Türkiye Modernleşmesi Bağlamında AKP Dönemi Yeni Tarih Yazımı İçin Medyatik Bir Uğrak: Payitaht Abdülhamid

Tarihsel Sapma ve Sembollerle Payitaht: Abdülhamid

Tarih en basit haliyle belirli olguların, yaşanmışlıkların zamansal durumlarını vermekle birlikte, diğer yönüyle de aktarım tarzı ve aktarım sırasında seçilen kelimelerle bile belirli ideolojik konumlanışları içeren bir dinamiğe sahiptir. Tarihçinin objektifini iradi olarak çevirdiği ya da çevirmediği alanlar, okuyucu için anlatının niteliğini değiştirici özellikleri içerisinde barındırır. Tarihçinin de ön koşullar gereği kuşkusuz kendine göre bir anlam dünyası ve bu dünyayı şekillendiren bir ideolojik görüşü vardır. Bu bağlamda Edward Hallet Carr, tarihçinin zorunlu olarak seçmeci olduğunu söyler. Tarihi olguların oluşturduğu, tarihçinin yorumundan bağımsız ve nesnel bir sert çekirdeğin var olduğuna inanmak ahmakça, fakat silinmesi çok güç bir yanılgıdır ona göre (Carr, 1996, s.15). Çünkü her ne kadar genel etik kabuller gereği, söz gelimi gazetecilik faaliyetleri için de objektif olmak bir zorunluluk olarak dayatılır olsa da, tarihçinin konumu da bundan azade değildir. Tarihçinin de ve konu özelinde benzerlik kurulabilecek olan gazetecinin de objektif olmak gibi bir kaygısı bulunmamalıdır, çünkü işlerinin doğası gereği bu mümkün değildir. Carr, Tarih Nedir kitabında durumu güzel bir benzetmeyle açıklamaktadır ve durumun tarihçinin dünya görüşü çerçevesinde şekillendiğinden bahsetmektedir. Benzetmede Carr, tıpkı bir balıkçının tablasındaki balıklar gibi, belgeler, yazıtlar vb. içinde olgular hazır dururlar. Tarihçi onları alır, evine götürür, pişirir, canı nasıl istiyorsa o şekilde sofraya koyar, demiştir (Carr, 1996, s.12).

Payitaht: Abdülhamid dizisi kuşkusuz, dizinin içerdiği tarihsel olguları olduğu gibi verme iddiasına sahip değil. Dizinin başlangıç sekanslarının hepsinde dizi için, ‘’tarihteki gerçek şahsiyetler ve olaylardan ilham alınarak hazırlanmıştır’’ denmektedir. Bu durumun geçerliliği kabul edilebilir olmakla birlikte, dizinin genel teması ve bölümlerinde işlenen olaylar neticesinde, günümüz toplumsal-siyasal alanını yakından ilgilendirecek bir takım sembollerin yaratıldığına ilişkin olan iddiamız bu geçerliliğin dışında kalmaktadır. Aynı zamanda 2. Abdülhamid’in Türkiye muhafazakar siyaseti açısından önemi ve dizinin izleyici kitlesinin döneme dair kavrayışlarının dizi bağlamıyla şekillendiği düşünüldüğünde, dizinin kapladığı sembolik ve siyasal alan daha iyi anlaşılacaktır. Şimdi dizinin bazı bölümleri içinden belirlediğimiz tarihsel sapmaları ve siyasal sembolleri örneklendireceğiz ve bu örnekleri kısaca değerlendireceğiz.

