Yerel seçimlere yaklaşırken Yuvarlak Masamızı Türkiye’nin en büyük şehri olan İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı için aday gösteren, sol oylara talip olan partilerin gençlik örgütlerinin temsilcilerine ayırdık. Halkların Demokratik Partisi’nden arkadaşlarımız kayıttan bir gün önce gerçekleşen İnternet Sansürü eylemine uygulanan gözaltılar sebebiyle kaydı yapacağımız gün üzülerek katılmayacaklarını belirttiler. Kayıttan sonra e-mail yoluyla sorularımızı kısaca cevapladılar. Bu sebeple üç partinin temsilcileriyle gerçekleştirebildiğimiz Yuvarlak Masamızı keyifle okuyacağınızı umuyoruz.
Tayyip Erdoğan’ın sık sık dillendirdi: Bu seçim bir yerel seçim olmayacak, bu seçimde başka bir hesap görülecek… Bu tespite katılıyor musunuz? Sizce önümüzdeki yerel seçimde oyalanacak olan nedir?
Uğur Aytaç: Bir halk düşmanı olarak Tayyip Erdoğan oldukça bilimsel bir tespit yapmış, kesinlikle katılıyorum. Bu yerel seçimlerde oylanacak olan bir belediyecilik anlayışı değildir. 19 Mayıs 2012, Ulus’taki gazlı 29 Ekim -geçtiğimiz sene-, Gezi parkıyla başlayan Haziran Ayaklanmasıyla, toplamda İslamcı bir renge bürünmüş mafyatik kapitalizmin kendini yeniden üretmede ciddi bir kriz yaşadığını görüyoruz. 17 Aralık operasyonuyla birlikte bu iktidar bloğu içindeki güçlerin birbirini yediğini görüyoruz. Bu krizin sinyalleri sadece burada da değil, Suriye’de ABD yayılmacılığını temsil eden hegominik anlayışın krize girmesi, keza aynı şekilde ABD menşeili açılım projesinin tıkanma yaşaması bu anlamda iktidardaki bu gerici krizi işaret ediyor. 17 Aralık operasyonu da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Gökten zembille inen bir kayıkçı kavgası değil, halk hareketinin baskısıyla bugüne gelmiştir. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a burada katılıyorum. Krize girmiş bir düzenin daha da baskıcılaşarak sömürü mekanizmalarını daha da derişleştirerek devam etmesi, son imkanının zorlanması veya bugüne kadar tasfiye edilmiş aydınlanmacı cumhuriyet devriminin mevzilerinin ilerlemeye geçmesi ve milli kuvvetlerin aynı zamanda bir atak yapması için uygun bir zeminin hazırlanmasıdır. Özellikle önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimi ve genel seçim söz konusuyken… 3 aşamalı ara dönemi bütünlüklü bir şekilde değerlendirmek taraftarıyım. Özetleyecek olursak; emperyalizm işbirlikçisi, İslamcı, neoliberal bir halk düşmanının iktidarının, bir şekilde zora dayanarak kendisini devam ettirmeye çalışmasının son hamlesi ki bunun içine AKP’yi dahil ettiğim kadar Fethullah Gülen Cemaati’ni de katıyorum. Ya da Cumhuriyet hareketinin 29 Ekimde, Haziran Ayaklanmasında Türk bayraklarıyla, Mustafa Kemal portreleriyle ayaklanan kitlenin, siyasi bir programı kuşanarak gerçekleştirilebilir bir iktidar alternatifi ortaya çıkarması ve daha da ileri seviyeye giderek özneleşmesidir. Seçenekleri bunlar olarak görüyorum.
Barış Tercioğlu: Tayyip Erdoğan’ın, bu yerel seçimin genel seçim olacağı görüşüne hak vermek gerekiyor. Tayyip Erdoğan bizden daha fazla önemsiyor bu seçimi. Yaşadıkları kriz, kendi iktidarının başlattığı kriz, bu seçimlerde kendilerini büyüyerek çıkarma planındadır veya “ne kadar az oy kaybedersek o kadar başarılı olacağız” mantıklar vardır. Halk için de bu seçim, bir hesaplaşma platformu anlamına geliyor. Bu seçimlerin en önemli tarafı AKP’nin, Suriye, Haziran, 17 Aralık operasyonlarından sonra halkın karşısına çıkacağı belki de en geniş ölçekli sınava gireceği bir günden bahsediyoruz. Yalnız burada bir şeye dikkat etmek gerekiyor: Türkiye’nin sadece bir iktidar sorunu yok. Türkiye’nin, hem siyasi hem ideolojik yanları olan bir krizi söz konusu ve bu kriz sadece bir siyasi partiyle alakalı değil bir zihniyetle alakalı bir kriz. Biz, bu yerel seçimlerde bu zihniyetin oylanacağını ve gerici, ABD’yle çok fazla işbirliği içine giren aynı zamanda bir piyasacı, paranın önündeki tüm engelleri kaldırmaya çalışan bu zihniyetin seçimlerden aklanarak çıkmak gibi bir eğilimi olduğunu düşünüyoruz. Tabbi bu zihniyetin en büyük aktörü AKP ve Tayyip Erdoğan’dır. Ama bu AKP’ye karşı nasıl mücadele edileceği konusunda bizim aklımızı karıştırmaması gereken bir durum. Şu yönden söyleyebiliriz: Bu zihniyete karşı, ilerici değerlerin, aydınlanmanın, solun önünü açan, halkın sol alternatifini güçlendirmeye çalışan bir sürecin açılması gerekir. Açıkçası önümüzdeki yerel seçimler, bu anlamıyla bir siyasi hesaplaşmada sadece partiler arasında olacağını düşünmüyorum aynı zamanda Türkiye’nin geleceğin iktidar sahibi olmak isteyen akımların da seçim platformunda karşı karşıya geleceğini söyleyebiliriz. Örneğin Siyasal İslam bir çöküşe girmiş durumda ve biz buna karşı halktan yana, ilerici, solcu laik bir alternatifi güçlendirebilecek miyiz güçlendiremeyecek miyiz? Açıkçası bu seçim biraz da bunun göstergesi olacaktır. Halk, Haziran’da ortaya koyduğu iradeyi ve kendi seçeneğini ne kadar yaratabilecek, AKP’ye ve AKP’nin zihniyetine karşı nasıl bir güç biriktirecek, ben önümüzdeki seçimin genel önemi budur diye düşünüyorum.
