Barış Bıçakçı ve Tükenmeyen İnsan

Günümüz edebiyat ortamından pek çoğumuz şikayet ediyoruz. Anlaşılabilir. Fakat mesele durup durup “nerede o eski edebiyatçılar” yakınmasına dönüyorsa ortada bir sorun var demektir.

Şimdiye kadar edebiyat yazılarımızın çoğu, edebiyat ortamındaki nitelik sorununa, kirli ilişkiler ağına, ilkesizliğe, yöntemsizliğe değindi. Fakat bugün de kitaplarını keyifle okuduğumuz, bir sonraki kitabını beklediğimiz yazarlar olduğunu düşünüyoruz. Bu sebeple o isimlerden birini, Barış Bıçakçı’yı sayfalarımıza taşımaya karar verdik. Barış Bıçakçı’nın sırasıyla “Herkes Herkesle Dostmuş Gibi”, “Veciz Sözler”, “Aramızdaki En Kısa Mesafe”, “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”, “Baharda Yine Geliriz”, “Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra” ve “Sinek Isırıklarının Müellifi” olmak üzere 7 kitabı mevcut. Hüseyin Kıyar ve Yavuz Sarıalioğlu ile birlikte çıkardığı iki de şiir kitabı… (Maalesef şiir kitaplarından yalnızca bir tanesine ulaşabildim.) “Bizim Büyük Çaresizliğimiz” kitabı yakın zamanda hayatını kaybeden Seyfi Teoman tarafından filme de çekilen Bıçakçı, bildiğimiz anlamda bir “popüler” yazar olmasa da, kitapları 5-6 baskı yapan, günümüz ölçeğine göre iyi okunan isimlerden. Bir arkadaşım Barış Bıçakçı kitaplarına dair sohbet ederken şöyle demişti: “En sevdiğim Barış Bıçakçı kitabı en son okuduğum Barış Bıçakçı kitabıdır.” Karakter inşası, kitapların geçtiği mekanlar, kitap içerisindeki psikolojik gerilimler Barış Bıçakçı’nın hemen hemen tüm kitaplarında aynıdır. Seveni bu yüzden sever, sevmeyeni de aynı sebeple uzak durur. Yedi kitabının yedisi de benzer bir tat verir. Bu yüzden en sevilen Barış Bıçakçı kitabı genellikle hafızamızda en taze olan Barış Bıçakçı kitabı, yani en son okuduğumuz Barış Bıçakçı kitabıdır. Kitapları arka arkaya okunduğunda bütünlük oluşturan bir yazar Barış Bıçakçı. Peki nedir bu bütünlüğü oluşturan unsurlar?

Bu soruyu cevaplama çabası Barış Bıçakçı kitaplarının, kurduğu “edebi evren”in haritasını çıkartmamızı sağlayacak. Bıçakçı’nın neden günümüzün okunmayı hak eden yazarlarından biri olduğunu bizlere gösterecek. Sorumuzu cevaplamaya çalışırken Barış Bıçakçı külliyatını; dili ve anlatım teknikleri, konu seçimleri – karakter inşası ve bir tavır olarak Barış Bıçakçı olmak üzere üç başlık üzerinden değerlendireceğiz.

Barış Bıçakçı’nın Dili

Barış Bıçakçı’nın kitaplarından herhangi birini okumuş ortalama bir okura “kitapta en çok dikkatinizi çeken ne oldu” diye sorsak, alacağımız cevap büyük ihtimalle “yazarının kullandığı sade ve akıcı dil” olacaktır. Gerçekten de Barış Bıçakçı’nın en dikkat çeken yanı “sade ve akıcı dili”dir. Bu dilin Bıçakçı kitaplarını “samimi” kılan özelliklerden biri olduğunu söyleyebiliriz. Bu samimiyeti oluşturan bir diğer özellik ise, bu yazı içerisinde “küçültme” diye adlandıracağımız tekniğidir. Bıçakçı metinlerinde kullandığı “büyük”, “afili” cümlelerin arkasına genelde o cümlenin vuruculuğunu azaltan, bazen de mizah katan başka bir cümleyi yerleştirir:

Güneş Saydam Caddesi’nin üzerinde kimsenin gülmediği bir şaka gibiydi” dedi ağabeyim her zamanki neşeli haliyle. Hakan gülümsedi. Ben ağabeyimin ileride büyük bir yazar olacağını düşündüm yine. (Aramızdaki En Kısa Mesafe, s. 23)

