Haziran’ın Avantajı ve Tıkanma
Değerlendirmelere başlamadan önce bazı köşeleri belirlemekte yarar var. Ben siyaseti en üst soyutlama düzeyinde ‘’temsiliyet sorunu’’ olarak tanımlıyorum. Burada temsiliyeti kitlelere doğrudan önderliğin dışında yine bununla ilişkili olduğu ölçüde anlamlı olan fakat kendi özgül ağırlığından da bahsedilebilecek kavramlara ya da olgulara ilişkin temsiliyet olarak da algılamak gerekiyor.
Yine ortaklaşması gereken bir diğer mesele; siyaset yalnızca hedeflenen kitleye yönelik yapılmaz. Siyaset aynı zamanda düşman görülenin kitlesel konsolidasyonunu bozmak için yapılır. Daha açık bir şekilde yazarsak: Siyasal mücadele hem kendi mevzilerini genişletmeyi ve güçlendirmeyi hem de karşı tarafın mevzilerini geriletmeyi ve dağıtmayı amaçlamalıdır. Bu siyaset yapılan zeminini bütününe ilişkin bir iddiayı gerektirir. Bu iddia karşı tarafa doğrudan seslenerek değil karşı tarafın gerilemesi, iç konsolidasyonunun zayıflamasının haziran direnişi kitlesinin örgütlü ve mücadelede aktif kılınması dolayımıyla olacağını bilerek gerçekleşir.
Haziran Direnişi bu iki başlıkta da çok başarılı olmuştur. Direniş, milyonlarca insanın doğrudan temsiliyetini almanın dışında özgürlük kavramını liberal goygoyculuğun alanından çekip almıştır. Direniş, uzun yıllardır ‘’elit, devletli ve yasakçı’’ laiklik argümanını laikliği halklaştırarak ezmiştir. AKP’nin yıllardır anlattığı, zulme karşı isyan edenlerin, yoksulların, ‘’ötekileştirilenlerin’’, ezilenlerin vs… aslında en genel anlamıyla büyük harfle Halk’ın Erdoğan’ın ya da AKP’nin küçük harfle halkı olmadığını göstermiştir. ‘’Küçük harfle halk’’ kavramının seçilmesinden AKP’ye oy veren geniş toplamı aşağılamak değil, seçimlerde temsilcilerini belirlemek haricinde siyasal bir kategoriye dönüşmemesini anlamak gerekiyor. Halk direnişle beraber siyaset aktığı ölçüde sağ popülizmden özgürleşmiştir. Haziran Direnişi’nin bir diğer başarısı önderlik ve örgütsüzlük sorununun yarattığı tüm olumsuzluklara rağmen isyan eden toplumsal kesimlerle birlikte halk temsiliyetini kazanmış olmasıdır. Asla kendi alanına sıkışmamış, karşı tarafın siyasi temsilcilerinin kullanabileceği hiç açık vermemiş ve tüm liberal basınca ve medyanın bilinçli/bilinçsiz daraltma çabalarına rağmen ‘’Ben Türkiye’yim’’ diyebileceği olanakları boş geçmemiş, değerlendirmiştir. Özellikle saydığım bu iki başlık bence Haziran’ın en büyük avantajlarını oluşturuyor. Burayı biraz açmak gerekiyor. Haziran olayları, belki de en fazla gündelik yaşamın günden güne daha fazla dini kurallara göre belirlenmesi gerçeğine karşı toplumda biriken tepkinin ürünüdür. Erdoğan bunu görmiş ve kendi tabanını kosolide edecek bazı provokasyonlar denemiştir. Eylemler sırasında İstanbul’da türbanlı bir kadının dövüldüğü ve insanlık dışı bazı durumlara maruz kaldığı iddia edilmiştir. Ancak eylemler süresince böyle bir olay devletin resmi verilerine göre dahi yaşanmamıştır. ‘’Camide içki içtiler’’ yalanı, bazı fotoğraflar eliyle yandaş medyaya servis edilmiştir. Eylemciler buna ‘’İnançlara saygılıyız’’ diyerek yanıt vermiş, provokasyonu boşa çıkarmışlardır. İstanbul’da ‘’Karakola saldırıldı’’ denmemesi için eylemcilerin karakol önünde kurdukları insan zinciri de bu örnekler arasında sayılabilir. Ortaya çıkan denemeleri beğenirsiniz beğenmezsiniz ancak Haziran olayları, AKP tabanını paralize ettiği ölçüde Erdoğan’ı çok terletmiştir.