Ali Gökçek: Tayyip Erdoğan’ın bu görüşüne ben de katılıyorum, bu yerel seçim değil, başka bir seçim olacak diyor. Aslında bu biraz da halkın bilinçaltına gönderme çünkü şunu biliyoruz: Tayyip Erdoğan hiçbir yerel seçimde yereldeki adaylarını öne çıkarmıyor, her zaman olduğu gibi Kadir Topbaş’ı hiçbir yerde göremiyoruz. Bütün açıklamaları, projeleri Tayyip Erdoğan yapıyor. Yönetim şekillerinde de görüyoruz; hem Başbakan hem savcı hem Cumhurbaşkanı oluyor. Bütün görevleri üstüne alıp kendisi bu işi götürmeye çalışıyor. Türkiye’de sadece bu seçimlerde değil, özellikle 1980’den sonraki seçimlerde hizmetten çok yaşam tarzı oylanmaya başladı. ABD seçmenini düşündüğümüzde bu cumhuriyetçi ve demokrat aday çıkıyor, sağlıkla ilgili, ekonomiyle ilgili projelerini söylüyor; insanlar bakıyor, belirli bir politikanın dışına fazla çıkmıyor. Bu adaylardan hangisinin politikasını beğeniyorsa ona oy veriyor. Ama Türkiye’de seçmen gidiyor, oy pusulasını önüne alıyor; bir yere verse “din” gidecek, bir yere verse “bunlar çalıyor”, bir yere versen “bunlar zaten hiçbir şey yapamaz, bunlar beceriksiz”… Dolasyısıyla Türkiyede’ki seçmen ne neyi oylayacağı konusunda hizmeti değil, dini ile yaşam tarzı arasında büyük bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Açıkçası ben Türkiye seçmenini çok şanssız buluyorum. ABD’deki seçmen bu kadar kolay seçim yapıyorken bizim seçmenimizin hizmetten ziyade bu ayrımlara sıkışması bence çok kötü bir durum.
Haziran’dan sonra ülke siyasetinin, insanların siyasete bakışının değiştiği ortada. Herkes hemfikir. Haziran, herkesin üzerine farklı siyasi anlamlar yüklediği bir olay. Peki sizin partinizin seçim politikalarında Haziran İsyanı nasıl bir yer tutuyor?
U.A.: Böyle bir toplumsal olguyla karşılaştığımızda ilk önce Türkiye’yi nasıl tahlil ettiğimiz ve bundan çıkardığımız parti stratejimize dönüp baktık ve şu noktada ciddi bir örtüşme olduğunu düşünüyoruz: Şu anda Türkiye’de kitle hareketlerine baktığımızda cumhuriyet hareketi ve patlak vermesi yaklaşan krize karşı emek hareketi ve cumhuriyet hareketiyle ciddi ortakları olmakla birlikte farklı yataklardan da beslenen bir özgürlük hareketi görüyoruz. Bu özgürlük hareketi de belli başlı bir önderliğe tabi olmamış ve daha çok gerici uygulamalarla baş vermesine rağmen en ileri safhada Haziran Ayaklanmasıyla açığa çıkmış bir olgu ve öznedir. Bugün hala kendini farklı tempolarla devam ettirmeye çalışıyor. Buna ilişkin farklı mücadele gündemleri ortaya koyuyor ve biz şu tespiti yapıyoruz: Kemalist devrimi tamamlamak dediğimiz şey, nesnel düzlemde özgürlük hareketinin talepleriyle ve gerçekleştirmeye yöneldiği siyasi projeyle ciddi oranda örtüşüyor. Birincisi yurttaş olabilme fikri esasında bahsettiğimiz şey burada bu yurttaşın bir siyasi özne haline gelebilmesi, kafasını sandıktan çıkarabilmesidir. Haziran Ayaklanması’nda hiçbir sistem partisinin karşılığı yoktu. AKP’nin zaten durumunu biliyorsunuz, MHP’nin ve CHP’nin de toplumsal bir karşılığı yoktu. Bu üzücü durum… Sonuçta CHP’nin tabanında yurtsever ve aydınlanmacı bir toplam vardır. Ama şu tip duvar yazılarını bile gördük: “CHP sen bu işe karışma bu sefer durum ciddi” ve bunu hiçbir siyasi partinin diğerini eleştirisi olarak da görmedik, bunu sokakta gördük, bunu o, kendi kendisini ivmelendiren sürecin içerisinde gördük. Dolayısıyla bu bakımdan değerlendiriyoruz. Türkiye’ye dair yaptığımız tahlili gözden geçirdiğimizde, koyduğumuz siyasi programın önemli ölçüde uyduğunu görüyoruz. Öncü parti tanımımız gereği bu nesnelliği bir örgütsel faaliyete dönüştürüp, bu toplumsal enerjiyi, devrimci bir programda birleştirmek ve siyasi bir hareket katmak burada önemlidir.
