Birkaç sene önce, Etiyopyalı genç bir kadının ilginç küpeli bir fotoğrafı ortaya çıkmıştı. Ama isimli kadın, Etiyopya’nın Dimeka yerleşkesini gezen bir şoförde gördüğü Türk Hava Yolları bagaj etiketini çok beğendiğini, bunları alarak kulaklarına küpe yaptığını, renkleri ve şekli nedeniyle beğenerek taktığını söylemişti. Bölgeye giden prodüksiyon ekipleri onunla buluşarak mini bir belgesele imza atmışlardı daha sonra.
Etiyopya’nın Dimeka köyünde Hama kabilesi üyelerinin rol aldığı THY reklam filminde ise 6 çocuk sahibi Ama’nın kulağına THY bagaj etiketini takması anlatılıyor. Reklam filmi, “Bütün dünyada saklambaç oynanıyor olsaydı asla bulunmamak için herhalde bizim şu anda olduğumuz yere saklanırdınız. Uzak kıtanın, Afrika’nın en uzak ülkelerinden birinde, Güney Etiyopya’dayız ve bu en uzak ülkenin en uzak köşelerinden birinde Hama vadisinde bulunan Dimeka köyündeyiz. Buraya gelmemizin sebebi ise Dimekalı genç bir kadın. We are Globally Yours sözünün gerçekten doğru olduğunu anlayabilmek için dünyanın en uzak yerlerinden birine gelmemiz gerekiyormuş” sözleriyle başlıyor.
Reklam filminde öykünün kahramanı Ama “Burası Dimeka. 6 tane çocuğum var. Sabah kalkınca çocuklarımı yıkıyorum. Kocama kahve hazırlıyorum. Ardından iki çocuğumu okula yolluyorum. Sonra topladığım odunları satmak için kasaba pazarına gidiyorum. Odunlardan kazandığım parayla pazardan yiyecek ve giyecek alıyorum. Bu etiketleri Dimeka’ya gelen bir şoförden aldım. Kırmızı rengini ve şeklini çok sevdiğim için bunları kendime küpe yaptım” diyor.
Daha sonra bu olayla ilgili olarak gazetelerde THY’nin müthiş bir yüce gönüllülük gösterip, Ama ve kabilesinin ihtiyaçlarını karşılayarak jest yaptıkları haberi verilmişti. Ama, çocuklarına süt sağlayabilmek için THY’den keçi ve inek istemiş, genel müdür Kotil’in talimatıyla istekleri yerine getirilmişti. Ama şanslıydı, haline şükretmeliydi, ona bahşedilen doğal süttü en azından. Oysa zenginler yoksullara süttozunu yaraşır bulurlardı ezelden beri. Cemal Süreya da o müthiş şiirinde Varto depreminden bahseder, ancak söyledikleri Van’a yardım olarak gönderilen seksi iç çamaşırlarını, yardımın “reklamın iyisi” amaçlı kullanıldığı televizyon programlarını da hatırlatmaktadır.
“Afyon garındaki küçük kızı anımsa, hani,
Trene binerken pabuçlarını çıkarmıştı;
Varto depremini düşün, yardım olarak Batı’dan
Gönderilmiş bir kutu süttozunu ve sütyeni
Adam süttozuyla evinin duvarlarını badana etmişti
Karısıysa saklamıştı ne olduğunu bilmediği sütyeni,
Kulaklık olarak kullanmayı düşünüyordu onu kışın…”
Ama’nın kulağına küpe olan da ne olduğunu bilmediği bagaj etiketiydi. Yaşadığı yerin son çitinin ötesine gidemeyen Ünzile gibi kirlenmemişti. Kendisine sunulan nimetleri minnetle kulağına küpe yapıyordu. Dünya bir oyun sahnesiydi, isteyen saklambaç oynuyordu, isteyen iki çeteye ayrılıp savaşıyordu, isteyen doktorculuk ya da iyi niyet elçilikçiliği. Mahsusçuktandı canım her şey. Bahçe onun bahçesiydi, velakin kimsenin ona bir şey sorduğu yoktu. Kimseye “keserim topunuzu ha” diyemiyordu. Afrika petrollerine göz diken emperyalizm sosyal medyayı kullanıp Uganda’ya müdahale isteğini meşrulaştırmaya başlamıştı bile. “İki adam, iki en kahraman çekip cetvellerini kınından aç Afrikalıya pasta doğruyorlardı”. Bunun bir karşılığı olmalıydı elbette.
