Sıkıcı bir konu
“Yeni Yazılar”ın ilk iki sayısında yerleştirdiğimiz bir çalışma biçimi var. Buna göre, derginin Yayın Kurulu bir toplantı yaparak sonraki sayının ana hatlarını ve yazıların bir kısmını belirliyor, bazı kişilerden bu yazıların yazılmasını istiyor. Kalan yazılar ise dergiye gönderilenler arasından seçiliyor. Haziran Direnişi Özel Sayısı’nı çıkarırken bir sonraki sayıda bir gençlik tartışması açmayı düşündük. Böyle bir sayıda elbette liberallerin Haziran Direnişi ve gençlik üzerine yazıp çizdiklerine de yanıt üretilmesi gerekecekti. Ancak, bu sıkıcı konunun benim payıma düşeceğine ihtimal vermek istememiştim. Yayın kurulundaki arkadaşlar sağ olsunlar, üniversitede geçirdiğim uzun seneleri de göz önünde bulundurarak, gençliği yaşlılarla tartışma işini bana vermişler.
Suçu bütün yayın kuruluna yüklemek yanlış. Meselenin bana yıkılmasının asıl sorumlusu Murat Belge ve Umberto Eco’nun Tempo dergisindeki yazılarını okuduktan sonra öfkeyle beni arayan Erçin Fırat. Bu yazının yazılmasını zorunlu kılan ikinci kişi ise kuşkusuz dergimizin geçtiğimiz sayısında “Gençliği kendilerine benzerlikleri ve benzememezlikleri üzerinden tanımlayanlar, eski solcular, direnişçileri popüler bir imge haline getirmeye çalışanlar (…) susmalıdır, susturulmalıdır” diyen A. Sinan Günce.
Liberallerin istediği gençlik
Murat Belge’nin Tempo’daki yazısıyla başlayalım:
“(…)1960’lar ülkeye “kurtarıcı ideoloji” olarak sosyalizmi getirince “Vatan, millet, Sakarya” revizyona uğrayarak “Vatan, millet, proleterya” oldu. Bir “yüce varlık” uğruna feda olmak keyfiyeti değişmedi. (…) kuşağın ideolojisi “sorumlu’dan çok “sorunlu’ydu.”
Erçin’i öfkelendiren noktayla devam edelim. Bu sefer aynı dergide bir başka ülkenin liberali Umberto Eco İtalya’daki 68 hareketini şu sözlerle eleştiriyor:
“politik olarak anılan 1968 kuşağı vatanı kurtarmak istemedi.”
Memleketi kurtarmaya çalışanlar eleştiriliyor. Memleketi kurtarmaya çalışmayanlar eleştiriliyor. Peki bu adamlara göre gençliğin ne yapması gerekiyor?
Soru yanıtını arıyor. Eco’nun ve Belge’nin söylediklerine bir kere daha bakmak da fayda sağlamıyor. İş başa düştü diyerek yanıtı biz veriyoruz: Bu denkleme göre gençliğin var olmaması gerekiyor. Sorunları bir yaş grubuyla değil tabii. Liberallerin bir siyasal kategori olarak gençlikle sorunu var. Gençlik ciddiye alınır bir siyasal aktör olduğunda yüklenmek lazım diye düşünüyor, saldıracak boşluk aramaya başlıyorlar.
1968’e bakamamak
Buradan vatan-millet-proletarya meselesine geçebiliriz. Ancak, bu kelime oyunu bir açıklamaya ihtiyaç duyuyor. Belge, açık konuşmayı sevmiyor, gençliğin 6. Filo’da somutlanan antiemperyalist-yurtsever eylemlerini “vatan”, emekçi halkın safında yer almasını ise “millet” ve “proletarya” ile eşliyor. Sonra da bu kelimelerin yarattığı çağrışımlara güveniyor. Belge’ye, lafı dolandırmadan 6. Filo eylemlerine -ve örneğin 15-16 Haziran direnişine- gençliğin kitlesel biçimde katılmasını eleştirmesini ya da susmasını önermiyoruz.
Belge, 90 gençliğinin 68’den farklı olduğunu söylüyor. Bugün gençlik memleketi kurtarma sahip değil diye ekliyor. Yazının devamında ise Haziran Direnişi’ne kitlesel olarak katılan gençliğin “sağlıklı bir bencillik” içerisinde olduğunu ve bilinçli olarak apolitik olmayı seçtiğini söylüyor. Bu tezin benzerlerine başka yerlerde de rastlamak mümkün. Örneğin, Orhan Pamuk’un gezi sürecini “Bir ülke zenginleştikçe bireysellik duygusu güçlenir. O ülkeyi eski otoriter yollarla idare edemezsiniz.” şeklinde değerlendirmesi Belge’nin yorumlarıyla paralellik taşıyor. Liberallerin bu yorumu, ülkenin AKP döneminde sağlıklı bir rotaya girdiği varsayımına dayanıyor. Bu varsayımı ciddiye almak için herhangi bir neden göremiyoruz.