“Evde, koltuğuna oturmuş akşam olmasını beklerken birkaç bira içti ve saatçinin tezgahı üzerinde gördüklerinin kendi iç organları olduğunu anlayıverdi. Evet, tezgahın üzerinde parçalanmış dağılmış yatan şey, Cemil’in kendisinden başka bir şey değildi. İşte bu da toplu konutlarda yaşayan birinin payına düşen felsefe. Üç gram. İlaç niyetine” (Sinek Isırıklarının Müellifi, S. 57)

“Rene Char’ın seçme şiirlerinde geçen şu cümleyi unutamıyordu: Kırk Yaşımızda, yüreğimize yirmimizde sıktığımız bir kurşunla ölüyoruz” Böyle bir cümleyi okuyup yıllarca aklınızda tutuyorsanız zaten ölüyorsunuz demektir. Silaha gerek yok. (Sinek Isırıklarının Müellifi, S. 65)

Yukarıda üç tanesini seçtiğimiz “küçültme” tekniği ile Barış Bıçakçı, oldukça “büyük”, dramatik ya da ‘sahili” bir cümlenin altına, bir önceki cümlenin ağırlığını boşa düşüren, çoğunlukla da gülümseten başka bir cümle ekleyerek okuyucuyu ters köşeye yatırır. Zaman zaman fazla aforizmavari cümleler kurduğu eleştirisine de peşinen, kendisiyle de alay ederek cevap vermiş olur böylelikle. Yine “Sinek Isırıklarının Müellifi”nde Cemil ile “editör hanım”ın “monologları”, Bıçakçı’nın kendi yazınına dair kaygılarını da görmemizi sağlar: “Aforizma belki bilmek demek değildir ama bilmek çabasıdır, ona en azından bir başlangıç önermesine verilen değeri vermek gerekir (…) Bolca aforizma içerdiğinden roman dosyamı büyük ihtimalle beğenmeyeceksiniz. Aforizmaların ucuz olduğunu, üstelik birbiriyle çeliştiğini düşüneceksiniz. Bu konuda daha sonra sizinle tekrar konuşmak isterim.” (A.G.E, S. 36)

Yine editörle yaşadığı şu monolog, Bıçakçı’nın sade dilinin ve konu seçiminin özeti gibidir:

“Yazmak bir bakıma anlatılmaya değmez olanı anlatmaktır. Böylece anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret etmektir” (A.G.F., S. 159)

Barış Bıçakçı’da Zaman-Mekan ve Dostluk

Çoğu zaman her şey önceden bellidir. Mucize evin bugün yarın ölecek ihtiyar kedisidir.” (Sinek Isırıklarının Müellifi, s. 5)

Yukarıda alıntıladığımız cümle “Sinek Isırıklarının Müellifi”nden alınmış olsa da, tüm Barış Bıçakçı kitaplarında var olan durağan havanın özeti olarak düşünülebilir. Ankara Barış Bıçakçı anlatılarının ortak mekanıdır. Kentli, entelektüel, çoğunlukla bir şekilde edebiyat ile ilişkili karakterlerle dolu olan Barış Bıçakçı kitaplarının Ankara’da geçmesi, basitçe Bıçakçı’nın Ankara’da yaşamasıyla açıklanabilir. Fakat “sıradan” bir kentin, “sıradan” ve durağan bir yerinde yaşayan karakterler (örneğin toplu konutlarda) yaratan Bıçakçı, bu karakterler için “her şeyin önceden belli olduğu” bir mekan yaratmak ister. Ortak mekanın Ankara olmasının böyle bir resmi de tamamladığı unutulmamalıdır. “Baharda Yine Geliriz” kitabında yer alan ‘Şehir Rehberi” isimli bölümde yer alan şu cümleler, Ankara’nın anlatıların mekanı olarak işlevini oldukça iyi anlatır:

“Bu berbat şehirde görüp görebileceğiniz en güzel şeyin terk edilmiş bir fabrikanın kara yıkıntısı olması saçma ya da gülünç değil mi? Değil!

