Türkiye tarihinin en karakterli direnişinin ardından karaktersizlik tüm gücüyle tekrar siyaset sahnesine çıktı.
Karakter ne yaptığını, neden sokakta olduğunu bilmekten geliyordu.
Kime karşı olduğu, kime saygı duyduğu, ne istediği belli olan.
Şimdi ise her gün her şeye ve herkese saygı duyanları izliyoruz.
Konuşmaların, açıklamaların tamamından neye karşı olduklarını da anlayamıyoruz, neyi istediklerini de.
Ya da birileri bir kavga veriyor ve kimse neyin kavgası olduğunu anlamıyor. Açıkça bize ait olmayan tartışmalar, vaatler, kavgalar var ortada.
Oysa çok yakın zamanda neyin kavgasını verdiğimizi bilerek sokaktaydık. En yakıcı kavganın özneleriydik.
Özgürlüğümüzü istiyorduk.
Hiç sakınmadan “Korkacaksın, titreyeceksin, yıkılacaksın adi hükümet” diyordu Ali İsmail.
Bizim sözümüzü söylüyordu.
Meydanlardaki sloganlar, duvarlara yazılanlar herkesin anlayacağı kadar net, hepimizin ortaklaşacağı kadar ilkeliydi.
Şimdi ise duvara yazılan bir cümle kadar net olmayan onlarca köşe yazısı var.
Başladığımız yere geri mi döndük?
Öz itibariyle bir kuşak Hakan Vreskala’nın şarkı sözlerinde söylediği gibi her gün televizyonlarda konuşanlara, senelerdir niye sahip oldukları belli olmayan köşelerde yazanlara, gençliğin sesini, sözünü kısanlara “dağılın lan” dedi.
Ve hemen ardından ne istediğini halkla birlikte söyledi.
Şimdi bu söylenen sözü birleştirmenin, büyütmenin, üzerine katmanın zamanı.
Başa döndürecek tüm çabaların ise karşısında durma zamanı.
O halde ne yaptığımızı, ne istediğimizi tarif edelim: Biz seçimimizi yaptık!
Seçimimizi merak edenler, ODTÜ’de Tayyip Erdoğan’ı karşılayan öğrencilerin eylemlerine bakabilirler.
ODTÜ ayakta eylemine, birçok üniversitedeki yandaş rektör protestolarına bakabilirler.
Gezi Parkı’na Haziran ve Temmuz ayı boyunca sokaklarda neler olduğuna bakabilirler.
Açıkça söylemek gerekir: bizi ODTÜ doğurmuş, Haziran isyanı büyütmüştür.
Şimdi ise bu birlikteliği, üniversitelerde meclislerde toplanan birikimi, halkla birlikte yaratılan dayanışma örneklerini ilkesizliğe heba etme niyetinde değildir.
Bunu yaprak biliyoruz ki, Eskişehir’e diktiğimiz Ali İsmail’in heykelinin yanına dahi bir daha yaklaşamaz, kafamızı kaldırıp bakamayız.
Çünkü biz biliyoruz ki arkadaşlarımızı bizim olmayan kavgalar için kaybetmedik.
Yeni bir ülkenin inancını taşımak, büyütmek ve o ülkeyi kurmak zorundayız. Türkiye tarihinin en büyük direnişini yedirmeyiz. FKF için bunun için var.
Yolumuz açık; Yürüyelim!
Türkiye gençlik tarihinin nasıl bir yoldan ilerlediğini ve bizim hangi mirası devraldığımızı 3. sayımızda yazmaya çalışmıştım.
Bu tarihte gençliğin yolu sürekli kesilmiş, engellenmiştir. 2013 yılında ise gençlik ya bir yol bulacağız ya da bir yol açacağız demiş ve yolunu yeniden açmıştır.
Kim daha çok Amerika’ya giderse o kazanır zannedenler, nasıl daha fazla dincilik yaparım diye yarışa girenler1 bu yolun yakınında bile değildir.
Kim Yatağan işçilerinin yolundan gidiyorsa, kim Vanlı depremzedelerin sesi oluyorsa, kim Utku Kalı’yı unutmadıysa, onlar bizim yolumuzun parçasıdır, öncüsüdür, yoldaşıdır.
O halde yolumuzun yakınında bile olmayanlarla vakit harcamaya da onların bizi sıtmaya razı etmelerine de “acaba” demeye gerek yok, harcayacak enerjimiz de yok.
Söylediklerimiz kararlarımız tabii ki gençlik heyecanıyla söylenmiştir. Ama arkasında yalnızca heyecan değil, akıl vardır.
Bu akıl Milli Şef iktidarından kurtulmak için Demokrat Parti’ye verilen desteği bilmektedir. Milliyetçi Cephe’yi devirmek için CHP’de saf tutulduğunu, 12 Eylül’den kurtulmak için Özal’ın desteklendiğini, Erbakan karşısında milli görüş gömleğini çıkarmış Erdoğan’dan, Erdoğan’ın karşısında ordudan medet umanları bilmektedir. Tamamının sonuçsuz kaldığını da.
Özellikle son 30 yıl için saydıklarımızın hepsi, birbirini doğurmuştur. Gericiliğin farklı biçimlerde yeniden doğması için değil, yeni bir ülke için mücadele ısrarımız bundandır.