Oradaydık ve Şimdi Buradayız*

İnsana çocukluğundan kalan en önemli davranışlardan biri başka dünyalara doğru hayal kurmaktır. Günlük tedirginlikler içerisinden uzaklaştırılarak güzel günlere olan inancı pekiştirmesini bir kenara koyalım, insanı daha iyiye olan yola iten şeylerden birisidir. Bu noktada eskiden Altıkırkbeş Yayınları’nın kitap tanıtımlarında kullandığı sözü dünyalara da uyarlamak olası.

‘Unutmayın, hikayeler ikiye ayrılır; gerçek olanlar ve gerçek olması gerekenler, kararı sizin.’

Başka dünyalar düşlemenin edebiyattaki iz düşümlerinden en önemlisine ise kuşkusuz İngiliz fantastik edebiyat yazarı J.R.R.Tolkien’dir. Tolkien’in yarattığı evren üzerinde kendi imzası olan üç kitabı bulunuyor. Bunlar: ‘Silmarillion’, ‘Hobbit’ ve ‘Yüzüklerin Efendisi’. Evrenin hikayesi Orta-Dünya kıtasını ve içinde bulunduğu ismi Arda olan dünyayı kontrol etmeye çalışan ‘iyi’ ve ‘kötü’ tarafların mücadelesi olarak açıklamak mümkün. Silmarillion kötü tarafın simgesi olan Morgoth’un yenilmesini ve Arda’dan kovulmasını anlatırken, sonraki kitaplar Morgoth’un hizmetkarı Sauron’un dünyayı tekrar ele geçirme çabalarını konu alır. Kitapların popülerlik durumu konusundaysa şu söylenebilir; Yüzüklerin Efendisi, Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikayesi kitabından sonra en çok satan kitap unvanına sahipken, Hobbit bu listede 4. sırayı alıyor. Hobbit toplam 100 milyondan fazla satmışken, Yüzüklerin Efendisi 150 milyondan fazla satmış.

Özellikle kitapları okuyanlar bu ‘fazla’ popülerliği açıklamakta pek zorlanmıyor. Çünkü kitapları okumaya başlayan birisi kolaylıkla o dünyanın içine katılıp orada yaşayabiliyor. Burada kesinlikle Tolkien’in emeğinin çok büyük bir payı var. Tolkien’in yarattığı dünyayı zenginleştirmek adına oluşturduğu yaklaşık ondan fazla lisan ve 1914’te başlayıp, ölümünün gerçekleştiği 1973 yılına kadar ayrıntılı bir şekilde yazmaya çalıştığı evrenin mitolojisini oluşturan Silmarillion kitabı bu emeğe örnek olabilecek durumlar.

Biz ise bu soruya farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyoruz. 1920 ve 30’ların önemli entelektüeli Walter Benjamin’in ‘Hikâye Anlatıcı’ makalesini temel alarak, yeni hikâye anlatıcıları oluşturacak bir türün yaratıcısı olarak görüyoruz Tolkien’i. Bu tezi temellendirirken Benjamin’in makalesi dışında bol bol, yazarın türün temellerini attığı yapıtı olması nedeniyle de ilk yapıtı Hobbit’e bakacağız. Hobbit’e bakmamızın bir diğer sebebi ise yakın zamanda çekilen filminin, tam da bizim ele alacağımız sebeplerden ötürü, serinin hayranlarını hayal kırıklığına uğratması. Devam etmeden önce Hobbit’in hikayesinin bir özetini geçmekte yarar var. Hobbit kitabı, evini çok seven hobbit Bilbo Baggins’in, evleri ejderha Smaug tarafından kaçırılan 13 cüceye yardım etmesinin hikayesi.

Orası’nın Hikayesi

Bu noktada ‘hikâye anlatıcısı’ tanımının üzerinde biraz durmak önemli. Kısaca belirtmek gerekirse hikâye anlatıcısı deneyimlerinden oluşan bir konuyu ilginçleştirerek ve güzelleştirerek sonraki nesle aktarmayı başarabilen kişidir.