İnsana özgü bir yavaşlığı, sakarlığı hatırlatan tek şey bu yıkıntı çünkü:” (A.G.E, S. 15)

Şikâyetten çok sevecenlik vardır Ankara’ya karşı. Daha sonra değineceğimiz arkadaşlıklara da mekan olan Ankara, “insana özgü yavaşlığın ve sakarlığın” da somutlandığı mekandır. Ve elbette iyi arkadaşlıkların…

Barış Bıçakçı karakterleri hayatı “olağanüstü olaylarla” dolu kişiler değildir. Sıradan bir hayatı kendi köşesinde sessizce yaşayan, ya da yaşamaya çalışan insanlardır. Fakat “Anlamsız olanı anlamlı kılmaya cüret eden” bir yazar olan Bıçakçı’nın metinleri, bu sıradanlığı “olağanüstüleştirir”. İnsanların birbiriyle kurduğu ilişkiler bütününün, insan hayatının “olağanüstülüğünü gösterir bizlere. Kitaplarında çoğunlukla, hayatı kitaplarla dolu karakterler vardır. Oldukça durağan bir hayat ve bu hayatın üzerinde gökyüzü gibi duran, hiçbir yere gitmeyen ölüm olgusu kitaptaki ritmin belirleyici unsurlarıdır. Ritmi aksatan ya da hızlandıran şey ise çoğunlukla aşktır. ”Bizim Büyük Çaresizliğimiz”de Ender ve Çetin’in hayatlarına Nihal’in girmesi iki arkadaşın gündelik hayatlarını değiştirir. Ya da “Veciz Sözler de Nesteren’e aşık olan Sulhi’nin yaşamı o andan itibaren daha hareketli, daha gerilimlidir.

Kimi karakterinin futbol ilgisi ya da hah sahaya gitme alışkanlığı da yine aynı durağanlık ile ilgilidir. Kitaplarının arasında yaşayan, aşkları için verdikleri “kavga”da bile sık sık tereddüt eden karakterler için futbol, “kavga”nın, mücadelenin en çıplak halidir, oldukça da somuttur. Bu yüzden futbol, kentli, “orta sınıf”, entelektüel karakterlerimizin hayatlarında yer kaplamaktadır. Hayat yavaş yavaş ilerlemektedir. “Aynı gökyüzü aynı keder” yerinde durmakta, karakterler de kitapların sonlarında kendilerini hayatın olağan akışına bırakmaktadır. Zaten yaşadığı çağa uyum sağlamakta zorlanan karakterler, zamanın geçmesinden tedirgin olsa da, kanıksamıştır bu durumu. Ender’in “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”in sonunda söyledikleri bu huzurlu kanıksamayı gösterir: “Bir gün biz de yaşlanacağız Çetin (…) Şehirde yapamayacağız artık Çetin, binalardan ve otomobillerden sıkılacağız. Ankara’dan ayrılacağız. Şehrimizden (…) Hırkalarımıza sarınacağız. Bedenlerimiz, olan biteni kabullenmemize olanak tanıyacak bir hızla çevikliğini, gücünü, dayanıklılığını yitirmiş olacak(…) Sonra yine bahar gelecek, yaz gelecek. Tekrar eden şeyler bizi tekrar tekrar sevindirecek” (A.G.E, S.166-167) “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”in filme uyarlanmış halini izledikten sonra, internetten film ile ilgili yorumları okuduğumu hatırlıyorum. Ekşi Sözlük’te azımsanmayacak bir toplam Ender ve Çetin’in aslında eşcinsel olduğu konusunda hemfikir olmuştu. Birbirlerine olan bağlılıklarının sebebi buydu. Bu teze itiraz edenler ise homofobik olmakla suçlanıyordu. Hatta bir “entry”, kitapta da Ender ve Çetin’in eşcinsel aşıklar olarak kurgulandığını iddia ediyordu. Psikanalitik çözümlemelere pek meraklı çağımız okurlarının önemli bir bölümü, iki heteroseksüel erkek arasında böyle bir ilişkinin var olabileceğini kabul edemiyordu. Ama filmde de kitapta da karakterlerimiz eşcinsel değildi: “Kahramanlarından birinin, otoparktan bir türlü çıkamayan bir otomobilin içindeyken “şimdi kuşlar bizi nasıl görüyordur Al? ” diye sorduğu, ikimizin de baş tacı ettiği filmi “Eşcinselliğin sınırında dolaşan bir dostluğun hikayesi” diye yorumlayan sinema eleştirmeni beyefendi ikimizin sonunda, en sonunda haritada bir nokta olduğunu görseydi ne derdi? Eşcinselliğin kordon boyunda dolaştığımızı mı söylerdi? (…) ilişkiler için gerçekten bir sınır var mı? Varsa da ikinci sınıf sinema eleştirmenlerinin göremeyeceği bir sınır bu. İnsan severken basit sınırlandırmaların sınırlarını değil, kendi sınırlarını görür, kendi sınırında dolaşır, kendi sınırlarına değer. Benim bildiğim tek sınır bu.” (A. G. E, S. 83)