B.T: Haziran’a dönük söylenebilecek ilk şey halkın şu anda olduğu gibi yönetilmek istemediğidir. Bence çok değerli bir tespittir bu, belki de 11 yıllık AKP iktidarına biriken bir tepki olarak yorumlanabilir. Türkiye’de siyasal İslam’ın cesur müdahalelerine, girdilerine, saldırılarına dönük bir tepki olarak yorumlanabilir, yaşam tarzına dönük bir tepki olarak görülebilir. Ama nereden bakarsak bakalım Haziran Direnişi; aydınlanmacı yurtsever özgürlükçü bir birikim olduğunu her yönüyle göstermiştir. Hatırlarsak cumhuriyet tartışmalarının yaygın olduğu yıllarda AKP’nin cumhuriyeti tasfiye etmeye yönelik gerici saldırılarının olduğu zamanlarda Türkiye’de laik birikiminin bir tür elit toplama daralcı yönünde bir argüman vardı. Bu argüman cumhuriyet tarihi yorumlanırken hep merkeze alındı ve bunun üzerinden bir tahlil yapıldı. Türkiye’deki sömürücü sınıflarla seküler birikimi taşıyanlar aslında ortak diye bir yanılsama vardı. Herhalde Haziran Direnişi, halkın en geniş anlamıyla bu aydınlanmacı birikimi taşıdığını, sahiplendiğini hatta bu değerlere dair ileriye dönük bir irade sergilediğini görebiliriz. En genel anlamıyla bir halk aydınlanmasından bahsedebiliriz. Burada kastettiğim sadece cumhuriyetin laiklik konusundaki kazanımlarına, ilerici değerlere sahip çıkması değil, bunu ileriye götürmesidir. Örneğin bugün AKP’nin sanat alanına bir saldırısı var, operaya, klasik müziğe ideolojik bir saldırıda bulunuyor ve bu müzik tarzı halkımızdan kopuktur diyor. Halk bu alanlara sahip çıkıyor ve şöyle bir ilginçlik oluyor, 10 senedir Türkiye’de opera ve klasik müziğe zor bilet bulunuyor. Bunun kendisi bir halk aydınlanmasıdır. Evrim tartışmalarının çok popüler olduğu bir zamandan geçiyoruz şu dönemde. Bilimsel bilgiyi öğrenme konusunda en çok eğilim gösteren kuşağız. Bunun, kendisinin aydınlanmacı bir misyonu vardır. Bu anlamıyla Haziran, halkın hem direncini hem de ileriye gitme potansiyelini bize gösterdi. Haziran’ın en önemli özelliği yeniye dönük bir arayış olmasıdır. AKP’nin hızla eskimesini görerek bu yeni arayış çıkmıştır. Aynı zamanda Türkiye’de bundan önceki 90 yıl boyunca eksiğiyle gediğiyle oluşan Türkiye’nin de eski kategorisinden değerlendirilebileceğinin, halkın yeni bir ülkeye, yeni bir cumhuriyete dönük bir özlem taşıdığını herhalde Haziran’dan çıkarılabilecek derslerin başında yazabiliriz.
A.G.: bence Haziran’daki olay herhangi bir partinin galip çıktığı bir olay değildir. Yani, aslında o şekilde başlayan bir ayaklanma da değildi. Sonradan her parti kendi adına sahiplenmeye çalıştı ama bana kalırsa hiçbir parti bunu başaramadı, galip gelemedi. Hatta başlangıçta iki bin, üç bin kişinin olduğu dönemlerde sahip çıkanlar siyasi partiler, sivil toplum kuruluşlarıydı. Ama iş beşinci günde öyle bir hal aldı ki artık gelen kitleler siyasi partilere karşı olduğunu söylemeye başladı, iş bizden çıkmıştı. Açıkçası biz sadece yönlendirmeye çalışıyorduk elimizden geldiği kadar… Ama Haziran’ın ülke siyasetine en büyük katkısı ne oldu dersek, bence 2002’den beri yenilmez olarak görülen bir Recep Tayyip Erdoğan diktası vardı, yani yenilmez, zarar verilemez, istediğini yapan büyük güç, söylemleriyle zaten kendisi de bunu perçinliyordu, böyle bir duruş vardı. Haziran’da insanlar Recep Tayyip Erdoğan’ın yenilebileceğini gösterdiler ve ardından 17 Aralık operasyonları geldi, bununla beraber Erdoğan’ın bir kez daha yenilebileceğini gördük. 1 Mayıs 2013’te Taksim’e çıkmaya çalışan kitlenin duruşu Haziran’ı tetikledi ve Haziran’dan sonra da AKP’nin yenilmez diye nitelendirilen sıfatı bence ortadan kalktı.
