Gezi Çok Güzel: Şiş, Kebap, Raki!

Slavoj Zizek bir kez daha Türkiye’ye geldi. Zizek’in üzerine çok şey söyleniyor, yazılıyor. Kendisine yakıştırılan sıfatlardan dahi bunu anlayabiliyoruz. Can Dündar’ın sunumuyla yüzyılın filozofu, akademik rock yıldızı. Serdar Turgut’un yakıştırmasıyla felsefenin Che Guevara’sı. Kimilerine göre ise bildiği bilmediği her konu üzerine konuşan bir adam. Doğrusu, ünlü filozofumuzun yolu Türkiye’den geçmişken ona bir “veda busesi” vermemek hiç de “etik” değil. Zizek birçok konuda yazan bir düşünür. Ancak bütünlüklü bir bakışı olduğunu söylemek güç. Bir makalesinde sunduğu tezlerin başka bir makalesiyle çeliştiği sıkça görülmekte. Bu nedenle filozofun bütünlüklü bir analizini yapmamız oldukça zor. Bu yazıda da bütünlüklü bir analiz yerine Zizek’in “Cennette sıkıntı” makalesine ve yazarın bir popüler kültür ikonuna dönüşmesine odaklanacağız.

Gezi direnişini de yorumladığı makalesini önce London Review of Books* yayımladı. Sonrasında Monokl Yayınevi de “Direnişi Düşünmek: 2013 Taksim Gezi Olayları” adlı kitapta makalenin çevirisini yayımladı. Cennet Sıkıntısı** isimli makaleye yakından bir göz atalım.

“Temel ikilem basit ve kabadır: Son yıllarda ortaya çıkan protestolar adım adım acımasızca yaklaşan bir küresel krizi mi işaret etmektedir ya da sadece, belirli özgül müdahaleler aracılığıyla, çözülemeyecekse bile, aşılabilecek ufak engeller midir? Bu ciddi işaretlerin, sadece yeni bir gelişme dönemine yönelik küresel bir yeniden düzenlemedeki yerel sorunlar olduğunu düşünmek için haklı nedenler var.”1 Zizek son yıllarda birçok farklı ülkede meydana gelen protestoları çözümlüyor ve bunun küresel bir krizi değil, gelişen dünya yeniden düzenlenirken ortaya çıkan bazı “yerel” sıkıntılar olduğu sonucuna varıyor. “Kaybedenler sadece Batı Avrupa ve bir dereceye kadar Birleşik Devletler. Dolayısıyla küresel bir krizden değil, sadece gelişme dinamiğinin Batı’dan uzağa kaymasından bahsediyoruz.”2 Bu cümle “hamd olsun kriz teğet geçti” *** cümlesini hatırlatıyor. Zizek’in girizgahı akla bazı soruları getiriyor: Acaba içinden geçtiğimiz kriz dolu süreç gerçekten de kapitalizm açısından bazı yenilenme aşamalarının birtakım ülkelerde meydana getirdiği “arızi” problemler mi? Zizek’in küresel yeninden düzenleme tanımlamasının öznesi kim? Bu “yeniden düzenleme”de emperyalizme ne gibi bir rol atfediliyor? 2008’den bu yana gündemimizde olan ve belli aralıklarla kendini etkili bir biçimde hissettiren ekonomik kriz, gelişme dinamiğinin Batı’dan uzağa kaymasıyla açıklanabilir mi?

