Fransa’daki Grevler Sendikaların Hayatta Olduğunu Gösteriyor*

Ekonomik krizin arifesinde Nicolas Sarkozy övünerek “Fransa’da bir grev olduğu zaman, artık kimse farkına bile varmıyor” demişti. Fakat son yılların en büyük grevine çıkan Fransa’da örgütlü işçi sınıfı, bir kez daha gücünü olduğu kadar sınırlarını da gösteriyor.

Emmanuel Macron hükümeti tarafından açıklanan akaryakıt vergisi zammına karşı hareketlenen yüzbinlerle beraber, 17 Kasım 2018’de Fransa, 1968 Mayısından beri eşi görülmemiş bir hareketin doğuşuna tanıklık etti. Fransa’nın tarihsel olarak eylem ülkesi olması bir yana, bu hareketlenme yeni ve hem sosyolojik bileşimi hem de eylem araçları açısından olağandışı bir şekilde ortaya çıktı. Sarı yeleklerini giyen eylemciler gilets jaunes,1 toplumsal hareketlenmelerde nadiren kendini gösteren nüfus kesimlerinden oluşmuştu. Bu kesimler, yoksul işçilerden işçi sınıfı hanesine mensup kadınlara ve kırsal kesimde yaşayan gençlere kadar değişkenlik gösteriyordu.

Tam bu noktada bir çelişki vardı. Gilets jaunes, esasen maddi kaygılara odaklı olmasına rağmen2 geleneksel emek örgütlerine karşı güvensizdi hatta onları düpedüz reddetmişti. İlk eylemlerden bir ay sonra, yakın bağlar kurmak adına ilgisizce girişilen çabalara ve birçok sendika aktivistinin kişisel olarak meseleye dahil olmasına rağmen umut edilen birleşme hiçbir zaman gerçek anlamda sağlanmadı. Bugün gilets jaunes, sahneye yeni “actes” (eylemler) koymaya devam ediyor. Fakat toplu işgalleri dağıtıldı ve her Cumartesi devam eden eylemleri bugün ülke çapında yalnızca birkaç yüz eylemci topluyor.

Gilets jaunes hareketi, bazıları için Fransa’daki sendikaların zaaflarını ve ayrıksılığını görünür hale getirdi. Macron hükümetinin tavizleri sonucunda, toplam tutarı 10 milyar Avro’yu bulan dolaylı maaş zammıyla gilets jaunes, sendika konfederasyonlarının yaklaşık otuz yıldır uğraşıp da başaramadığı kazanımlar elde etti. Sendikalar için bunun peşinden gelen aşağılanma duygusu çok daha gözle görülür olmuştu, çünkü bu durum kendi örgütlülükleri için yenilgilerle geçen bir on yılın sonunda geliyordu. Gerçekten de gerek sağcı gerek solcu bir dizi farklı hükümet tarafından dayatılan neoliberal politikalar karşısında sendikaların stratejileri sürekli olarak etkisiz görünüyordu. Öyle ki, 2008 yılında sağcı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy neşeli tavırlarla şunu iddia edebiliyordu: “Fransa’da bir grev olduğu zaman, artık kimse farkına bile varmıyor.”

Oysa bugün, Fransa kesinlikle fark ediliyor. 5 Aralık 2019’dan beri ülke, emeklilik sistemine yönelik bir reform planına karşı başlayan grevlerden etkilenmiş durumda ve bu, sürekli grevlerin çağdaş Fransa tarihindeki en uzun süreli dalgası olma niteliği taşıyor. CGT konfederasyonunun öncülüğündeki merkez sendikaların başlattığı bu hareket gördüğü destek, bileşimi ve süresi bakımından daha şimdiden tarihi nitelikte. Bir taraftan bu grev Fransız sosyal hareketliliğinin tüm klasik karakteristiğini gösterirken diğer taraftan bir sosyal kriz bağlamında meydana geliyor. Bununla birlikte gilets jaunes hareketinden gelenler de dahil olmak üzere bir dizi yeni katılımcıyı çekiyor.

Emeklilik Reformu

İşçilerin savunmak için mücadele verdiği emeklilik sistemi gerçekten de köklü bir sistem. Mevcut sosyal sigorta temelli sistem, 2. Dünya Savaşı’nın sonrasında komünist bir bakan ve savaş zamanında direniş militanlarından biri olan ve aynı zamanda ülkenin sosyal güvenlik sistemini de inşa eden Ambroise Croizat tarafından kurulmuştu.

