Ekonomide ve siyasette kırılmaların baş döndürücü bir hızla birbirini takip ettiği günlerden geçiyoruz. Ekonomiden gelen deprem sinyallerinin ve iktidar bloğundaki dağılmanın işaret ettiği: Türkiye’nin, küresel alanda, kendisiyle benzer ligde yer alan ülkelerin uyguladığı bir ekonomik modelin iflasıyla, yerel ölçekte AKP’de temsil olunan bir siyasi projenin iflasının iç içe geçtiği ve birbirleri üzerinde hızlandırıcı etkilerde bulunduğu oldukça ilginç ve tarihsel bir dönemden geçtiğidir. Yaşananlar ülkemiz üzerinde yıkıcı etkilere sahip olmakla beraber devrimci olanakları da içerisinde taşıyor. Hal böyleyken bu yazı, ekonominin 2013 performansı görme ve 2014’e ilişkin muhtemel senaryolara ilişkin mütevazı bir katkıda bulunma amacı taşıyor.
Ekonomide 2013 Kırılması…
2013, kapitalizmin periferisini1 oluşturan ülkelerin, özellikle küresel krizden sonra altı daha kalın çizgilerle çizilen “hikayesinin sonlanmakta olduğu yönündeki işaretlerinin verildiği yıl oldu. Buna göre, kapitalizmin merkezleri krizin etkileriyle boğuşurken, çevre ülkeler, merkezin, krizden çıkmak için sağladığı bol likidite-düşük faiz ortamının da katkısıyla büyüme rekorları kırıyordu. Türkiye, hikayenin uçlarda yazıldığı ülkelerden biri oldu. Ülkeye akan likidite o günlere kadar görülmedik miktarlara ulaşmış, faizlerde ciddi bir gerileme, kredi genişlemesinde ise oldukça yüksek oranlara ulaşılmış ve böylelikle ülkede bir tüketim patlaması yaratılmıştı. Bu şekilde, ekonominin makro dengelerindeki bozulma ve yüksek dışa bağımlılıkla beraber keskinleşen kırılganlıklar umursanmaksızın yüksek büyüme rakamları elde edildi. Ekonomideki bu sahte başarı öyküsü, üst yapıda sürdürülen gerici dönüşüme de yakıt olarak kullanıldı.
Ekonominin dış açığı artar ve finansmanı kompozisyonu gittikçe bozulurken, küresel likiditeye bel bağlamış ekonomi yönetimi, “finansmanı var, dert etmeye gerek yok” türküsünün söylemekle meşguldü. Derken yılın ilk yarısının sonunda, Mayıs ayının 22’sinde, ABD Merkez Bankası FED’in Başkanı Bernanke, özellikle çevre ülkelerin gündemine bomba gibi düşen toparlanma sürecine girmişti ve toparlanmada saptanan hedeflerin gerçekleştirilmesiyle beraber, devasa boyutlara ulaşan varlık alım programı (son programda aylık 85 milyar dolar) azaltılarak bitirilecekti. Bernanke’nin açıklamasının bahsi geçen ülkeler açısından ne anlama geldiği gayet açıktı: Kapitalizmin merkezlerinden gelen toparlanma sinyalleri güçlendikçe, küresel sisteme aktarılan likidite yavaş yavaş azaltılacak ve periferide yer alan ülkeler bu şkilde fonlanan yüksek büyüme oranlarına veda edecekti. Gelişmekte olan ülkeler olarak adlandırılan merkezlerde kur ve faizler tırmanışa geçerken büyüme beklentileri bir hayli aşağı çekildi. Türkiye için ikinci şok dalgası Haziran Direnişi’yle geldi. Azalan likiditenin adres seçiminde daha hassas olacağı ve politik istikrar sahibi piyasaların ön planda olacağının dillendirildiği bir ortamda Haziran, AKP’nin ideolojik alanda yükseltilen İslamizm ve pratikte polis- yargı şiddetiyle şişirilen istikrar balonuna o tarihsel iğnesini batırıverdi. Suriye’de yeni Osmanlıcılığın BAAS duvarına çarparak tuzla buz olmasıyla AKP’nin emperyalist merkezlerde imajı iyice yerle bir oldu. 17 Aralık’ta başlayıp bu yazının yazıldığı günlere kadar çeşitli aşamalardan geçerek ilerleyen ve 3. Şok dalgasını oluşturan süreç ise bunun ürünüdür ve Haziran Direnişi ile dış politika hezimetinin yarattığı basıncın sonucu olarak Türkiye’yi bugünlere getiren egemen bloğun dağılmasından başka bir anlam taşımamaktadır.
AKP, 2013’ün özellikle ikinci yarısından itibaren ekonomi ve siyasetteki gelişmelerin verdiği mesajı anlamamakta direndi. Zira yaşananlar, tarihsel önemde bir seçimler döneminde AKP’ye ekonomiyi dondurmasını dayatıyordu. Nitekim AKP, 2014 yılının ilk aylarına kadar faiz lobisi vs. gibi saçmalıklarla bahsi geçen adımları öteledi ancak 28 Ocak’ta gerçekleşen olağanüstü PPK toplantısında alınan sert faiz artırım kararları AKP’nin havlu attığının ilanı oldu. 2014’te ekonomi artan ani-duruş tehlikelerine karşı soğutulacaktı.
Türkiye Ekonomisinin 2013 Performansı
2013’te Büyüme
2013 yılında Türkiye ekonomisinin ne kadar büyüdüğüne ilişkin rakamlar Mart ayında açıklanacak. Ancak birçok göstergeye ilişkin, Aralık ayı verilerinin açıklanmasıyla beraber, 2013 resmi büyük oranda tamamlandı. Buna göre ilk elden Türkiye ekonomisinin 2013 yılını %4 civarında bir büyümeyle kapatmış olduğunu söyleyebiliriz.