Küreselde Yolculuk

2008 krizini birçoğumuz net bir biçimde hatırlıyoruz. ABD’de batan finans şirketleri ve bankalarla birlikte başlayan kriz sonrasında Avrupa’ya yayılmıştı ve etkileri bugün de sürmekte. Korkut Boratav kriz tanımının bir miktar yozlaşmasından şikayetçi oluyor ve şöyle diyor “Kriz sözcüğü o kadar çok kullanılıyor ki anlamını yitirebiliyor. Sovyet devrimi gerçekleştiği anda dünya sistemi, kapitalist sistem bir krize girdi tanım gereği dendi ve seksen yıl sürdü o kriz. Sistem sona erince kriz de sona erdi diyebiliriz. Bu gevşek kullanımları bir yana bırakalım. Fakat bu kez emperyalizmin gerçek bir kriz içinde olduğunu söyleyebiliriz.”3 Boratav hocamız devam ediyor: “Wallerstein diyor ki; ‘kapitalizmin yirmi yıllık bir ömrü vardır ve çökecektir.’ Ama arkasından ne geleceğini öngöremeyiz, bu yirmi yıl içinde solun yapacağı işlere bağlıdır. Sol uygun bir şekilde mücadele edip örgütlenirse, çözüm arayışlarında birleşirse ondan sonra hangi rejimin geleceğini de sol belirleyecek…”4 Peki ya “cennete” gelindiğinde durum nasıl? **** Zizek gelişme dinamiğinin Doğu’ya kaymasından bahsediyor. Ancak Doğu’ya doğru kayan gelişme dinamikleri değil kriz dinamikleri. Emperyalist ülkelerde yaşanan ekonomik krizler bir siyasi krize dönüşmüyor. “Doğu’ya” gelindiğinde ise ekonomik krize ayrıca siyasal krizler de eşlik ediyor. Türkiye’de yaşanan da bu. Düşünür burada nedenselliği gözden kaçırıyor ve tespitleri boşa düşüyor. Türkiye hakkında beslendiği kaynakların yetersizliği de burada önemli bir etken elbette.

Türkiye’de bunlar yaşanırken dünyada olup bitene de bakalım. Ortadoğu’daki karışıklık durulmuyor. Emperyalizmin müdahaleleri sonucu Ortadoğu halkları büyük bir kaosa sürüklendi ve yine emperyalizmin tercihleri doğrultusunda kaos süreklileşiyor. Pekâlâ, dünya bu şekilde “yeniden düzenlenirken” sürecin öznesi konumunda kim bulunuyor? Sorunun cevabını makalede bulmak imkansız. Zizek dünyadaki direnişleri değerlendirirken emperyalizm olgusunu atlayıveriyor. Nasıl ve kimin tarafından yapıldığı belli olmadan dünya değişiyor, dinamikler kayıyor, insanlık “altın çağında cennetlerde” yaşamaya başlıyor. Kulağa hoş gelse de bana bir Marksist analizden çok, Zizek’in çekeceği yeni filminin senaryosu gibi geldi bu anlatılanlar. Ne diyelim, öyleyse MOTOR!

Zizek uğraklarından ilki Mısır. “Marx kapitalizmden, açığa çıkardığı duyulmamış üretkenlikten büyülenmiştir; o yalnızca tam da bu başarının antagonizmalar yarattığı konusunda ısrar etmiştir ve biz de günümüzde küresel kapitalizmin gelişmesine aynı şekilde yaklaşmalıyız.”5 Bu antagonizmaları Mısır’da bulmuyor, adeta üretiyor beyefendi ve diyor ki: “2011’de Mısır’da insanlar başkaldırdı, çünkü Mübarek yönetimi altında evrensel dijital kültüre dahil olan ve tamamı eğitimli genç insanlardan oluşan bir sınıfın ortaya çıkmasını sağlayan bir miktar ekonomik gelişme yaşandı.”6 Bu yorum insana pes dedirtecek cinsten. Ciddiye alınır tarafı da yok. Ben de öyle yapacağım ve almayacağım. Belki de Mısır’daki ayaklanmanın özünde insanların twitterla tanışması yatıyordur, kim bilir! Zizek’in Mısır’ı nereden okuduğunu bilemesek de Mısır halkının sıkıntılarını biliyoruz. Yoksulluk, işsizlik, devlet kademelerinde yolsuzluk, özgürlükler alanının darlığı gibi birçok sebebi vardı. Her nedense Zizek Mısır halkının devriminin emperyalizm tarafından nasıl çalındığına ve manipüle edildiğine değinme gereğini hissetmiyor. Bu yazıda kendisini fazlasıyla yormuş olsak da tekrar Boratav hocamıza kulak kabartalım: “Emperyalizm ekonomik kriz ile debelenirken, Arap dünyasında iki önemli ayaklanma meydana geldi, bu ayaklanmaların özünde soyut demokrasi arayışının dışında unsurlar ağır basıyor, yani soyut serbest seçimler istiyoruz öğesi vardır, ama öte yandan esas olarak sermayenin kendi ülkelerindeki tahakkümüne karşı bir ayaklanmaydı. Şimdi emperyalizm bu problemi çözmek için olağanüstü çabalar sarf ediyor. Mısır ve Tunus’ta Müslüman kardeşlerle ve onları iktidara getirenler ile temsili demokrasi modelini kullanarak kontrol etmeye çalışıyor.”7 Son söz: “İktidardakiler devrimin ilerletilmesinden konuşuyor, Batılı devletler ise devrimlerin reformlarla pekiştirilmesi gereğinden dem vuruyorlardı. Oysa görünürde devrim falan yoktu.”8

Uçmaya Hazırlanın! Cennetteyiz (!)