Yetmiş yıldır, emeklilik sistemi nesiller arası dayanışma ilkesine göre, aktif çalışanların yaşlıları finanse etmesi şeklinde işliyordu. Demiryolu işçilerinden kanalizasyon tesisi çalışanlarına ve opera dansçılarına kadar görece daha zorlu şartlarda çalışan bazı gruplar da erken emekli olmalarına olanak sunan “özel düzenlemelerden” yararlanıyordu.

Ancak Fransız nüfusunun hayat beklentisindeki artış, zaman içinde birçok hükümetin bu sistemi dönüştürmesine zemin hazırlamıştı. 1990’ların ilk zamanlarından itibaren işçilerin çalışma süresini uzatma amaçlı birçok tedbir getirildi. Tabii ki bu tedbirler de direnişle karşılaştı.

1995 yılında, bahsettiğimiz “özel düzenlemelerin” iptal edileceği açıklaması ülkeyi yangın yerine çevirmişti: Üç hafta boyunca kamu idarelerinde ve ulaşım ağındaki grevlerle olduğu kadar kitlesel hareketlenmeler de3 Fransa’yı durma noktasına getirmişti. Sonuç olarak bu reformdan vazgeçildi.

2000’li yıllar boyunca güçlü bir muhalefet olmasına rağmen başka planlar da uygulandı. Fakat alınan bu tedbirler, şimdi olduğu gibi emeklilik sisteminin temel ilkeleriyle ilgili olmaktan ziyade yalnızca teknik meselelerle alakalıydı; özellikle işçilerin katkıda bulunmaları gereken süre ile.

Şimdi bu durum Başbakan Edouard Philippe tarafından sunulan, çoğunlukla uluslararası finansal aktörlerin aktif lobicilik faaliyetlerinden ilham alınarak tasarlanan ve sistemin işleyişini radikal şekilde dönüştürmeyi amaçlayan bir planla değişiyor. Değişikliğe göre tüm sektörlerde çalışan işçiler artık tek tip çalışma dönemi için ödeme yapacaklar ve emekli maaşları artık işsiz kalınan dönemler de dahil olmak üzere tüm çalışma süreleri üzerinden hesaplanacak (Buna karşılık mevcut hesaplama özel sektörde en yüksek maaşın alındığı 25 yıl üzerinden, ya da kamu sektöründe emeklilikten önceki son altı ay üzerinden yapılıyor). Bunlara ek olarak çalışanların tam emekli maaşı alabilmesi için en az altmış dört yaşına kadar çalışmaya devam etmesi de gerekecek.

2019 Temmuzunda emeklilik yüksek müdürü Jean-Paul Delevoye’nın4 bu tasarıyı duyurmasını takip eden süreçte, 13 Ekim’de Paris’in kamusal ulaşım ağında bir “ilk grev günü” örgütlendi. Metronun 12 hattından 10’u, operatörler greve çıktığı için kullanım dışı kaldı.

Greve Katılma

Bu uyarıya rağmen hükümet, planlarını devam ettirdi. Merkez sendika konfederasyonları “yenilenebilir”5 bir ulusal grev çağrısında karar kıldılar.

Bir istisna, Fransa’nın en büyük tekil sendika konfederasyonu olan CFDT’ydi. 1980’lerden itibaren keskin bir dönüşle reformizme kayan sendika hem şirketlerle hem de devletle sosyal diyalog yoluyla karşı karşıya gelmeyi savunuyor, nadiren grev çağrısı yapıyordu. Geçmişte de tartışmalı yasalara destek çıkan sendika, içerisinde derin krizler yaşamıştı ve binlerce üye sendikayı bırakmıştı (örneğin 1995’te olduğu gibi).

Tam emeklilik maaşı ödemesinin tek yaşa bağlı olması ve zorlu koşullarda çalışan işçilerle ilgili düzenlemeler gibi, Macron’un planının bazı detaylarına karşı çıkıyor olsa da CFDT, yıllardır hükümetin önerdiği gibi tek tip bir emeklilik sistemi savunuyordu. Böylece konfederasyon kitlesel hareketliliğin yalnızca bir gününe katıldı ve kendisini diğer sendikaların toplu eylem çağrısının da dışında tuttu.

