Yuvarlak Masa: Üniversitelerde Yemek Zamları

Metin Faik Eröztekin: Merhaba arkadaşlar, hoşgeldiniz. Hepimizin bildiği üzere ilk dönem kapanırken İÜ, İTÜ ve GTÜ başta olmak üzere çeşitli üniversitelerde yemekhane taleplerinin ön plana çıktığı eylem ve boykotlar başladı. Bu eylemlerde tek bir talep yoktu elbette; fakat Saray rejiminin uyguladığı neoliberal politikalarla yarattığı geleceksizliğin ve yoksulluğun son dönemde gençlik tarafından iyice hissedilir hale gelmesi yemekhane taleplerinin birkaç adım daha öne çıkmasında ve eylemlerinde bu taleplerle başlamasında etkili oldu diyebiliriz. Sözü daha fazla uzatmadan bağlayacak olursam bu sayıdaki Yuvarlak Masamızda; İÜ, İTÜ ve GTÜ’den arkadaşlarımızla bu eylemlerin nasıl başladığını, taleplerini ve nasıl devam ettirileceğini konuşacağız. İsterseniz eylemlerin nasıl başladığını konuşarak başlayalım.

(Kısa bir sessizlik)

Sen başlamak ister misin Gökçe?

Gökçe Yılmaz (İstanbul Teknik Üniversitesi): Olur ben başlayabilirim. Aslında senin de bahsettiğin gibi tek bir taleple yola çıkmadık; İTÜ’ de dönem başından beri öğrenciler tarafından dile getirilen birçok sorun vardı. Yurtlara gelen zamlar, Vadi Yemekhanesi’nin personel eksikliği bahanesiyle kapatılması, Merkezi Yemekhane’nin yine aynı bahaneyle tek turnike çalıştırılması ve bunların sonucunda oluşan uzun yemekhane kuyrukları, yemekhanedeki yemeklerin kalitesizliğine karşılık istenen ücretler, haftasonu yemekhanelerin hizmet vermemesi, kahvaltının olmaması gibi etkenler öğrenciler açısından sorun teşkil ederken bir yandan da İTÜ öğrencisinin özel işletmelere yönelmesine sebep oldu. Rektörlüğün öğrencilere müşteri gözüyle bakması bizleri kendi kampüsümüzde geçinemez hale getirdi. Tüm bunlar için öğrenciler bir çözüm ararken okulumuzda “Kulüpler Birliği” olarak adlandırılan bir oluşum öğrencilerin sorunları konusunda güya temsilciliğe soyundu. Kulüpler Birliği’nin bu misyonunun neden “sözde” kaldığını açıklayayım: Kulüpler Birliği, kulüpler üstü bir oluşummuş gibi görünmesine rağmen herhangi bir kulüpten bir öğrencinin Kulüpler Birliği yönetim kuruluna aday olması ve dolayısıyla seçilmesi tüzüklerine göre yasak. Yani bu oluşumun sahneye çıkarılmasıyla baştan beri amaçlanan, öğrencileri temsil etmek bir yana rektörlük ve öğrenciler arasında tampon bölge oluşturmaktı. Boykot gündemine dönersek son zamanlarda KB ile öğrenciler arasındaki gerilimler, KB’nin öğrenciler arasında kazandığı antipati KB’nin İTÜ öğrencisi lehine bir şeyler yapmasını gerektiriyordu. Bu sebeple özel işletmelerde uygulanan fahiş fiyatlara karşı bu oluşum tarafından bir boykot başlatıldı. Boykotu başlatma sebepleri her ne kadar farklı olsa da KB’nin attığı bu ilk adım İTÜ öğrencisinin uzun zamandır beklediği bir kıvılcım oldu. Bizleri sürece dahil etmemeye, çeşitli bahaneler ve tehditlerle boykotu engellemeye çalışıp asılsız iddialarla arkadaşlarımıza soruşturmalar açılmasına sebep olsalar da İTÜ öğrencileri bu boykotun asıl yürütücüsü ve katılımcısı haline gelmiştir. Üstelik bunu da rektörlük ve özel işletme sahipleriyle kurulan anlaşma masalarında değil öğrenciler olarak dayanışarak, herkese açık forumlara gerçekleştirdik.