Yine de Belge, 12 Eylül’ün ve sonrasında AKP’nin yaratmaya çalıştığı gençliği anlatıyor olsaydı bu teze itiraz edemezdik. Anladığımız kadarıyla Belge’nin bu projeyle bir sorunu yok. O zaman önce ODTÜ’de sonra Haziran Direnişi’nde bu kalıba girmeyi reddeden gençlikle sorunu olması gerekiyor.
Biz ne düşünüyoruz?
Gençlik, 12 Eylül’de başlayan dönüşümden etkilenmiş ama bütünüyle teslim alınamamıştır. Haziran Direnişi bu mayanın tutmasının değil tutmamasının ürünü olarak algılanabilir. Direnişi ve 90’lıları anlamak için bu mayanın ilk olarak neleri değiştirmekte başarısız kaldığına ikinci olarak da bu başarısızlığının nedenlerine bakmak gerekir.
Öncelikle dönüşüm derken neyi kastettiğimizi açalım. Modern Türkiye tarihinde mektepli kadrolar önce 1908 devrimine damgasını vurmuş sonrasında ise 1923’te ağırlığını hissettirmiştir. Bunun devamında, 1923 paradigması gençliğe iki yönlü bir siyasal misyon yüklemiştir. Bunların ilki düzenin koruyuculuğu ikincisi ise ülkenin daha ileriye taşınmasıdır. Bu iki misyon arasında bir gerilim olduğu açıktır. Özellikle 1968 sonrasında düzen siyaseti açısından birinci misyonun ağırlığının artmaya başladığı söylenebilir. 1980’de ise gençliğin yeri ikinci misyona yer bırakmayacak şekilde modifiye edilmiştir.
Ancak, düzenin artık gençliğe memleketi ileriye taşıma rolü vermemesi gençliğin bir bütün olarak bu misyondan vazgeçmesine yol açmamıştır. Somut olarak gençliğin ilerici arayışlarında bir gerileme olmuştur(nicel anlamda) ancak ilerici arayışlar bitirilememiş 1968 kopuşuyla yerleşmeye başladığı sosyalist bir rotada devam etmiştir. Ancak 12 Eylül’ün ve sonrasında AKP’nin kendi gençliklerini yaratmasını asıl zorlaştıran nokta, gençliğin memleketi kurtarma arayışının sadece devletin gençliğe kuruluşta biçtiği misyondan kaynaklanmamasıdır. Gençliğin üretim ilişkilerinin dışında yer alması ve entelektüel üretim merkezlerine yakınlığı sebebiyle sahip olduğu aydınlaşma potansiyelinin nesnel kaynakları ortadan kalkmamıştır. Gençliğin ülke siyasetinde kendisini bir aktör olarak şekillendirmesinin temelinde bu potansiyel yattığı ölçüde düzen açısında gençliği tam anlamıyla teslim almak olanaksızlaşmış, ancak bir ölçüde bastırmak mümkün olmuştur. Gençlikle AKP arasında kan uyuşmazlığı vardır diye Üniversite Kongresi’nden bu yana belirttiğimiz durumun da kaynağı burasıdır.
Bahsettiğimiz aydınlaşma potansiyeli aynı zamanda bir siyasallaşma potansiyeli ifade etmektedir. Gençlik Haziran Direnişi’ne keskin siyasal iddialarla ve ciddi bir örgütlü güçle girmese dahi siyasal iddialar geliştirme potansiyeline girmiştir. Bu potansiyel ciddiye alınmalıdır.
Gençliğe biçilen iki yönlü misyon tartışmasına tekrar gelecek olursak… Gericiliğin önünü açan tarafın düzeni koruma eğilimi olduğu görülecektir. İlerici işlevlerinden kopartılarak mevcudu savunma pozisyonuna geçirilen gençlik düzen içerisinde gericiliğin geniş bir serbesti alanı bulmasının da önünü açmıştır. Dolayısıyla gençliğin gündeminde bekçilik yapmaktan çok ülke tarihinin kazanımlarını daha ileri bir düzleme taşıyarak yeniden üretmek olmalıdır.