Bütün bu başarılarına rağmen Haziran, önderlik ve örgütsüzlük sorununun doğal sonucu olduğunu düşündüğüm bir daralmaya gitmiştir. Haziran bir post modern kimliğe dönüşme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı ölçüde daralmış ve sarsıcı etkisini görece yitirmiştir. Bahsedilen daralma insan sayısı bağlamında değil, yukarıda açmaya çalıştığım kavramlar ve politik avantajlar eksenindedir. Yani Haziran son dönemde ‘’Ben halkım,ben Türkiye’yim’’ demeyi eksik bırakmış, seçimlerin belirlediği atmosfere doğru gidildikçe sürekli ‘’biz’’ demeye ve kendi içine seslenmeye başlamıştır. Yine yukarıda önemli gördüğümü söylediğim avantajlar bu durumla beraber ortadan kalkmaya başlamıştır.
Bir Fransız komünistinin Nazilerin verdiği infaz kararı sonucu kurşuna dizilmek üzereyken söylediği anlatılan sözler beni çok etkilemişti. Emri uygulayan genç Alman askerlerinin gözlerine bakarak ‘’Sizin için de ölüyorum aptallar!’’ diye bağırdığı söylenir. Onlar için de mücadele ettiğini onların elinden ölürken bile haykıran bir mücadelecilik… İlerici mücadelenin tarihsel günün burada olduğunu düşünüyorum. Gericilik uğruna mücadele ettiğimiz insanları karşımıza çıkarabilmektedir. Bu ikilemi aşmak, mücadelenin meşruiyetiyle ve gücüyle mümkündür.
Seçim sonrası artık bir klasik olarak açılan ‘’karşı tarafı anlamak gerek’’ tezini ise ciddiye almamak gerekiyor. AKP tabanını halk olarak görüp halka inilemediğini iddia eden anlayış, Haziran Direnişini hafife almaktadır. Türkiye’de sol düşüncenin halkla barışık olmadığı iddiası, sol düşüncenin sağ ile barışık olması gerektiğini savunmakta ve bunu propaganda etmektedir. Bu tartışma bir yanıyla samimi bir saflığı, diğer yanıyla AKP’nin ‘’muhalefeti yeniden dizayn etme’’ hamlesini içermektedir. Bu değerlendirmeler tümüyle reddedilmelidir. Bugünün ihtiyacı sandık aritmetiğinin diğer yanından nasıl insan devşiririz sorusuna verilecek yanıtlar da aranmamalıdır. Yeni bir ülke mücadelesini zafere ulaştırmak için ihtiyacımız, Türkiye’nin bütününe müdahale eden bir siyaseti güçlendirmektedir.
Seçim Öncesi Sonuçlar
Seçimlere gidilirken memleketin başından geçen en önemli olay herhalde herkesin hak vereceği şekilde 17 Aralık operasyonudur. 17 Aralık operasyonu ve uzun bir süre boyunca yayımlanan ses kayıtları Türkiye’nin AKP eliyle nasıl soyulduğunu, memleketin gerçek bir mafya eliyle yönetiliyor oluşunu ortaya koydu, tekrar etmeye gerek yok. Bu boyutlardaki bir yolsuzluk, hükümetin düşmesiyle-düşürülmesiyle sonuçlanmalıydı. Türkiye siyasi tarihinde yolsuzluğun özel bir anlamı da vardır ve yolsuzluk gerçekten halkın ciddi tepki verdiği önde gelen başlıklardan biridir. Ancak AKP çok sarsılmasına, korkmasına rağmen düşmemiştir.