Büyümenin kaynaklarına baktığımızda ise ekonominin makro dengelerindeki bozulma daha net karşımıza çıkıyor. Yılın ilk üç-çeyreğine ilişkin verilen, özel tüketim ve devletin yatırım ve tüketim harcamalarının sürüklediği, bunun karşısında net dış talebin büyümeye negatif katkıda bulunduğu resmin devam ettiğini gösteriyor. Yılın son çeyreğine ait sanayi üretimi ve tüketim verileri ise üretimde direncin belirli oranlarda korunduğu, tüketimde belirli bir ivme kaybına rağmen mevcut eğilimin sürdüğünü gösteriyor. Uzun bir süre negatif seyreden ancak yılın üçüncü çeyreğinde belirli bir toparlanma göstererek büyümeye pozitif katkıda bulunan özel yatırımların ise yine yılın son çeyreğinde bu eğilimi sürdürme olasılığı düşük.
2014 yılına ilişkin ilk veriler ise ekonomiyi, özellikle yılın ilk çeyreğinde, ciddi bir yavaşlamanın beklediğini gösteriyor. Özellikle Para Politikası Kurulu’ndan (PPK) çıkan sert faiz artırımlarının, tüketici kredi faizlerine yansımasıyla büyümenin motor gücü olan özel tüketimde sert bir yavaşlamanın yaşanacağı aşikar. Nitekim Cnbc-e tarafından düzenlenen Tüketici Anketi’nde 2014’ün ilk aylarına ilişkin Tüketici Güven Endeksi rakamlarının 2008 krizi düzeylerine kadar gerilemiş olması bunun göstergelerinden birisi.
2013’te Ödemeler Dengesi
2013’e ilişkin ödemeler dengesi rakamları, AKP’nin yüksek dış açığa dayalı büyüme modelinin aslında çoktan miadını doldurmuş olduğunu gösteriyor. Aralık verilerine göre, 2013 yılında ekonomimiz 65 milyar dolar cari açık verdi, bu da cari açığın GSYH’nin %8’ine ulaştığını gösteriyor ki, 2013 için %4’lük bir büyüme beklentisi altında bu rakam, artık ekonomi çok daha fazla açık vererek çok daha az bir büyüme sergileyebilir. Nitekim büyümenin %8,8 gerçekleştiği 2011 yılında cari açığın GSYH’ye oranı %10 seviyesinde idi, sonrasında 2012 yılına damgasını vuran “yumuşak iniş” döneminde büyüme %8,8’den %2’lere kadar düşürülürken cari açığın GSYH’ye oranı ancak %6,2 seviyesine geriletilebildi. 2012-2013’ün ortalamasına bakıldığındaysa ekonominin GSYH2nin %7’sine ulaşan bir cari açıkla ancak %3 civarı büyüyebildiğini gösteriyor.
Cari açığın finansman tarafına bakıldığında resmin daha da kötüleştiğini görüyoruz. Nitekim cari açığın finansmanında kısa vadeli fon girişlerinin ağırlığının artmakta olduğu, bu şekilde finansman kalitesinin bozulduğu ve bunun Türkiye ekonomisinin risk görünümünü artırdığı bilinen bir gerçekti. Şimdi bu gerçeğe sermaye girişlerindeki ciddi yavaşlama da eklenmiş bulunuyor.
Yılın bütününe bakılacak olursa, 2013’te sermaye girişleri(rezervler hariç) 71 milyar dolar olarak gerçekleşti. Bunun 23,7 milyar doları portföy akımlarından gerçekleşirken 30 milyar doları bankacılık kesimi akımlarından gerçekleşti. Doğrudan yabancı yatırımlar ise 10 milyar dolarla sınırlı kalarak toplam açığın ancak %15’ine yakın bir kısmını finanse edebildi. 2014’te ekonomide yaşanacak yavaşlama ile beraber cari açıkta da belirgin bir yavaşlama kendisini gösterecek ancak bu yavaşlama, büyümedeki yavaşlamanın daha gerisinde olacak. Ağırlıklı beklenti 2014’te, Türkiye’nin %2-2,5’lik bir büyüme ile GSYH’sinin %5,5-,5,8’ini bulan bir cari açık vereceği yönünde. Aşağıdaki grafik de, Kasım-Aralık dönemine ilişkin sermaye akımları çizgisiyle cari açık çizgisinin yönleri, ekonominin yılın ilk çeyreğinde karşı karşıya olduğu ani-duruş riskini gözler önüne seriyor.
Türkiye ekonomisinin dış kırılganlığının 2014 itibariyle ulaştığı boyuta ilişkin bir başka gösterge ise dış borç miktarının ulaştığı boyut. Bol likidite-düşük faiz atmosferinde borçlanma rekorları kırmakta sakınca görmeyen özel sektör, küresel iklimde yaşanan değişme ve Türkiye’nin bir de siyasi krizden kaynaklı yaşadığı negatif ayrışmanın sonucu olarak kurda ve faizlerde yaşanan artışın etkisiyle ciddi bir basınçla karşı karşıya. Aşağıda yer alan tablo, özel sektörün uzun vadeli kredi borcu ile dolar kurunun seyrini beraber gösteriyor.
Yukarıda, ekonominin 2014 performansına ilişkin sıralananlara, Türk Lira’sında yaşanan sert değer kaybının ateşleyeceği enflasyon ile işsizlik oranındaki artışın daha da ivme kazanacağını eklersek 2014’ün düşük büyüme, yüksek enflasyon ve yüksek işsizliği yılı olacağını söyleyebiliriz. Resmin şekillenmesinde son sözü söyleyecek olanınsa siyaset olduğu çok açık…