Yüksek bir binadan hafif ekşimsi bir surat ifadesiyle, biraz da ağzı sulanarak kenti süzüyordu. Karşısında sokakları çamurdan çöpten geçilmeyen, kanalizasyon yokluğunda her türlü hastalığın kol gezdiği, harabe evlerde onlarca kişinin yaşadığı bir kent manzarası vardı. Dünyanın sayılı imparatorluklarından birinin başkentinin anahtarı artık ondaydı. Çıkıp da kentte şöyle bir tur atmamıştır emin olun ama bu kenti adam etmenin yolunu bulmuştur: Tarihi, kültürü, insanları hiç umursamadan yıkmak. Zaten kendisine ‘yıkıcı sanatçı’1 adını takması boşuna değildir… Bahsettiğimiz şahsiyet Baron Eugene Haussmann, nam-ı diğer ‘Haussmann Paşa’…2 Karşısındaki manzara ise dünyada aşk, şarap, barikat ve sınıf mücadelesi denilince akla ilk gelen kent: Paris…
Fransız Devrimi
Aslında hikayemiz burjuvazi öncülüğünde harekete geçen işçi sınıfının, imparatorluğu yerle bir ettiği ve Cumhuriyetin ilan edildiği 1789 yılında başlıyor. Dünyanın dört bir yanındaki zenginlikleri talan ederek semiren Fransız burjuvazisine, imparatorluğun iktisadi yapısı dar gelmeye başlamıştı. Getirilen hammadde ve madenlerin hızlıca işlenip yeniden dünya pazarına sürülmesi gerekmekteydi. Malum, Almanlarla ve İngilizlerle büyük bir rekabet içindeydiler. İngiltere’de geliştirilen buharlı makine teknolojisi sayesinde üretimi hızlandırmanın yolu bulunmuştu ancak nüfusun büyük bir kısmı hala kırsalda feodal ağaların sıkı kontrolleri altında kölelik şartlarında çalışmaktaydı. İmparatorluğun sunduğu zeminde yükselen bu geri ve hamal ekonomik düzen bir an önce yıkılmalıydı ve burjuvazinin önünü tıkayan tüm engeller ortadan kalkmalıydı. Zaten feodal beylerin zulmünden kurtulmak isteyen ve özgürce bir yaşam için kentlere kaçmaya hazır köylü kitleler uzun bir süredir isyandaydı. Bunun yanına burjuvazinin eşitlik, özgürlük, kardeşlik bayrağı arkasına sıralanan kentli emekçi kitleler de eklenince imparatorluk yerle bir edildi.
Uluslararası ticaretin artan hacmi üretim faaliyetlerinin yoğunlaşmasına, bu durum da 17-18 saatlik gibi insanlık dışı çalışma koşulları olarak işçi sınıfına yansıyordu. Bu da yetmezmiş gibi mevcut konutların, kentlere yığılan emekçilere yetmemesi üzerine oluşan çarpık kentleşme ve sağlıksız konutlar işçi sınıfını isyan noktasına getirmişti.
Böylece Fransa 1848 yılına kadar süren devrimci bir süreç geçirmişti. Tarihte ilk defa bağımsız bir şekilde siyaset sahnesine çıkan işçi sınıfı, burjuvaziyi korkutmuştu. Burjuvazi, ‘denize düşen yılana sarılır’ misali imparatorluk yanlılarıyla birlik oldu ve 1848 ayaklanmaları kanlı bir şekilde bastırıldı. Ancak bu durumu fırsat bilen Louis Napolyon Bonaparte, zaten ayakta zor duran Cumhuriyet’e son tekmeyi indirdi ve 1852 yılında imparatorluk Fransa’ya geri döndü.
Haussmann Operasyonları
Paris kentine bir ‘çeki düzen’ verilmesi acil ihtiyaç olarak yeni imparatorluk yönetiminin önünde bulunmaktaydı. Çünkü kırdan kente kitlesel göçler sonucu oluşan yoğun kent nüfusu ve bu nüfusun ihtiyaçlarını karşılayabilecek kentsel ve sosyal hizmetlerin yokluğu, Paris kentini adeta bir çöküntü haline getirmişti. Tuvaletlerinde bile insanların yaşadığı bir kentte salgın hastalıkların yayılması kaçınılmazdı, üstelik kanalizasyon sistemi bile olmayan bir kentte. Paris o dönemde sadece işçi sınıfı için değil burjuvazi için de yaşanılmayacak bir kentti.
