“Ekmek ve Güller”, Amerikalı kadın işçilerin 1900’lerin başında giriştikleri direnişin ana sloganıydı. İnsanca bir yaşam talebinin en özlü ifadesiydi “ekmek ve güller”. Bugün de geçerliliğini koruyor. Kadınlar o günden bugüne bu talebi haykırmaktan hiç vazgeçmediler. Haziran Direnişi ise bu sloganı tekrar akla getirdi birçok yerde.
Dergimizin bir kısmı okuyucusu için Haziran Direnişi vurgusu bıktırıcı hale gelmiş olabilir. Ancak kadınların Haziran direnişindeki rolü düşünüldüğünde bu yazı bağlamında Haziran vurgusu olmazsa olmazdır. Direnişin sembollerini düşünelim: Siyahlı Kadın, Kırmızılı Kadın, barikatların başında kadınlar, çocuklarına destek için Gezi Parkı’na gelen anneler ve daha birçoğu… Haziran Direnişi’ndeki kadın portreleri Türkiye toplumunun kanıksadığı kadın simgesinin çok ötesine geçiyordu. Öne çıkıyor, kararlara katılıyor, cesaretiyle herkese umut taşıyorlardı. Peki neydi, Türkiye toplumunun görmeye alışık olduğu kadın portresi?
Güvensiz, çekingen, erkeğin arkasında durmaya alışık… Bu özelliklerin yalnızca geleneksel aile kurumunun içindeki kadınlar için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Kentli kadınlar, üniversiteli genç kadınlar, çalışan kadınlar, hatta önemli bir ölçüde sol siyasetin içindeki kadınlar için de. Acımasız gelebilir. Ancak, bu resmi yırtıp atmak istiyorsak kendimize karşı dürüst olmalıyız.
Şimdi yukarıda resmettiğimiz portrenin gerçekçi olup olmadığına bakalım. “Kadının toplumsal rolü” dediğimiz olgunun çoğu zaman gündelik ilişkilerde kendini açığa vurduğunu görüyoruz. Örneğin kadına “en çok yakışan” meslekler hep şöyle sıralanır: sekreterlik, hemşirelik, ofis işleri, en iyi ihtimalle öğretmenlik… Tüm bu mesleklerin -öğretmenlik dışında- önemli bir ortak özelliği var: Hepsi, birtakım daha önemli işlere yardımcı olmak adına düzenlenmiş işler. Yani kadına “en çok yakışan” meslek yardımcı olmak oluyor. Devam edelim. En sevilmeyen kadın “tipi” çok konuşan kadındır. Kadın kötü bir şey yaparsa “hanımefendiliğine” yakıştıramayız. “Kadınlar kırılgandır.” Vb. Özetleyelim: Günümüzde kadınlar kırılgan, hassas, duygusal, çekingen, erkeğin ilgisine ve sevgisine muhtaç olarak resmediliyor. Sadece Türkiye’de değil, neredeyse her yerde.
Yukarıda saydığımız kimi özellikler olumlu bulunabilir, neden eleştirdiğimiz anlaşılmayabilir. Ancak bu tek tipleşmeyi asıl sorunlu hale getiren buradan çıkarılan “zayıf” kadın portresinin siyasette, toplumda ve aile yaşamında konumlandırıldığı yerdir. Acımasız ve erkeklerin kurallarıyla düzenlenen siyasal ve toplumsal hayatta zayıf olan kadının hayatta kalamayacağı düşünülür. O yüzden kadına hep yardımcı roller verilir ve buna uygun davranması beklenir. En iyi ihtimalle birtakım iyi kalpli erkekler kadınları kötü dünyanın şerrinden korumak için onlara kol kanat gerecektir.
Değişen Ne?
