Biyolojik Belirlenim ve Biyolojik Potansiyel
İnsan doğası tartışmalarında yapılan en büyük hatalardan birisi bu olgunun kategorik olarak reddedilmesidir. İnsanın canlı bir varlık olarak elbette kalıtsal olarak taşıdığı bir doğası vardır. Örneğin insan biyolojik olarak gerekli besinleri almadan yaşayamaz ancak tavaya iki yumurta kırmak kalıtsal olabilir mi? Nefes almam kadar, yeni doğmuş bir bebeğin çektiği ilk nefesiyle ağlaması da kalıtsaldır ancak güzel kokulu bir çiçeği koklamak doğuştan gelen bir davranış mıdır? Örneklerin ilk kısımları doğrudan kalıtsak(genetik) belirlenimle oluşan davranışlarken, ikinci kısımlar biyolojik potansiyelimizle kısıtlı kültürel davranışlardır. Mesela saf haldeki karbon monoksit (CO) gazının kokusunu algılayamazsınız ve zehirlenmeniz hatta ölmeniz mümkündür. Diğer yandan insanın evrimsel geçmişinin mirası olan zeka, hafıza, öğrenme ve kolektif çalışma yetenekleri sayesinde mümkün olan biyolojik olmayan birikimle ortaya koyduğu modern bilimle bu gazı ölçebilmekteyiz. Kimya bu gazın yapısını ortaya çıkardı, biyoloji, zehirleme mekanizmasını çözdü; mühendisler uyarıcı dedektörleri icat etti. Bu örnek bile insanı insan yapanın tek başına biyolojik alt yapı değil kültürel birikimin ve toplumların olduğunu göstermektedir.
İnsan Doğasının Sözde Bilimi: Sosyobiyoloji
Ne yazık ki toplum bilimleri ve doğa bilimleri arasındaki tarihsel ayrışma, siyasi ve toplumsal nedenlerle bazı ‘’saygın’’ bilim insanları bu gerçeği görmedi ya da görmekten kaçındı. 70’li yılların soğuk savaş ortamında, ideolojik savaşta yeni bir kadercilik görüşü biyoloji adına ortaya atıldı. İlginç biçimde dinlerdeki ‘’fıtrat ve ‘’yaratılış’’ kavramlarına benzer olan doğa bilimlerindeki bu akımları biyolojik determinizm olarak kategorileştirebiliriz. Biyolojik kalıtımı insana ait türlü varoluşa uygulamaya çalışan bu görüş, Herstein’ın ekonomik sınıfların zeka farkına dayandığı iddiasından, Jensen ve Shock’un ‘’ırklar’’ arası zeka farkı arayışına; Lorenz, Andrey ve Morris’in ‘’Çıplak Maymun’’undan, Dawkins’in ‘’Bencil Gen’’ ine geniş bir skalayı içermektedir. Hepsini ortak noktası, bugünki toplumsal, siyasi ve ekonomik yapıya ilişkin gerçekleri genetik kökenimize bağlamasıdır. Yani çok iyi bildiğimiz ‘’çünkü insan böyle yaratıldı değişemez’’ gerici görüşü yerine ‘’ insan böyle evrildi değişemez’’ düşüncesini koymaktır. Örneğin Morris, kadın erkek eşitsizliğinin ilkel yaşama dayandığını savunurken, Dawkins gen kopyalama makinelerinden ibaret olduğumuzu söylemekte ve fedakarlığın sadece kan bağı olanlara yapılabileceğini iddia etmektedir. Bu yazıda biyolojik determinizm sadece saldırganlık ve bencillik açısından incelenecek.
