Sosyalistler ne yapmalı?

31 Mart ve 23 Haziran seçimleri Türkiye siyasetinde ciddi tartışmalara yol açtı. Bir yanda günden güne derinleşen kriz ve dış politika sorunları ile gidici gözüyle bakılan AKP, öte yanda ise şimdiden 2023 seçimlerinin adayı olarak gösterilen İmamoğlu bulunmakta. Sadeleştirerek söylemek gerekirse Türkiye’de 1908’den bu yana verilen ilericilik-gericilik kavgasında, bugün en geniş ilerici cepheyi oluşturan cumhuriyetçilerin bir bölümü kendisine güvenli bir liman bulmuş gibi gözüküyor. Bu yazıda ağırlıkla bu tabloda eksik olan sosyalistlerin durumundan ve görevlerinden bahsetmeyi tercih ediyoruz.

Bir hatırlatmayla başlamakta fayda var. 2018 Mayıs’ında FKF’nin ”Gençlik Tamam Diyor” başlıklı açıklamasında yer alan “Toplumun ayağa kalktığı ve arayışa geçtiği Haziran Direnişi’nin üzerinden dile kolay beş yıl geçti. Bu süre boyunca siyaset üretme yeteneğini yitirmesinin sonucunda apolitizm ile pragmatizm arasında sıkışan Türkiye solu, ya siyasal alanın tümüyle dışına kaçtı, ya da yalnızca siyaset içerisinde kalabilmek adına başka güçlerin kanatları altına sığındı. Sol, Gezi Parkı’nda başlayan arayışa bir bütün olarak sırt çevirdi”* ifadeleri tam da bugün bahsettiğimiz eksikliğe işaret etmekte. Siyasetin kızıştığı ve ülkenin devrimcilerine en çok ihtiyaç duyduğu dönemde sola dair bu açmazlar daha belirgin biçimde hissediliyor. Yazının başlangıcında değindiğimiz yerel seçim süreci daha önce de yaşadığımız aynı komedinin bu kez trajedi olarak sahnelenişi oldu. Türkiye sosyalist hareketi her iki seçim sürecinde de devrimci yanıtlar geliştirmek yerine ya nasıl temiz kalacağının derdine düştü ya da günü kurtarma adına başka aktörlerin planlarını uygulamak ile yetindi. Politik müdahale ihtimallerine karşı olan bu sırt çevirme hali, aynı zamanda Türkiye devrimine giden yola bir sırt çevirme olarak okunmalı. Siyasetsizliğin ve paralel olarak devrime olan inancın bitişi sosyalist hareketi memleket siyasetinin dışına atmıştır. Bu anlamıyla tespitimiz öz itibariyle devam etmektedir; Türkiye sosyalist hareketi bu sürecin sonucunda bitme noktasına gelmiştir.

Bugünü anlamak adına biraz geriye gitmekte fayda var. Türkiye tarihini belli kırılma noktalarına göre parçalara ayırmaya çalışırsak en kaba hatlarıyla Tanzimat Fermanı ile başlayıp Meşrutiyet’in ilanına giden süreç, 1908 Devrimi, 1923 ve Cumhuriyet’in ilanı, son olarak da 60’lı yılları köşe taşları olarak belirleyebiliriz. Bu dört dönem farklılıklarının yanında Türkiye modernleşmesinin ana uğraklarını teşkil etme ve tek başlarına birer modernleşme dalgası olmaları yönünden ortaklaşıyorlar. Tanzimat Fermanı, Kanun-i Esasi ve meşrutiyetin ilanı sonuçlarını doğuran 19. yüzyılda Osmanlı’da başlayan modernleşme hareketi nihai noktasına

1923’te kurulan Cumhuriyet ile ulaşmıştır. Kimsesizlerin kimsesi olmak üzere kurulan Cumhuriyet, en büyük desteği Sovyetler Birliği’nden almıştır. Bu destek aynı zamanda 1923 Devrimi’ne daha ileri bir karakter kazandırmıştır. 60’lı yılları ise Türkiye’de sosyalist hareketin güç kazandığı ve ülkede iktidar alternatifi haline geldiği bir dönem olarak ele alabiliriz. 60’ların sol yükselişinin belirgin özelliği 1923 Devrimi’nin ortaya koyduğu bağımsızlık, laiklik ve cumhuriyetçilik gibi ilkelere bağlılık korunarak aydınlanma ve sosyalizm mücadelesi verilmesi olmuştur. 1961 Anayasası’nın yarattığı özgürlükçü siyaset zemininde, Cumhuriyet kazanımlarının korunması talebi ile sosyalist hareketin mücadele stratejisi kesişmiş ve bunun sonucunda Türkiye’de sosyalizm fikri yerli bir bağlama oturtulmuştur. Yukarıda sayılanlar dışında bu üç sürecin bizce en önemli benzerlikleri yeniyi kurma hedefi olan genç kesimler öncülüğünde gerçekleşmeleri ve gerçekçi bir strateji etrafında hareket edilerek siyasi hedefler yönünden sonuç alınmasıdır. İlk iki hareket iktidar deneyimi yaşamış ve ülkede siyasal devrimi gerçekleştirmeyi başarmıştır. 60’lar dönemi mücadelesiyse iktidar deneyimi yaşayamamıştır. Fakat buna rağmen Türkiye tarihine önemli bir miras bırakarak yeni bir stratejinin inşa edilmesi noktasında bir zemin oluşturmuştur.