İlk grev günü olan 5 Aralık yine de güçlü bir grev hareketliliği görmüştü. Grevde RATP (Paris otobüs ve metro), SNCF (ulusal demiryolu), devlet okulları, Air France (Fransız havayolu şirketi), hava trafik denetleyicileri, elektrikçiler ve doğalgaz tesisatçıları, petrol rafinerileri, adalet sistemi ve polisin de kapsandığı sendikalar olduğu kadar, özel sektör çalışanları ve hukukçular gibi profesyoneller de bulunuyordu. Ülke genelindeki eğitimcilerin yüzde 70’i greve çıkarken tren seferlerinin yüzde 90’ı iptal edildi ve 11 metro hattı kapandı.

Buna ek olarak kitlesel eylemler de yapıldı: Eylem günleri olan 5 ve 17 Aralık’ta, birçok küçük ve orta ölçekli yerleşim yerini de kapsayacak şekilde 615 bin ila 1,8 milyon arasında insan eylemlere katıldı. Bu sayılara, son zamanlardaki polis şiddetinin potansiyel katılımcıların birçoğunu yürüyüşlere katılmaktan vazgeçirmesine rağmen ulaşıldı.

Ocak ayının ikinci haftasına girilmişken dahi grev hala devam ediyor.6 Kuşkusuz, aradan geçen bir ayda uzun vadeli bir grevin bedelini de hesaba katarsak hareketlilik soluklaştı. Fakat bir düzeyde hala devam ediyor: 31 Aralık’ta tüm demiryolu işçilerinin neredeyse yarısı grevdeydi ve metro hatlarında yoğun kesintiler meydana gelmişti.

Bu noktada vurgulanması gerekiyor, grevin “yenilenmesi” en başta Paris’in ulaşım sistemini ilgilendiriyor: Diğer sektörlerin de grevlerden etkilenmesi söz konusuyken (örneğin okulların) grevi takip eden günlerde olacaklara ilişkin belirsizlik hakimdi ve esasen eylem çağrılarının yapıldığı günler önem kazanıyordu. Özel sektörde grevler daha nadir oluyor ve esas olarak çok büyük şirketlerde yoğunlaşıyordu.

En önemlisi, medyanın dikkate değer saldırganlığı ve bu durumun milyonlarca işçiye rahatsızlık vermesine rağmen grevler, bitmek bilmeyen halk desteğinden yararlanmaya devam ediyor. Başlangıçtan beri siyasetçiler ve medya bir yandan birçok bireysel gruba (polis memurları, hava trafik denetleyicileri, itfaiye memurları, sağlıkçılar, opera sanatçıları vb.) imtiyazlar tanırken grevi korporatist7 bir hareketmiş gibi lanse ederek geçiştirmeye çalışmıştı.

Hükümetin iddia ettiği gibi kamuoyu özel düzenlemelerin kaldırılmasını destekliyor ise; demek ki hükümet, reformların nüfusun geri kalanına nasıl yarar sağladığını bir türlü açıklayamıyor. Başlayalı bir ay oldu, nüfusun yüzde 63’ü hala hareketi destekliyor ve yüzde 75’i de emeklilik reformu planının kısmi olarak ya da tamamen iptal edilmesini istiyor.

Grev Kültürü

İş ilişkileri bakımından Avrupa’daki en çatışmalı ülkelerden biri olmasından dolayı, belki de Fransızlar günlük hayatlarını zora sokan bu grevlere artık alışmış mıydı? Televizyonlardaki grev karşıtı “uzmanlar”, medya onların grevciler tarafından ısrarla rehin alındığını söylerken dahi grev kültüründen bahsetmiyor muydu?

Tabi ki herkes grevlere aynı oranda katılmıyor. 1970’lerin sonundan itibaren işçilerin kalesi olarak bilinen Renault’nun Billancourt araba fabrikası gibi yerlerin kademeli olarak yok olmasıyla birlikte grevler, diğerlerinden ziyade kamuya bağlı iş yerlerinde etkili hale geldi. İşe alınma koşulları daha da belirsiz hale getirildikçe Fransız işçiler daha az hareketlenir oldu ve çalıştıkları şirket daha küçük oldukça greve çıkmaya daha az yatkın oldular.