Kendisi bir böcek bilimci olan Edward O. Wilson, çok değerli gözlemler içeren ‘’sosyobiyoloji-Yeni Bir Sentez’’ kitabının insanla ilgili son bölümünde ise tam anlamıyla çuvallamıştır. Wilson bugünki tüm davranış biçimlerinin evrimsel atalarımızda kalıtımsal olarak sabitlendiğini kabul ediyordu. ‘’Çıplak Maymun’’ ve ‘’İnsanat Bahçesi’’ gibi popüler kitaplarında hikayeler yazan Desmond Morris ise sosyobiyolojinin tezlerini destekleyecek herhangi bir somut veri olmadan sadece sonuçlara bakıp spekülasyonlara başvurdu. Karşımıza aldığımız iddia temelde insanın ilkel klanlarında yıkıcı fenotipe (saldırganlık ve bencillik) sahip olanların diğer fenotiplere( iş birliği ve özgecilik) evrimsel olarak baskın olması sebebiyle üstün geldiği görüşü ve bunun değişmez olarak kalıtıldığı sonucudur. (Wilson,1975) bu karmaşık özelliklerin kısa sürelerde mutasyonla nasıl ortaya çıkabileceğini açıklayamamakla birlikte, evrimsel biyolojinin temel bir ilkesini ihlal etmektedir. Evrimde seçilimin temel birimi tür içi klanlar değil türün kendisidir. Dahası bugün biliyoruz ki sınırlı kalıtım bilgisi taşıyabilen DNA’larımızda bu tür karmaşık bilgilerin taşınması mümkün değildir. Bu sebeple bu araştırma kültürel evrimin konusu olmalıdır. Ancak, insanlar arasındaki çatışmanın kader olduğunu öne süren bu bakışının popüler olmasının sebebini ise biyolog ve nörobiyolog Steven Rose şöyle tespit emektedir:
‘’Evrim Teorisi, insanın belli yönlerinin-kapitalizm, milliyetçilik, ataerkillik, yabancı düşmanlığı, saldırganlık ve rekabet – ‘’bencil genler’’imize ‘’sabitlendiği’’ anlamına mı gelir? Bazı biyologlar bu soruya olumlu yanıt verdiler ve liberter monetaristlerden neo-faşistlere dek sağın büyük politik teorisyenleri bu biyologların resmi açıklamalarına kendi politik felsefelerinin ‘’bilimsel’’ doğrulanışı olarak sarıldılar.’’
Benzeşim ve Benzetişim
Evrimsel olarak en yakın atalarımızdan biri olan bonobo şempanzelerinde (Pan paniscus) gruplaşmalar, gruplar arasında şiddetli kavgalar ve grup işlerinde katı bir hiyerarşi gözlenmektedir. Peki bugün sahip olduğumuz ordu hiyerarşisi ve ülkeler arası savaşlar kuzenlerimize benzetilebilir mi? Biyolojik haşır neşir olmuş herkes homolog ve analog yapı (benzeşim ve benzetişim) ayrımına aşinadır. Örneğin; kartal ve şahinin kanatları aynı kökenden, kuş soyundan gelmektedir, diğer taraftan yarasının kanaları ise beş parmak içeren yapısıyla memeli soyunda sonradan oluşmuştur. Davranışlar içinde aynı farklılık geçerlidir, karınca türlerin tünel açma davranışlarıyla, insanın tünel inşaatı kökendeş (homolog) olabilir mi ya örümcekler doğuştan mükemmel mimarideki ağlarını kurabilirken hangimiz öğrenmeden balıkçı ağı örebiliriz? Aynı şekilde bonobolarla kurulan benzetişimdeki insandaki hali biyolojik kalıtımla değil toplumsal yapıyla ilişkilidir. Kültürel evrimi ve toplum bilimlerini dikkate almadan, hala ormanda yaşadığımız varsayımı ile hareket eden bu genetik indirgemeci bakış, diğer taraftan bolluk dönemlerinde komşu türlerle dahi yiyecek paylaşan diğer kuzen türümüz adi şempanzeleri (Pan troglodytes) görmezden geliyor. İnsanlığın aklı ve emeği ile geliştirdiği ihtiyaçtan fazla üretim koşullarında; bencilliği ve saldırganlığı tetilleyen genlerimiz değil ekonomideki eşitsiz dağılımıdır.
Genler Bencil mi?
Richard Dawkins’in ‘’Gen Bencildir’’ kitabı ile simgeleşen başka bir genetik determinizm türü ise canlı türlerinin esas biriminin DNA zincirleri olduğunu iddia etmiştir. Dawkins tüm hücre, doku, sistem ve çok hücreli bedenlerin genler tarafından kendilerini çoğaltmakamacıyla kullanılan teferruatlar olarak görür. Dawkins, evrimi, organizmaların mücadelesinin sonucu olarak değil, genlerin mücadelesinin sonucu olarak görmektir. Ne yazık ki canlılar organizma olarak ölür ya da yaşar ve ürerler. Canlı genotipi ve fenotipi birbirinden çok farklıdır. En nihayetinde polimer ve makro molekül olan DNA’da canlılığın sırrını arayan bu akıl, genlerin ifade farklılıklarını, canlının gelişiminin, çevrenin büyük etkisini ve gen dışı bilgi birikim yollarını yadsımaktadır. Dawkins’e göre tüm bedenimizle üremek için programlanmış makinelerizdir ve soyumuzun devamı için yaşarız. Dawkins’in savı ile bakarsak kendisi çiftleşme dansı yapmak yerine neden kitap yazmayı tercih etmektedir? hayatın başka ne amacı olabilir, değil mi? Dawkins kitabında doğum kontrol olduğunu açıklayacak kadar ileri gitmiştir. Evlat edinmek aykırı gelir çünkü kendi kanından değildir. Genetik determinizm aynı zamanda insanın doğuştan bencil olduğu görüşüne de götürmektedir, çünkü tek amacı genlerinin emrettiği, genlerini çoğaltma görevi olan bireyler yarışmak zorundadır.
