‘’Haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda sana doğru yolu gösterecek olan tek şey yüreğinde duyacağın o derin öfkedir. Kalıplaşmamış bir öğüttür öfke. Öfkelenmeyi bil oğlum, haksızlıkla yüz yüze geldiğin anda öfkelenmesini bil!’’1
Önünüzde bulunan yazı bugün artık adına Haziran ayaklanması diyebileceğimiz Gezi Parkı direnişini iki yönden inceleyecek: Bir yandan AKP iktidarının 11 yıllık iktidar pratiğine bakacak ve bugüne nasıl geldiğimizi anlamaya çalışacak. Diğer yandan ise ortaya çıkan bu toplumsal dinamiğin AKP’nin iktidarını meşrulaştıran ‘’akademik’’ ve politik tezleri çürüttüğünü iddia edecek ve bu tezleri gözden geçirecek.
Ayaklanma durumunu karşı karşıya gelen iki taraf üzerinden tarif edeceksek ayaklanmayı anlamak için onun taraflarına bakmamız gerekiyor. Bu taraflar kuşkusuz AKP ve üzerine çokça söz söylenmiş halktır. Yazının ilk bölümünde yoğunluklu olarak iktidar olan özneye yoğunlaşacağız. Ancak ayaklanmanın tam anlamıyla anlaşılması için ikinci öznemizin de göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Ayaklanmayı tek başına AKP’nin pratikleriyle açıklamak ne kadar büyük ve direngen olduğunu son günlerde defalarca gösteren bu halka haksızlık olacaktır. Zaten bu haksızlık yıllardır Türkiye halkını analiz eden birçok ‘’bilim insanı’’, ‘’akademisyen’’ ve ‘’gazeteci’’ tarafından yapılmaktadır. Ancak işin bu kısmını yazının ikinci bölümüne saklıyoruz.
‘’O Son Birayı Yasaklamayacaktın…’’
AKP ve lideri Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de bir düzeni yıktığını ve yeni bir düzen inşa etmeye yöneldiğini söylemek mümkün. Ancak kurulmaya çalışılan bu düzen -isterseniz buna İkinci Cumhuriyet diyelim- ne kadar mümkündür? Yıllarca bugün yaşadığımız ayaklanma benzeri bir seçeneği aklına bile getirmeden hareket eden iktidar, halkı yanlış mı analiz etmiştir yoksa kendine mi çok güvenmektedir?
Halkın Gezi Parkı Direnişiyle beraber gün yüzüne çıkan AKP ve Tayyip Erdoğan nefretini anlamak için AKP ve Tayyip Erdoğan nefretini anlamak için AKP’nin toplumla kurduğu ilişkilere bakmak lazım.
2002 yılı Kasım ayında iktidara geldiği andan itibaren kimileri tarafından ‘’demokrat’’ ilan edilen AKP, iktidarı boyunca ‘’demokrat’’ olmaktan neyi anladığını defalarca göstermiştir. Bugünden geriye bakarsak AKP’yi tanımlayan icraatlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Ergenekon, Balyoz, Odatv, Devrimci Karargah, KCK vb. siyasi davalar.
AKP iktidarı, hukuksuz bir biçimde açılan davalarla bir yandan karşıtlarını sindirmeye çalışmış bir yandan da Kemalist rejimle hesaplaşarak düzen içi alternatiflerini ortadan kaldırmıştır. Bu davaların hepsinin tamamen hukuk dışı, siyasi saiklerle açıldığı ve yürütüldükleri süre boyunca Türkiye’de var olan haliyle dahi hukuku topyekün ortadan kaldırdıklarını görüyoruz. Bu davaların hepsinin ortak özelliklerini şu şekilde sıralamak mümkün görünüyor: sahte delil üretme, özel savcı atama, emniyet tarafından hazırlanan iddianamelerin savcılık tarafından kullanılması, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkça yargıya talimat verdiğini açıklaması, hemen hepsinin siyasal hesaplaşmalarla yürütülmesi… Bunlara daha birçoğu eklenebilir ancak bu haliyle dahi bir şey açıkça ortadır: AKP hükümeti, bu davalarla yalnızca karşıtlarını ortadan kaldırmaya çalışmamış ayrıca halkın adalet duygusunu adeta yok etmeye çalışmıştır. Davalara yönelik tepkiler büyümüş, hukuksuzluklar ortaya çıkmış ancak AKP hükümeti tüm delillere rağmen geri adım atmamakta diretmiştir.
