Kamusal Alan ve Meydan
Kamusal alan din, mezhep, kültür, cinsiyet, sosyal statü farkı gözetmeksizin herkesin kullanımına açık alanlar olarak tanımlanmaktadır; ancak biliyoruz ki sınıflı toplumlarda herhangi bir şeyin herkes için olabilmesinin imkanı yoktur. Dolayısıyla günümüzde de kamusal alanlar belirli kesimler tarafından kullanılabilen alanlardır ve kullanımı kontrol altındadır. Çünkü kamusal alanlar insanların birbirleri ile ilişki halinde oldukları alanlardır. İnsanların bir araya gelmesi iktidar tarafından riskli görülmektedir ve bu durum her zaman için kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır.
Kamusal alanları oluşturan temel mekanlar sokaklar, caddeler ve meydanlardır. Bu yazının konusu gereği yalnızca meydanlar ele alınacaktır. Meydanlar işlevleri açısından toplumsal, ticari, askeri olabildikleri gibi aynı zamanda insanların toplandığı, buluştuğu; kültürün, yaşam biçiminin yansıtıldığı mekanlar durumundadır. Meydanlar bir kentin tümünün fiziksel, sosyal yapısı hakkında bilgi edinebileceğimiz en önemli mekanlardan birisidir. Kent ve onu belirleyen ana öğeler olan meydanlar toplumsal belleğin, kimliğin, aidiyetin oluşumundaki esas etkenlerdir.1 Bu sebeple meydanları yeniden şekillendirmek, hem kentin imajını yeniden yapılandırmak hem de meydanları kullananları yeni bir kentsel yaşama adapte etmek açısından önemlidir.
Türkiye’deki geleneksel kentlerin meydanları batıdaki kent meydanlarından ayrışmaktadır. Bunun nedenlerinden biri İslamiyet’in ortak kullanım alanlarını sınırlaması ve meydanları cami ya da külliye ile bağlantılı kurgulamasıdır. Diğer bir neden ise meydanların çoğunlukla plansız, rastlantısal gelişmesidir. 19. yy’da Osmanlı’nın batılılaşma sürecine girmesiyle fiziksel mekanda da değişiklikler yaşanmaya başlanmış ve bahsi geçen plansız gelişme durumu değişikliğe uğramıştır. 1839 yılında Helmuth Vun Moltke İstanbul’un ayrıntılı haritasını çıkarmak ve sokak örüntüsünü düzeltecek bir plan yapmakla görevlendirildi. Kentin başlıca fiziksel sorunları sokakların düzenlenmesi ve meydanlar oluşturulması biçiminde tespit edilmişti.2 Doğan Kuban’dan aktarırsak; ‘’Belediye kurulması ile birlikte ilk farkına varılan şey İstanbul’da meydan, yol, kaldırım ve park denilen kentsel oluşumların yokluğudur:’’3
Taksim Meydanı, Dünü-Bugünü
Bahsedilen planlı dönem gereği kent için meydanlar ve parklar tasarlanmaya başlanmıştır. Taksim Meydanı’nın ortaya çıkışı da bu tasarımlar sonucunda olmuştur. Kamuya açık park kavramı Osmanlı Başkenti’ne 1860’larda girmiştir. 1864’te Taksim-Pangaltı yolu inşa halinde iken Taksim’deki Hıristiyan mezarlıklarının Şişli’ye taşınmasıyla boşalan alana bir bahçe yapılması düşünüldü.4 Böylelikle Taksim Bahçesi oluşturulmuştur.
