Haziran İsyanı’nın en çok öne çıkan öznesi kim diye sorulsa, Çarşı cevabını verecek çok fazla insan çıkar herhalde. Bırakın Beşiktaş’ı tutmayı, spor ile en ufak bir teması dahi olmayan insanlar bile bugün “Çarşı”cı olmuş durumda. “Türkiye’nin en güvenilir kurumu” olma yolunda ilerliyor bugün Çarşı.
– Çarşı hep böyle miydi?
-Alt tarafı bir tribün nasıl bu kadar politik olabilir?
-Çarşıdakilerin hepsi solcu mu?
Sık sık soruluyor bu sorular. Kimileri ise şu “oryantalist” bir merakla hareket ediyor.
“Nasıl bu kadar yaratıcı oluyorsunuz inanamıyorum” minvalinde sorular yöneltiyor sunucular Çarşı’yı temsilen konuk ettikleri isimlere.1
Herkes bir tribünün, üstelik Türkiye’nin en “başarılı” üç kulübünden birinin tribünün, nasıl böyle muhalif bir kültüre sahip olduğunu merak ediyor. “Endüstriyel Futbol” dediğimiz sistemin bu kültürü hala öğütememiş olmasına şaşırıyor. Bu ilginçlik bir gerilimden kaynaklanıyor.
Otuz Yılda Değişenler ve Değişmeyenler
1982 yılında kurulup 1980’li ve 90’lı yıllar boyunca etkinliğini arttıran Çarşı grubu, semtte Fenerbahçe ve Galatasaray taraftarlarının artmasından rahatsızlık duyan çoğunlukla doğma büyüme Beşiktaşlılardan oluşan bir grup taraftar tarafından kuruluyor. Adını semtin içinde yer alan Beşiktaş Çarşısı’ndan alan grup, o zamanki adı Mithatpaşa Stadyumu olan İnönü Stadyumu’nda, kapalı tribünü diğer takımların taraftarlarına kaptırmamak için sabahlamalar örgütleyip kapalı tribünü tabir-i caizse ele geçiriyor. Daha sonra diğer takımların kendi stadyumlarına sahip olan sonucu ortadan kalkan sabahlamalar, bugünkü Çarşı’nın kültürünü hala biçimleyen önemli olaylardan biri olarak güncelliğini koruyor. (Geçtiğimiz sene bilet fiyatları yüzünden bu görüntü biraz değişse de, Kapalı tribünün hala Beşiktaş tribünün merkezi ve kalbi olması bu yüzdendir.) Semtin gençleri de o dönem, Beşiktaş’ın başarısızlığı ile dalga geçen diğer takım taraftarlarına inat Beşiktaşlı oluyor. Takım tutmanın kıstası genelde tutulan takımın başarılı olması iken, Beşiktaş taraftarı tam tersi bir psikolojiyi izliyor. Takımın başarısının değil, bir ruhun peşinden gidiyor.
Köprünün altından çok sular aktığı söylenebilir elbette. Aradan geçen yıllarda Beşiktaş’ın popülerleşmesi endüstriyel ilişkiler tarafından sarmalanmasının, Beşiktaş’ın taraftar kültürünü yok edip etmediği sorulabilir. Cevabımız hayır olacaktır. Bahsettiğimiz gerilim de tam buradan kaynaklanmaktadır. Beşiktaş’ın kuruluşunda var ettiği kültür bugün farklı biçimlerde de olsa kendini korumaktadır.
Çarşı’nın çok sıkıştırılmış bir özetini sunduğumuz tarihine bakarsak Beşiktaş’ın bir semt takımı olduğunu söyleyebiliyoruz rahatlıkla. Maç için kapalı tribünde sabahlamaların taraftarları birbirine iyice kenetleyip “safları sıklaştırdığını” da. Artık tribün için sabahlamaktan bahsedemiyoruz belki. Ancak Beşiktaş’ın geleneklerinin biçim değiştirerek devam ettiğini söylemiştik. Bugün, Beşiktaş maçlarından saatler önce Şairler Parkı’nda veya semtin çeşitli yerlerinde “demlenmenin” işte bu geleneğin bugüne dönüştürülmüş hali olduğunu söyleyebiliriz. Bu sene Olimpiyat Stadı’nda oynanacak maçlardan önce bile, birçok taraftarın Beşiktaş’ta oturmamasına rağmen maç öncesinde Beşiktaş’ta zaman geçirmesi bununla açıklanabilir. Beşiktaş’ın taraftar kitlesinin ölçeği bir semt takımı olamayacak kadar büyüktür. Çeşitli yerlere dağılmıştır. Ancak hala “aynı mahallenin çocuğu” olma bilinci korunmakta, mahallede beraber zaman geçirilmektedir.