İlk örnek olarak Sultan Abdülhamid’in yakınındaki isimlerden ve eniştesi de olan Mahmud Celaleddin Paşa’nın dizinin 4. bölümünde Jön Türkleri temsil eden Tıbbiye’li, Harbiye’li ve Kuleli’li hürriyet isteyen gençlere verdiği dersi gösterebiliriz. Olay örgüsünde göre Mahmud Celaleddin Paşa, Sultan Abdülhamid’e ihanet içindedir ve dış güçlere hizmet etmektedir. Amacı, o dönemin ‘’mektepli’’ gençlerini isyana sürüklemek, payitahtı zora sokmak büyük güçler olarak tasvir edilen Yahudi ve Mason lobi/cemaatlerinin Osmanlıyı parçalamasını sağlamaktır. Mahmud Paşa, derse girer girmez öğrencilere Bakunin’in Anarşi kitabını göstererek, kitabı okumalarını şiddetle tavsiye eder. Kitaptan yaptığı alıntıyla padişahlıkların yıkılması gerektiğini haykırır ve sonrasında ise gençlere hürriyet mücadelesinin zaruri olduğunu, isyana geçmeleri, sokaklara dökülmeleri gerektiğini eline aldığı gazete kupüründe köşe yazarı olan bir gencin Abdülhamid’i zorbalıkla itham ettiği yazısından hareketle salık verir; korkmamaları gerektiğini söyler (Payitaht: Abdülhamid, 2017, b.4).

İkinci örnek olarak 5. bölümde Mahmud Paşa’nın dolduruşları neticesinde çeşitli okullardan öğrencilerin yaptığı eyleme Sultan Abdülhamid de gizlice gider ve öğrencilere bir konuşma yapar. Oysa bilindiği üzere Sultan Abdülhamid, Cuma namazını kılmak için Yıldız Sarayına 100 metre uzaklıktaki Hamidiye Camiine gitmek ve Kurban ile Ramazan bayramlarında Dolmabahçe Sarayı’nda devlet ricalini kabul etmek dışında Yıldız Sarayı’ndan neredeyse hiç çıkmamıştır (Georgeon, 2016, s.173-273). Bir başka yönden de çevresinin tanıklıklarına göre Abdülhamid hastalıklı korkuların pençesinde olduğu için sürekli suikast ve komplo korkusuyla yaşar ve Yıldız Sarayı’ndan bu sebeple pek çıkmaz. Özellikle abisi Murad’ı yeniden tahta çıkarmayı amaçlayan bir komplo onu son derece tedirgin etmekte ve korkutmaktadır. Orhan Koloğlu buna ‘’Murad psikozu’’ demektedir (Koloğlu’ndan aktaran Georgeon, 2016, s.186). Bu kısa bilgilerden sonra bölüme dönecek olursak, Abdülhamid eylemi çektiği dini motifler yüklü bir nutuk ile durdurur ve söylevinin hemen ardından ezan okunur ve öğrencileri namaza davet eder, hürriyet sloganlarının kime hizmet ettiğini düşünmelerini telkin eder, saltanatının son derece özgürlükçü olduğundan söz eder (Payitaht: Abdülhamid, 2017, b.5).

Üçüncü ve son örnek ise 10 Mayıs 2019 günü yayınlanan 85. bölümdür. Bölümün yayınlandığı tarihlerde sıkça Ahmet Davutoğlu ile Abdullah Gül’ün birer parti kuracakları konuşulmaktaydı. Sultan Abdülhamid, marangoz atölyesinde gül ağacından olan bir parçaya şekil vermektedir. Yanına gelen Vembery, bu bir gül ağacı mı hünkarım, diye sorar ve bunun üzerine Abdülhamid: “Gül ağacına su veririz. Lakin su hem güle yarar hem de dikene… Yanımızda yöremizde su verdiklerimiz diken olmaya meyletmişlerse sonunda mutlaka budarız!” diyerek cevap verir (Payitaht: Abdülhamid, 2017, b.85). Sultan Abdülhamid’in dizide kendisine ihanet edenlere yönelik verdiği bu mesaj, o dönem akıllara Abdullah Gül ile Ahmet Davutoğlu’un kuracakları konuşulan partileri akıllara getirmişti ve sosyal medyada o günün en çok konuşulan konusu olmuştu. Bu vesile ile dizinin salt olarak tarihi-kurgu dizi kapsamında olmadığı, gündem konularına ilişkin mesajlar da verdiği, simgesel söylem ve sembolik unsurlarla da bunları beslediği o günlerde sıkça konuşulur, tartışılır olmuştu.

Kolektif kimlikler yaratılırken, var olan sembollerin kullanılması ya da üretilmesi ve bu vesile ile kitleler ölçeğinde duyguları harekete geçirici, bir nevi konsensus sağlamaya yönelik olarak yapılan hamleler, dizi bağlamında gerek İslami gerek batı ve modernleşme karşıtı gerekse de Erdoğan’ın de sıkça azılı düşman olarak nitelediği dış güçlere ilişkin geliştirilen söylemlerle, konsolide edici etkisinin yanında toplumda oluşması istenen yeni kimliğin oluşmasına da kayda değer bir katkı veriyor.