Sosyolog Jean-Michel Denis’e göre bugün, gerçekten de özel sektörde çalışan Fransız işçilerin yalnızca yüzde 8 kadarı sendikalı; aynı zamanda özel sektördeki grev günleri sayısı 1970’lerde 3 milyonun üzerindeyken 1990’larda ve 2000’lerde 250 bin ila 500 bin arasına kadar düşmüş durumda. Benzer şekilde grevler de eski nüfuzunu yitirmiş durumda: İki günden daha az süreli iş bırakma eğilimi artarken iki günden fazla süreli iş bırakma eğilimleri azalıyor. Çalışanlar gittikçe mücadelenin daha kısa veya daha dolaylı yöntemlerini tercih ediyor: İş yerini terk etme,8 imza kampanyası başlatma, iş yavaşlatma ya da kurallara bağlı kalarak işi yavaşlatma9 gibi.

Genel olarak grev eylemi iş uyuşmazlıklarında marjinalleşmiş durumdayken işçiler yine de bu kolektif eylem biçimine ve daha da genel olarak bu grevleri örgütleyen sendikacılara bağlılığını sürdürüyor. Dikkate değer olan bir diğer şey ise bugünkü kamuoyunun ülkenin en son durma noktasına geldiği zamana (1995 yılındaki emeklilik reformu planını hurdaya gönderen grev hareketi) oldukça benzer olması.

O zamanlar da “vekaleten grevler” çokça konuşuluyordu. İşi durdurması daha az mümkün olması sebebiyle greve çıkamayan, fakat greve çıkabilen işçilerin desteklenmesiyle çıkılan vekaleten grev. Şimdiki tartışmada sosyal medya destekli online grev fonlarının benzeri görülmemiş rakamlara ulaşmasıyla, bu vekaleten eylemlilik hali çok daha geniş oranlara ulaşmış gibi gözüküyor. Şimdiye kadarki en büyük grev destek fonu ayda 2 milyon Avro’yu aşan bir meblağa ulaştı.

Bu yöntem, özellikle bağış yapan bazı işçilerin doğrudan çatışmaya dahil olmak yerine belli bir miktar bağış yaparak kendi vicdanlarını rahatlatmaya çalıştığı şeklinde bazı tartışmaları da alevlendirdi. Fakat her şeye rağmen bu durum, emeklilik sistemi etrafında epeyce farklı şikâyetin biriktiğine de tanıklık ediyor.

Birleşme Noktası

Reform planı bütün emeklilik sistemini aynı yere toplamayı başaramasa bile, geçtiğimiz aylarda çeşitli gruplardan işçilerin ifade ettiği şikayetler için bir tür birleşme noktası olarak hizmet ediyor.

Öne çıkan örneklerden biri, 2019 Mart ortasından beridir güçlü destek alan grevler düzenleyen acil kliniği işçileri. Eylemleri hem farklı iş kolları kolektifleri hem de hastane hiyerarşisinin çeşitli katlarındaki kişiler tarafından yeteri kadar desteklenmişti.

Geçtiğimiz aylarda eğitim alanında da iki büyük ihtilaf yaşandı: En düşük notlu okul öğrencilerini cezalandıran yeni üniversiteye giriş planının reddedilmesi sonrasında ikinci okul10 öğretmenleri, Fransa genelindeki lise bitirme sınavı standartlarını ortadan kaldıracak olan yeni eğitim sistemine sınav kağıtlarını okumayarak muhalefet ettiler. Öğretmenlerin verdiği mücadele oldukça zorluydu.

Daha yakın bir zamanda, bir ilkokul müdürünün işyerindeki intiharıyla Fransız okulları travmatize olmuştu. Öğretmen, yazdığı açık bir mektupta eylemini iş yükünün çok artmasından dolayı oldukça yıprandığını ve okulun kaynak eksikliğini vurgulayarak gerekçelendirmişti.

Ülkedeki bütün bu çatışmalar, yoksulluk oranındaki olağanüstü artışla ayırt edilen çok daha geniş bir sosyal krizin ifadesi gibi gözüküyor. Bu bağlamda düşününce tüm maaşlı çalışanları etkileyecek olan bir reformun grevdeki işçilerle genele yayılmış bir dayanışma yaratması gerek kamuoyu algısı anlamında gerekse grev alanında sürpriz olmuyor. Gerçekten de öğretmenlerin, hastane çalışanlarının ve öğrencilerin şafak vakti otobüs garajlarındaki kapatmalara katıldığı bir sürü örnek var. Bu genele yayılmış hareketlilikle karşılaşan gilets jaunes da buraya katılmakta gecikmedi. Fakat gilets jaunes’un örgütlü işçilerin safına katılmasını gerçekte ne sağlamıştı?