Bir diğer önemli alışkanlık da, Çarşı’nın hala yürüyüşlerde ve maçlarda çoğunlukla el emeği flama ve pankartlar kullanmasıdır. Hatırlarsınız, Tayyip Erdoğan’ın 15 Haziran’da Kazlıçeşme Meydanı’nda gerçekleştirdiği mitinge, AKP’lilerin insanların eline tutuşturduğu yelken Çarşı bayrakları damgasını vurmuştu. Çarşı’nın “A”sının normal yazılması da, Beşiktaş taraftarı arasında alay konusu olmuştu. Bizce burada “A” harfinin yanlış yazılmasında daha önemli olan şey, taşınılan bayrakların yelken bayrak dediğimiz formatta olmasıdır. Muhafazakar görgüsüzlüğü, “Ben Çarşı’nın da daniskasıyım” diye düşünmüş olacak ki, bu boyutta bayraklar kullanmanın kendisini kurtaracağına, inandırıcı kılacağına inanmıştır. Ancak bu zihniyetin asla anlayamayacağı bir ruhtur Çarşı. Endüstriyelleşen, “profesyonelleşen” futbola inat “amatör” görüntüde diretmektedir. İstanbul’un diğer iki “başarılı” takımı Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarları birbirlerine görkemli kareografiler ile “ayar verirken” Beşiktaş taraftarı el emeği pankartlar ile sataşmaktadır rakiplerine. Yönetimin on binlerce lira harcayarak hazırlattığı, taraftarların da seyrettiği şovlara inat, seyirci konumunu reddeder, kendi hazırladığı pankartlar ile takımını destekler.
Sevinmek İçin Sevmedik Biz Seni
Beşiktaş taraftarının en çok kullandığı sloganlardan biridir, “sevinmek için sevmedik biz seni”. Kimilerince basit bir arabesk slogan olarak algılanıp geçilen bu söylemin altında, endüstriyel futbol anlayışına oldukça ters bir psikoloji yatıyor aslında.
Örneğin, Galatasaray taraftarlarının diğer takım taraftarlarına “Bizim UEFA kupamız var” diye sataştığı, “hava attığı” arkadaş ortamlarında çok sık rastlanan bir manzaradır. Haziran İsyanı sırasında Taksim’de bir duvarda yer alan ve hepimizi gülümseten “Sizin Biber Gazınız Varsa, Bizim UEFA Kupamız Var” yazılamasını hatırlayalım örneğin. Beşiktaş taraftarının ise semtini gaza boğan polislere “semt bizim aşk bizim…” diye bağırdığını. Derdimiz diğer takım taraftarlarını yermek değil. Sadece aradaki farka işaret etmek. Çünkü Çarşı’yı Çarşı yapan motivasyon bu nüansta yatıyor:
Beşiktaş taraftarı takımının başarısıyla değil kültürüyle, yani sevgilisiyle değil, ona duyduğu aşkla övünür. Geçtiğimiz senelerin en sevilen tezahüratlarından birinin “bir derdim var bin dermana değişmem” olması, Ahmed Arif’e selam çakıp “bir umudum sensin anlıyor musun” diye bağırılması bundandır. Aşkla örülen barikatlar hep bundan…
Semtte Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarının artmasına duyulan tepkinin Çarşı’nın kurulmasında önemli bir motivasyon olduğunu belirtmiştik. Bir nevi asimilasyona karşı mücadele yani. “Bir gün herkes Fenerbahçeli, Galatasaraylı olacak” söylemlerine karşı Beşiktaş taraftarının “Bir gün herkes Beşiktaşlı olmasın” söylemi bu motivasyonun sürdüğünü de ispatlar. Haziran İsyanı’ndan sonra herkesin “Beşiktaş”cı olması pek de mutlu etmez bu yüzden çoğu Beşiktaş taraftarını. Ne de olsa sürü psikolojisine çomak sokmaktır asıl derdimiz. “Renklilerin hakimiyetini” kırmaktır.
Tanka Karşı Taş
Yazı boyunca anlatmaya çalıştığımız endüstriyel futbola ters olan motivasyonun sadece Beşiktaş’ta olmadığını söylememiz gerekir. Pek çok Anadolu ve mahalle takımında benzer, hatta belki de daha cefakar bir taraftar kültürü olduğunu söyleyebiliriz. Fakat Beşiktaş Türkiye’nin en çok şampiyon olan üçüncü kulübüdür. (Bunu takımın büyüklüğünün ölçütü olarak gördüğümüzden değil, günümüzde “başarı” ölçütü olduğu için vurguluyoruz) Avrupa’da da tanınan, milyonlarca dolarlık futbolcuları bünyesinde barındıran, milyonlarca dolarlık sponsorluk anlaşmaları imzalayan (en son İnönü Stadyumu’nun adının imzalanan sponsorluk anlaşması nedeniyle Vodafone Arena olarak değiştirileceği açıklandı örneğin) bir kulüptür. Bu çapta, milyonlarca taraftara sahip bir kulübün bahsettiğim tarzda bir taraftar kültürü olması bir gerilimdir. Bu gerilim Beşiktaş’ı “halkın takımı” kılmaktadır.