Türkiye modernleşmesinin itici güçleri olan ve aydınlanmacı kimlikleriyle öne çıkan Jön Türklere dair, dizinin pek çok yerinde geçen dış güçlerin himayesi ve kontrolü altında faaliyet yürüttüklerine ilişkin geliştirilen kurgu, aslında güncel siyasetin kimi noktalarında da üstü örtülü ya da direkt olarak söylenmekte ve günümüzle analoji kurularak pekiştirilmektedir. AKP’nin önemli kademelerinde görev almış ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi hayatının başlarından itibaren yanında bulunan ve 20, 22 ve 24.dönemde de AKP’den milletvekili olan Ekrem Erdem, 26 Ekim 2015 tarihli bir seçim gezisinde; ‘’Ülkede her şey yolunda gidiyordu. Sağlık, ekonomi, kültür, Merkez bankası verileri yolunda idi. Türkiye’nin büyümesini istemeyenlerin yazdığı senaryoya ülke içinden birtakım medya, iş çevreleri ve paralel organizasyon müdahale etmek hatta darbe yapmak istedi. Başarılı olamadılar. Sonra 17 Aralık, 6-7 Ekim olayları ve terörü başımıza bela ettiler. Hedefleri Cumhurbaşkanımız ve AKP kurucumuz Recep Tayyip Erdoğan’dı. Yüz yıl önce aynı senaryoyu Sultan Abdülhamid Han’a da uyguladılar. Ermeni Emanuel Karasu’larla iş tutan Jön Türk kafası, isimleri değişerek eylemlerini sürdürdü. Osmanlı’dan 40 devlet çıktı. Bakın hepsi mutsuz. Türkiye’yi de bölmek istiyorlar (https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/10/26/jon-turkler-is-ba-sinda).’’şeklinde ifadelerde bulunmuştur. Farklı örnekler de verilebilecek olsa da, konumuz bağlamında bize net bir perspektif çizmesi bakımından Erdem’in söyledikleri bahsedilen siyasi hareketin konuya dair temel bakışını yansıtması açısından önemli. Bugün Abdülhamid, Erdoğan ve destekçilerinin tahayyülünde imparatorluğu çöküşten kurtarmak için İslami kimliği bir çimento işlevi görecek şekilde yeniden ve kuvvetli biçimde tedavüle sokan, Batı taklitçiliği ve Batı’nın boyunduruğundan yüz çeviren, kültürel ve iktisadi atılımları bakımında hayranlık uyandırıcı bir figür olarak varlık gösteriyor (Tokdoğan, 2018, s.147-148). Erdem’in sözlerinin alt metninde Türkiye Cumhuriyeti modernleşme paradigmalarının yaratıcı unsurlarından olan Jön Türklerin, dizide de karanlık bir güç olarak tasvir edilen Mason/Yahudi cemaati üyesi Emanuel Karasu ile işbirliği yaparak Abdülhamid’i devirmesi ve istibdatı yok etmeye çalışması Erdoğan ile özdeşleştirilerek, yekten yeni bir tarih anlatısına girişiliyor. Erdem sözlerinden hareketle, 2. Abdülhamid ve Erdoğan arasında kurulan özdeşlik, doğal olarak bu uzamın gerektirdiği şekilde, Cumhuriyet’in kurucu kadrolarıyla da üstü kapalı bir biçimde kavga verildiğini bize gösteriyor.