Yeni Bir Soluk Arayışı Mı?

Bu grevle Fransız sendikaları bir başarıya çoktan erişmişti. Böylesine kitlesel ve farklı iş kollarının dahil olduğu bir grev başlatmakla konfederasyonlar, özellikle de CGT ve Sud, sosyal mücadelenin bu biçiminin Fransa’da hala işe yarar olduğunu açıkça göstermişti.

Tek başına bu durum sendikalardaki güçlü krize girme eğilimlerini tersine çevirmeye yetmiyor. Fakat onları erkenden ölüme mahkûm eden kehanetler için büyük bir karın ağrısı yaratıyor. Ayrıca hükümetin, sendikaların iş yerlerindeki katılımcı rolünü reddeden kibirli yaklaşımını ve 2017 emek yasası reformuyla getirilen sosyal düzenlemeyi de sorguluyor.

Peki, sendikaların ilgili durumu sendika dışında oluşan geniş çaplı hareketlerin, dikkate değer biçimde gilets jaunes’un fakat aynı zamanda farklı küresel hareketlerin, çevre aktivistlerinin ya da sivil toplum kuruluşlarının da oluşturduğu ortak hareket alanının bir parçası haline geldiklerini gösterir mi?

Bu sorunun cevabı belirsizliğini koruyor. Gilets jaunes’un bir bölümü destekçilere açıktan sendikal hareketliliğe katılma çağrısı yapmışken sokak hareketliliğinin ve sendikal mücadelenin farklı dinamiklerinin birleşmesi sendikalar için öncelik değilmiş gibi gözüküyor.

3 Kasım 2019’da Fransa’nın her yanından gilets jaunes’un katılımıyla düzenlenen “meclisler meclisi” toplantısında 5 Aralık’taki çoklu iş kollarının grevine katılma çağrısı yapan bir karar çıktı. Bu karar tamamıyla sürpriz olmamıştı: Geçen yıl boyunca birçok gilets jaunes, maaş artışından özelleştirme karşıtı duruşa kadar birçok alakalı sendika sloganını benimsemişti. Gerçekten kendileri de harekete verdikleri destekten dolayı onları işlerinden kovmakla tehdit eden patronlar tarafından iş yeri baskısına maruz kalmışlardı.

CGT genel sekreteri Philippe Martinez bunu “iyi haber” şeklinde karşılamış olsa da bu durum, sendikalarla gilets jaunes arasında gerçek anlamda diyalog kurmaya yönelik bir niyet belirtisine dönüşmedi. Yerel düzeyde, özellikle orta ölçekli yerleşim yerlerinde daha yakın ilişkiler geliştirildi. Ancak ulusal düzeyde temelde herhangi bir değişiklik gözlenmiyor. Birbirini tamamlayan iki faktör bu durumu açıklamaya yarayabilir.

Meselenin bir boyutu, gilets jaunes hareketinin birçok farklı aktivist kesime bölünmüş olmasıyla açıklanabilir. Bazıları özgürlükçü telkinle Commercy kentindeki bir grubun peşinden toplulukçu maceraya atıldı. Diğerleri bağımsız yurttaş kolektifleri tarafından yönetilen ve yerel mücadeleleri koordine eden yurttaş lobisinin kuruluşunu duyurdu. Hâlâ daha bazıları meclisler meclisi olarak bilinen koordinasyon yapısını devam ettirerek fazlaca denenmiş eylem biçimlerini gerçekleştiriyor (mitingler, toplu işgaller gibi).

Mevcut hareketliliğe katılmayı sürdürmelerine rağmen birçoğu da sarı yeleklerini giymeyi bıraktı. Sendikaların ve gilets jaunes’un ortaklığının bu sayede bazı kentlerde daha görünür ve birbiriyle uyumlu olması şaşkınlık yaratmıyor. Zaten Kasım 2018’de başlayan hareket, kendi başına siyasi ve bölgesel olarak parçalara ayrıldı.

Bir diğer boyutunda da sendika konfederasyonlarının genişleyen talepler ve mücadeleye katılan gruplar listesine huzursuz yaklaşması bulunuyor. Sendikalar diğer grupları memnuniyetle büyük eyleme çağırdığı zaman bu sefer de onlar parçalı tutum sergiliyor ve genel olarak onlar da farklı mücadeleleri bir araya getirmekte pek aktif değiller. Konfederasyonlar grev fonlarını kendileri finanse etmiyor, kendi eylemcilerini özel olarak farklı çarpışmalara göndermiyor ve kendi tanımladıkları taleplere bağlı kalıyor.