Haziran İsyanı ile beraber 90’lılar diye bir kuşağın tarih sahnesine çıktığı söyleniyor. Bu kuşağa atfedilen şeyler çevrelere göre farklılık gösteriyor. Siz, 90’lılar kuşağını nasıl tanımlıyorsunuz, bununla beraber siz partinizin 90’lıları temsil ettiğini düşünüyor musunuz?
U.A.: 90’lılar kuşağı tanımlamasının içinde iki eğilim var. Bu eğilimlerden birine katılmak, birine katılmamak gerek. Birincisi, bu kuşak apolitik olmadığını göstermiştir. Aynı zamanda pek çok yeni mücadele araçlarını kullanan teknoloji ve mizahı hakim bir şekilde kullanan bir anlayışı temsil ediyor bu kuşak. Bir yönden de şöyle bir algı yaratılmaya çalışılıyor diye düşünüyorum: Halk hareketlerinde 90’lılar kuşağı vurgusunu çok öne çıkararak halk kitlelerinden kopuk bir gençlik alt grubuna indirgeyen ve esas vurguyu buraya yapan bir anlayıştı aslında ve buradan da eleştirmek lazım bu tanımlamayı. İki karşıt eğilimi de içinde barındırıyor. 31 Mayıs’ta, 1 Haziran’da ve sonrasında milyonlarca insanın ayağa kalkması bakımından, olay ciddi bir siyasal boyuta evrilirken 90’lılar kuşağı vurgusunu halktan kopuk olarak yansıtmak zarar vericidir diye düşünüyorum.
B.T.: 90’lılar kuşağına dönük liberallerin müdahale etmeye çalıştığı açık ama Haziran’dan sonra bu yıkılmıştır. 90’lıların farkı bence şudur: AKP diktasının esas olarak oturduğu durum 12 Eylül 2010 referandumundan sonrası dersek eğer: AKP diktasından sonra kendi mücadelesini özgün bir şekilde harekete geçiren bir gençlik toplamı var diyebiliriz. Baskıya ve faşizme karşı ülkesinde özgürlükçü, aydınlanmacı mücadele veren bir toplamdır. 90’lıların özgüvenli olması çok önemlidir, Türkiye siyasetinde müdahale etme iradesi taşıması bir yana yazılmalı. Bu kuşağın kendine ait iletişim kanalları, sosyal medyaları vardır. Bir değerli faktör de halka uyumlu bir şekilde tepki vermeye yatkındır. Haziran’daki gençlik her zaman halkla iç içe olmuştur, ortak mücadele vermiştir. Türkiye Komünist Partisi bu toplama seslenmeye çalışıyor, bu toplamı temsil etmeye çalışıyor,
Bu toplamla birlikte siyasi pratikler oluşturmaya çalışıyor. En önemlisi, bu toplamın siyasi enerjisini, yaratıcılığını, özgüvenini kendi siyasetinin merkezine yerleştirmeye çalışıyor. Türkiye Komünist Partisi emek eksenli, işçi sınıfından yana bir siyasi partidir ama şu anda böyle bir hareketin inşaasında en önemli dinamik gençliğin örgütlenmesi, halkla buluşmasıdır. Bu anlamda 90’lıların özgün, dili, syiaset tarzı Türkiye Komünist Partisi tarafından çok önemli bulunuyor.
A.G.: 90’lılar kuşağı dendiğinde, 1980’den sonra apolitik denilirdi. Haziran’da gençliği apolitik olmadığı algısı yaratılmaya çalışıldı ama ben tam olarak öyle olduğunu düşünmüyorum. Eskiye baktığımızda daha toplumcu değil, bireyselliği ön planda olan bir gençlik olduğunu düşünüyorum. Dışarıda arkadaşlarıyla sohbet ortamı kurmak yerine evde oturduğu yerde bilgisayardan konuşmayı tercih eden bir gençlik var. Bunun da etkisini toplumsal olaylarda gördük ancak son geldiğimiz noktada sanki bu kadar gencin sokaklara çıkmasında “sıra bize de mi geldi” şüphesinin olduğunu düşünüyorum ama örgütlü gruplarda bunu söyleyemeyiz. Cumhuriyet Halk Partisi, Haziran olaylarını izledi ve izlemesinin sonucunda şu kanıya vardı: Gençlere partide daha fazla yer vermeliyiz. Zaten tüzüğümüzde de gençliğe daha fazla yer verme maddesi eklendi ve bunu da fazlasıyla yapıyoruz. Eğilim yoklaması yapılan ilçelerimiz oldu. Bunlar içinde Kadıköy, Maltepe, Ümraniye, Ataşehir’de gençlik en yukarılarda oldu.