Tayyip Erdoğan ve AKP Haziran’dan beri toplumu köklü biçimde ayrıştırarak kendi seçmenini konsolide etme çabası sürdürmüştür. ‘’Tüm düşmanlar Erdoğan’a karşı’’ politikası tutmuş ve AKP böylesine büyük bir krizden oylarını koruyarak çıkmıştır. Seçim çalışması tamamen Erdoğan’ın konuşmalarına ve söylemlerine gömülmüş, ‘’dış mihrak’’, ‘’paralele devlet’’, ‘’darbe girişimi’’ ve ‘’cehape’’ gibi çeşitli korku mottolarıyla seçim sath-ı mahali AKP lehine kutuplaştırılmıştır.
AKP aynı zamanda ikili bir politika uygulamış, kendi yarattığı ekonomik alanları ‘’hizmet’’ kavramı üzerinden başka siyasi girdilere neredeyse kapatmış, karşıtlarının bulunduğu konumda kemikleşmesi pahasına saldırgan söylemini sürdürmüştür. Bu durum en genel anlamıyla bizim cenahta da bir içe kapanma doğurmuş, aslında seçim sandıktan önce kazanılmıştır.
CHP ise Erdoğan’ın bu toplumu bölen söylemine karşı kapsayıcı bir dil tutturmaya çalışmış ancak asıl olarak iktidarın anahtarı olarak gördüğü sağ seçmene, Batıya, cemaatlere, liberal aydınlara seslenmeyi hedeflemiştir. Sağ seçmenin oylarını alabilecek sağ adaylar bulunması için çalışılmış, AKP’nin bayağı siyasi taktikçiliği taklit edilmeye çalışılmış ve memleket siyaseti basit bir sandık hesaplamasına heba edilmiştir. CHP, umudunu arkasına aldığı halkın kimi kalkışmalarını ise bu hedeflediği unsurları korkutmamak amacıyla törpülemeye çalışmış yetmediğinde topluma provokasyon korkusu yaymaktan da çekinmemiştir.
CHP kendisini, tarihsel ve Haziranla beraber konjonktürel olarak üstlenmek zorunda bırakıldığı değerlerden bağımsız kavramaya çalışmış ve bu yüzden basit bazı hamlelerle sağa oy veren ve ‘’CHP düşmanı’’ diyebileceğimiz kesimlerle ilişkilenebileceğini düşünmüştür. Ancak olmamıştır. CHP Türkiye’de öyle veya böyle solda görülen bir partidir ve AKP’nin üzerine bindiği seçim aritmetiği, Türkiye’yi sokmaya çalıştığı siyasal atmosferle gerçek bir kavga verilmeksizin değiştirilemez. Nitekim böyle de olmuştur. Merkezlerinde gerçek bir yakınlığın bulunduğu CHP-MHP ikilisi Ankara hariç önemsenecek bir oy CHP’ye akmamıştır. Yani sağ seçmen ‘’CeHaPe’’ ye oy vermemiştir.
Bir Pratik Aklın Eleştirisi
Üyesi olmadığım bir partinin stratejisini tartışmak bir yerden sonra gerçekten anlamsızdır. Ancak Cumhuriyet Halk Partisi’nin seçimlere giderken etkisini arttırdığı siyasetin arka planındaki akla geniş kesimleri de ikna ettiği açıktır. Yani en genel anlamıyla bizim cenahta bir ‘’CHP sorunu’’ olduğu açıktır*. Bu ikna edilen toplam seçim sırasında ve sonrasında sandıklara yansıyan dayanışmanın da mimarları başta gençlik olmak üzere Haziran insanlarıdır. Beraber mücadele ettiğim ve etmeye devam edeceğim insanlarla doğru yolu bulabilmek için bu siyasi aklın eleştirisinin yapılması gerektiğini düşünüyorum. ‘’Biz yenilmedik Almanya yenildi!’’ psikolojisinde olanlar için de gerekli tartışma olduğunu belirteyim.