AKP Dönemi Sembolik Siyaset ve Dış Politikada Yeni Osmanlıcı Hat

Öncelikle Yeni Osmanlıcılıktan ne anladığımıza kısaca değinmek gerekiyor. Başat olarak Türk-İslam sentezinin referanslarıyla yoğrulan bu kavramın kökleri yalnızca bu günün siyasetiyle ilintili bir süreci kapsamıyor. Ayrıntılara girmenin bu inceleme kapsamında gerekli olmadığını düşünmekle birlikte Yeni Osmanlıcılık olarak adlandırılan dünya ve Türkiye görüşünün henüz AKP iktidarda değilken Türkiye sağının pek çok unsurunu buluşturan bir söylem alanı yarattığı doğrudur (Yavuz ve Şen’den aktaran Saraçoğlu, 2013, s.58). Fakat Osmanlı mazisini yeniden hatırlatma, böylelikle de yeni bir kimlik inşa etme çabalarının ilk kez bu denli kuvvetli bir biçimde vücuda geldiği bir uğrak olarak AKP dönemi karşımıza çıkıyor (Tokdoğan, 2018, s.75). Yeni bir milli kimlik yaratma meselesiyle bağlantılı olarak Yeni Osmanlıcı anlatı, Türkiye’nin geçmişte var olan Osmanlı topraklarındaki gelişmelere uzak olmaması ve dış politik mevzilerinin ana ekseninin bu topraklarda hareket alanını genişletici şekilde olması gerektiği öncüllerinden doğuyor. Bu duruma Saraçoğlu makalesinde, “milletin” şahlanış dönemini temsil ettiği düşünülen Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi kudretine yeniden erişmek olarak tarif edildiği ve son dönemlerde dolaşıma sokulan “büyük Türkiye” hedefinin idealleştirilmiş bir Osmanlı dönemine yapılan göndermelerle gelişen bir biçimlendirilme çabasından ibaret olduğunu ifade ediyor (Saraçoğlu, 2013, s.55). Yine Saraçoğlu’nun Davutoğlu’ndan aktardığına göre milletin ortak kimliği olarak Osmanlı mazisi sadece doğru bir dış politika stratejisinin değil aynı zamanda ideal bir toplum tasarımının referans noktasını teşkil eder. Ortak Osmanlı mazisiyle uyumlu bir dış politikanın hayata geçirilebilmesi için aynı zamanda bunu sahiplenen ve bir bütün olarak kendi bünyesinde yansıtan bir topluma, “insan unsuruna” ihtiyaç vardır (Davutoğlundan aktaran Saraçoğlu, 2013, s.60). Bu anlatımlardan göreceğimiz üzere Davutoğlu için Osmanlı mirası, sadece dış politik bir referansla değil, dış politik hamlelerin geçerli olabilmesinin bir şartı olarak da içerde kabul edilmesi gerekilen ortak bir uzlaşıya, onaya ihtiyaç duyar. Konsensus’a işaret eden bu veçheler bizi AKP ve Erdoğan’ın, süren iktidarları dönemince yaptıkları, yapmaya devam ettikleri bir takım hizmetlerde öne çıkan sembolik unsurlara götürmekte. Buna göre açılan yeni hastanelere, okullara, köprülere, yollara vb. yerlere verilen isimlerin Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Yıldırım Bayezid, 2. Abdülhamid gibi çoğunlukla Osmanlı mirasının güçlü temsilleri içinden seçilmesi, kuşkusuz basit bir ahde vefa değildir. Bu isimlerin seçilmesi yukarıda bahsedilen tezlerin geçerli kılınabilmesi için toplumsal hafızada ve algıda var olan kimliklerin Osmanlı mirasına has temellerle oturtulmaya çalışılarak, Davutoğlu’nun bahsettiği ‘’bir bütün olarak bunu kabul eden insan unsuru’’ yaratılmaya çalışıldığının bir göstergesidir. Sembollerin medya bağlamındaki önemi ise karşımıza burada çıkıyor. Payitaht: Abdülhamid dizisi, bölüm örnekleri ve devamında incelediğimiz günümüz ile olan ilişkisi bağlamında ‘’insan unsurunu’’ bu maziye ortak aidiyet kazandırma ve dönüştürme, yaratma meselesi üzerinden çok işlevli bir konumda yer alıyor.