İstanbul’da dört, Ankara’da üç tane sol oylara talip aday var. Solun parçalılığı çok kez dillendirildi. Bu parçalılık Haziran’dan sonra son bulmalı diyenlerin sayısı az değil. Parçalılık tespitine katılıyor musunuz? Sizin adaylarınızı diğer adaylardan ayıran nedir?
U.A.: İşçi Partisi, AKP ve cemaat karşısındaki tüm güçleri ortak cephede örgütlemek için CHP’yle de başka partilerle de görüşmeler yaptı, güç birliği denedi ama görüşmeler siyasi partilerin genel merkezlerinde karşılık bulmadı. Partilerin yurtsever ve aydınlanmacı tabanları da bu yöne sevk edildi. Bunun sonucunda masadaki seçenekleri gözden geçirmek gerek. Birincisi, CHP adayı Mustafa Sarıgül’e bakınca; Haziran’da Atatürkçülerden, devrimcilerden arkadaşlarımızın kanı dökülürken Fethullah Gülen’in Türkçe Olimpiyatı’na katılan adaya destek vermesi beklenemez. CHP’nin içinde olduğu siyasi koşulda cemaatle yakınlaşması, Washington’da, 17 Aralık sonrası devlet içindeki çetelerle görüşüp müttefik araması Sarıgül’ü desteklememizi imkansız hale getiriyor. Sarıgül bu saflaşmada cumhuriyeti, aydınlanmacılığı, bağımsız ülkeyi değil; aksine halk AKP’den bıkmışken düzenin başka şekilde devam etmesini ve düzeni yedeklemeyi savunuyor.
Levet Kırca’yı aday göstermemize bakacak olursak: Devrimci partide birkaç seçenek vardır. Kamuoyunda fazla karşılığı olmayan ama pati nezdinde değerli olan birini aday gösterebilirdik (TKP’nin Aydemir Güler’i göstermesi gibi) ya da Sarıgül’ü desteklerdik ve bahsettiğim veballerin altına parti olarak girerdik. Biz halk hareketinin geçtiğimiz yıllarda Silivri’deki yurtseverlerin özgürleşmesi olsun, cumhuriyetin yıkımına karşı gösterdiğimiz direniş olsun, halk hareketinin temsilcisi olduğunu düşündüğümüz ve aydınlanma değerlerine vicdanlı duruşuyla sahip çıka aday olarak Levent Kırca’yı ve partinin Levent Kırca etrafında ördüğü heyeti halk karşısına tarihsel sorumluluğumuzu yerine getirerek devrimci seçenek olarak çıkartma kararı aldık.
B.T.: Türkiye’de halk güçlerinin AKP’ye karşı birlikte hareket etmesi bir ihtiyaç ve bu birliğin hangi zeminde hangi ilkelerle kurulacağı önemli. Türkiye Komünist Partisi laiklik, yurtseverlik, ilericiliği güçlendirme, solu seçenek haline getirme zemininde ortak mücadeleye açık olmuş bir siyasi parti. Bugün baktığımızda daha çok merkez siyasette prim yapan şey sağ açılımlarla AKP’ye karşı alan tutma ve seçimde öne çıkma çabası vardır. Türkiye Komünist Partisi ilkeli bir birlik zemini göremiyor. Bu yüzden kendi adayını çıkardı. AKP öyle bir köşede durmuyor. Bizim için AKP gerici, İslamcı, neoliberal politika taşıyan bir hareket. CHP’nin tercih ettiği sağcılaşarak muhafazakar politikalarla İslami yönelimlere kapı açmaktır. Örneğin Sarıgül’ün cemaatle ve Amerika’yla ilişkide olması durumu… Bu yönelim AKP’nin ancak sağdan bir politika üreterek, sağcılaşarak yenilebileceği fikrine dayanıyor ve biz bu fikri reddediyoruz. Haziran’ın bize öğrettiği şeylerden biri de Türkiye solunun halkla birlikte sokakta, örgütleyebileceği alternatifin AKP’yi, cemaati, bu zihniyeti taşıyan partileri geriye iteceğini, halkın seçeneğini ortaya çıkaracağını düşünüyoruz. Sarıgül çok fazla parayla dini siyasetin merkezine çeken; kariyerizmi, bireyselciliği pompalayan siyasi figür olarak gözüküyor. CHP’nin sağ açılım sembolünden biri. HDP adayı Sırrı Süreyya’ya gelirsek; liberal kürt ulusalcılığının temsilciğini yaptığını düşünüyoruz. Haziran sürecinde gördük. Kürt hareketi çok tedirgin davrandı, başta sürecin içine girmeye çalıştı, sonra ideolojik olarak altını boşaltmaya; meşruiyet kanalını kapamaya yöneldi. Yer yer AKP ile yakınlaştı. İslamcı, sağ nitelikte bir politik açılımın içerisine girdiler, bu sebeple HDP adaylarının büyük bir çoğunluğu ile ortak zeminde buluşmamızın doğru olmayacağını düşünüyoruz. TKP kendi adayını: Türkiye’de yeni bir ülke, sosyalist bir cumhuriyete yönelik talebi taşıyan öznenin olması gerektiği için çıkardı. Bu anlamıyla ne AKP’nin cumhuriyeti ne de ilerici yönlerine rağmen Türkiye’de denenmiş ve başarısız olmuş Kemalist rejim restorasyonu seçim döneminde bize alan açmaz. Bu yüzden böyle bir siyasi tercihte bulunduk.
