Tebaadan Yurttaşa, Yurttaştan Halka; Devrimci Cumhuriyetin Egemenlik Kaynakları

Cumhuriyet kavramı her şeyden önce egemenliğin kaynağına ilişkin radikal bir değişimi ifade ediyordu. Türkiye’de ve tüm dünyada…

Burjuva devrimleri çağının en radikal örneklerinde ulusun bir egemenlik kaynağı olarak ortaya çıkması, yeni dönemin en ayırt edici yönlerinden biriydi.

İktidar gökyüzünden yeryüzüne taşınıyor ve ulus kategorisi bu yeni cumhuriyetlerde iktidarın biricik kaynağı olarak sahneye çıkıyordu. Dinler insanlık tarihi boyunca iktidar kaynağı olarak şekillenmiş ve yeni dönemde kendilerine kişinin vicdanı gibi bir alan tanınmıştı. Bu yeni rolü kabul etmeleri kolay olmadı ve aslında bu kabulleniş hiçbir zaman tam bir hal almadı.

Farklı dinci gericilikler de bu dönemin bir sonucu olarak, eskiden sahip olduğu konumun özlemini çeken ve cumhuriyetlere yönelik kin ile kendilerini tanımlayan akımlar olarak ortaya çıktılar. Başka bir deyişle her türlü reaksiyoner, temelinde bizim en büyük aksiyonlarımızdan biri olan cumhuriyetin sonucuydu. İleriye doğru atılan adımlar geri olanın eskiden sahip olduklarını almak için çırpınmasını ve saldırganlaşmasını doğuruyordu.

Üstelik dinci gericilik yeni bir müttefiğe de sahipti. Kendi devrimlerinin mantıksal sonuçlarından korkan burjuvazi eşitlik-özgürlük-kardeşlik sloganlarıyla çıktığı tarih sahnesinde yavaş yavaş bu devrimci fikirlerin en büyük düşmanı olarak yerini alıyordu.

Dolayısıyla söz konusu dinci gericilik olduğunda ortada bir yanlış anlaşılma ya da hoşgörü sorunu değil, köklü bir tarihsel kavganın kendisini laiklik ekseninde dışa vurması vardı. Bu aynı zamanda sınıfsal bir ekseni de ifade ediyordu. Ulusun küçük bir azınlığını oluşturan burjuvazi gerçek bir ulusal egemenlik korkusuyla ellerini göğe açıyordu. Bu geçmişte bütün dünyada da böyleydi, bugün Türkiye’de de bu şekilde!

Yurttaş bu sürecin ürünü olarak ortaya çıktı. Ulus aynı ülkeyi paylaşan ve bu nedenle o ülkenin kaderi hakkında eşit söz hakkına sahip olduğu varsayılan bireylerden oluşuyordu. Ülkenin ortak sahibi olan bu bireyler ise yurttaş olarak adlandırılıyordu.

Ülkemizde de yurttaş tebaanın antitezini oluştururken ulus ise ümmetin antitezi olarak kendisini inşa etti. Cumhuriyet, padişahın kullarından oluşan bir topluluktan egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi olmaya doğru bir büyük atılımın ifadesiydi.

Ama işler pek beklendiği gibi gitmedi. Burjuva devrimleri vaatlerini yerine getirmenin uzağında kaldı. Yurttaşların kağıt üzerindeki eşitliği keskin sınıfsal farklılıkların yarattığı eşitsizliklerin, cumhuriyetlerin ortaya çıkışındaki radikalizm ise önceki dönemde iktidarın yegane kaynağı olan göğün yeryüzünü tekrar işgale kalkışmasının gölgesinde var oldu.

Başka ve sınıfsal bir bakış açısıyla bakıldığında ise her şey tam da beklenebileceği gibi gitti… Burjuva devriminin tüm ilerici sonuçları gibi cumhuriyet ve yurttaş da burjuvazi ile temelden bir çelişki halindeydi. Burjuva toplumlarında egemenliğin esas kaynağı sermayeydi, tam da bu nedenle kendisini uhrevi bir örtüyle gizleme gereği duyuyordu. Ülkenin sahibi ise sermayeye sahip olanlardı, dolayısıyla yurttaş ona sahip olanların arkasına dizildiği ölçüde yararlıydı.

İlerici kazanımların tasfiyesi burjuvazi açısından kolay olmadı. Çok fazla kavganın ve en çok da halkın kavgasını hakkıyla yürütemediği süreçlerin ürünü oldu. Ve hikaye henüz bitmedi. Çünkü, hikaye kendisinin en büyük öznesi olan bizleri anlatıyor.

Devrimci cumhuriyet ve yurttaşlık mücadelesi

Hikayemiz insalığın olduğu kadar, ülkemizin ve insanımızın da hikayesi. Gelinen nokta ise Türkiye’deki sınıf mücadelelerinin bir ürünü.

Uzunca bir süre kağıt üzerinde veya görece göstermelik de olsa varlığını koruyan yurttaşlık kategorisi gelinen noktada yok olmanın eşiğine gelmiş durumda. Kendisini bu kategori üzerine inşa eden cumhuriyete yönelik son darbeler de gerici AKP iktidarı tarafından vuruldu.