Aysu Yankaş (İstanbul Ünivetsitesi): Ben devam edecek olursam eğer, İstanbul Üniversitesi Sağlık Kültür ve Spor Daire Başkanlığının sosyal medya hesabı üzerinden yeni yılda uygulanacak yemekhane düzenlemesi duyuruldu. Bu düzenlemeye göre 2 Ocak tarihinden itibaren kahvaltı hizmeti kaldırılacak ve indirimli öğün sayısı bire düşürülecekti. İkinci öğünü yemek isteyen bir öğrencinin 18 TL ödemesi söz konusuydu. Açıklamanın ardından sosyal medyada tepkiler hızla artmaya başladı. Geniş çaplı WhatsApp grupları kuruldu. Bu gruplarda forum ve eylem planları tartışıldı. İTÜ’ye benzer bir şekilde biz de vakit kaybetmeden herkese açık forumlar gerçekleştirerek başladık, kısa süre içerisinde okul çevresindeki ve Ana Kapı önündeki eylemler de başladı diyebilirim.

Metin: Burada girip ek bir soru daha sorayım hemen Aysu. Aslında bu zamların bilinçli olarak dönem arası tatile ve sınav dönemine denk getirdiler ama buna rağmen eylem ve forumlara katılım yoğundu. Bunu neye bağlıyorsun?

Aysu: İstanbul Üniversitesi yönetiminin tepki çekecek kararları dönem arası tatillerde duyurması yıllardır izledikleri bir strateji. Lakin senin de belirttiğin gibi bu taktiğin yemekhane zamlarında hiçbir işe yaramadığını görüyoruz. Tepkilerin tatile ve sınav dönemine rağmen ses bulmasında hali hazırda içinde bulunduğumuz ekonomik durumun çok büyük bir payı olduğunu düşünüyorum. Zaten dışarıda hiçbir işletmede yemek yiyebilecek durumu olmayan binlerce öğrencinin artık kampüslerinde bile yemek yiyememeleri söz konusuydu. İstanbul Üniversitesi’nin Türkiye’nin en çok bütçe alan üniversitesi olduğu da hesaba katıldığında yapılan son zamlar öğrenciler için kabul edilemezdi. Dolayısıyla zamların tatil ve sınav döneminde duyurulması tepkili öğrenciler için bir engel oluşturmadı diyebilirim.

Metin: İlk soruyu seninle kapatalım istersen Ulaş.

Ulaş Kılıçaslan (Gebze Teknik Üniversitesi): Ben de biraz daha öncesini de alarak anlatayım o halde. İlk olarak GTÜ’de yaklaşık iki yıl önce yapılan yemekhane ihalesiyle öğün ücreti 2 TL’den 2.5TL’ye çıkartılıp, akşam yemeği kaldırılmıştı. Öğrencilerin tepkileri üzerine akşam yemeği tekrar getirilse dahi, birkaç hafta sonra akşam yemeğinin yenilmediği gerekçe gösterilerek tekrar kaldırıldı. Sonrasında geçtiğimiz sene 3 TL, 2020 itibariyle de 3.75 TL oldu yemek ücretleri. Bir anda Boğaziçi Üniversitesi’yle birlikte en pahalı yemek ücretine sahip okul haline geldik ve yalnızca tek öğün yiyebilme şansımız var. GTÜ’nün ekonomik açıdan öğrencisini en çok zorlayan üniversite olduğunu söylesek yanılmış olmayız herhalde. Zammın ertesinde sınıf gruplarında yemekhane zamlarıyla ilgili tartışmalar oldu, insanlar şikayetlerini dile getirdi. Biz de birkaç arkadaşımızla bir şeyler yapmak gerektiğini düşündük ve diğer öğrenci arkadaşlarımızla tartışabileceğimiz bir mecra yarattık; ardından taleplerimizi sosyal medya üzerinden yaptığımız eylemle duyurmuş olduk.

