Çağrı Sinci ile Röportaj: “Umutsuz Aydın Olmaz!”

“Rap müzik yaparken herkesin bir iddiası varsa benim iddiam ‘en iyi sözü ben yazarım’ iddiasıdır.” diyen, rap müziğin kalemi sivri isimlerinden Çağrı Sinci ile yeni çıkan albümü, hayatı ve türkçe rap müziğin güncel tartışmalarına üzerine konuştuk.

Röportajımıza son albümünle başlayalım istersen. Geçtiğimiz sene çıkan Çığlık albümünün ardından ocak ayı içerisinde devamı niteliğindeki Çığ albümünü dinleyicilerinle buluşturdun. Açıkçası biz albümü çok başarılı bulduk. Adeta “Terse akan nehirlerden ellerinde kelimelerle geçmişsin”. Geri dönüşler nasıl? Albüm seni tatmin etti mi?

Sanki Çığlık güzel reaksiyon aldı da Çığ kaynadı gibi hissediyorum. Siz ne dersiniz? O kadar uğraştık ki Çığ ile… Normalde ben 10 şarkıyı 10 günde de yaparım yani ama biz o 10 şarkıyı bir senede yaptık. Çok uğraştık. Bence zaman geçtikçe anlaşılacak çok fazla detayı var bu iki albümün. Mesela dünyada yapılmayan bir soundu yapmaya çalıştık; kullandığımız mix teknikleri, kayıt tekniklerinin hepsi oldschool teknikler. Sadece analog masa kullan-madık. Onun dışındaki her şey sanki 90’larda yapılmış gibi; o mantıkla yaptık alt yapısından mixine ve vokal tekniğine kadar. Buna uyanamadı gibi insanlar. Acaba biz mi iyi anlatamadık ne yapmaya çalıştığımızı diye de düşünüyorum. Klasik olacak iki albüm, ikisini tek albüm gibi düşünürsek türkçe rap için klasik bir albüm yaptık diye düşünüyorum kendi adıma.

Çağrı Sinci’nin bazı şarkılarına baktığımızda zaman geçtikçe dinleyicide yer ediniyor.

Evet benim şarkılar hep öyle oluyor niyeyse. 2 seneye ihtiyacı var en az insanların dinleyip anlayıp, bu ne güzel şarkıymış demesi için. Modern zamanlar’da da öyle oldu, Lobotomi’de de böyle oldu. İlk çıktığı zaman hiç şu anki gibi değildi. Şimdi klasik haline geldi, bağıra bağıra söylüyor millet…

Albümlerindeki teknik farklar olmakla birlikte bazı ortak noktalar da mevcut. Her iyi müzisyenin bir alametifarikası vardır. Seninki kuşkusuz liriklerin. Yazdığın sözler hafızaya o kadar iyi kazınıyor ki şarkılarının melodisinden önce sözleri akıllara geliyor hep.

Eyvallah, benim de amacım o aslında biraz. Rap müzik yaparken herkesin bir iddiası varsa benim iddiam da “En iyi sözü ben yazarım” iddiasıdır herhalde. Bir rap şarkısını oluşturan çok fazla detay var. Müzik var, vokal var, söyleme şekli var, ses tonu var, söz var, klip var, styling var. Daha bir sürü detay var. Herkes de bir konuda diğerlerinden olduğundan daha iyi olabiliyor ister istemez. Ben de lirikal anlamda diğer başlıklardan çok önde olduğumu düşünüyorum kendi adıma.

Yaptığın sert şarkıların yanında çok duygusal parçaların da var. Öfkeli olduğun şarkılarda da, duygusal olduğun şarkılarda da duygunu en üst düzeyde aktarıyorsun.

Evet doğru. Aslında şöyle bir şey var, yazarken maksimum duyguda yazıyorum; söylerken yeni yeni tam duyguyu yansıtabilmeye başladım. Önceden, eski kayıtlarıma bakıyorum hep kötü okumuşum yani. Hep hata yapma kaygısıyla kabine girip söylemişim. Bu kaygıyı fark edebiliyorum eski şarkılarımda. Çığlık ve Çığ’da keyifle söylemeye başladığımı hissediyorum şarkıları. Şarkıyı yazarken duyguyu hissetmek kadar, şarkıyı söylerken duyguyu hissetmek de önemli olay. Konserlerde fark ediyorsunuz, daha iyi performans oluyor çünkü tam duygudayım o esnada. Ama kabin öyle bir şey değil, çok daha profesyonellik isteyen, eğitim isteyen bir şey. Tabii biz oldschooluz, sokakta söyledik önce, 2 sene sonra stüdyoya girdim ben.

