Kangrenleşen Bir Tartışma: Türban

Türban tartışmaları, önce yeni “demokrasi paketiyle” birlikte türbanın kamusal alanda kullanımının serbest olacağı haberleriyle, daha sonra 31 Ekim günü AKP’li 4 kadın milletvekilinin Meclis’e türbanla girmesiyle tekrar gündeme geldi. Tartışmanın son gelişmeleriyle sınırlı olmayan tarihsel bir yönü olduğunu biliyoruz. Ancak önünüzde duran yazı, türban tartışmasında bugün gelinen aşamayı ve son gelişmeleri merkezine alacak. Her ne kadar tartışma eski olsa da AKP iktidarının son adımlarıyla birlikte tartışmanın yeni bir boyuta taşındığı kanaatindeyiz.

AKP’li milletvekilleri, türbanla Meclis’e girme kararı almadan önce parti tarafından hacca gönderilmiş ve yaptıkları açıklamalarda hacca gittikten sonra adeta “yeniden formatlandıklarını”1 söyleyerek türbanla Meclis’e girme isteklerini dile getirmişlerdi. Bu açıklamaların bizce anlamı türban adımının çok önceden planlandığıdır. Yani hac ziyaretinin de bu adımın planlanmış bir parçası olduğunu düşünmemizin önünde bir engel bulunmuyor. Bu noktayı tartışmaların seyri açısından aklımızda bulundurmamız önemli, yazının devamında buraya tekrar döneceğiz.

Şimdi gelelim “demokrasimizin” diğer yüzüne: Türban tartışmalarının alevlendiği günlerde Tayyip Erdoğan, yaptığı bir açıklamada kadın ve erkek öğrencilerin aynı evde yaşamasından rahatsız olduğunu, valilerine talimat verildiğini ifade ediyordu. Açıklamanın tarihi 4 Kasım. Bu tarihten biraz daha öncesine gidersek Hüseyin Çelik’in programına katıldığı ve kıyafetini fazla dekolte bulduğu sunucu Gözde Kansu’nun işten atıldığını hatırlarız. Daha gerilerde içki yasakları gibi düzenlemelere kadar gidebiliriz. Ama o kadar geri gitmeden son bir ay içerisinde yaşananları düşünürsek; liselerde kız ve erkek öğrencilerin aynı kantine girmesinin yasaklanması, Meclis Başkanı’nın yaptığı karma eğitimi kaldıracağız açıklaması, Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği muhafazakar değerleri…

Kimileri için türban tartışması ve yukarıda saydığımız gelişmeler birbirinden ayrılmalı. Biz bu kanıda değiliz. Ancak daha da önemlisi AKP’nin de böyle bir niyeti olduğunu sanmıyoruz. Tarihlerin ve açıklamaların bu kadar çakışıyor olması tesadüflerle ya da komplo teorileriyle açıklanmaya mahkum değil. AKP toplumda muhafazakar değerlerin meşruiyetini artırma ve bu değerlerin dışında tuttuğu kesimlerin gözünü korkutma derdindedir. Bu nedenle haddini bilmez AKP’li siyasetçilerin açıklamaları ardı ardına gelmektedir. AKP’den hala özgürlük adına beklentisi olanlarsa üç maymunu oynamaya devam edecek gibi görünüyor.

Özgürlük mü serbesti mi?

Türban tartışmalarının bizim açımızdan iki boyutu var. Bu iki boyutun açığa kavuşması ise başlıktaki sorunun büyük bir netlikle cevaplanmasını gerektiriyor. Bizce türban takmak, kadının özgürleşmesinin bir parçası olamaz. Dolayısıyla türban özgürlüğü gibi bir şeyden söz etmemiz mümkün değil.2 O zaman bu tartışmanın birinci boyutu özgürlüğü nasıl tanımladığımız, ikincisi ise serbesti diyeceksek dahi türbanın kamusal alandaki varlığını nasıl değerlendirdiğimizdir.

Yazının çerçevesi dahilinde özgürlüğün ne olduğuna dair teorik bir tartışma yapmayı amaçlamıyoruz. Kavramlara dair büyük bir karmaşanın var olduğu ülkemizde bunun büyük bir ihtiyaç olduğu kesin. Ancak yazımı, böylesi kapsamlı bir tartışma yapacak zemine sahip değil. Biz burada daha çok özgürlüğü türban tartışması ve kadın haklarıyla sınırlayarak, siyasi boyutuyla ele alacağız.