Dizideki başat ögelerden olan, Osmanlıyı parçalamak isteyen batılı güçlere ve özellikle Mason Yahudi cemaatlerine karşı verilen mücadele, asıl olarak hilafetin verdiği güçle Sultan Abdülhamid’in Müslüman toplulukları kapsama ve onları batıya karşı harekete geçirme, birlik olma ve onların kurduğu büyük oyunları bozma planına göre işliyor. Bizlik duygusu bu temel motif eşliğinde kurulurken onları temsil eden ögeler yekten İslam’a yönelik saldırıların öznesi olarak Abdülhamid karşıtı herkesi temsil ediyor. Sultan Abdülhamid’in dizide özellikle Kudüs’e verdiği önem dizinin 84. bölümünde direkt onun ağzından ‘’Kudüs bizim haremimizdir’’ şeklinde gelişiyor (Payitaht: Abdülhamid, 2017, b.84). Bugün de Erdoğan’ın yine Kudüs ve diğer Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Müslüman ülkelere yönelik olarak geliştirdiği söylemin ve genel dış politik hattın ana meselesini buradan hareketle okuyabilirsek –ki konumuz burayı açmaya müsait değil- dizinin, günümüze dair etki ettiği sembolik anlatıları daha iyi görebiliriz.

Sembolik Siyasette Üçleme: Payitaht Abdülhamid – 2. Abdülhamid – AKP dönemi ve Recep Tayyip Erdoğan

‘’Geçmiş, her seferinde keşfedilmeyi ve yeniden yazılmayı bekleyen bir çokluğun yeridir’’ (Özmen’den aktaran Tokdoğan, 2018, s.101).

Çokluğun içinden seçilen şeylerin yorumlanış biçimleri ve bu doğrultuda bugün ile kurulacak olan bağ, o şeylerin toplumsal hafızadaki sübjektif tezahürlerini sunmakla birlikte, o şeylere dair sembolleri de gösterebilir. Erdoğan’ın geçmişe referans verirken sıklıkla kullandığı mağduriyet anlatısı, geçmiş ile bugün arasında kurduğu analojinin ipuçlarına ve konumuz sınırlarındaki temel göstergelere ışık tutmaktadır. Erdoğan’ın Youtube ortamında çok tıklanan bir konuşmasından yapacağımız alıntı bu konuda bize yardımcı olacak.

‘’Değerli kardeşlerim, Tanzimat’tan bugüne, yanı yaklaşık son 200 yıldır bu ülkede bazı meseleler özgürce, özgüvenle ve cesaretle ele alınamamıştır. Türkiye’nin hemen her meselesinde bir şekilde özne olan, bir şekilde odak noktasında bulunan din konusu; objektif, tarafsız, korkulardan uzak, mahalle baskısından uzak şekilde gündeme taşınamamıştır. Bırakınız dine ait meseleleri özgürce tartışabilmeyi, din ve dindarlar yaklaşık 200 yıl boyunca her türlü eleştiriye, tahkire, horlanmaya sistematik şekilde maruz kalmıştır.’’

Recep Tayyip Erdoğan’ın 2015 tarihinde, 5. Din Şurası’nda yaptığı bu konuşma bize pek çok veri sunuyor. Erdoğan bu konuşmasında açıkça Tanzimat ile başlayan modernleşme sürecinin ve batılılaşma hamlelerinin aslında Müslümanlığa ve İslam dinine yönelik bir saldırıya dönüştüğünden yakınıyor. Buradan hareketle önceki başlıkta tartıştığımız Yeni Osmanlıcı idealler, bu mağduriyet anlatısının bir tazmini olarak ‘’milletin ayağa kalkmasını’’ içeren mesajları ile İslam’a yönelik bahsettikleri saldırının gerek dışarıdaki Batılı güçlere, gerekse de içeride Batıyı temsil eden siyasi odaklara karşı bir güç unsuru olarak simgesel ögeleri de içeriyor. Bu durumun alametifarikası ise mağduriyetin kadim failine, bizi biz yapan asıl şer odağına, Cumhuriyet’in kuruluş yıllarından itibaren bizim değerlerimizi değersiz kılarak, aşağılayarak, bastırarak ve hatta yok ederek varlığımıza en büyük tehdidi teşkil eden somut ve ezeli düşman olan Türkiye modernleşmesinin kurucu unsurlarını işaret ediyor (Tokdoğan, 2018, s.114). Erdoğan’ın şahsı ve partisi özelinde gelişen bu perspektifin sonuçları, Türkiye modernleşmesinin teorik öncüllerini aldığı Batıya sık sık ‘’kafa tutar’’ cinsten söylemlerin geliştirilmesiyle pekiştiriliyor. Müslüman ülkeler üzerinde bir ağırlık kazanıldığı ve İslam dünyasında önderlik rolünün edinildiği düşüncesi bu vesile ile doğmaya başlıyor. Özellikle kritik bir uğrak olarak Erdoğan’ın Davos çıkışı buna en büyük örneği teşkil ediyor. Batıya karşı söylemsel bazda İslam dünyasının haklarını koruyan, gerektiğinde kafa tutan, gündem odaklı olarak Müslüman ülkelerin iç gündemlerine karışan ve bu bağlamda yine Batıya karşı söylemsel güç gösterileri yapmaktan çekinmeyen Erdoğan ve AKP hükümeti bir nevi hilafet ruhunu yeniden çağırmış oluyor. Kapsam altına aldığımız Payitaht: Abdülhamid dizisi ise tam da burada, yukarıdaki başlıklarda da değindiğimiz üzere son derece işlevli ve geliştirilen hamleler özelinde yaratılmak istenen toplumsal onayın sağlanması açısından önemli bir yer tutuyor.