Metin: İyi bir başlangıç yapmış olduk, aslında ilk soruda kısmen bu sorunun cevabını da almış olduk ama yine de üzerinde konuşmakta fayda olduğunu düşünüyorum. Biraz da provokatif bir dille sorayım; problem sadece yemekhaneler mi? İstanbul Üniversitesi için ayrıca soracak olursam yemekhane üzerinden elde edilen kazanım yeterli oldu mu?

Ulaş: İlk ben başlayayım o halde. Kesinlikle sorun sadece yemekhane değil, ama Metin’in de başta bahsettiğin sebeplerle bardağı taşıran son damla yemekhane oldu diyebiliriz. Diğer problemlerimizi de sayayım hemen; yalnız biraz uzun sürebilir.

(Gülüşmeler)

Kantinlerdeki ücretlerin piyasaya oranla çok yüksek olması ve okul çevresinde market alışverişi yapılabilecek hiçbir yerin bulunmaması.

Kütüphanenin sınav haftalarında dahi 24 saat hizmet vermemesi, hatta belki görmüşsünüzdür sınav haftasında kütüphanenin yaklaşık yarısı bir reklam çekimi için kiralandı.

Kırtasiyenin fahiş fiyatları, özellikle mimarlık öğrencileri diğer devlet üniversitelerindeki öğrencilere göre neredeyse 2 kat harcama yapmak zorunda kalıyor.

Kampüste yurt yok ve öğrenciler yaklaşık 40 dakika uzaklıktaki bir KYK yurdunda konaklıyor.

Başta da söylediğim gibi bu liste arzu edilirse daha da uzatılabilir ancak ilk elden akla gelen problemler bunlar.

Metin: Uzun sürdü gerçekten.

(Gülüşmeler)

Gökçe: Ben devam edeyim öyleyse. Problemin sadece yemekhane ve özel işletmeler olduğunu söylemek üniversitemizde süregelen temel sorunların nedenini gözardı etmek olur. İTÜ’de öğrencilerin barınmadan tutun da kaliteli bir eğitim için gerekli koşullara sahip olamamaya kadar pek çok sıkıntısı var. Bu sorunların temeline inmeye başlarsak karşımıza çıkacak katmanlarda Türkiye’deki üniversitelerin gerçekliğini görmemiz mümkündür. Bu gerçeklik mevcut iktidarın uyguladığı politikalarla, atadığı kayyum rektörlerle, kampüslerde göz yumduğu irticai faaliyetlerle, yandaş çeteleri ve kolluk kuvvetleriyle üniversiteler üzerinde kurmaya çalıştığı hegomonyadır. İTÜ özelinde bakacak olursak; rektörlük, derinleşen ekonomik krizin faturasını İTÜ öğrencisine keserken, öğrencinin cebindeki 5 kuruşa dahi göz dikerken, hizmet istenildiğinde ödenek yok derken ne hikmetse İTÜ Vakfı, Doğa Kolejini 800 milyon liraya satın almak için kaynak yaratabilmiştir. Kanal İstanbul Projesi’nin gerçekleşeceği güzergahta milyonluk sitelere yatırım yapabilen fakat Doğa Koleji’nde çalışan öğretmenlerin maaşını “ödeyemeyen” Salçaklıoğlu’nun öğretmenlere olan borcunu da yine İTÜ Vakfı ödeyebilmiştir. Aynı zamanda barınma sıkıntısı çeken, tarikat yurtlarına mahkum bırakılan, uzayan yedek listelerinde sıralarını bekleyen yüzlerce öğrencisi varken İTÜ rektörlüğünün dalga geçer gibi tekrar tekrar açılışını yaptığı camiye ismi verilen kişiden (İTÜ Abdülhakim Sancak Camisi – Ethem Sancak’ın babası) tutun da açılışındaki görüntülere kadar atılan her adımın siyasi bir hamle olduğu çok net görülmektedir.

Ne yazık ki bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Başta da belirttiğim gibi yaşadığımız, karşısında durduğumuz sorunların münferit olmadığını ve siyasal saiklerle asırlardır çağdaş olan ve çağdaş kalma mücadelesi veren üniversitemize yapılan sistematik gerici saldırılar olduğunu biliyoruz.