Benjamin bu vasfa sahip insanların git gide azaldığından bahsederek başlıyor makalesine. Düşüncesini ise şu sözlerle temellendiriyor: Deneyim değer kaybetti. Benjamin’e göre hikâye anlatıcılığının temelini oluşturan deneyim aktarması kaybolduğundan bu eski meslek de yavaş yavaş kaybolmayı başlamış. Benjamin bu deneyim kaybolmasını Birinci Dünya Savaşı’nın başta cephedekileri olmak üzere herkesin deneyimlerini yalanlayan bir tecrübe olmasına bağlıyor. “Çünkü deneyim hiçbir zaman, stratejik deneyimin siper savaşı, iktisadi deneyimin enflasyon, bedensel deneyimin mekanik savaş, ahlaki deneyimin iktidar sahipleri tarafından boşa çıkarıldığı bu dönemdeki kadar yalanlanmamıştı.

Savaşın kasvetini Fransa’da savaşırken görmüş olan Tolkien ise bu noktada bunu anlatmanın farklı bir yöntemini keşfetti. Deneyimlerini çocuklara aktarmak isteyen Tolkien çareyi savaşı değiştirmekte buldu. Okuyanları tecrübe edilemeyecek bir dünyaya götürdü ve insanların deneyim aktarımını oradan kazanmasını sağladı. Bu kez savaş bir ejderhaya karşı verilecekti ve karakterse dünyamızın eski günlerinden kalma bir canlı olan hobbitti. Böylece Tolkien kimsenin gitmiş olamayacağı, tamamen kurgusal bir dünya düşleyerek bu deneyim sorununa tamamen yeni bir bakış açısı getirdi. Bakış açısını ise kendi ilgi alanları olan masallar ve İskandinav mitolojisi ile besledi. (Kitapta yolculuğa çıkan tüm cücelerin ve Gandalf’ın isimleri İskandinav isimleridir. Karakterlerse açık bir şekilde Grimm ve Andersen masallarından fırlamış gibidir.)

Tolkien’in kullandığı üslup ise fantastik edebiyat yapıtını daha gerçekçi kılıyor. Tolkien hikayesini anlatırken okuyucuyu evrenin gerçekliğine dair konuşmalara boğmaktansa onu evrenine davet ediyor. Okuyucunun karşılaştığı yeni ve gerçeküstü şeyleri sanki sıradan şeylermiş gibi açıklamayı tercih ediyor ve bunları yapmak için hikâyeyi bölmekten çekinmiyor. ‘Söz konusu hobbitimizin annesi -hobbit nedir? Sanırım günümüzde Hobbitler biraz açıklama gerektiriyor, zira nadir bulunur ve bize verdikleri isimle, Büyük Ahali’den uzak durur oldular. Yaklaşık yarı boyumuzda ve sakallı cücelerden daha küçük, ufak bir halktırlar (veya öyleydiler) –

‘Tam da o anda Bilbo planındaki zayıf noktayı fark etti. Sizler muhtemelen bunu uzun zaman önce fark ettiniz ve ona gülmektesiniz; ama onun yerinde olsanız, onun yaptığının yarısını bile başaracağınızı sanmam.’

‘(…) burada bir süre dinlendiler ve yanlarında bulunan, çoğunlukla cram ve sudan oluşan erzakla kahvaltı ettiler. (Cram’ın ne olduğunu merak ediyorsanız, size tek söyleyebileceğim tarifini bilmediğim; ancak bisküviyi andıran, hep taze kalan, yiyene güç vermesi beklenen, ancak kesinlikle keyifli, aslına bakılırsa bir çiğneme egzersizi olma dışında ilginç dahi olmayan bir yiyecek olduğudur. Göl insanları tarafından uzun yolculuklar için geliştirilmişti.)

Üslubunu böyle oluşturmuşken Tolkien evrenindeki yaratıkları da bu üsluba uygun bir şekilde konuşturmaya başlıyor. Ardıçkuşları, kargalar ve kartallar karşılaştıkları karakterlere hizmetlerini sunup yardım ediyorlar ve evreni daha masalsı bir havaya çevirmekte yardım ediyorlar. Bu havayı devam ettirmek için romanda sıklıkla yansıma cümleler de kuruluyor.

