Geçtiğimiz günlerde Rusya’da iki kişi Kant tartışması sırasında birbirine girdi. İşe kuru sıkı da olsa silah karıştı. Olay her yerde haber oldu haliyle. Ancak, haberlere baktığımda aralarındaki tartışmanın ne olduğunu çıkartamadım. Herkes tarafından bilinen ancak aslında ayrıntıları konusunda olayı yaşayanlar dışında çok az kişinin bilgi sahibi olduğu bir durum vardı ortada.
Hepsini yakalamamız lazım
Konu ne zaman Kant olsa başıma bu geliyor. Bizim kuşak için Kant herkes tarafından tanınan ama iş ayrıntılara gelince sessizliğe neden olan bir isim. Hatta çoğumuz sadece ayrıntılarda değil genel hatlarda bile sınıfta kalabilir.
Bu durum, sadece Kant için geçerli değil. Düşünce tarihine damgasını vurmuş birçok isimle ilgili de benzer şeyler söylenebilir. Meseleyi biraz daha genişletirsek insanlık tarihindeki kritik süreçlerle ilgili bilgilerimizi de aynı kategoriye ekleyebiliriz.
Meseleyi bizim kuşakta pek iş olmadığına bağlamayacağım. Zaten bu goygoy herkesten çok beni sıkıyor. Hatta bilgiye fazlasıyla aç olduğumuza işaret eden çok sayıda gösterge var. Pokemon türlerinin gelişimi alanında bile büyük bir iştaha sahip olduğumuz düşünülürse öğrenme meselesiyle sorunumuzun olmadığı söylenebilir. “Hepsini yakalamamız lazım (Gatıkeçımol)” şiarıyla diyar diyar gezen Eşkeçım’la geçirdiğimiz günler çok geride kalmadı.
Konu sadece pokemonlarla kalsa neyse… En azından kendi yaşıtlarım arasında Orta Dünya tarihi konusunda uzmanlığa sahip olanların ya da ceday felsefesiyle ilgili garip ayrıntılara hakim olanların sayısı hiç azımsanamaz. Şahsen saydığım üç alanda fazlasıyla derinleştiğimi söyleyebilirim.
Çocukça bir merak
Pokemonlar, cedaylar, elfler ve hobbitler çocukça meraklar gibi görülebilir. Açık konuşmak gerekirse bizim kuşak belirli bir yaşa gelinceye kadar, hep böyle çocukça merakların peşinden gitmiştir. Çocukluğun ve olağanın sınırlarını zorlayan bir süre boyunca…
Doksanlılar meraklıdır.
Başlangıçta çocukça…
Haziran Direnişi’nin bir kitle hareketine kıyasla çok gelişkin bir öğrenme yeteneğine sahip olmasında gözlerini yeni bir ülkeye açan gençlerin merakının katkısı büyüktür.
Merak, ilk ortaya çıkışında çocukçadır. Gençleşme sürecini ise bilgiyle ve eylemle buluştuğunda yaşar.
Gençleşen merak, öğrenmek için kendisine sunulan zemini ve dünyayı kurcalamaya yönelir. Öğrendiklerini hızla pratiğe aktarır. Önüne çıkan engelleri bu yolla aşar.
Genç merak için edinilen her bilgi içerisinde yaşanılan dünyayı kurcalamak ve değiştirmek için kullanılacak bir araç haline gelir. Talcidin biber gazına iyi geldiği öğrendiğinde de gaz bombasının suya atılınca etkisizleşeceğini öğrendiğinde de bilgilerini kullanmakta tereddüt etmez.
Yaratıcıdır. Duvarlara afiş asmak yasaklandığında derdini post-itle anlatır. Onu da sökerlerse afişlerini uçan balonların kuyruğunda gezdirir.
Önündeki bütün yolları kapatsalar da etrafını duvarlarla çevirseler de bir çıkış arar ve çevresindeki gerçekliği kurcalamayı sürdürür.
Haziran’dan sonra merak artık gençtir.