A.G.: Solda birlik niye olmuyor dediğimizde sosyal demokrasi kavramı, sosyalizm, komünizmin aksine çok köşeli bir kavram değil. Temel ilkelere bağlı kalınca insanların genişletebileceği bir olgu. Bundan yola çıkarak farklı fikirlere sahip insanların farklı partilerde olmasını abes bulmuyorum ancak şunu savunuyorum: Asıl sıkıntı seçim barajı. İŞÇİ PARTİSİ, TKP, CHP beraber seçime girmesi yerine barajı kaldıralım. Partiler temsil ettikleri kadar içerde olsun. Herkes kendi fikrine oy versin ve o fikir mecliste yer almak için imkan bulsun. Seçim barajı kalkınca bu birleşme sıkıntısının da ortadan kalkacağını düşünüyorum.
Peki Yerel Seçimler Özelinde?
A.G.: Yerelde insanlar adaya oy veriyor. Çoğu bölgede TKP’ye, İşçi Partisi’ne yönelik çalışma yapan adaylarımız var. TKP’nin de İşçi Partisi’nin de CHP seçmenine daha fazla hitap eden adayları vardır. Yerelde birleşme için parti genel merkezlerinin somut görüşmeler yapması gerek. CHP’nin ABD ile görüşmesi konusunda: CHP sadece ABD’yle değil tüm yabancı ülkelerle görüştü. Çin’e, Fransa’ya, Danimarka’ya da gittik. ABD’ye giderken bu eleştirilerin geleceğini biliyorduk ama ABD’ye 35 yıl sonra gidildi. Bizim ülkemizde şöyle bir algı var: sağ icraat yapar sağ daha somut işler yapar, sağ olduğu zaman istikrar olur. Bizim insanlara güven vermemiz lazım. Yani Türk seçmenine CHP iktidar olduğu zaman sizin kredilerinizde faiz artacak da kredilerinizi ödeyemeyecek durumda kalmayacaksınız. Ekonomik krizde mağdur olmayacaksınız. Türkiye’de bir sıcak para geyiği vardır. Ekonomiyi döndüren de bu. İnsanlarda CHP gelince sıcak para gidecek ekonomi çökecek, işimden olacağımi kredimi ödeyemeyeceğim gibi kuşkular var. Bunları bitirmek için bizim uluslararası ilişkilerde olduğumuzu, siyasi açıdan ekonomik bağlantılarda olduğumuzu, bu tarz sıkıntılar yaşanmayacağını hissttirmemiz gerekiyor. Bu yüzden görüşmeleri faydalı buluyorum. İslami alanda da açılma konusuna gelirsek; HDP’nin bu konuda hevesli olduğunu görüyorum. BDP’ye dönüp bakınca Abdullah Öcalan’ın kimi mektuklarında Kürt-İslam birliğinden bahsettiğini görüyoruz. Bu yönlü bir “birlikten” bahseden sol parti olamaz diye düşünüyorum.
Son eklemeleri alalım…
U.A.: Adayları da tartıştık ama bu tartışma Türkiye’nin kaderi ve genel siyası manzaraya endeksli kaldı. Biraz da İşçi Partisinin savunduğu program Türkiye’nin sorunlarına çözüm getirecek mi vurgusuyla bitirmek istiyorum. Barış’ın söylediği Kemalist restorasyonun Türkiye’nin içinde bulunduğu çelişkilerin üstesinden gelemeyeceği ve yeni bir şey katmayacağı vurgusuna katılmıyorum. Türkiye’de hiçbir ilericinin sosyalistin aydınlanmayı sahiplenen insanın cumhuriyetten geri düşme lüksü yoktur. Saldırının nereden geldiğini ve saldırının geldiği yerden mücadele mevzisinin kurulduğunu görmek gerek. Cumhuriyet tasfiye edildi, Türk milleti tanımı ayaklar altına alındı. Neden ayaklar altına alındı? Kadının köleleşmesi üzerine, yurttaşın baskılanması üzerine inşa edilecek İslamcı biat toplumunun kurulması için. Emekçinin tek yapabildiğinin tevekkül olduğu taşeron cehennemini kurmak için. Son yargı bağımsızlığı kırıntılarının yeri geldiğinde usulsüz özelleştirme yürütmelerini durdurduğu cumhuriyet yargısını tasfiye edebilmek için Türkiye’yi etnik temelde kimliklere ayrıştıran emperyalist proheleri iktidara taşımak için. Biz saldırının geldiği yerden mücadele mevzisinin örüldüğünü düşünüyoruz. Bu cumhuriyet devrimini, kazanımlarını yeni bir atakla, laikliği daha militanca savunan bir mücadele programatiğiyle ilerleteceğiz. Türkiye’nin içinde bulunduğu çelişkilerden sıyrılacağını, özgür, emekçinin baş tacı olduğu yeni bir cumhuriyetin kurulma zemininin de geçmişimizde ki mayası sağlam devrimci mirasa sahip çıkmakla ve buraya yaslanarak yeniyi inşa etmekten geçtiğini düşünüyoruz. İçşi Partisinin çizdiği ve Türk halkının önüne koyduğu mücadele programatiği de esas olarak budur. Yerel seçimler stratejimizi de bu Türkiye tahliline ve İşçi Partisi programına yaslanarak inşa ediyoruz.