Aysu: Ben de cevap verecek olursam yemekhane kararını geri çektirmeyi başarsak da taleplerimiz bununla sınırlı değil elbette. Bu süreçte işlerinden atılan işçilerin işlerine geri dönmesini, eski fiyatlardan yemek yemeyi ve yemeklerimizin kalitesinin de arttırılmasını istiyoruz. Buna ek olarak İstanbul Üniversitesi Rektörlüğünün yaptığı açıklamada zamlara gelen tepkilerden dolayı başka harcamalara ayrılan bütçenin yemeklere ayrılacağı söyleniyor. Okulumuzda sadece yemek konusunda değil bir çok konuda eksik var. Bir imkanın kısılıp başka bir imkana aktarılması söz konusu olamaz. Üniversiteler arasında en yüksek bütçeyi alan İstanbul Üniversitesi’nin bir sağlık ekibi bile yok. Çok yakın zamanda kafasına demir parçası düşmesi nedeniyle bir arkadaşımız hayatını yitirdi. Okulumuzun her alanında rahat etmek ve öğrenciler olarak sağlıklı, güvenli bir okulda eğitim almak istiyoruz.

Metin: Devam edecek olursak polis şiddeti eylemleri nasıl etkiledi Aysu? Benzer bir soruyu İTÜ içim de sorabiliriz; açılan soruşturmalar İTÜ’deki boykotu nasıl etkiledi Gökçe?

Aysu: Yemekhane zamları üzerine dilekçelerini rektörlüğe teslim etmek isteyen öğrencilere uygulanan polis şiddeti öğrencilerin mücadelesini engellememekle birlikte tepkilerin artmasına da sebebiyet verdi. Amaçları okullarında ucuz ve nitelikli yemeğe ulaşabilmek olan öğrencilere yapılan bu saldırı Mahmut Ak yönetiminin öğrencilerin organize gücü karşısındaki aciziyetini gösterir nitelikteydi.

Metin: Mahmut Ak demişken ben yine bir küçük ek soruyla gireyim Aysu, Mahmut Ak’a yönelen öfkenin bu gündemin içerisinde ayrı bir yeri vardı bunu neye bağlıyorsun?

Aysu: Bilindiği üzere Mahmut Ak İstanbul Üniversitesinin meşru rektörü değildir ve 2015 yılı rektörlük seçimlerinde farkla 2. olmuşken AKP tarafından üniversitemize rektör olarak atanmıştır. AKP Hükümeti’nin İstanbul Üniversitesi’ndeki eli, kolu ve gözüdür. AKP tarafından üniversitenin sosyalliğine yapılan saldırının temsilidir. Gerek son yemekhane zammı eylemlerinde gerekse “Üniversiteme Dokunma” sürecindeki AKP yanlısı rantçı tutumu Mahmut Ak’a yönelen öfkenin farklı bir yere oturmasını sağlıyor. Okullarına dilekçelerini teslim etmek için girmek isteyen öğrencilere okulun güvenliklerinin saldırtılması da Mahmut Ak ve yönetiminin açıktan öğrenci düşmanı tutumunu gösteriyor.

Gökçe: Arkadaşlarımıza açılan soruşturmaların amacı İTÜ öğrencisinin vermekte olduğu mücadeleyi baltalamaktı fakat İstanbul Üniversitesi’nde olduğu gibi bizde de başarılı olamadılar. Bizlere savurdukları tehditlerle, açtıkları soruşturmalarla gözümüzü korkutmaya çalışsalar da onlara İTÜ öğrencisinin bir arada durduğu zaman asıl geri adım atacakların kendileri olduğunu ve Aysu’nun da belirttiği gibi öğrencilerin organize gücü karşısındaki acziyetlerini gösterdiğimizi düşünüyorum.

Metin: GTÜ için ayrıca soracak olursam bildiğim kadarıyla çok yeni bir üniversite, öğrenciler de “boykot” ve “eylem” gbi kavramlara pek aşina değil. Bu durum okuldaki süreci nasıl etkiledi?