- 2011 yılında yapılan Yüksek Öğrenime Giriş sınavıyla başlayan ve ardından KPSS ile devam eden sınavlarda kopya skandalları.
Polis Akademisi sınavında sorulan soruların AKP hükümetinin destekçisi Fetullah Gülen cemaatine ait olan FEM Dershaneleri tarafından daha önce sorulduğu ortaya çıkmıştı. YGS’de sorulan soruların şifre içerdiği ortaya çıktığında tüm liselilerin emek hırsızı olarak gözünü diktiği özne yine Fetullah Gülen’e ait dershaneler olmuştu. Haftalarca süren ve tüm liselilerin ayağa kalkyığı eylemler boyunca ÖSYM Başkanı Ali Demir’in istifası istenmişti. Ancak AKP hükümeti Ali Demir’e sahip çıkmış ve skandalın üstünü örtmeye çalışmıştı. KPSS’de yaşanan kopya skandallarına ataması yapılmadığı için intihar eden öğretmenler de eklenmiş ancak AKP bu konuda da adım atmamakta diretmişti.
- AKP hükümetinin kadına yönelik politikaları.
Başbakan Erdoğan’ın ağzından duyduğumuz kadınların ‘’kadın mı kız mı’’ olduğunu sorgulayan sözleri, kürtajın yasaklanmaya çalışılması, tecavüz davalarında tecavüzcüleri aklayan kararlar, kadına yönelik fiziksel ve cinsel şiddette on yılda yaşanan inanılmaz artış, kadının bakanlık isimlerinden dahi çıkarılması, aileden sorumlu bakanların kadınları daha fazla mağdur eden ‘’çözüm’’ önerileri… 2012 yılında AKP’nin gündeme getirdiği yeni kürtaj yasası tartışmaları sırasında kitlesel eylemler yapılmış ve kadınlar kürtajın bir hak olduğunu tüm alanlarda haykırmıştı. Gelen yoğun tepkiler üzerine kürtaj yasağından vazgeçen hükümet uygulamayı zorlaştırmak için elinden geleni yapmaya kararlı görünüyordu. Öyle ki doktorlara ‘’vicdan-i ret’’ hakkı verileceği konuşuldu. Türkiye halkının kendi muhafazakar kalıplarına uyduğuna emin olan AKP, böylelikle kürtajı fiili olarak yasaklayacağını düşünüyordu. Kadınlara yönelik politikalar, LGBT bireylere yönelik aşağılayıcı ifadeler ve uygulamalarla birleşmiş kadınlar kitlesel protestolarla bu kalıba uymayacaklarını göstermişlerdir. Ancak AKP hükümeti çığ gibi büyüyen bu sesi duymamakta ısrar etti.
- AKP’nin gerici karakterini açığa vuran tarihsel karakteri: Alevi düşmanlığı.
İktidarı boyunca bir yandan Alevi Çalıştayları düzenleyerek deyim yerindeyse yandaş Aleviler yetiştirmeye çalışan AKP, diğer yandan ise Alevi düşmanlığı gösteren onlarca uygulamaya imza attı. 2012 yılında Madımak Davası’nın düşmesi, Madımak’ın müze yapılması ve Cemevleri’nin ibadethane olarak kabul edilmesine yönelik taleplerin görmezden gelinmesi, Polonya’da yakalanan Madımak sanığının ‘’ağır bürokrasi’’ nedeniyle serbest kalması, Alevilerin evlerinin işaretlenmesi ve buna yönelik hükümet cephesinden gelen komik açıklamalar…2 Alevi düşmanlığını açığa vuran son olay ise üçüncü köprüye Alevileri katletmesiyle bilinen Osmanlı padişahı Yavuz Sultan Selim’in adının verileceğinin açıklanması oldu. Tüm bu adımlara yönelik Alevi Federasyonları’ndan gelen tepkiler AKP yönetimi tarafından elbette ki görmezden gelindi.