Zizek’in cennet adlandırması bir miktar ironi içeriyor gibi görünse de, yakından baktığımızda ortaya attığı tezin temelini bu oluşturuyor. Meydana gelen toplumsal kalkışmaların sebebini, protestoların yaşandığı ülkelerdeki ilerlemelerin yarattığı antagonizmalar olarak gösteriyor. “Yazar bu metinde bizi ters köşeye yatırmak gayesinde” gibi görünüyor. “Bu protestolar hakkında en anlaşılmaz ve kaygı verici şey, bunların sadece ve öncelikle sistemin zayıf noktalarından değil de, şimdiye kadar başarı öyküleri olarak algılanan yerlerde patlak vermesidir. (…) fakat Cennette, müreffeh ülkelerde ya da en azından hızla gelişen Türkiye, Brezilya ve hatta İsveç gibi ülkelerde neden sorun var?”9 “Doğrusu, tek tük kaygı verici işaretler vardı. (Ermeni Soykırımı’nın süregelen inkarı, gazetecilerin tutuklanması ve haklarında davaların açılması, Kürtlerin çözüme kavuşturulamayan statüsü, Osmanlı İmparatorluğu geleneğinin yeniden canlandırılmasına yönelik Büyük Türkiye adına talepler, arada sırada dini düzenlemelerin yapılması…)”10 Zizek bu yaklaşımıyla AKP tarafından halka yapılan bütünlüklü saldırıyı gözden kaçırıyor ve Haziran’ın nüvelerini ona söylenenlerde ya da takip ettiği yayınlarda baskın olan üzerinden arıyor. Sadece, arada sırada dini düzenlemeler yapıldığı cümlesi dahi, Zizek’in Türki- ye’ye ne kadar yabancı olduğunu bize anlatmakta. Halbuki AKP, gericiliği sistemli bir şekilde topluma empoze etmeye çalışıyor ve bu gelişigüzel olan, arada sırada uygulanan bir politika değil. “Protestoları islamcı otoriter düzene karşı seküler sivil toplumun ayaklanması olarak sınırlandırmamak elzemdir.”11 Direniş elbette ki sadece seküler sivil toplumun ayaklanması değildi. Ancak sekülerizmin direnişe damga vurmadığını söylemeden Haziran’ın analizini yapabilir miyiz? Bu mümkün değildir. En başta direnişin kendisi bizi yanlışlar. “Şerefine Tayyip!” Bu sloganın atılmadığı bir gün yoktu haziran boyunca. İlk bakışta politik görünmeyebilir birçoğumuza. Ancak bu slogan dinselleşmenin halkta ne denli büyük bir öfke uyandırdığını haykırdı haziran ayı boyunca. Bir de halkımızın bu topraklardaki seküler damara ne kadar güvendiğini gösterdi. “Sen istediğin kadar yasaklıyorum de, al ulan gözüne sokarak içiyorum bu birayı!” demekti. Tabi bir de “o son birayı yasaklamayacaktın” yazılamasını anmazsak olmaz.

Ve Sen Ben Değirmenlere Karşı!

Hala daha halk sokağa ne için ve kime karşı çıktı sorularının cevabını bir türlü tatmin edici bir biçimde alamadık Sayın Zizek diye geçirmiştim içimden makaleyi okurken. Hissetmiş olacak ki utangaç bir şekilde açıklıyor makalede: “Farklı ülkeleri farklı şekillerde etkileyen karmaşık bir süreç olan küresel kapitalizmin bütünselliği kavramı, yeniden canlandırılmalıdır ve çeşitlilikleri içinde protestoları birleştiren, bütün bu tepkilerin kapitalist küreselleşmenin farklı yönlerine karşı olmasıdır.” Devamında Wall Street’i İşgal Et hareketi üzerinden tezini bir miktar açıyor, konuştukça açılıyor, rahatlıyor ve utangaçlığından sıyrılıveriyor. Protestoların altında yatan gerçek nedenin “küresel kapitalizm” olduğunu söylüyor. Zira bunu konferansta da söylemişti.