Modern Zamanlar’da kapitalizmin toplumu nasıl yozlaştırdığını gözler önüne seriyorsun; Hep Biz Öldük’te sınıf mücadelesinden aslında bir hikaye üzerinden bahsediyorsun; son albümündeki Canavar Kafanda parçanda ise toplumsal belleğimizde yer etmiş olayları -belki tekrar hatırlamamız için- teker teker dillendiriyorsun. Bunları bir “kaygı”yla mı yazıyorsun? Eğer öyle bir kaygı varsa, nedir?

Ben bunları siyasi bir kaygıyla değil gayet insani ve varoluşcu bir kaygıyla, insani düşündüğüm ve sizinle paylaşmak istediğim bu olduğu için söylüyorum, bir oy beklentisiyle veya belediye başkanlığı kaygısıyla yapmıyorum bunları. O yüzden siyasi tavır takınmakla aynı şey değil bizim yaptığımız iş diye düşünüyorum. Biz politik bir iş yapalım diye yola çıkmıyoruz. O çok salakça bir düşünce. O şekilde düşünüyorsan gider siyaset yaparsın. Biz sadece içimizden geleni yapma kaygısıyla iş yapıyoruz. İçimizden o an ne söylemek geliyorsa. O anki düşüncemiz muhalifse, iş de muhalif oluyor yani. Benim de çok değiştirdiğim fikrim oldu, tavrım oldu. Bundan 10 yıl önce söylediğim her şeyin altına imzamı atamam. Birçok şarkımda, birçok cümlemde “Keşke bunu söylemeseydim” dediğim çok şey var.

Türkçe rapte dinlediğin isimler var mı ?

Türkçe rap hiç açmıyor beni. Rapi açsa liriği açmıyor, liriği açsa sound açmıyor, sound açsa içerik açmıyor. Bir şekilde türkçe rap dinleyemiyorum, yalan yok. Çok nadir dinlerim, bir iki şarkı. K”st’ü dinlerim arada. Sa-ian’ın Berhava’sını çok sevdim. Bunların dışında tam anlamıyla hoşuma giden Türkçe rap yok benim şu an. Hala eskilerdeyim taa İslamic Force – Mesaj albümünü dinliyorum. Türkçe rap çok az dinliyorum, şimdi “kendimi dinliyorum” diyeceğim narsist diyecekler…

Rap müzikle ilgili sürekli olarak bir kategorileştirme eğilimi var. Bu durumla ilgili ne düşünüyorsun?

Ben şöyle düşünüyorum, herkesin düşüncesine saygı duymakla birlikte, rap müzik, mc’nin gerçek olması koşuluyla yapabildiği bir müziktir. Yani, gerçekten kast ettiğim takındığı tavır, bulunduğu söylem, konuştuğu kelimelerin yapmacık değil samimi olması. Bunların olması gerekir ki yaptığı rapin ruhu olabilsin. Çünkü rap müziği besleyen en önemli nokta, o ruhu aksettirebilmesidir bence. Çünkü müzikal olarak çok müthiş bir müzik türü değil sonuçta. Bir senfoni değil, bir opera değil. Çok müzikal altyapısı olan bir müzik türü değil; ama ruhu iletebilmen için, o hissiyatı geçirebilmen için öncelikle senin gerçekten hissettiğin şeyi söylüyor olman lazım. Gerçek olman lazım. Bu bağlamda “şöyle rapçi” “böyle rapçi” gibi saçma bir kavram kargaşası var Türkiye’de. “Melanko” diye bir rap türünden bahsediyorlar. Öyle bir rap türü olabilir mi? Bir duygu nasıl bir rap türü olabilir yani? Bu kadar salakça bir kavram kargaşası ancak Türkiye’de olabilir. Başka hiçbir ülkede bu kadar salakça bir isimlendirme yoktur diye tahmin ediyorum. Her alanda kavram kargaşası var. “Ön libero” diye bir şey var bizde, duydun mu sen hiç “ön libero”? Dünyanın hiçbir yerinde “ön libero” diye bir şey yoktur.

Rap müzik son dönemde gençlik arasında popülerleşti, popülerleşmeye de devam ediyor. Burada rap müzik derken bir ayrım yapmak gerekiyor belki. ‘Gucci’ler, ‘Prada’lar , sahte rap bir tarafta; gerçeklerden bahseden rap bir tarafta. Farklı ivmelerde de olsa ikisi de popülerleşiyor. Ne düşünüyorsun bu durum hakkında?