Dawkins’in determinist görüşü yanlıştır. Özellikle insan gibi bir primat için daha da yanlış. Primatlar yaşamda kalmak için yaptıkları pek çok davranışı öğrenerek edinirler. Genellikle gruplar halinde yaşarlar; insanda ise bu sınıflı toplumlar öncesinde tam bir komün yaşam dönüşmüştür. Çünkü piramatların hayatta kalma stratejisi öğrenebilen, hafıza kullanabilen, düşünebilen ve iş birliği yapabilen bir biyolojik alt yapı ile şekillenmiştir. İnsanda ise son iki milyon yıldaki alet ve emek üretiminin de eşlik ettiği bir kültürel birikimle bugünkü haline gelmiştir. Bu sayede insan ve insanlık üretmekten fazlasını yapma potansiyeline sahiptir.
İnsanları doğuştan bencil olmakla suçlayan yaygın bir düşünce deneyini inceleyelim. Arkadaşınızla birlikte yanan bir evin içinde sıkıştınız. Arkadaşınızı kurtarma şansınız var ancak arkadaşınızı kurtarırsanız siz yangından sağ çıkamayacaksınız, kendinizi kurtarırsanız arkadaşınız sağ çıkamayacak. Ne yaparsınız? Böyle bir düşünce deneyinde insanın diğer hayvanlar gibi en temel güdüsü olan hayatta kalma güdüsünü açığa çıkardınız. İnsanın biyolojik olarak bencillik potansiyeli elbette vardır, ancak bu düşünce deneyi bencillikleri aklar mı? Neden yangın içindeki bir ortamda olduğumuz sorgulanmamalı mı önce? Ya da işsizlik ve açlıkla kıvranan insanlara, ‘’sadaka’’ dağıtan talancı iktidarların kamyonlarında neden izdiham çıkmaktadır. Çalınan rezidanslara değil halka ‘’sıfırlansa’’ böyle bir yarış olur mu? Ya da metrobüste oturmak için birbirini iteleyen işinden yorgun argın çıkmış insanalar, fazladan bir otobüs daha çalışsa birbirlerini ezerler mi? Bu bize biyolojik potansiyelimizin ekonomik sistem tarafından kötüye kullanıldığını göstermektedir.
Bugün, insanların bencilliğe ve saldırganlığa yatkın olduğu açık gerçektir. Savaş provakasyonlarının had safhada olduğu, eşitsizlikten doğan sorunların çözümünün milliyetçilik ve dinsel ayrışmalarda aranmasının propanga eden, çocukların silahlarla ve çatışmalı dijital oyunlar oynayarak büyüdüğü dünyamızda bu sonuç çok doğaldır ancak evrimsel geçmişimizden geldiğini iddia etmek safsatadır. Gerçek, doğal olduğu kadar bu gerçeğe karşı verilen mücadele de meşrudur. İnsanlığın bir daha savaş ve açlık çekmeyeceği bir dünya için gerçekleştirilen direniş de. Evrimsel biyolog ve paleontolog S.J Gould’dan bir alıntı ile bitirelim:
‘’Savaşın ve şiddetin sorumluluğunu etçil olduğu varsayılan atalarımıza atmak ne kadar tatmin edici; içinde bulundukları durum için yoksulları ve açları suçlamak ne kadar rahatlatıcıdır. Bunu yapmazsak, herkese insanca yaşamı sağlamakta utanılacak derecede başarısız olan ekonomik sistemimizi ya da hükümetimizi suçlamamız gerekecektir. Hükümeti denetimde tutanlar ve bilimin varlığını sürdürmek için ihtiyaç duyduğu parayı sağlayanlar için çok uygun çözümler.’’
Kaynakça ve Öneriler:
- Şenel, A. (2003), İnsan ve Evrim Gerçeği. Özgür Üniversite, Ankara
- Dawkins, R. (2001) Gen Bencildir. TÜBİTAK, Ankara
- Gould, S.J.(2000), Darwin ve Sonrası. TÜBİTAK, Ankara
- Rose, S. Ve diğerleri (1985), Not in Our Genes. Pantheon, London
- Wilson, E. O. (1975) Sociobiology-The New Synthesis. Harvard University Press, Cambridge
- Woods A. Ve Grant T. (2011) Aklın İsyanı: Marksist Felsefe ve Modern Bilim. Tarih Bilinci, İstanbul