Türk Hava Yolları’na gelince, Amerikan yardımı ile büyüyenler, büyümüşlerdi de inayette bulunuyorlardı. Keşanlı Ali Destanında mahalleye muhtar olan Keşanlı, “Biz Marshall yardımı ile gelen süttozlarıyla büyüdük, mahallenin çocukları gerçek süt içsin” diye muhtarlığa bağışlanan ineği kabul eder. 1947-1952 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın hediyesi olarak hazırlanmıştı Marshall Planı. Almanlar yenilince yenilmiş sayılmamıştık bu kez, Milli Şefimizin deyimiyle babasız da kalmamıştık ama yokluk almış başını gitmişti. Süttozu, bisküvi ve Amerikan bezi karşılığında verilmişti askeri üs izinleri.
Eskişehir’deki uçak fabrikasının kapatılıp, elin oğlundan beleşe alınan daha sonra yedek parçası uçak fiyatına alınan uçaklar, tarımda makineleşmenin önünün açılması ve zihnimizde Marshall Yardımının traktörle imgesel olarak özdeşleşmesi bu döneme rastlar. Tarımda makineleşme artınca işsizlik de artmış, acı vatana göç travması da başlamıştır. Truman Doktrini çerçevesinde her daim müttefikimiz bize yine bir güzellik yapmıştır. Truman Show’daki yönetmen de Truman Burbank için “ona bir cennet yarattım” diye buyurur. Cennet dediği, Truman dışında hiçbir şeyin gerçek olmadığı bir yalan dünyadır, bir televizyon şovudur. Truman, kah reklam panolarının önünde lafa tutularak, kah karısının kendisine hazırladığı kahvaltıya zoom yapılarak farkında olmadan reklamlarda oynamakta, kendisini yok sayan sistemin dişlilerini bilemektedir. Filmin sonunda Truman başkaldırır, darbe yapar. Hayatının aktörü değil, yönetmeni olmak ister, kimse ona replik versin istemez. Kendisine çizilen ufuk çizgisinin bir duvardan ibaret olduğunu fark eder ve o duvarı yumruklamaya başlar. O çizgi, onun ufku değildir, onun tahayyülü duvarı geçmiştir çünkü. Seyirci ise o arada TV rehberini aramaktadır!
Kemal Sunal’ın “Köşeyi Dönen Adam” filminde karnındaki elmas için bütün mahalle Amerikan eşeğinin büyük abdestini bekler. Semir Aslanyürek’in Şelale filminde “Amerikalıların çocuklarımızı aptallaştırmak için içirdiği eşek sütü” der kasabanın berberi Kel Selim (Tuncel Kurtiz) halk arasında bilindiği şekliyle Mareşal yardımıyla gelen süttozunu anlatmak için. 27 Mayıs’ta gelir Mareşal yardımı kimilerine ve postal eşek sütü kazanının içine düşer filmde. Amerika’nın eşek sütünü içince aptallaşanlar eşeğin karnında elmas var diye bekledikçe, o da yüzlerine osurmaktadır. Eşek oğlu eşek!
Ama, bütün dünyada saklambaç oynansa bulunmamak için saklanacağımız o kuytuda, kulağındaki kırmızı bagaj etiketleri sayesinde kendisine bahşedilen keçilerini “We are globally yours” melodisi eşliğinde sağmaktadır şimdi. Neye hizmet ettiğini bilmeden, kendisinden alınanın kendisine bahşedilmesinden mutlu.