14 Şubat 2013 tarihinde “OT” adında bir dergi çıktı karşımıza. Metin Üstündağ’ın (Met-Üst) “Öküz” ve “Hayvan” dergilerinden sonra yeni projesi olarak tanıtılan OT, hem adı hem de dergide yazan (ya da yazdığı iddia edilen) isimler sebebiyle özellikle gençlik içerisinde büyük bir merak uyandırdı. Yaşar Kemal, Sezai Karakoç, Sırrı Süreyya Önder, Ertuğrul Mavioğlu, Yasemin Çongar, Sıla Gençoğlu derginin ilk sayısının kapağında yer alan isimlerden sadece birkaçı. Bir popçu, bir solcu, bir “Taraf”çı bir gün bir dergi için buluşmuşlar! Bir Temel fıkrasından değil, dergiden bahsettiğimizi unutmayıp bu ciddiyetsizliği ciddiye alalım. Bu isimlerin neredeyse hiçbirinin ne politik ne sanatsal pratiklerinin birbiriyle ilintisi yokken aynı dergide yer almayı nasıl başarıyorlar? İşte artık kimsenin sorma ihtiyacını hissetmediği bu soruyu sorarak yazımıza başlayalım. Bu yazı, OT dergisiyle birlikte kültür sanat yayıncılığı alanında iyice pekişen üç önemli sorunun altını çizmek gayretinde olacak. Bunlardan ilki; aynı dergide siyasi olarak birbirine karşıt yazarların yer alması ve böylelikle sol politik vurgularının dergi içerisinde iğdiş edilmesi. İkincisi; yazının değil yazarın ön plana çıkarılması, “star”laştırılması. Yayımlanan ürünün niteliğinin ölçütü olarak ürünün düzeyinin değil, yazarın şöhretinin alınması. Üçüncüsü ise bir boşluğu doldurmak için çıktığı varsayılan, dolayısıyla bir programa sahip olması beklenen dergilerin böyle bir kaygılarının kalmaması. Bu sorunları OT dergisinde somutlayıp ele alırken yazıyı dağıtmamak için derginin ilk ve yazının yazıldığı tarih itibariyle son (Mayıs 2013) sayılarının üzerinde duracağız sadece.
Birleştiren Neydi Ellerimizi?
Politik olarak karşıt kutupları siyasi kimliklerinden soyutlayıp farklı zeminlerde bir araya getirme çabası, 80’lerde çıkmaya başlayan Fanatik, Şiir Atı gibi edebiyat dergileriyle ilmik ilmik örüldü ve bugün neredeyse kimsenin sesini çıkarmadığı, alışıldık bir durum haline geldi. Seksenlerde cezaevlerinde “karıştır-barıştır” adıyla yürütülen kampanyayı duyanlar vardır. Solcu mahkumların sağcı mahkumlarla aynı hücrelere konularak “barıştırılmasını” sağlamak niyetinde olan bu kampanya, bahsettiğimiz edebiyat dergilerindeki yaklaşımın bir karikatürü olarak alınabilir. Üstelik bahsi geçen dergiler bunu kimse onlardan talep etmeden yapmış, “bizi şiir buluşturdu” diye özetlenebilecek bir söylemi kullanarak o dönem sol tarafından belirlenen entelektüel ortamın kapısını İslamcılara açmıştır. Şiir ve genel olarak sanat mistik bir kavram haline getirilerek farklı politik görüşler apolitizm ortak paydasında eşitlenmiştir. Bugün ise bu dergilerle başlayan sürecin sanat alanında hegemonik hale geldiğini görüyoruz. Bu kısa değiniden sonra OT dergisinin de aynı gelenekten gelmemekle birlikte aynı geleneğin belirlediği iklime doğduğunu belirtip derginin son sayısına bakalım:
İlk sayının kapağında yer alan isimleri yazının başında saymıştık. Şimdi derginin siyasi bir havası da olan son sayısına bakalım. Kapağının sağ kenarında bir Deniz Gezmiş çizimi olan dergi, Oral Çalışlar’ın Deniz Gezmiş ile ilgili bir anısıyla başlıyor, Ertuğrul Mavioğlu’nun 1 Mayıs temalı bir yazısıyla devam ediyor. Eylemliliği ve eylemciliği öven başka yazılar dergide mevcutken sol politik vurgunun iğdiş edilmesi diye tanımladığımız mesele “Eylem Bizim Düşümüz” başlığını taşıyan bölümde kendini gösteriyor. “Değişik şekillerde direnen insanlar, gruplar ve yaptıkları eylemler” derlenerek hazırlanan bu bölüm, içerisinde pek çok kişi ve grubu barındırıyor. İMF Başkanı’na attığı ayakkabı ile tanıdığımız Selçuk Özbek, işten çıkarılmasının ardından 118 gün Paşabahçe