Başa şunu yazmakta fayda var: Adalet ve Kalkınma Partisi Türkiye Cumhuriyeti tarihini incelediğinizde içine rahatça yerleştirebileceğiniz sıradan bir parti ya da sıradan bir iktidar değildir. AKP bu toplumun, rejimin ve devletin ayarlarıyla fazlaca oynamış, kimsenin yapamadıklarını akasına ‘’milli iradeyi’’ alarak yapmış bir partidir. Böylece bir partiyle mücadele etmenin aynı zamanda bir rejim karşıtı mücadele olduğunu unutmamak gerekiyor.
Rejim karşıtlığı diyerek bir üst kategoriye çıkarmamın sebebi, bu mücadelenin ancak rejimi üzerine belirli ayakların ve zayıf noktaların önceliğe koyulacağı, ancak bunların toplum nezdinde de mahkum edileceği bir siyasi anlayışla yürütülebilecek olmasıdır. Yani AKP sıradışı, güzel, eğlenceli ve maliyetinden kaçınılmamış seçim çalışmalarıyla yenilmez. Kendisini radikal bir biçimde ‘’milli irade’’ ile tanımlayan bir iktidarın elinden sandık kozunun alınması çok önemlidir, doğru. Ancak bu yine tekrar edeyim: Rejim karşıtı bir siyasal mücadele ile mümkündür. Amerikan tipi bir siyasi reklamcılık örneğiyle ve ara ara bizim tarafa dönük yapılan sakin olun edebiyatıyla olmaz. Hiçbir rejim sakin sakin devrilmemiştir. Sandığa yapılan bu vurgu sandığa dahi yansımayan bir sonuç ortaya çıkarmıştır.
Diğer taraftan şahıslara indirgenen bir siyasi başarı da mümkün değildir. Kadir Topbaş’a karşı Sarıgül, Gökçek’e karşı yavaş çıkarılmış ve kapışma parti merkezlerine kurulan dev ekranlarda izlenmiştir. Yani seçimlerde bir nevi iddia oynanmıştır. Toplum ‘’kupanın iyi olduğuna’’ , ‘’ bu sefer sistem yapıldığına’’ filan inandırılmıştır. Uzun zamandır yenilmeyen, yıldız oyuncusu fazla şahsi ancak halen takım oyununu kaybetmemiş bir ‘’şampiyona’’ karşı karma- toplama bir takım çıkarılmış ve maç tribünlerden izlenmiştir.
Peki, siyaset zar atılarak yapılabilir mi? Evet sonuçların bir kısmı inanların öngöremeyecekleri kadar karmaşık olacağı için şansa bağlıdır denebilir. Öyle veya böyle söz gelimi Ankara’da Gökçek gitseydi iyi olacak mıydı? Kesinlikle iyi olacaktı. Ancak mesele daha büyüktür. CHP, hükümeti sarsan bir hareketliliği devirme ihtimali herkes tarafından teslim edilen bir hareketliliği arkasına almış ve sonra kumar oynamıştır. Aynı benzetmeyle devam edersek; yalnızca seçmen olmaktan çıkan ve karşı takımın oyun düzenini de bozan yeni oyuncu halk takıma alınmış ancak maç boyunca yedek kulübesinde oturtulmuştur. CHP seçim süresi boyunca, halkın Haziran’da yaptığının onda birini yapamamıştır.
Eğer ortada bir başarısızlık ve kayıp varsa tam da bu pratik aklın başarısızlığı ve kaybıdır. Direniş, bu yenilgiden dersler çıkarmalıdır.
AKP Nasıl Yenilir?
