Yazımıza güncel sayılabilecek bir haber ile başlayalım. Ahmet Eraslan. Karadeniz Teknik Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğrencisiydi. 21 yaşındaydı. “Okul harçlığını” çıkarmak için çalıştığı inşaatta yaşamını yitirdi. Sadece bu olaya bakarak inşaatta bir kaza sonucu hayatını kaybettiği söylenebilir. Gerçekte ise durum bu kadar basit değil. Emekçilerin hayatının hiçe sayıldığı bir düzende kader olarak görülenlerin iş kazası olmadığını, üç kuruşluk önlemler üzerinden kar sağlamak isteyen patronları ve buna çanak tutan siyasal iktidarı göz önüne alınca bunun bir iş cinayeti olarak adlandırılması gerekir. Yazımızın konusu ise iş cinayetleri değil. Bu yazıda başka bir soru üzerinden ilerleyeceğiz. Ekonomi okuyan bir üniversite öğrencisinin, gelecekteki mesleğiyle hiçbir alakası olmayan bir yerde, inşaatta ne işi vardı?
Ahmet, eğitimini sürdürebilmek için çalışmak zorunda olan öğrencilerden sadece biriydi. Aynı ismi gibi, hikayesi de sık rastlanacak türdendi. Çünkü ülkemizde her düzeyde paralı olan eğitim, üniversite düzeyinde ise ciddi masraf gerektiriyor. Geçen yıl Başbakan’ın gençlik adına kendisine pay çıkarma telaşı sonucu harçların kaldırılması bu durumu hiç ama hiç değiştirmedi. Birçoğu ailelerinden ayrı şehirlerde yaşamak zorunda kalan üniversiteliler, her yıl eğitimlerini sürdürmek için binlerce lira harcamak zorundalar. Bu harcamalar, kalacak yer için ödenmesi gereken ücretlerden eğitim araç gereçlerini edinmek için harcananlara kadar birçok başlığa ayrılabilir. Yazımızın derdi bize göre vazgeçilmez bir hak olan parasız eğitimi tartışmaya açmak da değil. Ortalama refah seviyesinin bu ücretleri hiçbir şekilde karşılamaya yetmediği ülkemizde eğitim giderlerinin yarattığı karşılanamaz yükün bir şekilde “hafifletilmesi” gerekiyor. İşte burada gerici ve piyasacı rejim krizi fırsata çeviriyor. Nerede barınacağını, nasıl okuyacağını bilemeyen; bilmesi de mümkün olmayan gençlerin karşısına kendi deyimleriyle “hizmet” çıkıyor. Tabi ki, hizmetin cemaat anlamına geldiğini herkes biliyor.
Kendisini, insanlığa hizmete adanmış bir sivil toplum hareketi olarak ilan eden Fethullah Gülen Cemaati’ni birkaç özelliğiyle kısaca anlatalım. Hiyerarşisiyle, yapısıyla ilgili herhangi bir şeffaflık taşımıyorlar. Dolayısıyla, gelirleri-giderleri hakkında kamuoyuna açık bir bilgi olmadığı gibi, “üyelik tarifleri gibi herhangi bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Dinci bir örgüt olduğu, çevrelerindekilerin yaşam tarzını kendi isteklerine ve çıkarlarına göre şekillendirdikleri görülüyor. Ülke siyasetine dair sıkça söz söylüyorlar. Bu, zaman zaman gerici iktidara tam destek anlamına geldiği gibi, zaman zaman da çıkar çatışmasını yansıtan gerilimleri de ortaya koyabiliyor. Devlet kurumlarında kadrolaştıklarını inkar etmiyor, kamu işleyişine istedikleri anda müdahale edebilecek bir güç oldukları izlenimi yaratmak için özel bir çaba sarf ediyorlar. “Hizmetleri” Türkiye ile de sınırlı değil. Cemaatin merkezi ABD’nin Pennsylvania eyaletinde. Özellikle ABD etkisinin sınırlı olduğu ülkelere okullar açılıyorlar. Bu ülkelerdeki okulları kimi zaman kapatılıyor, bazı “öğretmenler” CIA ajanı olduğu gerekçesiyle sınır dışı ediliyor. Kısacası cemaat; Amerikan Emperyalizminin bölge politikaları ile uyumlu, çıkar amaçlı, İslami bir suç örgütü görünümü taşıyor.