‘Şak! Çak! Kara çatlak’

Kavra, yakala! Çimdikle, kap!

İşte iniyorsun delikanlı

Goblin kasabasına!’

‘Yuvarlan-yuvarlan-yuvarlan-yuvarlan

Yuvarlan-yuvarlan-yuvarlan delikten aşağıya!

Vira salpa! Şap çup!

İniyorlar aşağıya, sallana yuvarlana!’

Üslup üzerine bunları söylemişken, biraz da Hobbit’in konusu üzerinde durmak gerekiyor. Burada tekrar Benjamin’e döneceğiz. Benjamin ilk gerçek hikâye anlatıcısının masal anlatıcısı olduğunu söylemesinden biraz önce, hikayelerin konularına dair şunları söylüyor: Her gerçek hikâye, açık ya da örtük biçimde yararlı bir şeyler barındırır. Bu yararlılık kimi hikâyede bir ahlak dersi, başkasında bir nasihat, bir üçüncüsünde bir atasözü ya da düstur olabilir. Ama her durumda, hikâye anlatıcısı okuruna akıl verebilecek kişidir. Günümüzde “akıl vermek” modası geçmiş bir şey gibi algılanıyorsa, deneyimin giderek daha az aktarılabilir hale gelmesindendir.

Peki Tolkien’in verdiği nasihat ya da düstur ne?

Bir Hobbit’in Cesareti

Sorumuzun cevabını başlıkla verdikten sonra kitaba bir göz gezdiriyoruz ve aslında Baggins’in o kadar cesaretli gözükmediğini söyleyebiliyoruz. Yola çıkmaktan, büyücü Gandalf’ın ona teklif ettiği saniyeden beri korkan, çoğu fantastik edebiyatta büyülü aletlerden hiçbirisine sahip olmayan, gücüyle değil ufaklığıyla ve hırsızlık becerisiyle çevresindekiler tarafından tanımlanan Bilbo Baggins’i cesaretli olarak tanımlamak doğru mu? Son bir defa Benjamin’e başvuralım: “Masal bize insanoğlunun, mitosun yüreğine saldığı kabustan kurtulmak için yaptığı ilk denemeleri anlatır.

Budalanın şahsında , insanlığın mitosa karşı nasıl “aptalı oynadığı”nı gösterir; en küçük erkek kardeşin şahsında, eski mitolojik çağlar geride kaldıkça insanın şansının nasıl arttığını; korkunun ne olduğunu öğrenmek için yola koyulan adamın şahsında, bizi korkutan şeylerin gerçek yüzünü kavrayabileceğimizi; bilgenin şahsında, mitosun ortaya koyduğu soruların Sfenks paradoksunda olduğu gibi aslında çok basit olduğunu; masalda çocuğun yardımına koşan hayvanların şahsında, doğanın yalnızca mitosun hizmetinde olmayıp, daha çok insanla aynı safta olmayı tercih ettiğini gösterir. Masalın eski çağlarda insanoğluna ve bugün hala çocuklara verdiği ders şu: En doğrusu, mitoloji dünyasının güçlerini kurnazlıkla ve neşeyle karşılamaktır. (Böylece masal Mut’u yani cesareti diyalektik olarak iki kutba ayırır: Untermut yani kurnazlık ile Übermut yani neşe.)

Kitabın en sevilen karakterlerinden büyücü Gandalf’ın neredeyse bir kere bile büyü yapmaması da bu sebepten; Bilbo’nun, kılıcı Sting’i kınından çok nadir çıkarması da. Tolkien karakterlerini kurnazlık ve neşe ile kuşandırıp maceraya yolluyor. Gandalf’ın önüne çıkan iki sorunu (Bilbo’yu maceraya göndermek ve deri değiştirici Beorn’un evinde konaklama sorunları) da çözüşü bunlar sayesinde oluyor. Bilbo’nun evine cüceleri yollarken ikişer ikişer gitmelerini ve bu sayede hobbitin çokça heyecanlanmamasını saylayan Gandalf, iş Beorn’a gelince onu sohbetiyle eğlendirmesi gerektiğini de çözüyor.

