Behzat Ç.’nin Kültür Endüstrisi ile İmtihanı ve Haziran’dan Sonra Sinema

2010 yılında Star Tv’de Emrah Serbes’in aynı adlı romanından diziye uyarlanan, 3 sezon ve 96 bölüme sığmayan Behzat Ç. son filmiyle karşımızda. İçişleri Bakanı’nın bir tören sırasında öldürülmesi ile başlayan film, ardından, buna paralel olarak Alman Konsolosluğu’nda çalışan bir bürokratın öldürülmesiyle devam ediyor. Her iki olaydan sonra da, maktulün üzerinde aynı resim bulunuyor. Ankara Cinayet büro şüphelilerin peşine düşüyor. Bu kez Behzat Komiser olmadan; fonda Haziran isyanı motifleriyle soruşturma başlıyor. Cinayet araştırılmaya başlayınca da, iş “derin devlet”e, Suriye’deki iç savaşa kadar ilerliyor…

Hatırlayacağımız gibi Behzat Ç. dizi olarak devam ederken yayından kaldırılması gündeme gelmiş, sosyal medya desteği ile üzerindeki baskıdan bir nebze olsun kurtulmuş, yayına devam etmeyi başarmıştı. Her bölümü gündem olan, örneğin başkarakterinin evli olmaması mecliste kriz yaratan bir fenomene dönüşmüştü Behzat Ç.

Kadın cinayetlerinden Hrant Dink’e, Ergenekon’dan Red Hack’e, trans cinayetlerinden Cumartesi Anneleri’ne kadar birçok siyasi konu kendine yer bulmuştu dizide. Behzat Ç. Türkiye’deki en politik diziydi. Sonra Haziran geldi. İzleyici de, Behzat Ç’nin yaratıcısı Emrah Serbes de; Behzat’ı oynayan Erdal Beşikçioğlu da sokaklara çıktı. Tüm bunlar birleşince “siyasi” bir film ile karşılaşacağımızdan emindik. Bir senedir görmediğimiz Behzat’ı beyazperdede görecek olmanın heyecanı da cabası… Ancak beklentilerimizin havada kaldığını söylesek abartmış olmayız diye düşünüyoruz. Arka plan olarak Haziran İsyanını konu alan, Hollywood estetiğine bir tutam yerellik katan ucuz bir aksiyon filmi vardı karşımızda.

006 Behzat Ç. Kıbrıs’ta

Ankara Cinayet Büro bıraktığımız gibi değildi:

– Dizinin en önemli karakterlerinden biri olan Harun, kültür endüstrisinden nasibini almış; komiğe indirgenmiş.

– Hayalet; Ilgın karşısında romantikten ziyade “toy”

-“Aga ben olmuşum cinayet” diyen Akbaba narkotikte kafa bulmaya razı…

– Eda iktidarın istediği “kadıncağız”… Hamile olması ve ağlaması dışında filmde varlığı söz konusu değil.

Komiser Behzat da nasibini almıştır “Ana akım” kaygısından. Çalıştırdığı futbol takımındaki çocuklara yaptığı anlamlı konuşma dışında, tipik bir aksiyon filmi karakteridir: Behzat komiser aynı James Bond gibi kumar salonuna girer. Aynı James Bond gibi güzel bir kadınla dolaşır. Kitaplardan ve diziden hatırladığımız Behzat’tan oldukça uzaktır. Son zamanlarda rastladığımız en özgün kötü adamlardan biri olan Ercüment Çözer de dönüşmüştür elbette. Elinde viski kadehi, kıyafet ile havuza giren, havuzda kadınlarla alem yapan “baş kötü”… Tek eksik kötü adamların siyah giymesi… Filmin en önemli kahramanı Barış ilk filmdeki ana karakterimiz Red Kit gibi dertlidir. Devletin yarattığı bir başka mağdurdur. Kendisine Ulrike Meinhof ismini seçmiştir: Fakat Barış babası gibi solcu mudur? Filmde geçen “kaos geliştirir ” sözü hangi bağlama oturmaktadır? Barış kişisel bir intikam peşinde midir; yoksa “anarşist” bir militan mıdır? Bu soruların hepsi havada kalmıştır. Karakterlerin hiçbiri derinlemesine işlenmemiş, aksine “tip”leştirilmiştir. Behzat Ç.’nin izleyici kitlesinin ezici bir çoğunluğu Behzat Ç.’yi polisiye kurgusundan ötürü değil, dramatik kurgusundan dolayı sevdi. “İyiler ilk görüşte tanınmaz” diyen, iyi ile kötü, katil ile polis, yaşam ile cinayet arasındaki çizgileri silikleştiren, derinlikli karakterler bu filmde yok. Polisiye kurgunun da açık bulunabilecek çok fazla yanı olsa da, asıl eksikliğin filmde dramatik öğelerin neredeyse olmamasından kaynaklandığını düşünüyoruz. Film endüstrisinin belli kalıpları vardır. Örneğin başrolün yanında mutlaka bir güzel kadın olmalı, mümkünse ikisi arasında bir ilişki yaşanmalıdır. Bu ilk filmde (Seni Kalbime Gömdüm) Cansu Dere’nin karakterine denk düşmektedir: Baş karakterin karşısına güzel kadın çıkma zorunluluğu… Karakterimizin görkemli, mümkünse patlamalı bir çatışmaya girme zorunluluğu: Bu Behzat’ın Kıbrıs’ta ortasında kaldığı istihbarat çatışmasına denk düşüyor. Kurguya hiçbir şey katmadığı halde karakterlerimizin yolunun Kıbrıs’a düşmesi bununla ilgilidir. “Piyasanın sanata müdahalesi” lafını soyut bulan dostlarmıza, eğer somut örnek arıyorlarsa Behzat Ç.’nin filmlerini izlemelerini tavsiye ederiz. Yalnızca tek mekanda geçen, sadece diyalog üzerine kurulu bir bölüm çekebilecek denli yaratıcı, cesur bir ekip, nasıl bu kadar kolay tüketilebilen bir filme imza atabilmiştir incelemek gerekir. Böylece kültür endüstrisinin sanat pratiklerini nasıl biçimlediği de anlaşılabilir.