Yukarıda olumsuz bir tablo çizdik bir yanıyla. Diğer yandan ise bu tablonun değişebileceğine inanıyoruz. Bu inancımızın sebebi nedir peki? Bir nedeni Türkiye halkının tamamı gibi kadınların da Haziran Direnişi’nde biriktirdiği mücadele deneyimi. Diğeri ise kadınların hayatının hemen her alanına müdahale eden, tüm özel hayatı toplumsal bir “vaka” haline getiren AKP iktidarıdır. Yani bir olumsuzluktan umut üretiyoruz. Ancak bunun boş bir umut olduğunu söylemek mümkün değil.
Tayyip Erdoğan’ın 3 çocuk söylemi, kürtaj yasası, AKP’liler,n en azından defalarca duyduğumuz aşağılayıcı sözler, kızlı-erkekli meselesi… AKP’nin politikaları ve söylemleri kadınlara mücadele etmekten başka seçenek bırakmadı. Artık kendimize ait korunaklı bir hayattan söz edemiyoruz. Hayatın tüm alanlarına müdahale eden AKP iktidarının politikaları, kendine ait bir yaşamı olmasına izin verilmeyen kadınları daha da sıkıştırıyor.
“Değişen ne” sorusunun yanıtı bu kadar önemli olduğu için Haziran Direnişi vurgusu da bu kadar önemli oluyor. Çünkü sorunun yanıtı büyük ölçüde Haziran Direnişi’nde saklı. Neye ihtiyacımız var? Her şeyden önce özgüvene. Korunup kollanmadan, siyasette, toplumda, yaşamın her alanında var olduğumuzu kanıtlamak için. İkinci olarak, iyi siyaset yapmanın, devrimci olmanın tek bir yolu olmanın tek bir yolu olmadığını bilmemiz gerekiyor. Kendi yöntemlerimizle, bugüne kadar bize zayıflık olarak gösterilmiş yönlerimizi avantaja çevirerek siyasal mücadelenin içerisinde yer almaya. Üçüncü olarak, daha “kavgacı”, daha direngen olmaya, en önde olmaktan korkmamaya. Öyleyse yapmamız gereken şey Haziran’ın ortaya çıkardığı kadına sahip çıkmak, onu daha ileriye taşımak. Gerektiğinde beraber yürüdüğümüz erkeklerle de tartışmaktan kaçınmadan, doğrularımızı dayatarak. Haziran Direnişi bu yönde kadınlara önemli bir özgüven aşıladı, mücadele kültürünü geliştirdi.
Türkiyeli Kadınlar Çok mu Talihsiz?
Yukarıda saydığım tüm olumsuzluklara rağmen Türkiyeli kadınların önemli bir şansı olduğunu düşünüyorum. Türkiye toplumu kadınların siyasal ve toplumsal hayattaki rollerini değiştirmek konusunda iki önemli birikime sahip. Bugünden bakılınca birbirine taban tabana zıt görünen bu iki birkimin biri elbette Cumhuriyet devriminin kazanımları, diğeri ise Kürt ulusal siyasetinde kadınların sahip olduğu önemli roller.
Türkiye’nin Cumhuriyet Devrimi’nin kadınların toplumsal statüsü konusunda muazzam bir ilerlemeyi temsil ettiği kuşkusuz. Türkiyeli kadınlar dünyada seçme ve seçilme hakkına kavuşan ilk kadınlardan. Ayrıca 1908 devrimiyle hız kazanan kadınlara yönelik eğitim faaliyetleri Cumhuriyet ile birlikte hem yüksek öğrenim düzeyine ulaşıyor hem de karma eğitime geçilerek ikililikler ortadan kaldırılıyor1. Yazımızın tarihsel “bilgi” kısmını fazla uzatmamak açısından bu kısmı kısa tutalım. Ancak bir parantez açalım: Cumhuriyetin bu muazzam kazanımları her ne kadar kadınların toplumsal yaşama katılımının yolunu açtıysa da birçok konuda olduğu gibi bu konuda da Kemalizmin ikili bir karakter taşıdığını vurgulayalım. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının kadına biçtiği rol büyük ölçüde “ulusun annesi” olmakla, ulusu eğitmekle(idealist öğretmen tipini hatırlayalım) sınırlı kalmıştır. Zaten bu sınırlılık özellikle 60’lar ve 70’ler boyunca kadın edebiyatçıların eserlerinde önemli bir eleştiri konusu yapılmıştır.