Peki, kimdir bu küresel kapitalizm, ne yer ne içer, nerede yaşar? “Marksist kuram içindeki bir damar, küreselleşmeye küresel kapitalizm tezi üzerinden yaklaşır. Bu yaklaşımı benimseyenler, küreselleşme sürecinin “ulus-ötesi kapitalizm” evresi olarak anlaşılması gerektiğini söyler.”12 Bu teze göre ulus devlet ortadan kalkmıyor fakat devletin yönetimsel kademeleri ulus-ötesi sermaye tarafından ele geçiriliyor ve yeniden yapılandırılıyor. İşte bu noktada taşlar yerine oturmaya başlıyor. Makalenin sonlarında Zizek dünyanın farklı bölgelerinden hareketleri bir torbaya dolduruyor, sonra mücadele için önerdiği hattı bir miktar detaylandırıyor. Fazlasıyla muğlâk ifadeler içeriyor metnin bu kısmı. Zizek de fark etmiş olacak ki somut bir örnekte bu ne anlama geliyor sorusunu soruyor ve Türkiye ve Yunanistan’daki mücadelenin aynı mücadele olduğu sonucuna varıyor.

Burada bir noktanın altını çizmekte fayda var. Bu iki ülkedeki hareketlerin mücadelesinin kaynağında benzer -hatta aynı- sorunlar yatıyor olabilir. -Hareketlerin çerçevesinin bütünü üst üste örtüşür demek istemiyorum. Söz gelimi iki ülkede de üniversite öğrencileri harçlar yüzünden sokağa dökülebilir.- Bu sorunlar doğrudan kapitalizmle ilişkili sorunlar da olabilir. Fakat bu hareketler netice itibariyle hali hazırda kendi sermaye sınıfı ve siyasi temsilcilerine karşı mücadele etmektedirler. İşin doğalında böyledir. Komünist Manifesto’da geçen bu cümleyi hepimiz biliriz: “İşçilerin vatanı yoktur. “Ancak nedense manifestonun yazarlarının şu cümlesi gözden kaçırılıyor: “Proletaryanın burjuvaziye karşı mücadelesi, içerik açısından olmasa biçim açısından, öncelikle ulusal bir mücadeledir. Her ülkenin proletaryası kuşkusuz önce kendi burjuvazisiyle hesaplaşmak zorundadır.” Bu iki ülkedeki direnişi ve direnişçileri birleştirip “küresel kapitalizm” denen canavarın üzerine salmak fikri bana da oldukça heyecanlı geliyor. Ancak bu gerçeklikle bağı kopuk bir tezdir.13 Velhasıl Voltaire’ın da dediği gibi “bunlar güzel sözler, ama bahçemize de bakmamız gerek.”

Alnına Koyarken Veda Buseni

Bir diğer soru aklımızı kurcalamaya başlıyor. Zizek Marksist bir filozof ve kendini komünist olarak tanımlıyor. Marksizm tarihi ve siyaseti sınıf mücadeleleri üzerinden kurar. Türkiye’de Haziran Direnişi’nin sınıf niteliği farklı birçok mecrada tartışıldı, bu konuda analizler yapıldı. Ancak Zizek’in “cennetinde” sınıfların esamisi okunmuyor. Bu konuda da Zizek Türkiye’nin hayli gerisinde.

Toparlayacak olursak, Zizek bir kez daha her konuda konuşma tutkusunun oyununa geliyor. Artık kabak tadı vermeye başlayan bir boyutu var bu işin. Analiz doğru yapılmayınca insan çıkıyor yüzlerce kişinin geldiği panelde iktidar biraz zeki olsa sizin yanınızda olurdu diyor. Zizek’e söylememiş olacaklar ki Haziran’a damgasını vuran slogan “hükümet istifa” sloganıydı. Namluyu küresel kapitalizme doğrultunca hedef şaşıveriyor. Yoksa Zizek de taktir eder ki iktidar partisi sokaklara dökülüp hükümet istifa diye bağıramaz. Bütün bunların özünde Zizek’in özelde “doğuyu” genelde de “dünyayı” algılayış biçimindeki sorun var. Esas oğlanımızın bir şablonu var ve her olayı oraya yerleştirmeye çalışıyor. Ancak görüldüğü gibi evdeki hesap çarşıya uymuyor.

