Üstelik henüz sadece 27-28 yaşındadır. Putları yıkmaya kalkışmıştır. Zaten bu yüzden İlhami Bekir Tez, Açın Ölümü şiirini “bugünün tek sanatkarı” ön notunu düşerek Nâzım Hikmet’e adayacaktır. Zaten putları yıkmak, genç ya da genç kalabilenlerin işi değil midir?
Bir arkadaşınla Kadıköy’de dolaşmaktasındır. İstanbul’un güçlü sahaflarının birinin önünden geçersin tesadüfen. Güvenle kapıyı açarsın, içeri girersin. Yığınla kitabın arasından zar zor ilerleyebiliyorsun zaten. Ancak bu zorluk çok büyük bir gurur da barındırıyor arkaya doğru. Çünkü arkanda seni takip eden bir dostun var. Muhtemelen birazdan senin tarafından sahafa yöneltilecek soruya daha önce hiçbir yerde rastlamamıştır. Yani, hani “1920’lerden 30’un başına kadar Sertellerin çıkardığı Resimli Ay var mı hocam elinizde?” diye bir soruya denk gelmemiştir hiçbir yerde. Zaten bu noktada, yığınla kitabın arasında dikkatlice yol almanın zorluğu artık ortadan kalkmıştır. Bu zorluğun yerini, sahaftan çıktıktan sonra arkadaşına bu dergi hakkında bildiğin üç-beş kuruşluk bilgiyi satma gururu almıştır. Hatta derginin sahafta olmasının bile bir önemi kalmamıştır. Nasıl olsa sahafa da arkadaşına da bu derginin peşinde olduğunu, çok az kişinin bildiği bir şeyi bildiğini -en azından biliyor gibi yapabildiğini- göstermişsindir. Ancak işler her zaman yolunda gitmeyebiliyor. Dergi yoktu sahafta. Çıktık. Ancak sonrasında Resimli Ay hakkında söyleyecek hiçbir sözüm kalmamıştı. Yani aslında üç-beş kuruşluk bir bilgi de yokmuş ortalıkta. Resimli Ay hakkında tek kelime etmedim arkadaşa. Hani Resimli Ay olmasa da olurmuş gibi yaptım. Pek bir önemi yokmuş gibi.
Ama olmadı. Öyle, Resimli Ay aslında hiç yokmuş gibi yapamazdık. Türkiye dergicilik tarihindeki önemli bir dönüşümü, hatta Nâzım’ın sırtlandığı bu büyük dönüşümü hiç yaşanmamış gibi görmezden gelemezdik. Resimli Ay’ı kütüphanelerde, Türkiye edebiyat tarihi araştırmalarında, tarih kitaplarında aradık bulduk.
Resimli Ay Görüldü
Resimli Ay dergisiyle ilk karşılaşmamda aslında işimin çok da kolay olmadığını anladım. Hani arkadaşa şekil olsun diye 1920-30 arasında çıkan bir dergi olarak tanıtmıştım ya Resimli Av derginin ilk döneminde eski harflerle basıldığı aklımın ucundan bile geçmemişti o gün. Üstelik sadece Resimli Ay da yoktu karşımızda. Aynı zamanda Sevimli Ay’dı o. Aynı yıllarda basılan Resimli Perşembe, Resimli Mecmua, Resimli Hikâye, Resimli Uyanış dergileri de ortalıkta dolaşmaktaydı. Hani bu dergileri derli-toplu bir şekilde ele alan, inceleyen, karşılaştıran ya da analiz eden bir çalışmanın yokluğuna üzülmeye de gerek yok. Sonuçta bizlere de araştırabileceğimiz, kendimizce hakkında yazı yazabileceğimiz bir şeyler kalmış oluyor. Öyleyse biz de artık, her ne kadar Resimli Ay dergisini sahaflarda bulamamış, eşe dosta caka satamamış da olsak, kütüphane kütüphane dolaşıp dokunabildiğimiz bu dergiler hakkında edindiğimiz üç-beş kuruşu paylaşabiliriz. Zekeriya ve Sabiha Sertel çifti, Amerika’dan 1923’te döner dönmez Resimli Ay üzerinde çalışmaya başlarlar. İlk sayısı 1 Şubat 1924’te çıkan dergiyi, Zekeriya Sertel’in kaleme aldığı çıkış yazısı ile incelemeye başlayalım:
“Bizde şimdiye kadar iki şekil dergi çıkmıştır. Bunlardan birincisi, sayısı az bir okuyucuya hitabeden mecmualardır, yazılar yazarın edebi zevkine göre yazılır. Bir de ikinci sınıf mecmualar vardır ki. Bunları para kazanmak ve şöhret sağlamak emeliyle kitapçılar ve amatörler çıkarırlar. Resimli Ay ne birinci ne de ikinci zümreye dahildir. Bizim hedefimiz okuyucuların, okuma ihtiyaçlarının doyurmak ve memleketimizde gerçek bir halk dergisi kurmaktır. Bizce bir makalenin değeri altındaki imzadan çok, okunmasındandır, Özellikle Resimli Ay’da yayınlanacak makaleler, hikayeler, genel olarak yazılar, yalnız dar bir zümrenin edebi zevkine cevap veren yazılar değil, fakat insanların hissi, fikri dimağı, bedii ihtiyaçlarını doyuran, genel nitelikte yazılar olacaktır. Bu şekil, mecmuacılık aleminde yeni bir yoldur.”
Bu yazıdaki “halk dergisi” vurgusuna dikkat çekmek gerekiyor. Ancak bu noktayı vurgulamadan önce, derginin yaşam macerasına başlamadan evvel, giriş yazısıyla birlikte, kapanış yazısının da aklımızın bir kenarında kalmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Derginin doğumuna ve ölümüne tanıklık ettikten sonra da yaşamını incelemeye geçebiliriz. Dergi, hissedarları arasında bir kavga yaşamış, bir ara kapanmış, başka bir isimle çıkmış, ikinci bir döneme girmiş ve artık kapanmaktadır. Son sayısından bir önceki sayısının kapağından, 1 Ocak 1931 tarihli sayısında Zekeriya Sertel konuşmaktadır:
“Evet, Resimli Ay, macerasının bu ikinci faslında da eli boş çıktı. Şimdi, küçük ve mütevazı odasında yine parasız ve yalnız çıkıyor. Fakat imanı eskisinden daha çok, daha sağlam, iddiası ve davası eskisinden çok daha yüksek ve kuvvetlidir. Yazıları faydalı mı, faydasız mı bu hükmü vermek karilerin hakkıdır. Benim size anlatmak istediğim hikâyenin hülâsası şudur: Resimli Ay yedi senelik mücadele hayatında, mahkemeden mahkemeye gitti, iki defa sermayenin tokadını yedi. Ne çıkar.? Azmile yola çıkanları, sermaye denen ejder değil, ondan daha kuvvetleri de korkutamaz ve durduramaz.
Nitekim Serteller haklı çıkmışlardır.
Evrensel Dergi Şekilleniyor
Sertellerin Amerika macerasının bu dergi üzerindeki etkisi büyüktür. Bir kere, Amerikan yazılı basın kültürünü inceleme fırsatı yakalamışlardır. Bununla birlikte artık yeni bir toplumsal yaşam oluşturma sürecinde sorumluluk almak gerekmektedir. Tam da bu gereklilik doğrultusunda yeni toplumsal yaşam formunu geniş halk kesimleriyle buluşturacak bir enstrümana ihtiyaç duyulmaktadır. Resimil Ay in ilk dönemi olarak adlandırılacak 1924-28 yılları arsanda dergi resimleriyle, yazılarıyla yeni bir yaşam tarzını öngörmektedir. Bunun en açık örneğini kadının toplumsal yaşamdaki yeri üzerinde görebiliriz. Dergide tam boy yer verilen kadın fotoğrafları, geleneksel formların dışına taşmaktadır. Kadınlar, giyimiyle-kuşamıyla, oturuşuyla, bakımlı halleriyle artık bir başka resmedilmektedir, örneğin kadınlar çocuklarıyla ya da evde iş yaparken resmedilmemektedir. Ufak kutucuklarda bir nevi magazin dergisi havası da var aslında. Ancak bunun magazin kelimesi üzerinden çok sular aktığı için bu kavramı kullanmaktan kaçınmak gibi bir hak görüyorum kendimde. Bu dönemde sporun önemine dair de birçok resimli yazı görüyoruz. Sağlıklı yaşam üzerine çeşitli incelemeler var. Bununla biride genel sağlık sorunlarıyla da ilgili yazılar, tavsiyeler var, Hepsinde de bol resim kullanılmış. Yine Kasım 1928’de Harf Kanunu sonrasındaki derginin ilk sayısında yeni harflerin tanıtıldığını ve bir sonraki sayısında hemen yeni harflerle baskıya girdiğini görüyoruz. Ancak 1925’ta Halikarnas balıkçımız Cevat Şakir’in “Asker Kaçakları Nasıl Asılır” başlıklı yazısının ardından dergi kapatılır. Bu ara Sevimli Ay adıyla basılan dergi, 1927’de (1928 diyenler de var) dergi yeniden Resimli Ay adını alır.