Özetlememiz gerekirse. Tüm sınırlılığına rağmen Cumhuriyet devrimi kadınların toplumsal ve siyasal rolü açısından çok büyük bir sıçrama yaratmıştır. Kemalist kurucu kadro yeni ailelerinden başlayarak kadınları toplumsal yaşama katılım konusunda yüreklendirmişlerdir. Bunu en iyi yine yukarıda sözünü ettiğimiz kadın edebiyatçılarda görebiliyoruz. Türkiye önemli bir kadın yazar birikimine sahip. Bu birikimin çok büyük bir kısmı ise Kemalist, kentli ailelerden gelme. İkinci birikimimiz ise Kürt ulusal siyaseti dedik. Türkiye’nin belki de feodal kalıntıları en canlı bölgesinde kadınların böylesine büyük bir özgürleşme yaşaması sadece Kürt kadınları açısından değil, Türkiyeli tüm kadınlar açısından bir şans.
Yazının başında sözünü ettiğimiz grev 1912’de “Ekmek ve Gülleri Grevi” (Strikes of Breads and Roses) olarak tarihe geçti Bu grevden 3 yıl sonra James Oppenheimer “Ekmek ve Güller” adında bir şiir yazar. Şiirin kimi çevirileri şöyle bitiyor2: “ekmek verin bize, ama verin gülleri de” Ancak direniş deneyimine Haziran Direnişi gibi görkemli bir direnişi de ekleyen kadınların artık “ekmeğimizi de alacağız, gülleri de” deme zamanı gelmiştir. Kadınlar artık talep etmiyorlar, haklarını almak için göğüs göğse bir mücadelenin içindeler.
Yürüyoruz yürüyoruz, günün aydınlığında
Donuk fabrika bacalarına, yoksul mutfaklara
Çarpıyor sesimiz ve birden parlayan
Bir ışık gibi ulaşıyor insanlara
‘Ekmek ve gül! Ekmek ve gül! ‘
Yürüyoruz yürüyoruz, erkekler için de yürüyoruz
Çünkü hâlâ bizim oğullarımızdır onlar
Ve biz hâlâ analık ederiz onlara
En zorlu iş, en ağır emek
Ve çalışmak doğuştan mezara dek
Ve böyle sürüp gitsin istemiyoruz
Yaşamak için ekmek
Ruhumuz için gül istiyoruz!
Yürüyoruz yürüyoruz kol kola
Saflarımızda ölüp gitmiş arkadaşlarımız
Ve türkümüzde onların kederli ‘Ekmek! ‘ çığlıkları
Çünkü bir köle gibi çalıştırıldı onlar
Sanattan, güzellikten, sevgiden yoksun
Biz de bugün hâlâ onların özlemini haykırıyoruz
İş ve ekmek istiyoruz
Ama gül de istiyoruz
Yürüyoruz yürüyoruz, yan yana, güzel günler adına
Kadınız, insanız, insanlığı ayağa kaldırıyoruz
Paydos bundan böyle köleliğe, aylaklığa
Herkes çalışsın, bölüşülsün kardeşçe, yaşamın sundukları
İşte bunun için yükseliyor yüreklerimizden
Bu ekmek ve gül türküleri
Ve yineliyoruz hep bir ağızdan
‘Ekmek ve gül! Ekmek ve gül! ‘
Dipnot
- Konuyla ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. : Semra Gökçimen, “Ülkemizde Kadınların Siyasal Hayata Katılım Mücadelesi”, Yasama Dergisi Sayı: 10, 2008
- Doğru bir çeviri olduğunu söyleyemeyiz, yazımızın içeriği açısından böyle aldık. Ancak orijinali şöyle: “No more the drudge and idler – ten that toil where one reposes, /But a sharing of life’s glories. Bread and roses! Bread and roses!