Akademik Rock Yıldızı ve Dinmeyen Çelişkisi

Bütün bu hesap hatalarına rağmen Zizek ülkemizde de dünyada da oldukça sevilen ve yazdıkları ve yaptıklarıyla da sansasyonel bir filozof. Ne demek istediğimi açıklamaya kişisel izlenimimle başlayacağım. Konferansın yapılacağı salonun tamamen dolu olması dışında bahçede de 30 metrelik bir kuyruk vardı. Simultane çeviri için verilen kulaklıklarsa fi tarihinde tükenmiş zaten. İnsanlar bahçeye birikti ve dışarıya hoparlörler kuruldu vesaire. Eee ne var bunda dediğinizi duyar gibiyim? Hatta bu gayet güzel bir şey değil mi, bir sürü insan filozofları dinlemeye gitmiş dediğinizi. Gelin daha yakından bakalım tabloya. Zizek’e ilginin yoğun olacağı bilinen bir şey. Benim bildiğimi konferansı düzenleyenler de, konuşmacılar da biliyor. Önceden rezerve kayıt almadılar konferans için. Dışarıdaki kuyruk konferans öncesinden çok Sonisphere headlinerinın kuyrukları gibiydi. Zizek diye çığlık atanı bile duyduk. Hala dışarıda çığlık atanların olmasının sorumlusu Zizek değil ya diyenler var biliyorum. Sorun da tam olarak burada. İnsanlar Zizek’e bir rock yıldızı algısıyla bakıyor. Günümüzde bazı düşünürlerin magazin yıldızı gibi pazarlanması dikkat çekici. Bu kişiler bazı üniversiteler, yayınevleri, dergiler tarafından bir marka haline getiriliyor. Düşünceleri fikri metalara dönüşürken, kişiler birer popüler kültür ikonu haline geliyor. Bunlardan bazıları akademik alanda değerli katkılar yapmış da olabilir. Bu zaten bir düşünür için doğal. Ancak hayatımıza artistik fotoğraflarıyla ve ünlü filozof şunu dedi gibi manşetlerle giriyorlar. İşte meselenin düğümlendiği nokta burası. Zizek hayatımıza fikirleriyle mi giriyor yoksa artistik fotoğrafları kahvaltı masamızı mi süslüyor. “Bir düşünce insanının düşünceleri, üretimleri tartışılır. Ancak bir düşünce insanı bildiği, bilmediği her konuda ileri geri konuşmaya başlarsa kendisi tartışılır. Ve onun düşünce üretmediği, düşünce sattığı söylenir.”14

Fikirleri kadar özel yaşantısı da irdeleniyor ve kendisi bundan rahatsız gibi görünmüyor. Vice sitesine verdiği röportajdaki tavırları ve röportajın çekim üslubu “yemekteyiz” programından neredeyse farksız. Röportajdan bir bölümünde şöyle bir diyalog geçiyor: “Hakkınızda bir kitap okudum. Batıdaki en tehlikeli filozof olduğunuzu yazıyordu. Bana çok da tehlikeli gibi görünmediniz… Seni hayal kırıklığına uğrattım herhalde. Batman’daki Joker gibiyim. Gülerim falan ama bir Stalinist de olabilirim. Bana iktidarı verirseniz nasıl kullanacağımı biliyorum. Bu yüzden nerdeyse kendimden korkarım. O yüzden güç (ya da iktidar) istemiyorum. Çok hassasım. Aşk da bile. İlkem şu: Benim nişanlım görüşemeye geç gelemez. Çünkü geç geldiği an artık nişanlım değildir. Buluşmaya gideceğim zaman birkaç dakika önce giderim ki insanlar 2 dakika bile geç kalsalar rahatsız olsunlar.”***** Ben kendi adıma Zizek’in aşk hayatını merak etmiyorum. Bir filozofun yemekteyiz programı vari röportajlarda nişanlısıyla ilişkisini dinlemeyi saçma buluyorum. İktidar ve Stalin hakkında aldığı tavrın, aşk hayatıyla marine edilip önümüze sunulması ise iğreti. Kaldı ki Lady Gaga’yla adının anılmasından, yarı çıplak fotoğraflarına kadar bir sürü yaptığı beni hiç ilgilendirmiyor. Üstüne üstlük bir düşünce insanının böyle konularla gündeme gelmesi beni rahatsız ediyor. Aslında durumu tamamen berraklaştırmanın oldukça sıradan ve basit bir yolu var. Google’a Slavoj Zizek yazıp görsellerde aratın. Yukarıdaki önerilerde üç seçenek karşınıza çıkıyor: Slavoj Zizek kitapları, Slavoj Zizek Lady Gaga, Slavoj Zizek wife. Bence bu durumu özetliyor. Ve geliyoruz Zizek’in trajedisine. Can Dündar sizi akademik rock yıldızı olarak tanıttım, bu sizin kulağınıza nasıl geliyor diye soruyor. Zizek ise çok kötü, sanki bu bir yandan beni övüyormuş gibi ama diğer yandan söylediklerini dikkate almayın der gibi diyor. ****** Zizek bundan hoşlanıyor mu bilinmez. Ancak Bakırköy’de bir rock yıldızı gibi olması için her şey hazırdı. İşte Zizek’in çelişkisi! Bir rock yıldızı gibi olmak onu değersizleştiriyor, ama onu bu denli önemli kılanda bu!