- AKP hükümetinin kültür sanat alanına yönelik müdahaleleri.
Şehir Tiyatrolarının kapatılması tartışmaları; tiyatro oyunlarının, şiirlerin, romanların, ‘’milli ve manevi değerlerimize aykırı’’ olduğu gerekçesiyle sansürlenmesi veya yasaklanması; Emek sinemasının mahkeme kararı beklenmeden bir gece yarısı yıktırılması AKM’nin yıllardır tadilat gerekçesiyle kapalı tutulması… Bu alana yönelik sınır tanımayan barbarca saldırılar karşısında aydınlar ve sanatçılar Sanatçılar Girişimi altında birleşmiş ve mücadeleye başlamıştı. Sadece aydınlar değil halk da kültür sanat alanına yönelik müdahalelere karşı onlarca eylem gerçekleştirdi. Son örneğini dünyaca ünlü yönetmen Gosta Gavras’ın da katıldığı Emek Sineması eylemine yapılan vahşi saldırıda gördüğümüz hükümetin saldırganlığı ise tüm bu tepkilere rağmen durmadı. AKP hükümeti bir kez daha halkın kendi istediği kalıba girmediğini görmeyi reddetti.
- AKP hükümetinin Dördüncü Murat Dönemini aratmayan alkol yasakları.
Önce içki ve sigara fiyatlarının arttırılmasıyla başlayan yasaklama girişimleri üniversitelerde ve kent merkezlerinde hayata geçen uygulamalarla devam etti. Son adım ise alkollü içeceklerin satılmasını sınırlayan yasanın meclise gelmesi ve Gezi Direnişi sürerken Cumhurbaşkanı tarafından onaylanması oldu. Yasayla ilgili tartışmaların yaşandığı günlerde Tayyip Erdoğan’ın yaptığı ‘’kafası kıyak nesil istemiyoruz’’ açıklaması bir kez daha tepkilere neden olmuştu. Ancak AKP hükümeti yine kendisinden bekleneni yaptı ve geri adım atmamakta kararlı olduğunu gösterdi.
- AKP’nin ODTÜ çıkartmasından sonra üniversiteler ayağa kalkıyor.
11 yıllık iktidarı boyunca birçok baskıcı uygulamaya imza atan AKP hükümetinin icraatlarından üniversiteler ve üniversiteliler de nasibini aldı. AKP hükümeti bir yandan cemaatler eliyle üniversite gençliğini şekillendirmek için uğraşırken diğer yandan da gençliğe yönelik düşmanlığını her fırsatta gösterdi. Ancak son haftalara kadar tepkilerini gösteremeyen toplumun geniş kesiminin aksine üniversite gençliği AKP’ye yönelik tepkisini her fırsatta gösterdi. Tayyip Erdoğan’ın ODTÜ çıkartması sonrası ülkenin hemen hemen tüm büyük üniversitelerine yayılan ciddi eylem dalgası bunun en önemli göstergesiydi belki de. Tayyip Erdoğan’ın öğrenci evlerini hedef alan son açıklaması, halkın tepkisinden bir şey öğrenmemeye ne kadar kararlı olduğunun başka bir örneği olarak görülebilir.
- Kent meydanlarına ve doğaya yönelik saldırılar.
Tüm Türkiye’yi ayağa kaldıran Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası yapılması projesi de dahil AKP’nin kent meydanlarını halka kapatmaya, dereleri ve tarihi şehirleri rant için satmaya dönük politikaları halkın AKP’ye olan öfkesini arttıran politikalardandı. HES projelerine karşı yapılan onlarca eyleme, Hasankeyf gibi tarihi şehirlerin sular altında kalmamasına yönelik yapılan onlarca uyarıya rağmen AKP hükümeti kentsel dönüşüm ve baraj projelerinde geri adım atmamaya kararlı olduğunu her fırsatta gösterdi.
- AKP’nin çöken yeni Osmanlıcılığı ve Suriye sınavı.