1929’da derginin Haziran sayısında başlayan Putları Yıkıyoruz kampanyası, derginin manşetinde sadece iki hafta sürse de artık yeni bir iddia sinmiştir derginin kokusuna. Yani, Putları Yıkıyoruz Abdülhak Hamit No:1 ve Mehmed Emin Beyefendi No:2 kapakları ile sınırlı kalmamıştır bu kampanya. Sadece iki “Numara” ile başlamış ve bu sayıyla sınırlı kalmış olabilir. Ancak aslında o güne kadar kimsenin cesaret edemediği şey yapılıyordu: Eskimiş olana el kaldırdılar. Bu yönüyle evrensel bir değer taşıyor zaten.
Yeni Dönem
Artık söz sırası Nâzım’dadır. Yine bir dönüş var burada da. Bu sefer de Nâzım Sovyetler Birliği’nden dönmüştür. 1929’la birlikte teknik anlamda kimi değişiklikler söz konusu. Artık daha az sayfa basılmaktadır. 1926’da Sevimli Ay ismiyle iki haftada bir 50 sayfa kadar basılan dergi, 1930’da 25-30 sayfa basılır. Daha çok resim kullanılır. Yeni kitap tanıtımları ve eleştiri köşeleri açılır sayfalarda. Bir başka yenilik daha var aynı yıllarda. Nâzım’ın Bahri Hazer ve Salkım Söğüt şiirleri bir şirket tarafından plağa kaydedilir ve kahve, lokanta gibi kamusal alanlarda dinlenilir olur. Ancak bu teknik dönüşümün ötesinde, derginin havası artık bir başkadır. 1929’da derginin Haziran sayısında başlayan Putları Yıkıyoruz kampanyası, derginin manşetinde sadece iki hafta sürse de artık yeni bir iddia sinmiştir derginin kokusuna. Yani, Putları Yıkıyoruz Abdülhak Hamit No:1 ve Mehmed Emin Beyefendi No:2 kapakları ile sınırlı kalmamıştır bu kampanya. Sadece iki “Numara” ile başlamış ve bu sayıyla sınırlı kalmış olabilir. Ancak aslında o güne kadar kimsenin cesaret edemediği şey yapılıyordu: Eskimiş olana el kaldırdılar. Bu yönüyle evrensel bir değer taşıyor zaten. Bu sebepten günümüzde de devam etmektedir. Zaten kampanyanın yazısı her şeyi anlatmaktadır:
“Maksadımız layık olmadığı halde sırf mütemadi bir propaganda tesiri ile kendimize put yapıp taptığımız kimseler üzerindeki mukaddes örtüyü kaldırmak ve Türk gençlerini yanlış putlara tapmaktan kurtarmaktır…” (Resimli Ay, Haziran 1929) Artık hayatın her alanında olduğu gibi edebiyatta da “yeni”yi arzulayanlar, eskilere karşı ete kemiğe bürünmüş bir savaşı başlatmışlar- Karşılık bulmakta gecikmez bu kampanya, Ahmet Haşim sözü alır;
“Acaba bu aldanış tarzı, herhangi bir kübist taslağın bir Picasso ve herhangi bir sürrealist bozuntusunu bir Verlan yapacak m? Böyle bir ümide ancak gülünebilir.” (İkdam, Haziran 1929) Ağustos ayına gelindiğinde Resimli Ay ikinci sayfadan Sadri Er- tem imzalı bir yazı yayımlar. Bu yazının yanında Yakup Kadri’nin ve Hamdullah Suphi’nin fotoğrafları ters çevrilmiş olarak ve yırtılıp tekrar yapıştırılmış