Mücadelesiz bir yaşam
Murat Belge’nin söylediklerinde daha vahim olan nokta ise “yüce varlık” uğruna feda olma kısmı. Tekrar hatırlayacak olursak Belge, memleketi kurtarmaya çalışmayı “bir yüce varlık uğruna feda olma keyfiyeti” olarak tanımlıyor ve bu durumun 68 kuşağını sorunlu yaptığını söylüyordu. Bu görüşünden Belge’nin en geniş anlamıyla mücadele etmeyi, insanın yaşantısına dışsal ve bu anlamda arızi bir durum saydığı sonucunu çıkartabiliriz. Mücadelenin yaşantısıyla iç içe olduğunu kavrayamayan Belge, haliyle olan bitenleri “feda olmak” olarak algılıyor. Belge’nin gözleri, yeni bir ülke kurma iradesiyle dolu yaşayan 68 kuşağını heba olmuş hayatlar olarak görüyor.
Murat Belge doksanlıların bu özellikleri taşımadığını söylüyor. Yanıtı ise Abdullah Cömert veriyor:
“3 günde sadece 5 saat uyudum. Sayısız biber gazı yedim 3 defa ölüm tehlikesi atlattım. Ve insanlar ne diyor biliyor musunuz? “Boş ver ülkeyi sen mi kurtaracaksın” Evet kurtaramasak da bu yolda öleceğiz. (O kadar yorgunum ki, 3 günde 7 tane enerji içeceği 9 tane ağrı kesici ile ayaktayım. Sesim kısık vaziyette ama gene saat 6’da alanlardayım sadece devrim için)”
Açık konuşmayı sevmeyen Belge, memleketi kurtarmaya çalışan Abdullah’ın da sorunlu bulduğunu ne zaman söylemeye cesaret eder bilmiyoruz. Ancak, 90’lıların Abdullah gibi memleketi kurtarmak için ayakta olacağından eminiz.
Denizler, Abdullahlar yeni bir ülkede yaşamak istiyor. Belge yaşlanmak istiyor. Bu isteği genç yaşta gerçekleşiyor. Mücadeleden mümkün olduğunca uzak bir hayat sürüyor. Yaşlanıyor. Ancak, mücadele eden insanlara dışarıdan akıl dağıtmaktan hiç geri durmuyor.
Belge’nin tutmayan mirası: Birikim
Dışarıdan akıl verme çizgisi, Belge’nin kurucusu olduğu Birikim Dergisi’ne de damgasını vurmuştu. Yazıyı yazmaya girişirken bir noktada bu dergiyi de okumam gerekeceğini biliyordum ve bu sıkıcı işi mümkün oldukça sona bırakmaya çalışıyordum. Kaçınılmaz son yaklaşınca üniversitenin kütüphanesine giderek dergiyi aradım. Son sayının daha gelmediğini öğrenince ise eşe dosta Birikim sormaya başladım. Arayışım arkadaşlarımın arkadaşlarına doğru genişledikçe bir gerçeği fark ettim: Gençlik Birikim okumuyordu. En sonunda da dergiyi 30 yaşının üstünde birinden ödünç aldım.
Gençler okumuyorsa bu dergiyi kim okuyor sorusunu ise ilk anda yanıtlayamamıştım. Sonrasında ise aklıma esnaf ve zanaatkar örgütlerinin çıkardığı çeşitli dergiler ile Birikim arasındaki çarpıcı benzerlik geldi. Bu dergiler genel olarak bir zanaatta uzmanlaşmış dar bir cemaate hitap ederdi. Toplumun diğer kesimleri tarafından ise mutlak bir ilgisizlikle karşılanırdı. Bununla birlikte, bu dergilerde çıkan yazılar çok okunmasa da bir şekilde burada reklam ya da kendisini tanıtan bir yazı yayınlatmak esnaflar için sektörde bir prestij kaynağıydı. “Birikim”in bir sosyal bilim esnafı dergisi olarak düşünülmesi en akla yatkın seçenek gibi görünüyordu. Yazısını yayınlatıp camiada isim yapanların dahi tamamını okumadığı bir dergiyi baştan sona okuma göreviyle yüz yüze olduğumu anlamıştım.
Başlangıç uyarısı: Tezgah yanlış yerde
Birikim’de yazılanları tartışmaya geçmeden hem Birikimcilere hem Belge’ye bir uyarıda bulunmak gerekiyor. Dışarıdan akıl vermeye niyetlendikleri 90’lılarla işleri zor.