Dolayısıyla şu anki dönem, soru işaretleri açısından zengin. Eğer bir aydan sonra emeklilik üzerine yapılan çatışmalarda hareket yavaşlıyor gibi görünürse, petrol rafinerisi işçilerinin ve avukatlar gibi profesyonellerin harekete katılacağı duyuruları gibi hareketliliği yenileyecek başka izler de mevcut. 9 ve 11 Ocak için iki büyük eylem duyurusu yapılmış durumda, geniş kalabalıklar toplayacak gibi duruyor.

Genel greve çıkılmasına yönelik sendikalist özlemin tekrar yükselişte olduğu bir dönemde, Fransa’nın farklı sosyal hareketlilikleri gerçekten birlikte hareket etmekten ziyade bir arada var olmanın görüntüsünü veriyor. Yine de aynı otoriter, neoliberal gücü; taviz vermeye niyetli olmayan bir hükümeti karşılarına alıyorlar. Bu ortak mevzide, bizler ancak sendikaların kendi gerçekliğini tekrar yaratabileceğini kanıtlamasını umut edebiliriz.

*Yazının orijinali, “France’s Strikes Show the Unions Are Alive” başlığıyla 8 Ocak 2020 tarihinde jacobinmag.org’da yayımlanmıştır. Yazıdaki dipnotların bir kısmı, Türkiyeli okurun yazıyı daha kolay takip edebilmesi için ve çevirmen tarafından eklenmiştir; bir kısmı ise yazının orijinal haline aittir. Yeni Yazılar dergisinde yayımlanan çeviriler, derginin yayın politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.

Dipnot

  1. Gilets jaunes (Tr: sarı yelekler) Fransa’da yasa gereği tüm motorlu araç sahipleri araçlarında sarı yelek bulundurmak zorundadır (yazarın notu).
  2. “İlk bakışta, sendikaların odaklandığı taleplere benzer şekilde” (yazarın notu)
  3. CGT sendikası verilerine göre, iki milyon kişi o zaman sokağa çıkmış (yazarın notu).
  4. Jean Paul Delevoye, Cumhurbaşkanı Macron’un emeklilik reformu tasarısı için yetkilendirdiği siyasetçi (çevirmenin notu). 16 Aralık’ta sigorta şirketleriyle olan bağının yarattığı çıkar çatışması ifşa edilince görevinden istifa etmek zorunda kaldı (yazarın notu).
  5. Tarihleri önden ilan edilmeden sürekli olarak kullanılabilen bir grev dayatması (yazarın notu).
  6. Yazının orijinali, Ocak ayının ikinci haftasına denk gelen 8 Ocak 2020 tarihinde yayımlanmıştır (çevirmenin notu).
  7. Kapitalist şirketlerden farklı olarak, bir ülkenin toplumunun ve ekonomisinin büyük çıkar grupları tarafından düzenlenmesini ve bu grupların temsilcilerinin müzakere ve anlaşmalar yoluyla oluşabilecek problemlerin önüne geçmesini savunan ideoloji, korporatizm. İtalya’nın Benito Mussolini dönemi en bilinen örneğidir (çevirmenin notu).
  8. İş yerini terk etme (İng: walkout), bir eylem biçimi olarak, işçilerin çalıştıkları yeri topluca terk etmesidir. Grevden farklı olarak bu eylem anlık olarak gelişebilir ve tüm işçilerin orada bulunmasını gerektirmez. Greve ise genellikle işçilerin tümü tarafından oy kullanılarak karar verilir ve hem çalıştıkları kuruma hem de oradaki tüm işçilere karar önceden ilan edilir (çevirmenin notu).
  9. Kuralı kadar çalışma (İng: work to rule), işçilerin sözleşmelerinde yazan kurallara uyacak ancak gerektirdiğinden fazlasını yapmayacakları şekilde çalışmalarını sağlayacak bir eylem biçimidir (çevirmenin notu)
  10. İkincil okul şeklindeki yazımın sebebi, Fransa’da 11 ile 18 yaşları arasında devam edilen okulların bütününe ikinci okul denmesidir (çevirmenin notu).