Ulaş: GTÜ sanılanın aksine aslında çok da yeni bir üniversite değil; 1991 yılında Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü adıyla kuruluyor, 2001 yılında ilk lisans programlarını açıyor. 2014’te de şu anki ismini aldı. Asıl soruya dönecek olursak; aslında hem olumlu etkiledi, hem de olumsuz. Olumsuz yanı şu; GTÜ’de oturmuş bir öğrenci kültürü veya dayanışma kültürü olmadığı gerçeği. Şu ana kadar bunun oluşmamış olma sebebi de aslında problemlerimizle bağlantılı. Kampüste yurt olmaması ve sosyal aktivite alanlarının darlığı öğrencilerin üniversitede geçirdiği vakti yalnızca ders saatleriyle kısıtlamakta. Olumlu yanı ise, son iki yıldır üniversiteye giren kuşağın KHK’larla hocalarımızın atılmasıyla pik yapan geriye çekilme sürecini yaşamamış olmaları. Bu durum GTÜ özelinde değil aslında. Bütün üniversitelerde özellikle yeni girişli arkadaşlarımız “düzeltemeyiz, bizi dikkate almazlar” gibi bir yenilgi psikolojisiyle değil “birlikte kazanabiliriz” duygusuyla hareket ediyorlar.

Metin: Ben öncesini hiç bilmiyordum, okurlarımz için de anlatman iyi oldu Ulaş. İstanbul Üniversitesi için soracak olursam elde ettiğiniz kazanımı neye bağlıyorsun Aysu?

Aysu: Zamların ara tatilde duyurulmasına rağmen verilen organize ve örgütlü mücadele İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin eylemlerden kazanımla çıkmasını sağladı. Bu süreçte okul yönetiminin tahmin edemediği bir kitlesellik elde edildi. Eylemlerdeki istikrar ve ısrar kazanımı getiren en önemli noktalardan biri.

Metin: Devam edecek olursak İstanbul Üniversitesi’nde mücadeleyle elde edilen kazanım İTÜ ve GTÜ’deki süreci nasıl etkiledi?

Ulaş: İstanbul Üniversitesi’nde yapılan zamların geriye alındığı gecenin sabahı GTÜ’de öğrenciler toplu bir şekilde rektörlüğe dilekçe vermeye gidecekti; oradaki kalabalıktan bile etkilediği aşikardı. Önümüze bütçenin yetersizliğini sunan yönetime karşı elimizde güzel bir örnek de olmuş oldu. İÜ yönetimi de benzer gerekçeleri öne sürüyordu.

Gökçe: İstanbul Üniversitesi’ndeki arkadaşlarımızın elde etmiş olduğu başarı tabii ki İTÜ’de de kendisini hissettirdi. Bizi kamçılayan pek çok noktası mevcuttu fakat en önemlisinin yaratılan kamuoyu ve direnişin kitleselliği olduğunu düşünüyorum. Bunun yanında İstanbul Üniversitesi rektörlüğüne geri adım attıran direncin İTÜ rektörlüğünü de sıkıştırdığını söyleyebiliriz.

Metin: Sona yaklaşırken yeni dönem başladığında bu eylemleri nasıl sürdürmeyi düşündüğünüzü kısaca anlatabilir misiniz?

Ulaş: Diğer taleplerimizde belli başlı kazanımlar elde edeceğiz büyük ihtimalle ancak üniversite yönetiminin yemekhane ücretlerini düşürmeye niyeti olmadığını görüyoruz. Şu an için ana odağımız öğrenciyi tekrar üniversitenin öznelerinden biri haline getirebilmek. Bunun için de aramızda tartıştığımız şey daha birkaç yıl öncesine kadar öğrencilerin seçimiyle göreve gelen ÖTK’lar benzeri bir yapı kurmak. Üniversite yönetimine karşı üniversite öğrencilerini temsil edebilecek bir yapı kurmak istiyoruz. Onun dışında yemekhane boykotu gündemimizde bulunuyor. İkinci dönemin başında arkadaşlarımızla tartışıp bir karar vereceğiz bununla ilgili.