Bu uzun alıntı Ender ve Çetin’in eşcinsel karakterler olarak kurgulanmadığını gösteriyor. Peki niye Barış Bıçakçı karakterleri bir kısmımız için bu kadar anlaşılmaz? Bu soruya cevap büyük önem taşıyor. Romanlarında ve öykülerinde olayları erkeklerin gözünden anlatsa da, “Erkeklik İdeolojisi”nden olabildiğince uzak karakterler inşa eder Barış Bıçakçı. Kadınlarla ilişki kurarken çekingen, kırılgan ve acemidirler. Sevdikleri kadınların kendilerine aşık olmasını dilerler. Genelde de hayal kırıklığına uğrarlar… Sadece kadınlarla ilişki kurarken değil, her konuda “insana özgü o sakarlığın”, acemiliğin izleri vardır davranışlarında. Kitaplarda İnsan bir çelişkiler bütünüdür. “Bizim Büyük Çaresizliğimiz”de Ender, sürekli kendisi ve geçmişi ile didişir. Aynı zamanda romandaki anlatıcı ses olan Ender’in, anlattığı geçmişi anlama çabaları, çelişkilerini gözler önüne serer. °Sinek Isırıklarının Müellifi”nde Cemil, “orta sınıf”, küçük burjuva yanlarıyla dalga geçer. Kendi ile tatlı bir hesaplaşma halindedir. Bunu yaparken bize geçmişini döker. Salinger’dan, Cortazar’dan, Rene Char’dan, Turgut Uyar’dan, Oktay Rıfat’tan, Edebiyat Dostları dergisinden, Ezginin Günlüğü’nün “Bahçedeki Sandal” albümünden söz açar. Gönderme yapar. Böylece yazarın edebi olarak beslendiği kaynakları da görürüz. Acemiliklerin sakarlıkların yanı sıra, Barış Bıçakçı kitaplarında insan, zengin bir kültür mirasından oluşur. Günümüz okurlarının bir kısmına Barış Bıçakçı karakterlerinin bu kadar “anlaşılmaz” gelmesi, İnsana yabancılaşmanın sonucudur. Anlaşılmazdır. Çünkü İnsan çırılçıplak karşımızdadır.

Bir Tavır Olarak Barış Bıçakçı

Yazdıkları kadar “inziva”sı ile de bilinen bir isim Barış Bıçakçı. Bu yüzden birçok kişi tarafından yaşadığı süre boyunca yazarlık hayatını inzivada geçiren J. D. Salinger’a benzetilir. Edebiyat ortamı yazarların biyografisine önem verir. Bu sebeple biyografisine sahip olamadığı yazarın, inzivasını satar. Örneğin İzafi dergisinin, Mayıs-Haziran sayısında Barış Bıçakçı’dan izin almadan yazarın fotoğrafını kullandığını, hazırladıkları dosyanın da reklamını bunun üzerinden yaptığını hatırlayalım. Barış Bıçakçı’nın biyografisine dair temel bilgiler dışında (Ne zaman doğdu, başka hangi kitapları var) bir bilgiye sahip değiliz. Edebiyat ödülleri, imza günleri gibi yazarları “starlaştıran” kurumlardan da uzak durduğu için çok okunsa da bildiğimiz anlamıyla bir “çoksatan” olamıyor. Hiçbir yere röportaj vermiyor, panellere katılmıyor, sağda solda fotoğrafı bulunmuyor… Biyografisine dair bilgimiz olmasa da, otobiyografik yanlar barındırdığını tahmin ettiğimiz “Sinek Isırıklarının Müellifi” romanı, bu tercihin basit bir utangaçlığın ötesinde, bir edebi tavır olduğu konusundaki kanımızı güçlendiriyor. Metin ile okur arasına başka şeylerin girmesini engelleyen (en azından bir yere kadar) bu tavır günümüz edebiyat ortamında oldukça değerli. Bu sebeple hem yazınıyla, hem de kendini edebiyat ortamının kirli ilişkilerinden uzak tutmaya çalışan tavrıyla Barış Bıçakçı’nın zamanımızın en değerli edebiyat pratiklerinden biri olduğunu düşünüyoruz. Bir türlü “tükenmeyen” insanın, “hinlik” barındırmayan dostlukların, akıp giden zamanın, “nahif” aşkların yani İnsan’ın öykülerini okumak isteyen tüm okurlarımızı, Barış Bıçakçı okumaya davet ediyoruz.