izlenimi verecek şekilde basılışıdır.1 Peyami Safa, Ahmet Haşim, Hamdullah Suphi topun ağzındadır. Nâzım’ın ilk polemik şiirleri de bu Resimli Ay’da basılır. Temmuz 1929’da Yakup Kadri polemiğine bir katkıdır Cevap şiiri. Eylül 1930’da Cevap II ile Ahmet Haşim’e seslenir Nâzım. Üstelik henüz sadece 27-28 yaşındadır. Putları yıkmaya kalkışmıştır. Zaten bu yüzden İlhami Bekir Tez, Açın Ölümü şirini “bugünün tek sanatkârı” ön notunu düşerek Nâzım Hikmet’e adayacaktır. Zaten putları yıkmak, genç ya da genç kalabilenlerin işi değil midir? Sadece bu kampanyayla sınırlı değildir dergideki “Nâzım’a dönüşüm. Çocuk işçiliği üzerine tartışmalar sıklaşmıştır derginin sayfalarında. Koca puntolarla: “SIHHAT KANUNU ÇIKTI AMMA HALA FABRİKALARDA KADIN VE ÇOÇUKLARIN KAPALI, HAVASIZ VE SIHHATE MUZÜR YERLERDE GÜNDE ON SAAT ÇALIŞMALA- RINA MANİ OLUNMAYOR” Bu yazının üstündeki bir kutucukta da Sıhhat Kanunundan kimi maddelere yer vermişler: Madde 173- On iki yaşından aşağı bütün çocukların fabrika ve imalathanelerde, sanat müesseselerinde, maden işlerinde amele ve çırak olarak istihdamı memnudur. On iki yaş ile on altı yaş arasında bulunan kız ve erkek çocuklar azami sekiz saatten fazla çalışamazlar. Aynı şekilde sokak çocukları üzerine bir yazıda hala haklılığını koruyan bir soruya yer veriliyor: “Neden sizin ve bizim yavrularımız şimdi sıcak yataklarında mışıl mışıl uyurken o köprü altında küfesini yastık yapmış, hasta bir köpek gibi arkadaşlarına sokularak uyukluyor?” (Resimli Av Nisan 1929)
Sabiha Sertel’in yazılarında da çalışma hayatında kadınlar çektikleri üzerinde eğildiğini söylemek mümkün. Örneğin Sınai Hayatta Kadın ve Çocuk yazısının alt-başlığında “Sınai hayatta kadın ve çocuk bir köledir. Bunlar yaşamak için çalışmaz, çalışmak için yaşarlar.” gerçeğine yer verir. Resimli Ay’ın 1929-31 yılları arasındaki bütün bu tavrını ele aldığında söylenebilecek bir şey daha var. Derginin “Putları Yıkıyoruz” kampanyasıyla, çalışma hayatındaki sorunlara yaklaşımıyla, sokak çocukları konusunda ürettikleriyle zamanda ve mekânda evrensel bir sorumluluk yüklendiğini görüyoruz. İşte bu evrensellik noktası Putları Yıkıyoruz kampanyasında da sıkça ele alınmış. Örneğin Abdülhak Hamit’in dehası, şairin kendi döneminde önemli birisi olduğunun belirtilmesinden sonra, “dahi”lik ve evrensellik tartışması üzerinden eleştirilir, Teorik bir zemin üzerinden dahiliğin, ancak ve ancak evrensel bir duruş le mümkün olduğu tarif edilir.2 İşte bu yönüyle de Nâzım’lı Resimli Ay dergisi, dahice bir ise girişmiştir. Nâzım’ın da dediği gibi: “Hakiki dehayı bulmak için sahte dehaları, kafalarımıza zorla dikilen putları yıkalım.