Gökçe: Önümüzdeki süreçte amaçladığımız öğrenci kantinini hayata geçirmek istiyoruz. Bazı arkadaşlarımıza bu ulaşılması zor bir hedef gibi gelebilir fakat İTÜ’nün köklü tarihine ve kültürüne baktıklarında kar amacı gütmeyen öğrenci kantininin daha önce nasıl gerçekleştirildiyse aynı şekilde gerçekleştirilebileceğini görebilirler. Bununla birlikte üniversitemizdeki sorunların bununla kalmadığını ve her birinin muhatabının da sebeplerinin de farklı olmadığının farkındayız. Bunun için İTÜ öğrencisinin sorunlarını konuşabileceğimiz, kulüp ve topluluklarının da kendilerini var edebildikleri “İTÜ Forumları” düzenlemeyi düşünüyoruz. Burada yürüttüğümüz tartışmalarla sorunlarımıza dair taleplerimizi belirleyeceğimiz, YÖK’ün üniversitelerden kaldırdığı Öğrenci Temsilci Kurullarına bir alternatif çıkartmayı hedefliyoruz.

Aysu: İlerleyen dönemlerde daha önce bahsettiğim taleplerimizin daha net bir şekilde altının çizilmesi ve bu sorunların tartışılması gündemde diyebilirim.

Metin: Hepinizin ağzına sağlık arkadaşlar, buraya kadar sabredip okuyan okuyucularımıza da teşekkür ederiz. Son olarak kendi üniversitelerinde bütün bu konuştuğumuz problemleri yaşayan okuyucularumız için söyleyeceğiniz bir şey var mı?

Ulaş: Kendi üniversitelerinde bu problemleri yaşayan ve çözüme kavuşturmak isteyen Yeni Yazılar okurlarına tavsiyem, çevresinde bulunan diğer öğrencilerle bu konuları sürekli konuşmaları, tartışmaları olur. FKF’nin de zamanında kullanmış olduğu bir Bülent Ortaçgil dizesi var, “Anlamak çözmeye yetmez”. Herkes belli başlı problemlerin farkında, belki de ses çıkartıyor. Bu sesleri gürleştirmek, örgütlü hale getirmek de bize düşüyor.

Aysu: Ulaş’ın söylediklerine katılıyorum oradan devam edecek olursam okullarında benzer problemleri yaşayan sıra arkadaşlarıma mücadeleden çekinmemelerini ve ancak birlikte ve örgütlü hareket edildiğinde kazanım elde edildiğini kendilerine hatırlatmalarını tavsiye ederim. Örgütlü ve güçlü bir solun yokluğunu fırsat bilip üniversitelerin kültürel hayatına topyekün saldırıya geçen bu karanlık ancak ve ancak örgütlü mücadeleyle dağıtılabilir.

Gökçe: Ben de Ulaş ve Aysu’ya katılıyorum. Krizi ve baskıyı yaşamımızın her alanında hissettiğimiz şu günlerde üniversite öğrencileri olarak geleceğimizi düşünürken veya kendi kampüslerimizde geçinemez hale gelmişken zaman zaman umutsuzluğa kapılabiliyoruz fakat bu noktada dergiyi okuyan arkadaşlarımıza yalnız olmadıklarını ve hiç bir şey için çok geç olmadığını söylemek istiyorum. Üniversiteler, kuruldukları günden beri sadece alanında uzman kişilerin yetiştiği kurumlar olarak kalmamış aynı zamanda toplumun sorunlarına duyarlı, çok yönlü, kendisinin ve yapabileceklerinin farkında bireyler de yetiştirmiştir. Bugün bizlere dayatılanın aksine üniversiteler özgür düşünceyle, kültürel ve sanatsal donanımlarla bilim üretilen yerlerdir ve özneleri de öğrencileridir. Bunu unutturmaya çalışanlara inat daha yüksek sesle haykırmalı, sorunlarımızı çözüme ulaştırmak için bir araya gelmeliyiz. Kendi zayıflıklarını ve korkularını üniversiteler üzerinde kurduğu baskılarla kapatmaya çalışan bu iktidara karşı ürettiğimiz sanatla, bilimle ve örgütlü mücadelemizle direnmeye devam edeceğiz!