B.T.: Son 1 senedir Türkiye’de gördüğümüz yeniye dönük bir arayışın olduğudur. Türkiye’deki merkez siyasi partilerin (CHP de bunun içinde) halka önerdiği; çok şeyi bozmadan, Türkiye denklemini çok sarsmadan, ekonomiyi, dış ilişkileri bozmadan bir hamle yapıp AKP’den kurtulmak. Ama bununi halkı belli kolaycılığa iten bakış olduğunu düşünüyorum. Bizim görebildiğimiz, özellikle gençlik içerisinde radikal değişim arayışı. Bu arayış Türkiye’yi alt üst edecek, yıkacak bir arayış değil. Bambaşka eksen etrafında, Türkiye’yi yeniden kurma iradesi taşıyor. Haziran bunu gösterdi. Cumhuriyet mitingi, 19 Mayıs önemli direnç noktalarıydı ama Haziran’la arasında görsel ve anlamsal olarak fark var. Cumhuriyetin değerlerine sahip çıkan ama o günle sınırlı kalan eylemler, profil ve hedef olarak AKP’ye karşı halkın ikna olamayacağını gösteriyordu ama Haziran yeniye dönük pencere açtı. İnsanlar elbette kendilerini cumhuriyetin bıraktığı ileri hamleleri mirasla ifade ettiler ama bunların yetmediği daha farklı bir Türkiye arayışını bu sürçte çok fazla hissettik. Buradaki yeni, sol ve sosyalist cumhuriyettir. AKP’nin uluslararası sermayenin, epmeryalizmin yürüttüğü saldırı o kadark güçlü ki buna daha radikal araçlarla karşılık verebiliriz. Cumhuriyetin ilerici hamlelerini sahiplenmekte skıntı yaşamıyoruz ama cumhuriyet tarihini sadece ileri geri denkleminden değil aynı zamanda Türkiye’de iktidarda olan sermaye sınıfının eğilimiyle de okumak gerek. Sermaye sınıfının eğilimleri uzun süre kemalist çerçevereye taşındı ama belli vadeden sonra dünya kapitalizmiyle uyuşmadı ve hesaplaşmaya döndü. Biz, kapitalizmin farklı ve eski yöntemlerinde değil bambaşka düzende Türkiye kurma hedefinde hareket ediyoruz. Son olarak CHP’nin merkezi siyasetini eleştiriyoruz ama CHP tabanında ve özellikle gençlerde sosyal solculaşma dinamiği olduğunu gözlemiyoruz ve bu Türkiye’nin geleceği açısından değerli bir şeydir.
A.G.: Genel siyasete baktığımızda siyaseti din-dil-ırk ekseninden çıkarmalıyız. İnsanlarda geçim sıkıntısı, işsizlik, genç işsizlik had safhadeyken bizim, insanları bu yönden ayırmamız mantıksız. Özellikle gelişmemiş toplumlara verilerek ayrıştırılmak istenen olgudur. Toplumu bu düşünceden çıkarmamız gerek. İnsanların daha rahat seçimler yaparak oy kullandığı seçim yapmalıyız. Bunu sağdan ya da AKP’den beklememiz yanlış. İşlerine gelmez biz üstlenmeliyiz. Siyasi partiler kanunu değiştirmeliyiz daha demokratik seçimler için üniversitede, lisede örgütlenmenin önü açılmalı kanun, değiştirilerek daha adil seçim olmalı. Yerel seçimler proje üzerinden gitmeli. ( İstanbul’un gündemi olan 3. Köprü, 2b ile ilgili) Adaylar, televizyonda görüşlerini topluma aktarabilmeli. CHP için 3. Köprüye, havalimanına sıcak bakan parti imajı veriliyor. Biz bununla ilgili tüm eylemlere katıldık, karşıyız ama medya bunu göstermiyor. Haziran olaylarının toplumbilimciler tarafından oturulup ciddi anlamda incelendikten sonra belki tüm siyası partilerin çağrılıp ders verilmesi gerekiyor. Herkes kendi tarafından yontuyor daha objektif incelenmeli, partilerin, gençliği yönlendirme konusunda ortak karar alması sağlanmalı.
