Müzikle siyaset ilişkisi… Burada sanatın tanımını yapmak, neye sanat neye çöp demeliyiz tartışmasına girmek değil niyetimiz. Bir kabul üzerinden gideceğiz desek daha doğru olur belki. Müzikle siyaset arasında bir ilişki var (ise) nasıl bir ilişkidir bu? Bu noktada şunu belirtelim, bu yazıda genel olarak müzik-siyaset ilişkisine değinmeyeceğiz. Bunun yerine yazının kapsamını direnişlere eşlik etmiş şarkılarla sınırlı tutacağız. Bu yazıda direnişlerle şarkılar ve direnişçilerle şarkılar arasında nasıl bir bağlantı kurulabileceğine değinmek istiyoruz. Sonrasında ise bu yazının sebebi olan Haziren Ayaklanması ya da Gezi Parkı direnişi şarkılarına selam çakarak yazımızı bitireceğiz.
Müzik, sanatın diğer dallarında olduğu gibi -ne kadar yozlaşmaya maruz kalsa da- muhalif tarafını hep koruyabilmekte. Sanatı sanat yapan da bu tarafını diri tutmasıdır. O muhalif taraf, bazen sanat içi tartışmalarda yapılan yeniliklerde kendini gösterirken bazen de var olan düzene karşı aldığı tavırla vuku buluyor. Lakin bir müzik eserinin muhalif olması için ille de marş olması gerekmez elbette. Bir türkü, klasik batı müziği eseri, bir caz ya da rock parçası ve hatta pop şarkısı bile çok samimi bir şekilde muhalif olabilir. Bu muhalif tavır da kendisini en net direnişlerde gösterir belki de. Peki, gerçekten direnişlerle müzik eserleri arasında nasıl ve enden bir bağlantı vardır? Burada akla gelen ilk soru elbette ki ‘’var mıdır?’’ şeklinde de olabilirdi ancak varlığına günümüzde açık bir biçimde şahit olurken nasılını ve nedenini tartışmayı daha elzem buluyoruz.
Müzik, özellikle sinema ya da edebiyat gibi sanat pratikleriyle karşılaştırıldığında elbette ki daha soyuttur. Özellikle enstrümantal müzikten söz ediyorsak, bizde uyandırdığı izlenimleri tarif etmek daha da zorlaşır. Yine de belli duygulanımlar yaşarız. Bazen melankoli, bazen acı, coşku, sevinç… Notaların bir araya gelmesiyle yaratılan uyumun sebep olduğu duygulanımlar müzik eserinin etkileyiciliğini gösterir. İşte direnişlere müzik eserlerinin bağlantısındaki nasılını da nedenini de bu etkileyicilikte aramak gerek.
Neden bir bağlantı var? Zira özel olarak müzik genel olarak sanat eserleri yukarıda sözünü ettiğimiz duygulanımları yaratarak direnişlerin ve isyanların toplum nezdinde meşrutiyetini sağlar. Burada yeni bir şeyden bahsettik: Meşrutiyet. Sanatın ve dolayısıyla müziğin böyle bir büyüsü var: Var olan etkinliğe meşrutiyet katmak. Sözünü ettiğimiz meşrutiyetin çeşitli kaynakları olabilir. Ancak biz bu yazının çerçevesi içerisinde bu kaynaklara değinmeyeceğiz. Sanatın siyasetle karşılaştırıldığında daha ‘’nahif’’ görünüyor olması meşrutiyet sağlamanın bir kaynağı olarak görülebilir örneğin. Ancak bu algının da bir yanıyla tehlikeli olduğunu söylemek gerekiyor. Sanatın siyasetin karşısına ‘’zararsız’’ bir pratik olarak konulması toplumu dönüştürmenin iki farklı aracı olan sanat ve siyasetin yanlış bir denklem üzerinden karşı karşıya getirilmesine de sebep olabilir. Ancak burada durum karşı karşıya gelmekten ziyade bütünleme de olabilir. Direniş şarkılarında gördüğümüz tablo da daha çok budur.