ODTÜ sürecinde ve Haziran Direnişi’nde çok açıkça gözlenebilen bir durum var: Gençliğin içerisinde mücadeleci ve entelektüel anlamda gelişkin kesimler arasında bir ayrışma yok. Entelektüel anlamda en ileri unsurlar barikatların da en önünde yer alıyorlar. Gençlik onların umduğu türden bir şuursuzlukla harekete geçmiş olsaydı akıl dağıtmada bir şansları olabilirdi. Mevcut durumda ise Birikimcilerin ve Belge’nin misyonları gereği oynayabileceği boşluk ortadan kalkıyor.
Tezgahı toplasalar nereye açacaklar bilinmez ama biz yine uyarımızı yapmış olalım.
Gençliği anlamamak
Birikim’in Temmuz-Ağustos 2013 sayısı Haziran Direnişi’ni konu alıyor. Bu sayıda özel olarak gençliğe ilişkin kimi tespitlerle beraber direnişin bütününe ilişkin -gençliği de ilgilendiren- saptamalar var. Birikim’in bu sayısı liberalizmin sola müdahale etmeye çalışırken kullandığı argümanların ortalamasını sergilemesi açısından da değerlendirilmeyi hak ediyor. Yazıların önemli bir ortak özelliğinden bahsederek başlayalım.
Sorunu şöyle özetlemek mümkün: gençliğin Haziran Direnişi öncesinde (ODTÜ Direnişi öncesi olarak düşünmek daha doğru olur) genel olarak hareketsiz addedilmesine yol açan özelliklerini, Haziran Direnişi’nin nedenleri arasına almak. Bunu yaparken de hareketsiz olarak addedildiği dönemlerde dahi gençliği siyasete yakınlaştıran özelliklerini yok saymak ya da olumsuz olarak göstermek.
Bu durumun ortaya çıkmasında hem derginin siyasal olarak tutmaya çalıştığı pozisyonun hem de dergi çizgisinin yöntemsel sorunlarının etkisi var. Zaten bu iki durumu birbirinden ayrıştırarak ele almak zor.
Her ne kadar yöntemsel sorun dediysek de Birikim Dergisi’nin yayın hayatına damgasını vuranın bir yöntemsizlik olduğunu söylemek daha doğru. Ancak, bu sayıda yazarlar gençliği ve direnişi ele alırken yöntem noktasında en azından bir ortak özellik gösteriyor.
Sorun Birikimcilerin bütünlük algısından ya da açık bir dille böyle bir algılarının olmamasından kaynaklanıyor. Gençliğe baktıklarında bir bütünlük değil tekil bazı özellikler görüyorlar. Sonrasında ise bu tekil özellikleri gençliğin kendisiymiş gibi ele almaya başlıyorlar. Bunun yanında, bir bütünlük algısına sahip olmamaları bütünün doğası gereği sahip olacağı iç gerilimleri ve bu gerilimlerin yarattığı değişme dinamiklerini algılamalarının önüne geçiyor. Bu durumda gençliğin durağan bir kategori olduğu varsayılıyor. Bu kategori kendi durağanlığını koruyarak ülke gündemiyle haşır neşir oluyor. Kurduğu temaslardan etkilenmeyen olağanüstü zırhı sayesinde, kendisine dışsal dinamiklerin etkisiyle bir başkalaşma yaşamadan ülke gündeminden çekiliyor. Bu hayali kategori zaten durağan olduğu için bir iç değişim dinamiği de taşımıyor.
Durumu böyle algılayınca da ortaya bir karikatür çıkıyor. Birikimciler anladığımız kadarıyla gençliği apolitik olmayan ama aslında bu olmayan apolitikliği ya da siyasete kayıtsızlığı da politik bir tercih olan (buradaki çelişki bizden kaynaklanmıyor) bir toplam olarak görüyor.
Gezi süreci başladığında gençlik, “politik bir tercih olan siyasete mesafeli duruşunu” direniş meydanlarında sergileyerek mevcut siyaset kalıplarını sarsıyor. Sonrasında da “politik bir tercih olan siyasete mesafeli duruşunu” koruyarak sahneyi terk ediyor.
Meseleyi somutlayacak olursak Birikimciler 12 Eylül ve AKP’nin gençlik içerisinde yarattığı kimi eğilimlerden hoşnutlar. Hatta işi gençliğin Gezi Direnişi’ndeki dinamizminin nedeni olarak bu eğilimleri göstermeye kadar götürüyorlar. Bu noktada Murat Belge ve Orhan Pamuk’la aynı konuma sahip oldukları da söylenebilir.