Kadınların nasıl toplumsal hayata özgürce katılabileceğini tartışıyoruz. Özgürlüğe dair yapacağımız tartışmanın bir ucunun eşitliğe varması ise kaçınılmaz görünüyor. Bizim için özgürlüğün eşitlik olmadan sağlanamayacağı ortada. Aynı ilke kadınlar nasıl daha özgür olur tartışması için de geçerli kadınların erkeklerle eşit olduğunu kabul etmeyen, bu eşitlik üzerine hayata geçmeyen herhangi bir uygulamanın; kadınları daha özgür hale getirebileceğine inanmıyoruz. Peki, türbanın bu anlamda özgürlük olduğu savunulabilir mi?

Tartışmayı bu noktayı görmezden gelerek sürdürmek muhafazakarlar tarafından bize sunulan çerçeveyi kabul etmek anlamına gelir. Ancak Türkiye’de artık dinsel pratiklere yönelik herhangi bir eleştirinizin hakaret olarak algılanması hiç de zor değil. Şafak Pavey’den alıntılayarak söyleyelim; “kronik mağduriyet” artık bu kesimi tanımlayan en önemli sıfat niteliğinde. Dile getirdiğiniz herhangi bir eleştiriden hakaret sonucu çıkarmamaları neredeyse imkansız. Ancak buna rağmen doğruları söylemek için gençliğin cüretine ihtiyaç var sanırım. FKF ise zaten bunun için var.

Bırakalım yapsınlar mı?

Tartışmalarımızın ikinci boyutu ise kadını özgürleştiren bir pratik olmasa dahi türbanın toplumsal hayatta yeri olup olmadığının tartışmasıdır. Sonuç olarak türban takmak ve bu haliyle toplumsal hayatta yer almak isteyen, çalışan, okuyan kadınlar var. Özgürlük adına selamlamayacaksak bile, en azından kamusal alandaki kullanımı desteklenemez mi? Soruya tarihsel bağlamından kopuk bir cevap vermek mümkün değil diye düşünüyorum. Yani eğer bu güncel bir soruysa; o zaman günümüzde türban tartışmalarının anlamını, iktidar partisinin bu serbestlikle neyi amaçladığını, türban serbestisinin türban takmayan kadınlar için neler getirdiği gibi meselelere bakmak gerekir. Aslında soruların toplamından, dinin toplumda hegemonik güç olup olmadığı sorusu ortaya çıkıyor.

Dolayısıyla sorumuza şu şekilde cevap verebiliriz: Türban ve diğer dini semboller, dinsel anlayış toplumda hegemonik güç haline gelmeye çalışmadığı sürece kamusal alanda kendine yer bulabilir. Yukarıda sözünü ettik; son yaşanan gelişmeler toplumsal hayatın tamamının dinsel referanslarla yeniden düzenlenmesi anlamını taşıyor. Hegemonik hale gelmek bir yana, kabul edilebilir tek anlayışın muhafazakarlık olduğu görüşü Tayyip Erdoğan tarafından ifade ediliyor. Öyle bir durumda türban vb. uygulamaların bırakalım yapsınlar basitliğiyle ele alınamayacağı ortadadır. Hegemonik güç olmama durumunu ise Gezi Parkı’nda yaşadık. Direnişin karakteri inkar edilemeyecek ölçüde sekülerken, iktidarın muhafazakar politikaları tam boy karşıya alınmışken anti-kapitalist Müslümanların direnişteki varlığı hiçbirimizi rahatsız etmedi. Ancak direnişin tüm “esprisi” dinsel birtakım ritüellere indirgendiğinde 3 meselenin boyutu değişir. Bu noktadan itibaren bu ritüellere karşı soğukkanlı bir tavır geliştirmek gerekiyor düşüncesindeyiz.

Şekilcilik eleştirisi

Türban tartışmalarının meseleyi şekilciliğe indirgediği eleştirisi çokça yapıldı. Bir yere kadar haklı bir eleştiri olduğu da söylenebilir. Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ve onların devamcısı sayılabilecek olanların dinsel bağnazlıkla mücadeleyi toplumsal hayatın tamamına yaymaya cesaret edemedikleri, bunun yerine devlet kurumlarıyla sınırlı korumacı bir refleks geliştirdikleri bir gerçektir. Bu durum cumhuriyetin kuruluşundan itibaren cemaatlerin, tarikatların ve dinsel kurumların egemenliğini kıracak bir mücadelenin yürütülememesine sebep olmuştur. Kemalist kadrolar, muhafazakarlık devlet kurumlarına bulaşmadığı sürece izlemeyi tercih etmişlerdir. Türban tartışmalarının böylesi bir şekilciliğe hapsolmasında bu reflekslerin de etkisi vardır. Ayrıca bugün gelinen aşamanın sorumluluğunu bir ölçüde bu kesimlerin de taşıdığını söyleyebiliriz. Toplumsal bir mücadele vermeye cesaret edemeyenler, devleti toplumun dışında tarifleyen ve bunun dışında kendine bir misyon biçmeyenler, türbanın devletin tüm kurumlarında meşrulaşması sürecini cılız itirazlarla çaresizce izlemişlerdir.