Ayrıca Paris’in kent merkezinin mimarisi ve dar yolları, yaşam koşulları ve insan hakları için sık sık ayaklanan işçi sınıfına büyük avantaj sağlamaktaydı. Hem sokakların darlığından hem de dar sokaklarda kolayca kurulan barikatlardan dolayı askeri birlikler isyana müdahale edememekteydi. Üstelik pasaj vb. yapılarla birbirine geçişli yapıdaki binalardan kolayca kaçan isyancıların yakalanması da pek mümkün değildi. Paris’in nasıl bir dönüşüme sokulacağının ipuçlarını ise imparatorluğun genel siyasi karakterinden çıkarabilmek mümkün. Almanya’nın da dünyanın dört bir yanında süren emperyalist talana dahil olmasıyla birlikte artan rekabet koşulları, Fransa’nın dış politikada daha saldırgan bir tutum almasına yol açmaktaydı. Bu durum ülke yönetiminde militarist, otoriter bir anlayışın egemen olmasına neden oldu. Zaten dışarıda sıkıntılı bir durumda olan ve sık sık Almanya ile savaş gündemi yaşayan Fransa yönetimi, içeride de Cumhuriyet’ini ilanından sonra ‘Özgüven kazanan işçi sınıfının mücadelesini bastırmak için Cumhuriyeti ortadan kaldırmış ve baskıcı bir yönetim anlayışı benimsemişti. Bu genel siyasi hattın kent mekanına yansıması ise, kentin en merkezi yerlerinde kışlaların yer alması şeklinde gerçekleşmişti. Böylece sık sık çıkan ayaklanmalara iktidar kolayca müdahale olanağı bulmaktaydı.3 Pasajlarıyla, dar sokaklarıyla, bütünleşmiş bir kent dokusuyla ünlü Paris, Haussmann’ın gaddarca planları çerçevesinde yok edilmişti.
Haussmann çalışmalarının asıl amacı, kentin iç savaşa karşı güvence altına alınmasıydı. Haussmann, Paris’te barikatların kurulmasını bütün bir gelecek için olanaksız kılmak istiyordu.4 Artık Paris’te dar sokaklar değil geniş ve düz bulvarlar bulunmaktaydı. Bunun açıklaması ise çok basitti: “Kurşun köşeyi dönmez.” Pasajların, irili ufaklı binaların yerini büyük görkemli modern binalar almıştı. Ve tüm bunlar tarihi ve kültürel dokunun yok edilmesi pahasına gerçekleştirilmişti. Buna en çarpıcı örnek belki de Haussmann’ın kendi adını taşıyacak bir bulvarın inşası için doğduğu evi yıktırmasıdır.5 Kuşkusuz ki Haussmann operasyonunun temelinde, Paris kentinin çöküntü halinin sorumlusu olarak görülen işçi sınıfının kentten uzaklaştırılmasını sağlamak yatmaktadır. Dünya’da kentsel soylulaştırmanın belki de ilk örneği yaşanan Paris’te yaşanan dönüşüm sonucu ev kiraları artmış, günlük yaşam pahalı bir hale gelmişti. Bunun sonucunda kentte tutunamayan işçi sınıfı ise banliyölere kaymıştı. İşçi sınıfının kent merkezini boşaltmasıyla rahat bir nefes alan burjuvazi, Haussmann’ın planlarıyla birlikte kendine adeta bir cennet yaratmıştı. Paris, artık çamurlu sokakları, salgın hastalıkları ile değil, geniş bulvarları, görkemli binaları, parkları, meydanları, aydınlatılmış ve kanalizasyon sistemi döşenmiş yolları ile modernitenin başkenti olarak anılmaktaydı.6
Sonuç Yerine
Sanayi Devrimi sonucu kentlerde oluşan nüfus yığılması, fabrikaların yarattığı kirlilik, kanalizasyon yokluğunda atıklarla ve çamurlarla dolu sokaklar kentleri birer çöküntü alanları haline getirmişti. Burjuva iktidarlar, kentlerin sağlıksız yaşam koşulları ve sık sık salgın hastalıkların yaşanması sonucu artık kent yaşamının kendileri için de bir tehlike haline geldiğini gördüklerinde kent planlamasını ‘keşfettiler’. Hazırlanan kent planları çerçevesinde başta Paris olmak üzere birçok Avrupa kentindeki çöküntü alanlar temizlendi ve yerine modern bir kent dokusu inşa edildi.
Ancak Paris örneğinde, yaşanan modernleşme hamlesi sonucu kent merkezinde sadece burjuvazi tarafından kullanılabilecek bir ‘cennet’ yaratılmasından öteye geçilemedi. Uygulanan kasıtlı politikalar, fabrikaların kent dışına taşınması ve kentlerin modernizasyonu sonucunda oluşan fiyat artışları işçi sınıfının kent merkezinde tutunamamasına yol açtı. İşçi sınıfı artık banliyö denilen kent çeperlerinde yaşamaya başladı. Banliyölerin durumu ise kent merkezinin önceki halini aratmayacak durumdaydı ve sonuç olarak emekçiler için değişen bir şey olmadı….
Dipnot
- Walter Benjamin, Pasajlar, YKY, 1992, s. 90
- http://www.muraterginoz.com/haussman.htm Erişim Tarihi 20.11.2013
- http://v3.arkitera.com/h41017- paris-nasil-temizlendi.html Erişim Tarihi 20.11.2013
- Walter Benjamin, a. g. e, s. 90
- http://www.muraterginoz.com/haussman.htm Erişim Tarihi 20.11.2013
- David Harvey, Paris Modernitenin Başkenti, Sel Yayıncılık, 2012