İnan bilemiyorum. Bu işin bu kadar popülerleşmesinin iyi olduğu kısımları da var, kötü olduğu kısımları da var. Tamamıyla çok kötü de diyemeyiz çünkü hayatında hiç rap dinlemeyecek, bir rap şarkısı dahi dinlemeden ölecek bir sürü insan rap dinledi. Yani bir de şimdi salak salak popçular para kazanacağına bizim çocuklar pop yapsın da para kazansın sonuçta diyebilirsin. Bir yandan da kötü oldu çünkü herkes bu işi böyle uyduruk, hiçbir şey söylemeyen, 6 kelimelik şarkılardan ibaret zannetmeye başladı. Yani işin içinden çıkamadık iyi mi oldu kötü mü oldu noktasında. Herhalde onu biz değil de dışarıdan bakanlar daha net söyleyebilir. Ben ne iyi oldu diyebiliyorum ne kötü oldu diyebiliyorum. Biraz kızgındım açıkcası ama olumlu yönleri olduğunu düşünmeye başladım son zamanlarda.

“Susamam”. Bir anda patladı; çok fazla konuşuldu. Ardından bazı sanatçılar meselenin farklı yerlere gittiğini söyleyip projeden çekildiğini açıkladı. Aynı hızda da unutuldu aslında. “Susamam” amaçladığı şeyi yapabildi mi sence?

Bence iyi ki oldu Susamam diye bir şarkı. Sonuçta bütün kamuoyu bir rap parçasıyla politik bir tavrın nasıl gösterebileceğini görmüş oldu. Ne kadar altı dolu, altı boş o başka bir tartışmanın konusu. Politik tavır takınmak cesaret isteyen bir şeydir, öyle herkesin yapabileceği bir şey değildir. İlla muhalif olmak zorunda da değilsin, iktidardan yana politik tavır takınmak daha kolay gözükür ama duruma göre o da cesaret ister. Çünkü diğer tarafı kaybedersin o zaman da.

İngilizce öğretmenliği yapıyordun, mesleğine ara verdin yaklaşık bir senedir. Bu süreçten bahsedebilir misin? Verimli oldu mu senin adına?

Bu bir deneydi. Bu deneyin şimdi yavaş yavaş çıkarımlarını yaptığım bir dönemdeyim. Ben asla yaptığım müziğe endüstriyel bir meta olarak bakmak istemediğim için, hep bir yandan da maddi gelir sağlayacak işler yaptım. Yani müziği asla bir endüstriyel meta olarak düşünmedim. Hala da düşündüğüm söylenemez, şu anda da sahnelerden para kazanma niyetindeyim. Yani hala şarkı satarak değil aslına bakarsan. Ama bir müzisyen sadece müzik yapmalı bence. Yani “Sen müzisyensen, senin hayatın müzikten ibaret olmalı” diye düşünüp, çıkmazlara girip, bir sene sadece müzik yapmayı denedim en azından. 15 Mart itibariyle iznim sona eriyor. Öğretmenlikten izne ayrıldığım 15 Mart’tan bu 15 Mart’a kadar nereden baksan 20’ye yakın şarkı yayınlamışım. Bunun dışında şu an Dj Suppa ile 5 şarkı yaptık, hazır. Deniz Sungur’la 5 şarkılık bir albüm yaptık. İndigo ile Sivil İtaatsiz’in sonuna geldik, zaten beni bekliyordu Sivil İtaatsiz. İndigo hazırdı albüme. Ve ben 10 şarkılık bir LP’nin (long play) neredeyse yarısını bitirmiş durumdayım. Yani o bir senelik kısımda yayınladığım 20 şarkı dışında bir 30 şarkı daha hazıra yakın. Sadece bir senede köpek gibi müziğe sarıldım, çünkü gerçekten 6 saat ders anlattıktan sonra eve gelip söz yazamıyordum. Ben yazamıyordum kardeşim, yazana helal olsun. Yazamıyordum çünkü sessiz, karanlık ortam arıyordum. Gidip stüdyoya müzik mücadelesi içine giremiyordum, iyi oldu. O kadar çok şarkı birikti ki şu bir senede, ben bundan sonra 3 sene hiç stüdyoya girmesem, şarkı yapmasam bile bana yeter. Çünkü müzik dinleme kültürü olan kaç rap dinleyicisi var ki allah aşkına? Klip izliyorlar, klip izlerken altta çalan müziğe bakıyorlar. Yani şarkılar bir takım kliplerin sountracki gibi oldu artık. 3 sene hiç şarkı yapmasam, sadece klip çeksem bile benim kariyerim gider diye tahmin ediyorum.

Okulda idarecilerin çekineceği bir karakter sanki Çağrı Sinci.

Öyleydim aslında ama şu anki müdürümle aram on numara. Eski Eğitim-Sen’li, çok güzel ve anlayışlı bir insan. Bu izin sürecinde bana çok yardımcı oldu.

Küçük yaşlardan itibaren rap müzik dinliyordun ve yapıyordun. Seni öğretmenlik mesleğine götüren süreç nasıl oldu? Öğretmenlikle rap müziğin bir arada gidebileceğine inandın mı?