Günümüzde AKM’nin yer aldığı alanda daha önceden Elektrik İdaresi’nin yabancı müdürü için yapılan 3 katlı bir lojman bulunmaktaydı. Aynı şekilde bugün The Marmara Oteli’nin bulunduğu alanda da Osmanlı Bankası’nın Fransız Genle Müdürüne ait bir konak yer alıyordu. Bu meydanda yer alan bir diğer bina ise Topçu Kışlası’dır. Anıtsal bir görünüme sahip olan bu kışla 19. yy’da yapılmış, zaman içinde işlevini yitirerek avlusu futbol sahası olarak kullanılmış, 2. Dünya Savaşı sonlarında yıkılmıştır. 1930 ve 40’lı yıllarda sürdürülen imar hareketleriyle bazı binalar yıkılarak Taksim’de yeni bir meydan oluşturulmuştur. Taksim boşluğu zaman içinde onu çevreleyen binalar ve 1928 yılında İtalyan Prof. Pietro Caronica tarafından yaptırılan Cumhuriyet Anıtı ile bir meydan haline gelmiştir. 1940 yılında İstanbul’A gelen Fransız Mimar Henri Prost kentin ortasında dev bir yeşil alan öngören planı hazırladı. Bu plan uygulanarak Taksim Meydanı, Taksim Gezi’si ve Cumhuriyet Parkı’nın düzenlenmesi gerçekleşti.5
Meydana cami yapılması ilk olarak 1968’de kararlaştırıldı. 1977’de avan projesi hazırlandı ama daha sonrasında yaşanan siyasi değişiklikler sebebiyle uygulanmadı. Bedrettin Dalan döneminde 1987’de Taksim Meydanı düzenlemesi için açılan yarışmalarda cami için belirlenen bu alan rekreasyon alanı olarak değerlendirildi. Sonraki dönemde belediye başkanlığına Nurettin Sözen geçti ve İstanbul Metrosu inşaatına başlandığı için meydanla ilgili tasarımların hayata geçirilmesi imkanı ortadan kalktı. 1994 yılında Tayyip Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemde cami projesi yeniden gündeme geldi ama onay alamadı. Günümüzde ise Taksim Meydanı ile ilgili yeni bir düzenleme projesi gündemde, yayalaştırma projesi ve bu kapsamda Topçu Kışlası’nın yeniden inşası…
Taksim Meydanı’nın mevcut haliyle meydanlara ait olan toplanma-dağılma özelliğini taşımadığı, yalnızca ulaşım amaçlı kullanıldığı, Gezi Parkı’nın da yeterli derecede kullanılmadığı açık. Bunun en büyük sebeplerinden biri yanlış kurgulanan ulaşım bağlantıları ve otobüs durakları. Ancak bahsedilen yayalaştırma projesi ile bu sorunların çözülmesi bir yana üzerine yeni sorunlar ekleniyor. 16 Eylül 2011’de İBB Meclisi’nde oybirliğiyle kabul edilen 4 Ocak 2012’de Anıtlar Kurulu tarafından aynen onaylanan proje bir yayalaştırma projesinden çok yayasızlaştırma – insansızlaştırma projesi. Taksim’e çıkan sekiz yolun yedisi araçların yer altına alınmasına olanak verecek dalış tünelleriyle kapatılacak ve böylelikle yayalar ancak tek sıra halinde Taksim’e yürüyebilecekler. Ulaştırma alanında yetkililer ise bahsi geçen (ve hatta kazısı başlayan) dalış tünellerinin, araçların yer altına alınmasının akılcı olmadığını söylüyor. Bir diğer mesele de Gezi Parkı’na Topçu Kışlası’nın yeniden inşa edilmesi fikri. Koruma Kurulu kışlanın yapımını reddetti ve Tayyip Erdoğan’dan cevap gecikmedi, ‘’Biz de reddi reddederiz’’ dedi. Bugün karşımızda her tarafı kazılmış, kazıların etkisiyle İstiklal Caddesi üzerindeki binaların hasar gördüğü bir meydan ve ağaçları dozerlerle yıkılmış bir Gezi Parkı duruyor.