Kant’ın kırdığı kapı
Yazımızın konusu olan Kant’ın önemli temsilcilerinden olduğu Aydınlanma düşünürleri, genç merakın mevcut gerçekliği en çok kurcaladığı dönemlerden birine damgasını vurdu. Dolayısıyla, Kant’ın da kendisini kuşatan nesnelliğe bizimkine benzer bir merakla yaklaştığını düşünebiliriz.
Ancak Kant’ın merakının gezip tozmaya yol açmadığını söylemek gerekir. Hayatı boyunca doğduğu şehirden 20 kilometreden fazla uzaklaşmayan, her gün kentte aynı saatte yürüyüşe çıkacak kadar katı olan Kant’ın merakında bir gariplik vardı.
Bu gariplik Kant’ın düşünsel zeminde verdiği kavgadan kaynaklıydı. Kant pratik faaliyete değil insan aklına alan açmaya çalışıyordu.
Felsefe, Almanya toprağında hep daha gelişkin oldu. Siyasal alanın dışına itilen aydın kendisini bütüncül sistemler kurmaya adadı. Sürecin böyle ilerlemesinde Alman geriliği en büyük paya sahipti. Metin Çulhaoğlu’nun “Tarih, Türkiye, Sosyalizm” kitabında marksizmin gelişimine dair ortaya attığı tezler yukarıdaki cümlelerle özetlenebilir.
Bu tezler Kant’ın enerjisini neden gezip tozmaya değil de akla alan açmaya ve bütüncül bir sistem inşa etmeye ayırdığı sorusuna da yanıt olarak düşünülebilir.
Aklı dinsel düşüncenin boyunduruğundan kurtarmak aydınlanmanın temel ideallerindendi. Kant’ın da bu konuda acelesi vardı. Çalışmalarının en temel sonuçlarından biri insan aklına dinsel düşünceden bağımsız bir alan açılması oldu. Ancak, acelesi kurduğu sistemi ortalamacılığa ve sakatlığa mahkum etti.
Acelesi vardı. Çünkü, Alman geriliğinden bir an önce kurtulmak gerekiyordu.
Akla bir alan açtı. Ancak, gerçekliğin bütününü geri düşüncelerin zincirlerinden kurtaramadı. Gerçekliğin sadece akıl yoluyla bilinebilen ve değiştirilebilen bir kısmı olduğunu söylese de bu kısmın gerçeğin özünü oluşturmadığını öne sürdü. Geri kalan kısım vardı. Ancak, pratikle ve bizim üzerinde eylemde bulunduğumuz alanla ilişkisizdi.
Bu felsefi sistem aynı zamanda siyasal bir önermeye de işaret ediyordu. Eski rejimin temsilcisi olan kralın pratikte etkisiz ama siyaseten dokunulmaz hale getirildiği İngiliz burjuva devrimi Kant’ın sistemiyle olağanüstü bir uyum sergiliyordu. Ancak, bu modelin geri Almanya’da uygulanması imkansızdı.
Almanya geriydi ve Kant’ın acelesi vardı. İnsanın çevresindeki gerçekliği aklıyla düzenlemesinin önündeki engelleri ortadan kaldırmaya çabalarken karşısına çıkan kapıyı bir omuz darbesiyle yere serdi.
Kant ve çağdaşlarının yere serdiği bu kapı insanlığın tarihsel ilerlemesinde önemli bir sıçrama tahtası işlevi gördü. Özellikle Hegel’in müdahalesi Kant’ın sistemi içerip aşarak daha bütüncül bir noktaya taşıdı.
Kırılan tek kapı Kant’ınki değildi. Fransız Devrimi siyasal alanda, ekonomi politiğin gelişimi ise iktisatta insanlığın önünü kapatan kapıları kırdılar.
Marx bu kapıların açtığı yoldan ilerledi. Yere saçılan tahtaları da toparlayarak eşit ve özgür bir geleceğe uzanan güçlü bir köprü inşa etti. Yüzünü geleceğe dönenler hala bu köprüden yürüyor.
Yeni bir ülkeye, başka bir dünyaya doğru…
Merakla!