Solun büyük bir kısmının tartışmanın buraya sıkışmasından olduğunu görebiliyoruz. Anlaşılır bir durum olduğunu söylemek lazım. Ancak bu rahatsızlığın türban serbestisini destekleme noktasına gelmesi acıklıdır. Yapmamız gereken Kemalist kadroların da gerisine düşerek türbanın resmi kurumlardaki serbestisini alkışlamak değil, mücadeleyi toplumsal hayatın tamamına yaymaktır. Şekilcilikten kurtulmanın yolu buradan geçer.

Türban tartışmasına dair değinmek istediğimiz son bir nokta var. Birçok kesimde tartışmanın kadınları ilgilendirdiği, kadınların özgür iradeleriyle karar vermesi gerektiği dillendiriliyor. Tartışmanın bu basitlikte yürütülemeyeceği kanaatindeyim. Evet, kadınların bedenini ilgilendiren ve kadınların karar vermesi gereken bir durum var ortada. Ancak AKP’li milletvekilleri de kendi kararlarıyla meclise türbanla girdiler diyebilir miyiz? Tayyip Erdoğan’ın parti üzerinde büyük bir hakimiyete sahip olduğu göz önünde bulundurulduğunda, milletvekillerinin kadın ya da erkek özgür iradeleriyle karar verdiğine inanmak komik kaçıyor. Ayrıca yazının başında belirttiğimiz gibi bu adımdan önce vekillerin hacca gönderilmesi ve türban takma isteklerini dile getirirken sık sık bu hac yolculuğuna değinmeleri bunun çok önceden planlandığı ve kadın vekillerin özgür iradesiyle değil parti kararıyla hayata geçtiğini gösteriyor.

Sadece türbanlı milletvekilleri için değil aslında tartışmanın tamamı için geçerli bir nokta olduğunu düşünüyorum. Erkeklik ideolojisinin sadece erkekler değil hatta belki onlardan daha fazla sistemin kurallarını kabul eden kadınlar tarafından taşındığı bir gerçek. Gündelik hayatta bunun örnekleriyle sık sık karşılaşıyoruz. Türban meselesi söz konusu olduğunda da kadınların özgür iradesinden söz etmeden önce bu iradenin hangi ideolojilerden etkilendiğine bakmak gerekir. Gerçek anlamda bir özgür iradeden söz edebilmek için öncelikle kadınların bu ideolojik etkilerle mücadele etmesi gerektiği kanaatindeyim.

Türkiye’de daha uzunca bir süre kadınlar üzerinden dönen tartışmaların gündemde kalacağı belli oluyor. Muhafazakarlaşmanın önemli adımlarından biri de muhakkak kadınların tutsak edilmesi olacak. Bunun mücadelenin en önemli boyutlarından biri olduğu unutulmamalı.

Dipnot

  1. http://www.internethaber.com/turbanlı-vekiller-meclise-geliyor-neler-olacak–601474h.htm, Kahramanmaraş milletvekili Sevde Bayazıt Kaçar’ın açıklaması: “Hac’da söz verdik, tövbe ettik, sözümüzü yerine getiriyoruz. Orada bizi tekrar formatlıyorlar. Geçmişi hatırlamıyorsun, silmişsin, bitmiş.”
  2. Türban kelimesini tercih ettiğimiz için taraflı olmakla suçlandığımızı duyar gibiyiz. Bu “suçlamaya” verilecek en açık yanıt, türban tartışmasında taraf olduğumuzu kabul etmek olacak sanırım. Tartışmanın diğer boyutu ise kavramlar üzerinden de ideolojik mücadele verildiği gerçeğidir. İslamcıların uzun zamandır tartışmayı kendi kavramlarıyla yürütme çabası içerisinde olduğunu görüyoruz. Kendi kavramlarınızı kabul ettirdiğinizde karşı tarafı deplasmanda mücadeleye çağırdığınız gerçeğinin kendileri de farkında elbette ki. Bu nedenle türban dememiz aynı zamanda bilinçli ve ideolojik bir tercihtir.
  3. Ramazan ayının başlamasıyla birlikte her yerde kurulan “yeryüzü sofralarını”, bunlara katılmak için birbiriyle yarışan “direnişçileri” hatırlayın.