Dönem dönem “Tamam artık, rap müzik yapamayacağım” dediğim zaman çok oldu. Şöyle ki; ben ortaokul ikinci sınıftaydım bu işlere ilk başladığımda. Ben ilk rap kaydımı aldığımda Türkiye’nin hiçbir yerinde o kadar küçükken rap kaydı almış biri yoktu. Biz Kuva-yi İzmir grubunun maskotlarıydık. Kuva-yi İzmir grubu, Yener Çevik, Cash Flow, Monoman, Alper Tunga, Hakan MC ve Darbe Teşebbüs, yani ben ve Eren’dik. Biz maskot gibi ters şapkalı falan yanlarında gezerdik. Sonra ailevi sebeplerden dolayı ben evi terk etmek durumunda kaldım. Orta üç bittiğinde, yaramaz bir çocuktum. Başıma bir sürü olay geldi, ailemle aram kötüydü falan derken yatılı okumaya gittim Sakarya Adapazarı’na. Öğretmenlik hikayesi oradan başlıyor. Öğretmen lisesi olduğu için gittiğim okul eğitim fakültesine giderken bana çok fazla puan veriyordu. O yüzden öğretmenlik oldu, benim aklımda hep müzik yapmak vardı aslında. En kolay tercihi seçtim, o tercih beni öğretmen yaptı. Özel bir çaba sarfetmedim öğretmen olmak için. Öyle durumlar oldu ki, üniversiteye giderken ben rap yapmayan, 2-3 yılda bir bir şeyler yapan biriydim, artık rapçiliği bırakmıştım. Sadece altyapı yapıyordum. O da Counter-Strike oynamak gibi, canım sıkıldığında açıp 2-3 saat Reason kurcalamak sadece. İndigo ile tanışmam tekrar lirik yazmama vesile oldu. Aynı fakültedeydik İndigo’yla. Back vokale ihtiyacı vardı, gel sen yap dedi, o kadar rapçiliğin var. Öyle tekrardan yazıp çizmeye başladım, yoksa prodüktör olarak da kalabilirdimi İndigo ile bir araya gelmeseydim.

Tüm Türkiye’yi farklı bir konuma getiren bir süreçti Gezi. Gezi’nin rap müziği veya özel olarak senin müziğini etkilediğini düşünüyor musun?

O zamanlar popülerken herkes şarkı yaptı tabii Gezi diye. Sonra hepsi havada kaldı onların. Ama benim müziğime çok önemli bir etkisi oldu. Gezi başladığında bir kardeşim “Abi eyleme Sivil İtaatsiz – İsyan Şart dinleyerek gidiyoruz.” yazmıştı bize. İsyan Şart şarkısını Gezi İsyanı’ndan 3-4 ay önce yaptık. Biz “Muhalefet değil, artık isyan şart” diye bir şarkı ortaya koyduk; kısa bir süre sonra isyan başladı. Bu bakımdan benim için çok önemli bir süreç Gezi süreci. Hala müziğime, sözlerime bazen gayet açık bazen kapalı bir şekilde etki ediyor. Mesela Kronik Kötümser şarkımı Ali İsmail’in ölüm yıldönümünde yayınlamıştım. “Bir anne ağladı, insanlık öldü” diye bir satır geçiriyorum. Bu tamamen üstü kapalı, anlayanın anlayabileceği bir mesaj. Ama Yerin En Dibine’de de “Gülsüm Elvan’ın ölen evladına feryadı mısın?” diyorum; bu da gayet açık, aleni bir mesaj. Her zaman Gezi’nin izlerini taşıyacak herhalde benim müziğim; çünkü tam beni besleyen damarın kısım kısım önplana çıktığı bir eylemdi.

O şarkılarında bir yanda da mutlaka ‘umut’ görüyoruz aslında. Karamsarlığa düştüğün zamanlar oluyor mu?

Oluyor. Karamsarlığa düştüğüm zamanlar çok oluyor ama entelektüel olma iddiasındaki bir insanım ve bu iddiayı taşıyan bir insan umutlu olmak zorundadır. Umutsuz aydın olmaz.

Röportaj için çok teşekkür ederiz. Son olarak Yeni Yazılar okurlarına söylemek istediğin bir şeyler var mı?

Estağfurullah, ben teşekkür ederim. Söylemek istediğim şeyler var tabii. Bildiğim kadarıyla Yeni Yazılar okurları politik bilinç sahibi üniversite öğrencileri. Kendilerini geliştirmek adına bulabildikleri her şeyi okumalarını öneririm ve güzel müzik dinlemelerini tavsiye ederim. Mutlaka tiyatroya, sinemaya gitsinler. Sanatı takip etsinler.