Devlet Hastanesi önünde çadır kurup direnen Türkan Albayrak, Red- Hack, Kaos GL aktivistleri, “İnternetime Dokunma” eylemcileri ve daha pek çok farklı kişi ve toplam mevcut bu sayfada. Bu isimlerin yanı sıra Mazlum-Der eylemlerinden tanıdığımız, dergide de 28 Şubat eylemcisi olarak tanıtılan Hüda Kaya da aynı sayfada yer alıyor. Bu nasıl olabiliyor? Eşcinselliği hastalık olarak gören Mazlum Der çevresine yakın bir isimle, bir Kaos GL aktivisti nasıl aynı “düş”ü paylaşabilir? Ya da Türkan Albayrak’ın düşlediği Türkiye ile Hüda Kaya’nın düşlediği Türkiye’nin bir ortak yanı var mıdır? Cevap kesinlikle hayırdır. Ancak OT dergisinin sorduğu soru, kurcaladığı mesele bu değildir. Haşarı, romantik, inatçı bir eylemci imgesi vardır dergiyi hazırlayanların kafasında. Örnekleri seçerken bu kalıba oturtmaktır kaygıları. Bu yüzden de kolayca yerleştiriverirler Türkan Albayrak ile Hüda Kaya’yı aynı kalıbın içerisine. İkisi de “eylemci”dir. Eylemin bağlamının önemi yoktur.
Her iki politik pratiker de ne olduğu belli olmayan bir “eylemci” kümesinin elemanı ha- ine getirilir, işlevsizleştirilir. İşte iğdiş edilmiş sol politik vurgudan kastımız budur.
Karşında Süper Star
Metin Üstündağ, dergi çıktıktan sonra çeşitli mecralara röportajlar verdi. Bu röportajlarda vurguladığı şeylerden biri de “derginin kadrosunu futbol takımı kadrosu belirler gibi belirledikleri” idi. NTVMSNBC’ye verdiği röportajda bu yaklaşımı “Kalede Yaşar Kemal var, hiç gol girmez oraya” diye özetledi. Fakat görebileceğimiz gibi buradaki analoji futbol oyunu ile değil, endüstriyel futbol ile kurulan bir analoji. Takımına mümkün olduğu kadar yıldız “futbolcu” doldurmak istiyor OT. Metin Üstündağ’ın yıldız “futbolcu” merakının en güzel örneği ise Sabit Fikir dergisine verdiği röportajda çıkıyor karşımıza: “Genelde görünen değil de görünmeyen taraflarıyla ele alıyoruz kişiyi. Örneğin Birhan Keskin’in fotoğraflan var. Onun şiirlerini zaten biliyoruz, bu sefer fotoğraflarını görmek ilginç geliyor.”
Bu alıntıyı okuyanların çoğu “ne güzel işte disiplinlerarasılık önemseniyor”, ne var bunda diyecektir. Fakat burada altı çizilme- si gereken nokta disiplinlerarasılık değildir. Farklı disiplinlerden insanlar ortak bir çalışma yürütmüyor bu örnekte. Birhan Keskin’in sadece isminden dolayı dergide fotoğrafları yayımlanmaktadır. Birhan Keskin’in iyi bir fotoğrafçı olup olmadığının yargısını veremem “ama şiirlerini biliyoruz, fotoğraflarını görmek ilginç geliyor” cevabı, futbol örneğinden devam edersek “topçuluğunu biliyoruz sesi de güzelse şuna bir albüm yapalım iyi satar” demekten pek farklı değildir. Son sayıda Can Bonomo’ya şiir yazdırmak da yine aynı yaklaşımın ürünüdür. “Seni sevmek adaletse/ hüküm giymeliydi tanrılar” diye biten şiiri, başka birisi başka bir imzayla hiçbir yerde yayımlatamayacakken, bir “yıldız” yayımlatabilmektedir. Bir kamyon arkası yazısını anımsatan bu dizeler, şiir adı altında bir kültür sanat dergisinde yer alabilmektedir. OT dergisi iyi yazıları değil, ünlü isimleri bir araya getirmek gibi magazinel bir kaygının peşindedir. OT dergisi bunu yaparken yayıncılık ahlakını da çiğniyor. Bilindiği gibi, bir derginin kapağına konulan isimler, dergide bu isimlerin daha önce yayımlanmamış bir ürününün yayımlandığını beyan eder. OT dergisi ise Türkçe edebiyatın iki ağır topu Sezai Karakoç ve Yaşar Kemal’i koymasına rağmen, bu isimlerin daha önce yapılmış ve yayımlanmış söyleşilerinden bir derlemeye yer verdi ilk sayısında. Son sayısında kapakta yer alan Ahmet Yıldız ismi ise, dergide mevcut değil. Bu yüzden OT dergisi yazarlarını OT dergisine yazanlar ve yazdığı iddia edilenler olarak ikiye ayırmak mümkün.