Notlar:

*London Review of Books Vol.35 No.14, 18 Temmuz 2013 http://www.lrb.co.uk/v35/n14/slavoj-zizek/trouble-in-paradise

** Monokl yayınlarının bastığı kitapta Ebru Alp makalesinin başlığını “Cennette Sorun” olarak çevirmiş. Ancak makalenin kendi dilinde kelime “trouble”. Ben sıkıntı olarak çevirmeyi uygun gördüm.

*** Tayyip Erdoğan’ın 2008 krizinin Türkiye’ye olan etkisini yorumlarken söylediği cümle.

**** Dünya ve ülke ekonomisinin durumu bu yazının kapsamı dışında. Ancak ayrıntılı bilgi edinmek veya sağlamasını yapmak isteyenler için şu yazıları önerebilirim.

  1. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/turkiye-ekonomisi-2012den-geriye-bakislar-67560
  2. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/ekonomi-nereden-nereye-60371
  3. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/2012de-emek-dunyasi54742
  4. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/sola-salinma-zamani-geldi-49711
  5. http://haber.sol.org.tr/yazarlar/korkut-boratav/bir-yildonumu-uzerine-80069

***** Bahsi geçen röportajın linki: http://www.vice.com/vice-meets/slavoj-zizek

****** Bahsi geçen röportajın linki: http://www.dailymotion.com/video/xbit1p_slavoj-zizek-ntv-ye-konusuyor_news

EK: Zizek’te emperyalizm olgusunun neden olmadığını teorik olarak açamadık. Yazının kapsamında değil. Ancak yazıyı besliyor. Bu konuya dair okumak isteyenler için ek bir yazı önerebilirim: Boratav, Korkut, 2004(Gözden geçirilmiş ve genişletilmiş baskı 2. Baskı), Yeni Dünya Düzeni İmge Kitabevi Yayınları ss.125-128 (Küreselleşme mi Emperyalizm mi başlıklı yazı)

Dipnot

  1. Zizek, Slavoj, 2013, Direnişi düşünmek. 2013 Taksim gezi olayları, Monokl yayınlar s.65
  2. A.g.e. s.66
  3. Boratav, Korkut, 2012, İkinci cumhuriyetin düzeni, Yazılama yayınları s.71
  4. A.g.e. s.74
  5. Zizek, Slavoj, 2013, Direnişi düşünmek. 2013 Taksim gezi olayları, Monokl yayınlar s.66
  6. A.g.e. s.66
  7. Boratav, Korkut, 2012, İkinci cumhuriyetin düzeni, Yazılama yayınları s.74
  8. Birdal, Alper Günay, Yiğit, 2012, “Arap Baharı” aldatmacası, Yazılama yayınları s.156
  9. Zizek, Slavoj, 2013, Direnişi düşünmek. 2013 Taksim gezi olayları, Monokl yayınlar s.67
  10. A.g.e. s.68
  11. A.g.e. s.69
  12. Güzelsarı, Selime, 2012, Siyaset bilimi, Yordam kitap s.246
  13. Özalp, Erkin, 2003, Gelenek dergisi s.47
  14. Birdal, Alper, 27 Ocak 2012, http://haber.sol.org.tr/postal/konus- tukca-batan-felsefeci-zizek-50979