Şüphesiz hiçbir takım kendi kendine devrimci bir ahlaka falan sahip değildir. Eninde sonunda birer spor kulübüdürler ve kuruldukları anda nötrdürler. Yalçın Küçük’ün çeşitli mecralarda tekrarladığı güzel bir benzetmeyi hatırlayalım. Eylemsiz, hareketsiz insanın ahlak sahibi olmadığını, dolayısıyla özgür olamayacağını söyler. Taşın hareketi olmadığı için ahlakı da yoktur. Peki tanka karşı fırlatılan taşın ahlakı var mıdır?
Bütün kulüpler kuruldukları anda hareketsizdir. Birer taşa benzetilebilirler. Daha sonra kulübü sarmalayan kültür, takımın sevdalısı olan taraftarlar tarafından nasıl karılırsa, takım o yöne doğru “hareket” eder.
Bir tezahüratı vardır Beşiktaş’ın “Tanka Karşı Taş, Savaşa Karşı Büyük Beşiktaş” diye. Beşiktaş oluşturduğu kültür sebebiyle “Tanka Karşı Taştır”. Hem de öyle küçük falan değil, Türkiye’nin en “başarılı” üç kulübünden biri, kafa yaracak kadar büyük bir taş.
Beşiktaş’ın milyonlarca taraftarından kaçı bunun farkında mı? Önemi yok. Hem de hiç. Beşiktaş’ın içerisinde sadece kazanmayı, şampiyon olmayı önemli gören, milyonlarca dolarlık transferlerle tatmin olan taraftarlar yok mu? Var elbette. Sağcı, Radikal İslamcı hatta Irkçı Beşiktaş taraftarları yok mu? O da var. Fakat Beşiktaş’ın semt kültürünü de, tribün kültürünü de etkilemekten çok uzak bu unsurlar, hegemonik kültürün en genel anlamıyla “sol” bir kültür olması, bu özneleri bu alanların içine girdiklerinde ona göre davranmak zorunda bırakıyor, dönüştürüyor. Beşiktaş taraftarının her maç mutlaka söylediği tek bestenin “Gündoğdu Marşı”nın değiştirilmiş bir versiyonu olması bunun kanıtıdır. bir gün semtin dokusu, kültürü değişirse Beşiktaş’ın da kültürü değişebilir elbette. Fakat harcı bu kadar sağlam bir kültürün değişmesi o kadar da kolay olmayacaktır.
Unutulmaması gerekir. Bu aralar herkesin sevgisini kazansa da, memleketin şövalyeleri ilan edilse de, şimdiye kadar sol-muhalif öznelerin o veya bu nedenle başaramadıklarını Çarşı’dan beklemek, Çarşı’ya bir siyasi parti muamelesi yapmak ne Çarşı’ya ne de beklenti sahiplerine fayda sağlamayacaktır. Endüstriyel futbol tarafından yaratılan rekabetin, geçtiğimiz yaz aylarında da karakterini bizlere ispatlayan “Penguen Medyası”nın da körüklemesiyle sık sık gündem olan şiddet olaylarına sebep oluyor bildiğimiz gibi. Çarşı’nın da bu olaylarda adı doğaldır ki geçmektedir. Sistem tarafından körüklenen şiddet doğaldır ki Çarşı’yı da sık sık vurmaktadır. Liglerin açılmasıyla bu tarz olaylar tekrarlanabilir. Bunun üzerine tekrar “futbol kitlelerin afyonudur” söylemine tutulmamak için Çarşı’dan ne beklenip ne beklenmeyeceği doğru tespit edilmelidir.
Fakat Çarşı’nın asla ama asla herhangi bir taraftar grubu olmadığını unutmayalım. Haziran İsyanı’nın ilk haftalarında yayımladığı teşekkür yazısında “Hayatı futbol değil, futbolu hayata feda edenler olarak” diye tanımlıyor kendini Çarşı. Gerçekten de Çarşı tarihinin özeti sayılabilir bu cümleler. Orman yangınlarının yaygın olduğu zamanlarda yangını çıkaranların kulaklarını kendi meşrebince çınlatır, nükleer santrallere, yunus katliamlarına varana kadar pek çok konuda sözünü söylemekten sakınmaz Beşiktaş taraftarı. Bundan sonra da sakınmayacaktır.
Ne de olsa Nazım usta demiştir: “Aslolan Hayattır”
Ne de olsa Beşiktaş taraftarı eklemiştir: “Hayat da Beşiktaş”