Maksat Yeşillik Olsun
Bilindiği gibi yeni bir derginin çıkışı, ilgili alanda bir boşluk olduğunun ve çıkan derginin bu boşluğu doldurmak iddiasında olduğunun ilanıdır. Dergiler ilk sayılarında, çıkış yazılarında bu doğrultuda oluşturtulan programlarını paylaşırlar. Çoğunlukla da bu programın en konsantre halini, bir sloganla ifade ederler. OT dergisinin sloganı da nasıl bir programsızlığın ürünü olduğunu gösteriyor. “Maksat Yeşillik Olsun” sloganıyla çıkan dergi, gerçekten yeşillik olmak dışında bir iddiaya sahip değil. Bu kadar “ciddi” dergi varken bir dergi de böyle çıksa ne olur diye sorulabilir. Verilecek cevap bu yaklaşımın bir istisna olmadığı, bugün pek çok derginin “biz de varız” demek için amaçsızca çıkarak sanat alanını bir curnataya dönüştürdüğüdür. Bu curnatadan ve gürültü kirliliğinden kurtulmak için programsız dergiciliğin mahkûm edilmesi şarttır. “Gündelik hayatın içine girebiliyorsa bir dergi, olmuştur. Bir ciddi edebiyat dergisinde bunu yapmak zor. Edebiyat, sanat bazı ağır ağabeylerin ve ablaların ilgilendiği ağır bir şey gibi algılanıyor. Biz onu değiştiriyoruz, gündelik hayatta tercih edeceğin, sıkılmadan yapacağın bir şey yaratıyoruz.” Yine Metin Üstündağ’ın Sabit Fikir’e verdiği aynı röportajdan yapılan bu alıntıya bakalım. Edebiyatı ayrıcalıklı konumundan alıp sıradan insana indirmek, gündelik hayatın içine sokmaktan bahsediliyor. Bu söylemin klişeliğini geçelim. Gündelik hayat diye tanımlanan pratiğin egemen ilişkiler üzerinden belirlendiğini vurgulayalım. “Gündelik hayat” denilen kavramı tanıyıp kendini ona göre kurgulamanın bu “hayat”a teslim olmak demek olduğunu da. Gençlik ve gündelik hayatı değiştirme, dönüştürme derdi olmayan bir dergi olduğu açık olan OT, bu sebeple verili olanı da olumlamış oluyor. Dergi kendini, okurunu oluşturma kavgası vermek yerine verili okur alışkanlıkları üzerinden kendi pratiğini kuruyor. Kendi dergimize, Yeni Yazılar’a sıçrayarak toparlayalım. Verili okur alışkanlıklarını değiştirip kendi okurunu yaratma derdinde olan, yeni bir kültür, yeni bir üniversite, yeni bir ülke kurmayı hedefleyen, bu program doğrultusunda yazarlarını sadece üniversite öğrencileri olarak belirleyen bir dergi olarak var Yeni Yazılar. OT dergisi ise saydığımız özellikleri sebebiyle, tabiri caizse dergimizin anti-tezidir. Sloganı “maksat yeşillik olsun” olan bir dergi. Sazı, çimeni kapsayabilir belki, ancak bu ülkenin gençliği bunun ötesindedir, olmalıdır. Gençlik, zekasının bu denli aşağılanmasını sorgulamalı, mahkûm etmelidir. Önemsiz görünen, “takılıyorlar işte boşver” diye geçiştirilen OT dergisi bu yüzden ciddiye alınmalıdır. Çünkü yeni bir kültür kurma mücadelesi, kültürsüzlük ile kavga etmeden verilemez.