Başka söyleyecek bir şeyi olan yoksa bitirelim, hepinize çok teşekkür ediyoruz…
Halkların Demokratik Parti üyesi Berfin Azdal’dan Yuvarlak Masa’ya katılan temsilcilere yönelttiğimiz soruları kısaca yanıtlamasını istedik. Ayrıca bir cevap hakkı yaratan muhafazakarlaşma eleştirisini ilettik:
Tayyip Erdoğan’ın sık sık dillendirdi: Bu seçim yerel bir seçim olmayacak, bu seçimde başka hesaplar görülecek… Bu tespite katılıyor musunuz? Sizce önümüzdeki yerel seçimde oylanacak olan nedir?
Gezi isyanı ile birlikte AKP iktidarı meşrutiyetini yitirdi. 11 yıllık süresince neo- liberal ve muhafazakar politikalarıyla hayatımıza sürekli müdahale eden AKP hükümetini karşı ortak bir “Yeter!” demenin araçlarından biri önümüzdeki yerel seçimler. Yolsuzluklar, hırsızlıklar, gemiciklerle geçen bir baskı dönemi ardından kritik bir eşikteyiz. Yerel seçimler, genel seçimlere dair de bir fikir vereceği için önemli. Oylanacak olan kentleri yönetecek akıldır. Sermayenin, doğayı talan edenlerin, kapitalistlerin, statükocuların, cinsiyetçilerin, faşistlerin, homofobik ve transfobiklerin bu topraklardaki ömrünü belirleyeceğiz bu seçimlerde, hep beraber.
Haziran’dan sonra ülke siyasetinin, insanların siyasete bakışının değiştiği ortada. Herkes hemfikir. Haziran, herkesin üzerine farklı siyasi anlamlar yüklediği bir olay. Peki sizin partinizin seçim politikalarında Haziran İsyani nasıl bir yer tutuyor?
Gezi Parkı’ndaki komün deneyimi, HDP’nin ekolojik cinsiyet eşitlikçi ve yerelden yönetim anlayışının bir örneğiydi. Gezi direnişinin talepleri, partimizin politikalarını şekillendirmesinde önemli bir etkindir. Yatay örgütlenme, yerinden yönetim, eşitlikçi bir toplumsal hayat, kadınlar ve LGBT’lerin özgürlüğü halihazırda sahiplendiğimiz değerler. İsyan, bize ilkelerimize dört elle sarılmayı hatırlattı.
Haziran İsyanı ile beraber 90’lılar diye bir kuşağın tarih sahnesine çıktığı söyleniyor. Bu kuşağa atfedilen şeyler çevrelere göre farklılık gösteriyor. Siz, 90’lılar kuşağını nasıl tanımlıyorsunuz, bununla berabr siz, partinizin 90’lıları temsil ettiğini düşünüyor musunuz?
Partimiz hem Türkiyeli hem de Kürdistanlı gençleri temsil etme potansiyeli barındırıyor. Türkiye ve Kürdüstan’ın 90 kuşağı bir birinden oldukça farklı. Sııfsal farklılıkların bilendiği, eğitim olanaklarına yararlanmadaki eşitsizliklerin derinleştiği bir dönemde Türkiyeli 90 kuşağı da homojen değil. Gezi’yi biricik kılan bütün bu farklılıklardan oluşan kolejektif akıldı. Geleceksizlik kaygısıyla yetişip ya işsizler ordusunun ya da bilgi işçileri sınıfının bir parçası olması muhtemel kuşağımızın en büyük silahı, mizah.
İstanbul’da dört, Ankara’da üç tane sol oylara talip aday var. Solun parçalılığı çok kez dillendirildi. Bu parçalılık Haziran’dan sonra son bulmalı diyenlerin sayısı az değil. Parçalılık tespitine katılmıyor musunuz? Sizin adaylarınızı diğer adaylardan ayıran nedir?
Elbette parçalıyız. Bu masadaki herkesle çok temel noktalarda ayrışıyoruz. Masadaki diğer partilerin; (CHP,İP ve TKP) politik söylem, eylem hattı gibi noktadalarda ayrışsalar da özde devlet aklını yeniden üreten oluşumlar olduğunu düşünüyorum. HDP, T.C devletinin kuruluşundan bu yana benimsedeği ilkelerin ve politikaların tam karşısındadır. T.C devletinin asimilasyoncu, tekçi, cinsiyetçi, homofobik, faşist damarlarının her birini kesmeyi, herkes için eşit ve özgür bir toplumu inşa etmeyi kendisine hedef bilmiştir.
Yuvarlak Masa’da HDP’ye yapılan eleştirilerin temelinde, HDP’nin muhafazakarlaştığı iddiası yatıyordu. Bu konuda birkaç cümle söylemek ister misiniz?
Biz, muhafazakar veya sağcı insanların da devrimci bir değişim sürecine ihtiyacı olduğunu vurguluyoruz. T.C devletinin kapitalizmle baş başa vererek yarattığı “özne” nin radikal bir değişime ihtiyacı var. HDP, elbette bu radikal değişimi sağlamaya aday bir araç olarak muhafazakarlara da seslenecek.