2.Abdülhamid döneminde eğitim-öğretim alanında yapılan modernleşme atılımları, dönem konjonktürü açısından ilerlemeci hareketler olarak görülebilir ancak atılımların içerikleri bilinmeden sadece açılan okulların sayısı bağlamında salt niceliksel bir değerlendirmeye girişilirse, kuşkusuz içinde yatan dinamiklerin özü görülemeyecektir. Halife olarak Abdülhamid, açtırdığı okulların müfredatında bulunan ders kitaplarına doğrudan müdahale ederek, hilafet, hilafetin toplumsal konumunu arttıran ve hilafetin sembolik ögelerini öne çıkaran ders içeriklerinin kullanılmasını sağlar. Örneğin en büyük Osmanlı padişahı olarak Kanuni Sultan Süleyman değil çok kısa süren saltanatına karşın (1512-1520) Yavuz Sultan Selim gösterilir. Bunun tek nedeni Yavuz’un Arap vilayetlerini fethetmesi, kutsal yerlerde hakimiyet kurması ya da Sünni İslam’ın Şiilik karşısında zafer kazanması değildir; asıl neden, -belgeleri bulunmamasına rağmen- son Abbasi halifesinden hilafeti devralmasıdır (Georgeon, 2016, s.275). Fakat hilafetin toplumsal, siyasal işlevlerini arttırması gerekliliğinden doğan bu tavır Abdülhamid’in son derece dini bütün bir padişah olmasından kaynaklanmaz. Onun için hilafet dönem koşulları gereği Osmanlı’yı ayakta tutabilecek önemli bir ideolojik aygıt gibidir ve amaçsal bir önemden çok araçsal bir öneme sahiptir. Abdülhamid’in yakın dostu olan Macar tarihçi Vembery, hilafeti daha çok bir korkuluğa benzetir. Çünkü Abdülhamid, gerektiği zaman dışarıya karşı hilafeti ve cihat anlayışını bir koz olarak kullanmakta ve Batılı ülkelerin gözünü korkutabilmektedir (Vembery’den aktaran Georgeon, 2016, s.291). Kızı Ayşe Osmanoğlu anılarında, Abdülhamid’in ağzından şu şekilde bir aktarım yapar; ‘’Cihadın kendisi değil, fakat isimi bizim elimizde bir silahtı. Ben bazen sefirleri tehdit etmek istediğim vakit, ‘Bir İslam halifesinin iki dudağı arasında bir kelime vardır. Allah bunu çıkartmasın’ derdim. Cihat bizim için ismi olup cismi olmayan bir kuvvetti. (Osmanoğlu, 2016, s.231)’’. Görülüyor ki, hilafetin büyülü sözcükleri, Abdülhamid’in dış politikada fayda temelli olarak kullanışlı ve kurnazca kullanılan kavram olarak değer görüyor ve İslami retorik çerçevesinde gerek tebaasına yönelik gerekse dışarıya yönelik hamlelerinde Osmanlı’ya geniş bir alan sağlıyor. Konuya bugünden hareketle baktığımızda ise Erdoğan’ın, Abdülhamid’le iç içe ve hatta bir nevi devamcısı olduğundan hareketle tanımlanan yeni tarih anlatısı, Erdoğan’ın dış siyasette geliştirdiği hamleleri, söylemleri ve yöneldiği alanları daha iyi anlamamıza vesile oluyor.