Dünyanın ekseni kaydı Behzat…

Haziran İsyanı’nın filmin kurgusuna sonradan eklendiği açık. “Barış” süreci, Suriye’ye yönelik olası müdahale derken ülkemiz oldukça yoğun bir yıl yaşadı. Behzat Ç.’de hep (iyi ki) bu tarz gündemleri ekrana taşıdı yayınlandığı dönem boyunca. Fakat karşımızda bir dizi bölümü değil; çekim planları, çıkış tarihi çok önceden belirlenmiş bir yapım olduğu hatırlanmalı. Haziran’dan sonra özellikle sinema alanında kimi değişiklikler olacağı daha önce dergimizde de başka mecralarda da yazıldı, çizildi. Taşra sıkıntısına odaklanan, oldukça uzun sekanslar üzerine kurulan durağan filmlerin ülkedeki “gerçekliğin” değişmesi ile birlikte azalacağı, Haziran’ın dinamizmini yansıtacak başka ifade biçimlerinin öne çıkacağına yönelik tahminler yapıldı. Fakat Haziran’dan sonra sinemalarda, Haziran isyanı temalı yayınlanan bir diğer film olan “Benimle oynar mısın?” da, “Behzat Ç. Ankara Yanıyor” da bu beklentileri karşılayacak nitelikte (Benimle oynar mısın çok daha vahim bir örnek) filmler değiller. Bu sebeple eski “sıkıcı” filmlerin karşısına “Yeni Türkiye”nin yeni gerçekliğini yansıtan bu “action” filmleri öne sürersek büyük bir hata yapmış oluruz. Haziran’ın sanat pratiklerine yansımasına da böyle bir bağlamda bakmak gerekiyor. Haziran eylemlerini yansıtma kaygısı güden ürünlere sempatiyle bakmak oldukça doğal bir refleks. Ancak bu tarz yapıtları hızlıca, Haziran’ın sıcağı soğumadan piyasaya sürme çabasının da bir o kadar zararlı olduğunun altını çizmek gerek Sanatsal nitelik kaygısını ya hiç duymayan, ya da fazlaca arka plana atan pek çok sanat ürünü ortaya çıktı şimdiye dek. Ortadaki niteliği düşününce, yalnızca çok küçük bir kısmının işlevsel olduğunu söylemek yerinde olacaktır. Bunların azımsanmayacak bir kısmının, kendince bir “piyasa”sı olan Haziran’ın “kaymağını yemek” derdinde olan ürünler olduğunu söylemek hiç de abartı sayılmamalıdır. Haziran isyanı, AKP’nin organik aydınları dışında kalan herkesin gözünde meşrudur. Savcı Esra’nın dizinin bir bölümünde Behzat’a dediği gibi “Dünyanın ekseni kaymıştır’ artık. Bu kitle zaten toplumun okuyan yazan, film izleyen, konsere giden kesiminin ezici bir çoğunluğunu oluşturmaktadır. AKP’nin zor aygıtlarıyla Haziran’a dair söylemleri sindirmeye çalıştığını gördük. Direnişi destekleyen sanatçılar üzerinden baskı kurduğunu da hatırlamalıyız. Behzat Ç.’yi yaratan isim olan Emrah Serbes’in de bu baskılardan payını aldığım biliyoruz. Bu sebeple Emrah Serbes’e “Haziran’ın kaymağını yemek.” gibi ağır bir ithamda bulunmak niyetinde değiliz. Bunun hem haksızlık hem de ayıp olacağı kanaatindeyiz. Ancak bahsettiğimiz büyük meşruiyetin “kültür endüstrisi” içerisinde de bir talep yarattığını hatırlamalı, genel olarak Haziran’ı anlatan sanat ürünlerine bu gözle de bakmalıyız. Sonuç olarak biz, Behzat Ç. dizisinin vasat bir bölümünü izlediğimizi düşünerek kendimizi avutuyoruz. Bunu saymayız. Bir daha bekliyoruz.