2010 yılında Tunus’ta başlayan ‘’Arap Baharı’’ için model olarak gösterilen AKP hükümetinin yeni Osmanlıcılık projesi Suriye’de yaşananlarla beraber büyük bir çıkmaza girdi. ABD’den aldığı gazla her fırsatta Suriye’nin içişlerine dair açıklamalar yapan, güney sınırını fiili olarak tamamen işlevsiz hale getiren uygulamalara imza atan, Suriyeli çeteleri Türkiye’de barındıran ve dahası bu çetelere askeri yardımda bulunan AKP hükümeti Suriye krizinde açıkça başarısız oldu. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs’ta yaşanan ve yüzün üzerinde yurttaşın öldüğü patlamalar Suriye krizinin geldiği son noktayı gösteriyordu. Kendi politikaları sonucu tam bir batağa saplanan AKP hükümeti ayıbını gizlemek için basına sansür uyguladı, yalan haberler üretti. Ancak bunlar da işe yaramadı. Halkın tepkisi günlerce sürdü. AKP hükümeti ise bildiğini okumaya, halkı görmezden gelmeye devam etti.
AKP’nin Aklı…
Yukarıda saydığımız onlarca uygulama ve bunlara verilen tepkilere rağmen bugüne nasıl geldiğimiz sorusu hala tam anlamıyla yanıtlanabilmiş değil. Direnişçiler açısından bakıldığında her şey nettir. Yıllardır halkın tüm tepkilerini görmezden gelen, her şeye kulağını kapatan bir iktidara karşı ayaklanmaktan başka seçenek kalmamıştır. Peki, AKP? Neden bunca kitlesel eyleme, gösteriye rağmen halkın tepkisini ciddiye almadı? Kendisinden mi çok emindi, her fırsatta sokağa dökeceğine dair tehditler savurduğu yüzde ellisinden mi? Yoksa AKP’nin ve akıl hocalarının halkı tanımadığını iddia edebilir miyiz?
AKP iktidarının son durumunu freni bozuk bir kamyona benzetmek mümkün. Frenin bozulmasının sebebini ise tek bir faktörle açıklayamayız elbette ki. Tayyip Erdoğan’ın kişiliğinde somutlanan kibir, cemaatlerde somutlanan ve onlarca yıldır devam eden toplum mühendisliği, 12 Eylül ile birlikte siyasetten uzaklaştırılmış bir halk, Özal’ın ‘’işini bilen’’ gençleri… Evet bunların hepsi patlayan frenin önemli bileşenleridir. Ancak göz ardı edilmemesi gereken önemli bir faktörün AKP’nin ve akıl hocalarının halkı tanımaması olduğunu iddia etmek çok da yanlış olmasa gerek.
Halkı anlamamaktan kastettiğimiz tam olarak nedir peki? Önce AKP’nin akıl hocaları kimdir sorusuyla başlayalım.
AKP’nin iktidarı süresince şöyle ya da böyle yaptıkları birtakım ‘’akademik’’ ve ‘’bilimsel’’ analizle iktidarını meşrulaştıran kesimleri, liberal ve İslamcı birtakım ‘’aydın’’ ve akademisyen olarak kabul edebiliriz. Bu meşrulaştırma sürecinde kullanılan tezlerde genellikle AKP’ye bir demokratikleştirme misyonu biçiliyordu. Bunu yaparken yaslanılan en önemli iddia Türkiye’nin yıllardır Kemalist ve askeri bir vesayet rejimi tarafından yönetildiği ve AKP’nin attığı ‘’cesur’’ adımlarla bu vesayeti ortadan kaldırdığıydı.3 Bu özneler arasında özel olarak bu teze oynayan Taraf gibi operasyonel gazeteleri de AKP iktidarının çok öncesine uzanan bir çizgiyi temsil eden liberal kalem sahiplerini de sayabiliriz. Türkiye toplumunu jakoben, vesayetçi, laik merkez ile dindar, muhafazakar çevre ikilemi üzerinden okuyan bu ‘’aydınlar’’ AKP döneminin çok öncesine uzanan bir savrulmanın devamcısıydılar. Ancak tezin hakkını veren iktidar AKP oldu.