Sonuç Yerine

Payitaht: Abdülhamid dizisi, günümüzde çokça tartışmalı bir isim olan 2.Abdülhamid’e dair yeni kavrayışlar getirmesi anlamında önemli. Dizi kurgusal nitelikli olsa da konusu gereği geçmişe verdikleri referanslar, pek çok siyasal sembolü pekiştirmesi ya da sembollerin yeniden gündeme sokularak kitleler nezdinde örtük ya da örtük olmayan biçimde etkili olabilmesi açısından güncel siyasetteki söylemlerle belirgin bir etkileşimsel sürece dahil oluyor. Siyasal İslam’ın kendisine bugün bu denli -suni olsa da- güçlü referanslar yaratabilmiş olması, yıllardan beri süre gelen çeşitli, karmaşık siyasal süreçle-rin bir sonucu olarak görülebileceği gibi bir yandan da siyasal-kültürel sembollerin, toplumsal-kültürel yaşamdaki varlığının İslami ögelerle donatılmış olması bir etken olarak örnek gösterilebilir. Böylelikle diyebiliriz ki, Payitaht: Abdülhamid dizisi kimi zaman hilafeti kimi zaman Batıyı kimi zamansa içerideki Batı yanlısı güçlerle girişilen mücadeleyi konu edinerek, Türkiye modernleşmesine dair oturtulmak istenen yeni tarih yazımı ve toplumsal algıya dair medyatik bir katkı sunuyor. Recep Tayyip Erdoğan özelinde AKP hükümeti doğrultusunda düşündüğümüzde ise yine bahsedilen konularda geliştirilen söylemlerin diziye yakınsar durumda geliştiği hatta kimi yerlerde denk görülebilecek konuların benzer söylemler etrafında şekillendirildiğini söyleyebiliriz. Bu bağlamda, siyasal İslamcılığın yekpare bir bütün olarak olmasa bile 2. Abdülhamid’e karşı geliştirdiği bu tutum, salt 2. Abdülhamid’in İslamcı karakterinden değil, Türkiye modernleşmesi paradigmalarına bir alternatif olarak 2. Abdülhamid’in gündeme sokularak yeni bir tarih yazımı geliştirilmesinin ana uğrağı olarak karşımıza çıkıyor.

Kaynakça

  • TOKDOĞAN, N. (2018), Yeni Osmanlıclık – Hınç, Nostalji, Narsizm, İstanbul: İletişim Yayınevi.
  • GERGEON, F. (2016), Sultan Abdülhamid, çev. Ali Berktay, İstanbul: İletişim Yayınevi.
  • OSMANOĞLU, A. (2016), Babam Abdülhamid, İstanbul: Timaş Yayınları.TUĞRUL,S. (2010), Ebedi Kutsal Ezeli Kurban: Çoktanrılıktan Tektanrılığa Kutsal ve Kurbanlık Mekanizmaları, İstanbul: İletişim Yayınları.
  • FEROZ, A. (2016), Modern Türkiye’nin Oluşumu, çev. Yavuz Alogan, İstanbul: Kaynak Yayınları.
  • SARAÇOĞLU, C. (2013), ‘’AKP, Milliyetçilik ve Dış Politika: Bir Milliyetçilik Doktrini Olarak Stratejik Derinlik’’, Alternatif Politika, 5(1), s.52.68.
  • CARR, E.H, (2016), Tarih Nedir?, çev. Misket Gizem Gürtürk, İstanbul: İletişim Yayınevi
  • KARAL, E.Z, (1983), Osmanlı Tarihi, cilt VIII, Birinci Meşrutiyet ve İstibdat Devirleri, 1876,1907, Ankara: Türk Tarih Kurumu
  • Yapımcı, ES FİLM ve Yönetmen, AKAR, SERDAR. (2017). Payitaht: Abdülhamid. Türkiye
  • http://gazetekarinca.com/2017/04/bir-erdogan-abdulhamid-analo-jisi/
  • https://www.sabah.com.tr/gundem/2015/10/26/jon-turkler-is-ba-sinda