Bütünüyle Dönüşen İstanbul’un Taksim’i
Taksim’de yaşananları İstanbul bütününde yaşanan dönüşümden bağımsız düşünmemiz elbette mümkün değil. İçinde bulunduğumuz dönemde kent toprağı değerli ve inşaat yapmak sermaye üretmenin yollarından biri. Dolayısıyla sayısı katlanarak artan inşaat projelerini bu gözle de değerlendirmek gerekir. Ancak Taksim’de yaşananları anlamak için birkaç tespit daha yapmamız gerekiyor. Örneğin, AKP iktidarının kent merkezlerini işçi sınıfından arındırıyor oluşunu önümüze koymamız gerek. Çünkü artık kent toprağı çok değerli hale geldi ve işçi sınıfının o toprağı ‘’işgal etmesi’’ istenmiyor. Bu sebeple emekçiler (ve giderek orta sınıf) kentin çeperlerine sürülüyor, ulaşım bağlantıları kurgulanarak bu işgücünün iş alanlarına ulaşabilmesi sağlanıyor ve değerli olan topraklar yeni imajlara bürünüyor, o imajlarla pazara sürülüyor. Şüphesiz ki AKP iktidarının kentler için kurguladığı yeni imajda din önemli bir belirleyen, camiler kenti şekillendiren önemli bir etmen. Taksim Meydanı projesi de Tarlabaşı’ndaki dönüşümle birlikte ele alındığında belirli bir kesimi kent merkezinden uzak tuttuklarına dair tespitimiz doğrulanıyor. Ayrıca İstiklal Caddesi üzerinde kapanan sinemaları, tiyatroları ve yerlerine açılan AVM’leri (çoğul eki kullanmak yanlış olmayacak, yeni AVM planları var elbette) düşündüğümüzde Taksim’e bütünlüklü olarak yeni bir imaj tasarlandığı çok açık. Son olarak üzerinde düşünmemiz gereken bir nokta daha var. Yazının başında da belirtildiği gibi kamusal alanlar; sokaklar, meydanlar insanların birbirleri ile ilişkiye girdikleri mekanlardır. Dolayısıyla bu mekanlar mümkün olduğunca kontrol altında tutulmak zorunda. Hele ki Taksim gibi göz önünde olan (‘’suya sabuna dokunmayan’’ların da kullandığı ve eylemlere tanıklık ettiği) mekanların sürekli eylemlere, gösterilere, irili ufaklı örgütlenmelere sahne oluyor olması istenmeyen bir durum. Vaktiyle üniversiteleri, düşünen üreten gençleri kent merkezlerinden kampüslere ‘’süren’’ bu iktidar şimdi de örgütlenenleri, karşı duranları, boyun eğmeyenleri kent merkezi dışına atıyor. Bu 1 Mayıs’ta Kazlıçeşme’yi alternatif olarak göstermeleri de böyle yorumlanabilir.
Peki Ne Yapmalı?
Öncelikle unutmamız gereken şey bütünlüklü mücadele. Kentlerde yaşadığımız hiçbir dönüşümü AKP iktidarının ülkede yaptığı dönüşümlerden ayrı tutamayız. Ülke gericileştiriliyorsa kentler dini referanslarla kentler dini referanslarla kurgulanıyor, sağlık sistemi çöküyor devlet hastaneleri kent merkezi dışına atılıyorsa… Özetle yeni kent yeni düzene uyum sağlayacak insanlar üretmek için tasarlanıyor, yeni düzen kendi mekanını da yaratıyor ve o mekanın insanları şekillendireceğinin bilincinde olarak kurgularda bulunuyor. Bu tabloda bizlerin iki farklı görevi olduğunu düşünüyorum. Birincisi geleceğin mimarları, mühendisleri, plancıları olarak bu yağma ve talan projelerinin karşısında olmalı; mühendisin toplumcu olması gerektiğini, okumuş insanın emekçi halka karşı sorumlu olduğunu vurgulamalıyız. Hatırlarsınız Taksim Meydanı projesini çizecek mimar bulmakta zorlanmıştı İBB.6 Aynı şekilde atacakları her adımda karşılarında reddeden, karşı koyan, çoğalan ve aklı üreten meslek insanlarını bulmalarını sağlamamız gerekiyor. Unutmamız gerekir, kentlerimizi kazanmanın yolu gericiliğe karşı başlattığımız aydınlanma mücadelesini, sermaye iktidarına karşı sürdürdüğümüz sınıfsız toplum mücadelesini kazanmaktır!
Dipnot
- Gökgür P., (2008), Kentsel Mekanda Kamusal Alanın Yeri
- Çelik Z, (1998), 19. Yüzyılda Osmanlı Başkenti Değişen İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul.
- Kuban D., (1998), Kent ve Mimarlık Üzerine İstanbul Yazıları, Yapı Endüstri Merkezi Yayınları, İstanbul.
- A.g.e.
- A.g.e
- İlgili haber için: http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/mimarlar-taksim-projesinde-yer-almayi-reddediyor-haberi-51868