Bilbo ise bu insan aklı olarak da tanımlayabileceğimiz kurnazlığı Gandalf’ın olmadığı yerlerde kazanmaya başlıyor. Dediğimiz gibi başta yolculuğa çıkmaktan başından beri korkan Baggins, büyülü yüzük tarafından aklını yitirmiş Gollum’u kurnazlığı sayesinde yenince, cesaretini kazanmaya başlıyor, arkadaşlarını örümceklerden yüzüğü ve zekasını kullanarak uzaklaştırdığı zamansa güçleniyor. Kitabın sonuna doğru Erebor dağına giriş aranırken ise cüceleri aşan bir cesaret sergiliyor Baggins.

“Bay Baggins’te hepsinden çok daha fazla cesaret vardı. Sık sık Thorin’in haritasını ödünç alıp ona bakar, rünler ve Elrond’un okuduğu ay harflerindeki mesaja kafa yorardı.”

Bütün bunları yaparken Bilbo’nun cesareti sayesinde hem arkadaşlarını hem de bir anlamda yarattığı dünyanın geleneğini kurtarmasıyla Tolkien bize masalsı ve yalın bir dille herkesin geleceğe dair bir sözü olabileceğini gösteriyor. Küçük bir hobbitin bile…

Aure Entuluva**

Yazının sonuna doğru biraz, yeni çıkan Hobbit filmlerine değinmek istiyorduk. Filmin, bu yazıda değindiğim konular olan ‘cesaret’, ‘masalsılık’ ve ‘deneyim’ konularının üçünde de sınıfta kaldığını söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

Cesaret üzerinde durmamız gerekirse Bilbo Baggins filmde (ejderha ile karşılaştığı anı dışarıda bırakırsak) neredeyse aksiyon filmlerinde gözlenebilecek bir cesaretle hareket ettiğini söyleyebiliriz. Masalsı kısmınınsa bu doğrultularda kaybolduğunu gözlemleyebiliyoruz. Çünkü sadece savaş sahneleri için değil kitabın içindeki komedi ve masal öğelerinde de benzer bir saptırma uygulanmış. Beorn’un evine misafirlik, kaba tabirle, oldu bittiye getirilirken ne Yüzüklerin Efendisi’nde ne de Hobbit’te görülen temelsiz bir elf-cüce eklenmiş filme. Filmi buralardan ele aldığımızda ise ortaya tamamen farklı dünyaya deneyim değil, herhangi bir filmin ‘fantastiklisi’ olarak ortaya çıkan bir şey tecrübe ediliyor. Dolayısıyla ortaya bir ‘Oradaydık ve Şimdi Buradayız’ değil ‘Buradaydık ve Hala Buradayız’ çıkıyor.

Jackson’ın Yüzüklerin Efendisi’ni çekerken ki başarıyı Hobbit’te gösterememesi gerçekten üzücü. Bunun nedenini ise Jackson’ın o ‘başka dünya’yı düşlemeyi bırakmasında bulmamız mümkün. Bizimse endişemiz yok, ‘başka dünyalar’ın filmlerini o dünyaları düşleyenler çekecek.

* Bilbo Baggins kitabın sonunda anılarını yazmaya karar veriyor. Ortaya çıkacak kitabın ismineyse ‘Oradaydık ve Şimdi Buradayız, bir Hobbit’in tatili’ ismini vermeyi düşünüyor.

** Elfçe; Gün yeniden doğacak.

Kaynakça

  • Benjamin Walter, Son Bakışta Aşk, Metis Yayınları, 2012
  • Timmerman John, Other Worlds, Popular Press, 1983
  • Tolkien J.R.R., Hobbit, İthaki Yayınları, 2009
  • Tolkien J.R.R., Silmarillion, İthaki Yayınları, 2007