Cemaat’in gençliğe yönelik ilgisini ise sadece ekonomik nedenler üzerinden açıklamaya kalkarsak hata yaparız. Kimi okuyucular için tekrar olacak ama belirtmekte fayda var. AKP ne kadar oy alırsa alsın, 2023’ten hatta komik sayılabilecek bir biçimde 2071’den ne kadar bahsederse bahsetsin geleceği olmayan bir siyasi partidir. Geride kalmış olanı, köhnemiş olanı temsil edenlerin gençliğe bakışları onların gençliği kapsamasının önünde en büyük engeldir. Kendilerinden birçok noktada daha ileride olan bir toplumsallığa söz dinletme, kendilerine benzetmeye çalışma, olmazsa susup oturtma misyonu biçen bir iktidarın; gençliğin ülkeye dair beklentileri ile barışık olması mümkün değildir. Bir bütün olarak gençliğe yabancı olan gerici siyasal iktidar, işte bu yüzden gençliği dönüştürmeye çalışmak zorundadır. 4+4+4 yasası, İmam Hatipler, cemaatler bu çabanın araçları olarak işlev görmektedir. Başarılı olup olmadıkları sorusuna ise bir yanıt vermeye gerek yok. Haziran Direnişi’nde barikatın ön saflarındaki milyonlarca yaşıtımız, gereken yanıtı zaten verdi. Bu yanıt, on yıllardır üniversitelileri pençesine düşürmeye çalışan cemaatin gençlik ruhundan bihaber olduğunu göstermekle kalmadı, “biz çok güçlüyüz” imajını da yerle bir etti. Yani cemaatin tekil olarak gençler için ciddi bir tehlike olmakla beraber, bu ülke gençliği tarafından tarihin çöplüğüne atılabileceği bir kez daha kanıtlanmıştır.
Peki, FKF ne yapacak? Öncelikle cemaatlerin örgütlenmesi için en önemli dönem olan yeni kazananların üniversiteye kayıt dönemini verimli geçirecek. Hemen yazının başına dönelim. Diyelim ki ailenizle yaşadığınız şehrin dışındaki bir üniversiteyi kazandınız. Şehre dair bir bilginiz yok. Yurt olanakları nelerdir, ne kadar harcama yapmak zorunda kalacaksınız bunların hepsi sizin için kocaman bir soru işareti. Derken telefon çalıyor. Telefondaki (erkekseniz erkek, kadınsanız kadın) şahıs bir çırpıda tüm bilgilerinizi sayıyor. Ve “hizmet” aşkıyla yanıp tutuştuğundan olacak, size fitnıs salonlu yurt imkanından ücretsiz servise kadar adeta bir cennet vaat ediyor. Meseleye ayıktınız mı, hemen anneniz ve/veya babanız aranır, devlet yurtları bir güzel kötülenir. Olmazsa, yurtlarda fuhuş yapıldığı, molotof kokteyli imal edildiği benzeri aptalca yalanlarla son koz oynanır. Eğer aileniz de zokayı yutmaz, bir güzel kalayı basarsa kayıt günü otogarda inene kadar rahatsınız. Sonrası ise deja vu…
Yaşananlar bir süredir böyle. Buna benzer ilginç hikayeleri FKF’nin Facebook sayfasında bulabilirsiniz. Bu yazı yazıldığı sırada 41 arkadaşımızın hikayesi paylaşılmıştı. Bunların önemli bir bölümü üniversiteyi daha önce kazanan arkadaşlar ve FKF Kayıt Dayanışması isimli çalışmayı görünce cesaret almış daha önce yaşadıklarını paylaşmışlar. Bir diğer ayrıntı ise önceden de cemaatlerin bu şekilde çalışmasına rağmen, istisnasız herkesi aramaya başladıkları dönemin ÖSYM başkanının değiştiği yılla ve tabi ki şifre skandalı ile çakışması. Soruları çalanların bilgilerimizi aşırması zor olmasa gerek. AKP iktidarı döneminde suç kavramının geldiği noktayı göz önünde bulundurursak sadece şikayet etmekle bir yere varamayacağımız da ortada. Üstüne bir de suçlu bile çıkartabilirler belli olmaz. Dolayısıyla karşımızdaki örgütlü unsurun karşısına büyük, örgütlü ve dayanışmacı bir güçle çıkmamız; onları hamle yapacakları her başlıkta sıkıştırmamız gerekiyor.
Fikir Kulüpleri Federasyonu gerici iktidarı ve onun yol arkadaşı cemaati olabildiğince rahatsız etme, sıkıştırma ve üniversiteyi yeni kazanan arkadaşlarımızın cemaate muhtaç olmaması için elinden geleni yapma kararlılığı ile bu yıla başlıyor. FKF, Kayıt Dayanışması adlı çalışması ile yeni üniversitelileri cemaate ve yöntemlerine karşı uyaracak, yaptıkları hukuksuzlukları deşifre edecek. Bununla yetinmeyecek, üniversiteyi kazanan kardeşlerimize cemaatlerden önce biz ulaşacak, okulların sahip olduğu imkanlar, devlet yurtlarına nereden ve nasıl başvurulacağı, eğitimlerini kimseye muhtaç olmadan nasıl sürdürecekleri konusunda bilgilendirmeleri biz yapacağız. Gerekirse şehirlerin otogarlarında, üniversite kayıtlarında onları biz karşılayacağız. Çalışmamızın giderek büyüyeceğinden, ülkemizin ve üniversitelerimizin cemaat, AKP ve türevlerinden bir daha geri dönmemek üzere kurtulacağından eminiz. Cemaat evlerimiz, abilerimiz, ablalarımız, “hayırsever iş adamları”mız olduğundan değil. Ahmet’lerimiz, Mehmet’lerimiz, Ali İsmail’lerimiz olduğundan. Gençliğin bir araya gelip dayanışarak neleri başarabileceğini çok yakın zamanda gördüğümüzden…