Politik tercih olarak apolitizm tezinin en saf örneklerini -bu sayıda yazısı bulunmasa da- Birikim’de gençlik üzerine sık sık yazıları yayınlanan Demet Lüküslü’nün İletişim Yayınları’ndan çıkan “Türkiye’de Gençlik Miti” adlı kitabında bulmak mümkün. Bu sayıda ise aynı tezi Laçiner öne sürmüş. Giriş yazısında Ömer Laçiner, gençliği “bildik politikayla mesafeli” olarak tanımlıyor. Ancak halk hareketlenmesinin gelişim seyrinde gençlik-politika ilişkisinin nasıl şekillendiğine ilişkin bir şey söylememeyi tercih ediyor.
Bu sayının belki de en pespaye yazarı olan Metin Solmaz bu tezi Yörük Kurtalan’ın bir panelde yaptığı konuşmaya atıfla daha açık dile getiriyor. “Yeni gençliğin bundan önceki bütün kuşaklardan farklı olarak politik bir tercih olarak politikayla ilgilenmediklerini” söylüyor. Bir denedendir bilinmez doksanlıları “çıtır gençlik” olarak tanımlıyor.
Tanıl Bora ise işi daha ileri götürerek sözü gençliğin sol düşmanı olduğuna kadar vardırıyor. Gençliğin “Sadece en tepedeki pederşaha değil, yer yer sol ve muhalif siyasi yapıların ağabeyciliğine de, hanedeki otoriteye de meydan okuduğunu” iddia ediyor. Tanıl Bora belli ki gezinin yakınına uğramamış demekten başka çare bırakmayan bu tespit hareketin ilerlemesiyle beraber gençliğin örgütlü ve örgütsüz bölmeleri arasındaki ilişkinin gelişimini ele almıyor. Geniş gençlik kesimlerinin gitgide örgütlenmeye açık hale gelmesi sonucunu doğuran bir direnişi, “örgüt ve sol düşmanı” olarak tanımlıyor.
Liberallerin iddiaları gerçekte olanın tam aksi istikametini gösteriyor. Gençliğin 12 Eylül sonrasında ve AKP iktidarı döneminde siyasetle bağlantısının kopmamasını sağlayan kimi özelliklerinin Haziran Direnişi sırasında baskın çıktığı açık. Hükümeti istifaya çağıran, memleketi kurtarmaya çalışan ve bunları yaparken açık açık siyaset yapan gençliğin bu tavrı normalde kendisini siyasetten uzak kılan kimi özelliklerinin de mücadele içerisinde anlamlanmasına yol açmıştır. Örneğin; internet, dizi, oyun bağımlılığı gibi bırakalım apolitikliği insanı asosyal kılan kimi özellikler direnişle beraber sloganları şekillendirmeye başlamıştır. Bunun nedeni siyasallığın belirleyici unsur olması ve bütün diğer özellikleri kendi çerçevesinde anlamlandırmasıdır. Gençliğin bu alışkanlıkları üzerinden sokaklara döküldüğünü düşünmeniz halinde ise, Game of Thrones’tan alınmış bir dövize ya da Counter-Strike oyununa atıfla yazılmış bir duvar yazısına bakıp bunlara olmadık anlamlar yüklemeye başlayabiliriz. Bu konuda dergimizin geçen sayısında Hasan Alper Ongan’ın yazdığı “birdast2 yazısı”nda ortaya atılan çerçeveyi tekrar hatırlamak gerekebilir: Gençlik kavgaya elinde ne varsa onlarla girmiştir. Bunun ötesinde yapılacak her analiz fantezi olmaya mahkumdur.
Bunun dışında Birikim yine bildiğimiz Birikim. Bir yazıda Merih C. Taymaz Gezi Direnişi’ni överken denk getirip Stalin’e çakmaya çalışıyor (bu yazı ayrıca kötülük gibi ilkel bir kavram üzerinden direnişi açıklamaya çalışması anlamında da ayrı bir sıkıcılık taşıyor). Başka bir yazıda Tanıl Bora Haziran Direnişi’ni Arap Baharı’yla eşliyor ( benzer bir eşleme Ayşe Deniz Temiz’in yazısında da var).
Bunun yanında derginin çelişkileri de bitmiyor. Yahya Berman, kendilerinin solun önünde görücüye çıkarttığı İslamcı Yeni Şafak yazarının açıkça yandaşlığa soyunmasını eleştirmeye çalışırken (bu arada Berman’ın yazısının dergideki görece en makul yazı olduğunu da belirtmek gerekiyor) başka bir yerde Metin Solmaz İslamcıları övmek için bin bir takla atıyor. Yazıların çoğuna sol düşmanlığı damga vururken H. Bahadır Türk bugüne kadar solu yalnız bıraktığı için direnişçileri suçlayan bir yazı yazıyor. Bu kadar saçmalığı bir arada okumayı ise cidden kafa kaldırmıyor.