Kapitalist Türkiye hiçbir zaman sınıfsız, imtiyazsız, kaynaşmış bir topluma sahip olmamıştı. Ancak gelinen noktada bir zümrenin elinde toplana imtiyazların büyüklüğü bu söylemden bir iddia olarak dahi vazgeçildiğini gösteriyor. Örnek vermek gerekirse, bugün kamudan ihale almak hatta kamu kurumlarında en basit memuriyete girebilmek bile iktidarın çevresinde kümelenen ve giderek daralan bir zümrenin icazetiyle elde edilebilen bir imtiyaza dönüşmüş durumda. Bu dar zümre yeri geldiğinde sokak ortasında arabayla çocuk öldürüp herkesin gözü önünde intihar süsü vermekten de kendi destekçilerini tecavüz, ruhsatsız silah taşıma gibi çeşitli suçlardan aklamaktan da geri durmuyor. Yasalar toplumun bir kesimine işlerken diğer kesiminin üzerinde herhangi bir hükme sahip değil. Ülkemizde insanlar, herhangi bir hukuki dayanak olmadan aylarca tutuklu kalabiliyor, mahkeme kararı olmaksızın işlerinden olabiliyorlar. Dahası iktidar, beğenmediği seçim sonuçlarını yeniletme hatta seçilmiş belediye başkanlarını kesinleşmiş bir hüküm olmadan görevden alma hakkını kendinde görüyor. Bu pervasızlık, toplumun hukuk önünde eşit ve dolayısıyla adalete eşit bir şekilde erişebilen yurttaşlardan oluştuğu kabulunun artık lafzi olarak da ortadan kalkmış olmasından kaynaklanıyor. Düzenin sahipleri, karşılarında ülkenin sahipleri olan yuttaşlar değil, her dediklerine harfiyen uyacak kullar görmek istiyor.

Bize ise onlara tarihsel bir gerçeği hatırlatma rolü düşüyor. Cumhuriyet, demokrasi, adalet ve hukuk gibi kategorilerin hiçbiri gökten inmemiş tam tersine gökten ve gaipten geldiği varsayılan fikirler ve onlara dayanan siyasal sistemler ile verilen mücadelelerin sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Yurttaşlığı yeniden kazanmak da bizim için ancak ve ancak bir devrimci mücadele başlığı anlamına gelebilir.Devrimcilik, bir hedefe yürümekteki kararlılıkla olduğu kadar hedefine ve o hedefe ulaşacağı yola ilişkin bir bilgi ve bilinç ile de ilgilidir. Bu bilgi ve bilince ulaşmak ise devrimci sorulara verilecek devrimci yanıtların ürünü olabilir.

O halde sorumuz açık: Yurttaşlığı ve cumhuriyeti nasıl kazanacağız?

Yanıtımızın ilk ayağı ise bize kalırsa tarihsel olarak kendisini birey üzerine inşa eden yurttaşlık kategorisinin sınıfsal bir içerikle kolektivize edilmesinden geçiyor.

Açmaya çalışalım…

Yurttaşlık kategorisi tarihsel olarak ulusun kendi içerisindeki çelişkilerin silikleştirilmesi ve hatta yok sayılması üzerine inşa edilmişti. Ancak ulus çıkarları birbiri ile uzlaşmaz bir biçimde çelişki içerisinde olan farkı sınıflardan oluştuğu ölçüde yurttaşlık kategorisinin altındaki zemin de kayganlaşıyordu. Günümüzde yurttaşı ayakları üzerine oturtmak için yapılması gereken ise ulusun içerisindeki sınıfsal çelişkileri belirginleştirmek.

Bu ise beraberinde tarihsel olarak inşa edilen kategoriler ve bunlara eşlik eden kavramlar üzerinde girişilecek bir hegemonya mücadelesini zorunlu kılıyor. Bizler ulus içerisindeki farklı sınıfsal çıkarları belirginleştirmek adına halk kategorisinin kritik bir öneme sahip olduğunu düşünüyoruz.

Yurttaşlığı kazanmak için yurttaşlar arasındaki sınıfsal ayrımları önce belirginleştirmek ve sömürücü sınıfların yenilmesi sonrasında bu ayrımları yalnızca ideolojik olarak değil maddi temelleri ile ortadan kaldırmak gerekiyor.

Dolayısıyla yurttaşlığı kazanmak, yurttaşların çoğunluğu ile sömürücü bir azınlık arasındaki çelişkilerin üzerine yürümeyi gerektiriyor. Halk kategorisi burada devreye giriyor.

Ülkenin emeği ile geçinen kesimini oluşturan halkı oluşturan yurttaşlar ve onların karşısındaki burjuvazi ve gerici müttefikleri… İçerisinde bulunduğumuz süreçteki ilerletici mücadele ekseni bu şekilde tariflenebilir.

Bunun devamını ise mutlaka ve mutlaka işçi sınıfının halk sınıfları ve onların yurttaşlık ve cumhuriyet mücadelesi üzerindeki siyasi önderliği ve hegemonyası getirmeli.

En çok da eşit yurttaşlığın ve cumhuriyetin yeniden inşasınının önündeki sınıfsal engelleri ortadan kaldırmak için!

Biz ise bu önderlik ve hegemonyayı inşa edecek öncü örgütü kurmaya girişiyoruz.

Göklerden gelen bir karar vardır diyenlerin karşısında…

Güneşi zaptetmek ve yıldızları fethetmek için!