Başka bir soru ile devam edelim: Direniş şarkıları direnişçileri ya da halk üzerinde bir etki yaratmak üzere mi kurgulanır yoksa sanatçının toplumsal bunalımlar sonucu ortaya çıkan yaratımı kendiliğinden bu etkiyi yaratır mı? Aslında ikisi de mümkündür. Ancak sanatın basit bir araç olmanın ötesine geçmesi için ikinci yolun daha makul olduğunu söyleyebiliriz. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi toplumu dönüştürmenin iki farklı aracı olan sanat ve siyasetin ilişkisinin siyasetin doğrudan belirleniminden çıkararak kendi yönetimiyle var olabilmesi için ikinci yolun daha değerli olduğunu söyleyebiliriz.
Son bir soru: Neden direnişlerde daha fazla ön planda olan sanat pratiği müziktir? Elbette diğer sanat eserlerinden de örnekler görmek mümkün ama Gezi Parkı direnişine damgasını vuranın direniş şarkıları olduğunu görüyoruz. Burada müziğin bir pratik olarak sahip olduğu özelliklerin etkili olduğunu söyleyebiliriz. Daha kolay dolaşıma sokulması, duygulanım gücünün yüksek olması, melodik olmasından dolayı daha çabuk yaygınlaşması gibi. Bunun yanında roman, şiir, film gibi diğer sanat eserlerinin yaratım sürecinin daha uzun sürüyor olmasında da söz etmek mümkün olsa gerek.
Örneğin ‘’Sefiller’’ müzikalinden alınıp hem İngilizce hem Türkçe söylenen ‘’Do you hear the people sing?’’ şarkısı insanı amiyane tabirle ‘’gaza getiren’’ direniş şarkılarının başında gelir. ‘’Duyuyor musun bizi, işte bu halkın öfkesi, olmayacak hiçbir zaman bir başkasının kölesi!’’ Özellikle bunun gibi sözleriyle de belli bir coşkuyu barındıran şarkılar var. Ancak burada müziğin gücünün sözün ve melodinin harmanlanmasının yarattığı bütünleme de arayabiliriz. Bunu tarif etmek çok da kolay değil ve başta söylediğimiz ‘’etkileyicilik’’ meselesine geri dönmek kaçınılmaz. İyisi mi bu tartışmayı burada bitirip Gezi Parkı direnişinden birkaç örnekle yazıyı sonlandıralım.
Gezi Parkı direnişi başından beri direniş şarkıları açısından zengindi. Bir yandan Duman’ın direnişin daha ilk günlerinde yaptığı ‘’Eyvallah’’ şarkısı gibi yeni besteler diğer yandan var olan türkü ve şarkılarımızın Gezi Parkı direnişine uyarlanması. Nazım Hikmet Kültür Merkezi İstanbul sanatçılarının yaptığı ‘’Boyun Eğmeyenler’’ şarkısı ilk gruba dahilken en fazla beğenilen şarkılardan Boğaziçi Caz Korosu’nun ‘’Gezi Parkı’’ şarkısı, Marsis’in ‘’Oy Oy Recebum’’ şarkısı ikinci grupta yer alıyor. Direnişin bu konudaki zenginliğini bu kadar faklı tarzda müziğin direnişe coşku katmak ve güç vermek gibi bir ortak amaç için yan yana gelebilmesinden görüyoruz. Yukarıda sıraladığımız şarkılara başka birçok ekleme yapılabilir. Ama yukarıda sözünü etmiş olalım ya da olmayalım tüm bu şarkılar direniş boyunca kitleyi coşturan, bir aradalığı arttıran bir etkiye sahipti. Direnişin üzerinden zaman geçtikçe ve etkileri daha açık bir biçimde görüldükçe daha yetkin eserler çıkacaktır. Bugün üretilen şarkıları yıllardır nadasa bırakılmış bir toprağın ilk ürünleri olarak görmek mümkün. Bu toprağın daha verimli ürünler vereceği muhakkak.