AKP’nin nasıl yenilebileceğine ilişkin aslında yepyeni şeyler önermeyeceğim. Zaten elde birikmiş çokça deneyimimiz var. Bunların aklımızı açacak bir toparlanmasının yeterli olduğunu düşünüyorum. Gerisi mücadelenin işi.
TEKEL eylemleri sonrasındaydı zannediyorum hali hazırdaki Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç çok samimi bir laf etmişti. Gerçek bir alıntı yapamayacağım ama şu minvalde bir şeydi: ‘’Onun bunun eylem yapması çok önemli değil. Ancak annelerimiz, kız kardeşlerimiz, işçimiz, gencimiz sokağa iniyorsa bunu ciddiye almak lazım ben bundan korkarım.
Bülent Arınç’ın sözlerinden yaptığım ‘’alıntımsı’’ bence çok şey anlatıyor. Aslında siyasi iktidarla mücadelenin gereklerinin de altını çiziyor. Kendisinin rejim olarak, devlet olarak, sermaye olarak ve Ortadoğu fatihi olarak kuran bir iktidarın koruması gereken çok mevzisi olması onun gücünü göstermekle beraber en büyük dezavantajını da ortaya çıkarmaktadır. AKP, kavgayı daralttığı ve tekleştirdiği ölçüde kazanmakta, yaydığı ve genişlettiği ölçüde kaybetmektedir. Seçimler ve sandığa kilitlenmiş siyasi anlayış bana kalırsa bu yüzden de sıkışmış ve hadi kaybetmemiş olsun, kazanamamıştır.
Burada ülkenin yaşadığı bir kaç deneyimi yardıma çağıracağım. Bunlardan biri TEKEL direnişidir. TEKEL direnişi, özelleştirme sonrası neredeyse tüm hakları ellerinden alınan ve ücretli radikal bir biçimde düşürülen işçilerinin Erdoğan ile görüşme taleplerinin sonuç vermemesi, üstüne üstlük bir de azar yemeleri üzerine ortaya çıkmıştır. İşçilerin Ankara’nın merkezi Kızılay’a çadır kurmuşlar üç aya yakın bir süre orada, kışın soğuğunda hakları için mücadele etmişlerdir. O dönem işçilerle vicdani bir bağ kurmayan çok az yurttaşımız vardır. İşçilerin haklılığı ve mücadeleleri çok gerçekti. Ülkenin dört bir yanından işçilere destek kampanyaları düzenlendi. İşçiler veya destekçileri ülkenin her yanında gezerek haklılıklarını anlattılar ve AKP hariç kimseden olumsuz tepki almadılar. AKP ile işçinin kavgasında AKP’nin tüm argümanları boşa çıktı. AKP gardını düşürmek zorunda kaldı.
Yükseköğretime Giriş Sınavlarında yapılan yolsuzluk sonrasında on binlerce liselinin sokaklara döküldüğü eylemleri hatırlayalım**. AKP’yi kitleyen başlıklardan biri de buydu. Herkes liselilere haklılığını teslim ediyordu. Bu hilebazlık AKP’nin hanesine yazıldı. AKP kaybetmiş görüntüsü vermek için kırk takla atmak zorunda kaldı.
Ya da Başbakan’ın ODTÜ’ye gelişiyle başlayan ve bugün haziran eylemlerinin tetikleyicisi olarak görülen üniversite eylemlerini düşünelim. Ülkenin geleceğine, gençliğine saldıran bir iktidara yardakçılarından başka sahip çıkan olmadı. Siyasi kibiri, ODTÜ gibi ülkenin aydınlık geleceği için olduğu kadar ekonomisi için de oldukça önemli üniversitelerini kapatma tartışması açacak kadar artmış bir iktidar başta bu ülke halkının vicdanında mahkum edildi. AKP ile gençliğin kavgası sonrasında AKP üniversitelere gelemez oldu. Üniversitelerin kapıları bugün AKP’ye kapalıdır.
Haziran’ın başarısına ilişkin ise yazının başında yaptığım vurgulara tekrar bakılabilir.