Bu tezin doğruluğundan şüphe etmez görünen AKP ve akıl hocaları, toplumu şekillendirmeye yönelik atılan onlarca adımı ‘’halkımızın değerleriyle’’, ‘’çevrenin merkeze tepkisiyle’’ açıkladı. Ergenekon vb. davalarda somutlanan bu bakış açısı zaman zaman gündelik hayatı kısıtlayan uygulamalara kadar uzanabildi. Toplumu muhafazakarlaştıran adımlara verilen tepkiler elitist ve Kemalist olarak yaftalandı. Ayrıca AKP’nin asker vesayetini kaldıracağına dair beklentiler 2010 referandumunda pasif tutumlara, ‘’yetmez ama…’’cı utangaç desteklere kapı araladı. Böylelikle AKP’nin diktatöryal iktidarı vesayet rejimin kırılacağı iddiasıyla bir kez daha güçlendirildi.
Bugün dergimizin sayfalarında bunları tartışmamızın sebebi geçmişe dair bir hesaplaşma başlatmak değildir. Ama hepimizin Gezi Direnişi’nden öğrenecekleri olduğu muhakkaktır. Gezi Direnişi boyunca sokağa dökülen kitlenin siyasal haritası, direngenliği, dayanışmacı tutumu Türkiye halkları üzerine yıllardır söylenen onlarca sözün geçersizleştiğinin göstergesidir. Gezi’ye bakıp merkezi ve çevreyi tanımlamak mümkün müdür? Tüm direniş boyunca Türkiye bayrağını elinden düşürmeyen binlerce insanı ulusalcı olarak damgalamak mümkün müdür? Peki yıllardır çevre diye tarif edilen toplamın en önemli bileşenlerinden biri olan LGBT bireylerinin de aynı direnişin ön saflarında yer almasını nasıl açıklayacağız?
Gezi Direnişi ayrıca Türkiye toplumunun muhafazakar, dindar vs. olduğuna yönelik iddiaları tam anlamıyla çürütmüştür. AKP’nin dolduramadığı meydanlara karşılık Türkiye’nin daha önce belki de hiç eylem görmemiş şehirlerinde yaşanan eylemler, bu eylemlerde atılan en önemli sloganlardan birinin içki yasağına gönderme yapan ‘’Şerefine Tayyip’’ sloganı olması tepeden inmeci olduğu iddia edilen seküler yaşam biçiminin toplumun çok büyük bir kesimi tarafından ne denli içselleştirildiğini gösteriyor.
AKP iktidarı saldırgandır, Tayyip Erdoğan kibirlidir. Ancak bu kibiri besleyen tezlerin yıllardır hangi ağızlardan duyulduğu da unutulmamalıdır. Sokakta direniş sürerken Türkiye halkı üzerine tekrar düşünmenin de zamanı gelmiştir.
Dipnot
- Erbil, Leyla, Eski Sevgili, Türkiye İşbankası Kültür Yayınları, Kasım, 2010, s. 221. Yunanistan’daki konsantrasyon kamplarında tutuklu bulunan Dr. İoannis Papadıpulos’un oğluna mektubundan
- Dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin 2012 Kasım ayında çeşitli illerde Alevilerin evlerinin işaretlenmesine dair mecliste yaptığı konuşmada bunu Counter Strike oyunundan etkilenen çocuklar tarafından yapılmış olabileceğini iddia etmişti. http://www.ntvmsnbc.com/id/25398214/
- Aslında bu varsayımların yaslandığı tezler AKP döneminin dahi gerisine taşınıyor. İdris Küçükömer’in Düzenin Yabancılaşması adlı ünlü kitabında ifade ettiği Müslüman halk-laik elitistler olarak birleştirilebilecek karşıtlık, Şerif Mardin, Çağlar Keyder, Metin Heper vb. birçok düşünür tarafından yıllarca tekrar edilen ‘’köklü’’ bir tezdir. Ancak bizim iddiamız bu tezin kimi durumlarda doğrudan kimi durumlarda ise dolaylı olarak AKP’nin iktidarını meşrulaştıran söylemlerinde ve icraatlarında kullanıldığıdır. Konunun derinine inmek bu yazının konusu değil, ancak merak eden okuyucularımız yukarıda sözünü ettiğimiz yazarların kitaplarına bakabilirler.