir. İnternet sitesi olmayan gazete de yok. Hepsi büro değiştirdi. En yakın örneği Radikal. Radikal, kâğıdı bırakıp tamamen internet sitesine dönecek.

Özgür: Basılı gazetenin bitebileceğini düşünmüyorum. Çünkü internette anlık olarak, yarım saatte tüketilecek haberler yazıyorsunuz. Bu haberi sizin ayrıntılandırılmış, her yönüne bakılmış şekilde yazmanız olanaklı değil. Günlük gazeteler olaylara ilişkin daha bütünsel bir perspektif sunabiliyor. Günün bütününe bakma ve daha ayrıntılı bir bakış açısı üretme konusundaki ihtiyaç hep olacak. Gazetelerin bu yönü, gazete manşetlerinin de siyasal gündemini şekillendirmede internet sitelerinde yer alan manşetlerden daha etkili olmasına yol açıyor.

Sami: Zaten gündem yaratmak yaptığın haberle alakalı bir şey. Özel haber yapmazsan, olan biteni verirsen bir gündem oluşturamazsın ki, ona bakarsan İsmail Saymaz’ın her haberini bir anda Twitter’ da binlerce insan okumaya başlıyor. Soru önergeleri veriliyor, bilmem neler oluyor. Bu sadece gazetelerin gündemi belirlemesi ya da gündeme müdahale etmesi kaç satması ya da iyi manşet atıp atmamakla ilgili değil. Bir yerden sonra referans gazete olmak diye bir şey var. Oradan sonra kaç sattığın ya da yayın politikan, kaç yıldır sen oradasın, kaç yıldır basın hayatındasın ve kaç yıldır doğru haber veriyorsun? Yurtdışında Türkiye’nin tek referans gazetesi var o da Hürriyet. Hürriyet çok mu iyi gazete çıkarıyor bugün? Hayır. İş bir noktadan sonra referans gazete olma noktasına geliyor. Referans gazete olursanız zaten gündeme direkt müdahale etmiş oluyorsunuz. Bu ülkede Hürriyet gibi bir gazete var. Amiral gemisi denir. İktidar yıktı. İSKİ yolsuzluk yaptı, sosyal demokratlar bir daha iktidara gelemedi. Koskoca Ilıcakları tek manşetle batırdı. Tercüman’ı kapattırdı. Adam kalp krizi geçirdi, vefat etti. Böyle etkili bir gazete var.

Alperen: Şimdi konu biraz başka bir yere doğru da geldi, Toparlayacak olursam Internet medyasıyla basılı gazeteyi karşılaştırırken bir taraftan da gazeteler içinde referans gazetenin ne olduğu ve etkisini de konuşma ya başladık, ilk tartışmaya yönelik fikrimi söyleyeceğim. Hız çok önemli gazetecilik açısından. Zaten bu herkes için aşikâr. Ama şu da var: Güne toplu bakmak dediği Özgür’ün. Bir diğeri de bizim tartışmamızın başı, haberin nereden yazıldığı olarak ifade edilen ve burada konum alma meselesi. Basılı gazetede bunu daha rahat yapabiliyoruz, Bir kere üzerinden bir vakit geçiyor ve o konu hakkında daha düşünülüyor, oturulup tartışılıyor vesaire sonra yazılıyor. Biz bugün gazetenin bir politik müdahale aracı olduğundan ve bu şekilde etkili bir biçimde kullanılabildiğinden konuştuk. Gazete internetten daha etkili burada. Üzerine oturup düşünüp haberi detaylandırıp neresini öne çıkaracağımız, nasıl bir kurgu geliştireceğimiz vb. bu anlamda politik etkisi çok daha yüksek. Ayrıca insanlar kâğıda daha çok güveniyor ve ciddiye alıyor. Siyaset böyle ilerlerken ben basılı medyanın süresinin ne zaman dolacağının siyasetle de bağı olduğunu düşünüyorum. Sadece teknolojik gelişimle ilgili değil.

Sami: Daha derli toplu olduğunu ben de düşünüyorum. Şu an kâğıdın daha etkili olduğunu düşünüyorum ama bir de insanların alışkanlıkları denen bir şey var. Genelde şudur: Metrobüse ya da herhangi bir toplu taşımaya biniyorsun sabah kaç kişinin elinde gazete görüyorsunuz ya da kaç kişinin elinde tablet ta da telefonla haber okuduğunu görüyorsunuz? Bunun kıyaslamasını yapmak da önemli. Diğer türlü eskisi tamam daha etkili. Devam da edecek. Devam etmesi de gerekir ama bir talep yoksa buna karşı da evrilmesi gerekiyor ayakta kalması için.

Alperen: “Son sözler” gibi bir tur daha yapmaya gerek yok sanırım. Ek yapmak isteyen yoksa bitirelim. Böylece bir yuvarlak masanın daha sonuna geldik. Gelecek sayıda görüşmek üzere…