Örnekler genişletilebilir. AKP’nin durakladığı ya da geri çekildiği başlıkların, onun bir bütün olarak ‘’milli irade’’ çuvalına atıp temsil ettiğini pompaladığı toplumsal kategorilerin mücadele alanına çekildiği başlıklar olduğunu görmemiz gerekiyor. AKP işçiyle karşı karşıya kaldığında ne yapacağını şaşırıyor. AKP, karşısında gençliği gördüğünde eli ayağı titriyor. AKP karşısında kadınları, anneleri görünce tek bir laf edemiyor. AKP karşısında halkı görünce ilk fırsatta Fas’a uçuyor. O zaman ısrarla karşısına işçi, gençlik, kadın, halk olarak çıkmalı ki, bu iktidar halk eliyle devrilebilsin.
Bu noktada ısrar edilmeli, Haziran seçim döneminin öncesinde başlayan ve seçim sonuçlarının perçinlediği daralma ve içe kapanma halinden kurtarılmalıdır.
Yakın Geleceğe Bakarken
Seçim sonuçlarına ilişkin çok değerlendirme okudum. Bugün AKP’nin gitmesini isteyen ancak hiçbir zaman kendimi onunla aynı tarafta göremeyeceğim Cengiz Çavdar’ın seçim sonuçları için yaptığı bir değerlendirmeye katıldığımı söylemek durumundayım.
‘’Herkes için Pyrus Zaferi’’ diyor Çandar. Yani seçimlere giren dört büyük partinin hepsi kazandı, ancak bu zaferlerin herkes için ağır bedelleri olacak.
Yaygın olan ve benim de katıldığım bir diğer değerlendirme ise seçimlerin AKP açısından muharebe kazanımı olduğu ancak savaşın sürdüğü tespiti. Fotoğrafa bakmak genelde yanıltıcıdır. %43,5’in fotoğrafı bir şeyler anlatmaktadır ve gerçektir, evet. Ancak Haziran’dan bugüne çekilen bir filmi izlediğinizde AKP için işlerin’’ %43,5’’ ya da il belediyeleri haritasındaki o ezici sarı yoğunluk olmadığını görürsünüz.
Türkiye’deki olumlu politik taraflaşma kimi özgüven kayıpları yaşasa dahi ortadan kalkmadı. AKP’ye olan öfke de yakın vadede ‘’normalleşecek’’ gibi görünmüyor. Sandık aritmetiği tersini gösterse de, AKP’nin son kalesi sandık haricinde bütün alanlarda AKP’ye karşı bir üstünlüğümüz olduğunu bilmek gerekiyor. Toplumsal etkisi yüksek tüm alanlarda AKP’nin bir krizle karşı karşıya olduğu açıktır. Seçimler, bu durumu AKP lehine değiştirmeye yetmemiştir. Bu da AKP’nin yenilgisidir.
Türkiye gençliği ve halkı AKP’yi yenecek gücü ve iradeyi kendinde bulmuştur. En başa yazılması gereken budur. Bu gücün örgütlenmesi, AKP’nin halk lehine gidişinin tek koşuludur. Gençlik bu koşulu gerçeğe dönüştürecek örnekleri en kısa zamanda yaratmasını bilecektir.
*MHP’nin oylarını görece arttırdığını görmek mümkün. AKP’ye çeşitli başlıklarda öfkelenen sağ seçmenin MHP’ye oy verdiği söylenilebilir. Ancak MHP’nin durumunun ciddi bir değerlendirmeye ihtiyaç duyduğunu düşünmüyorum. BDP is, bu yazıya baskın çıkacak bir değerlendirmeyi gerektireceği ve yakın gelecek benim ortaya koymaya çalıştığım siyasi zeminin dışından etkileyeceğini bildiği için bir başka yazıya ihtiyaç duyuyor.
**Bugünün o eylemleri yapan liseli arkadaşlarımızın çoğu üniversitelerde, eminim bir kısmı bu yazıyı okuyordur.