Tarihsel süreçlere dair incelememizden hareketle bugün güncel siyaset tablosunda sosyalistlerin neden eksik olduğunu anlamamız daha kolay olacaktır. 60’ların yenilgisinin ardından yeniyi kurmak isteyen gençliğin sahneye çıkışı uzun yıllardan sonra en görkemli haliyle Gezi Direnişi’nde oldu. Fakat bu kez stratejiden yoksunluğun bedeli direnişin geriye çekilmesiyle ödendi. Ne yazık ki Gezi Direnişi ile başlayıp bugüne gelen süreçte sosyalist hareket en genel anlamıyla eskinin alışkanlıklarını devam ettirerek ve güncel görevlerinden kaçarak hareket etmeye devam etmektedir. Bu durum en sonunda sosyalist hareketi strateji şöyle dursun, hedefi olmayan bir toplam haline getirmiştir. Tarihsellik ile güncelin bağını kuramaz hale gelen sosyalist hareketin günceli yakalamak adına yaptığı hamleler sadece vicdan rahatlatan manevralar olarak kalmıştır.

Oysa yukarıda sayılan tarihsel örneklerde saltanatın karşısına yazılan cumhuriyet, gericiliğin karşısına konan laiklik, savaş politikalarının yerine konan bağımsızlık talebi, eski olan batarken verilen ilericilik kavgası günü kurtarmak adına örgütlenen talepler değil; halkın sorunlarına verilmiş devrimci yanıtlardı. Gezi Direnişi’ndeki özgürlük talebine, her seçim döneminde cumhuriyetçi kesimlerde ortaya çıkan arayış ve umuda da devrimci yanıtlar verilmesi gerekiyordu ama sosyalist hareketin sahnede olmayışıyla bu arayışlar bir süre daha düzen içi aktörlerce soğurulabildi. Yazının başında bahsettiğimiz ilericilik kavgasının en geniş bloğu cumhuriyetçilerin şimdilik güvenli bir limana yaklaştığı tespitimiz de buraya oturuyor.

Somutlamak gerekirse sosyalist hareketin bugünkü ana sorunu siyaset geliştirme pratiğinin kayboluşu ve hedefi doğrultusunda geliştireceği bir stratejisinin olmayışıdır. Bu bağlamda geçtiğimiz bir yıl boyunca sıkça tekrarladığımız ve ısrarla da tekrarlamamız gereken acil görevlerimiz bulunmakta. Sosyalist hareket tarihsellikten ve güncelden kopuk iç tartışmaları bir kenara bırakarak devrim fikrini güncele çıkarmalıdır. Varılan noktada tarihsel ilerleme süreçlerinin her birinde olduğu gibi sosyalist hareket, sorunları tespit etmekle kalmayıp çağa uygun devrimci yanıtlar üretmeye mecburdur. Bu yanıtların en başında da cumhuriyetçiliğin işçi sınıfının tarihsel çıkarları bağlamında yeniden örgütlenmesi sorununa verilecek yanıt gelmektedir.

Yazı boyunca yer yer hem tarihsel hem güncel bağlamında cumhuriyete ve cumhuriyetçiliğe değinmiş olsak da bilinçli olarak bu tartışma içerisinde sosyalist hareketin genel durumuna bakmayı tercih ettik. Çünkü cumhuriyetçi toplumsallığın arayış içinde olup umut ettiği başka bir anda bir kez daha tablonun dışında olma lüksümüz yok. Cumhuriyet kazanımları ve tarihinin propaganda malzemesi olmanın ötesine geçemediği bir seçim dönemini arkamızda bıraktık. Evet AKP güç kaybetti. Bu iyidir. Fakat cumhuriyetçiler ve cumhuriyetçilik açısından Köy Enstitülerinden bahsedilip belediyelerde Kuran kurslarının açıldığı bir maskaralığa şahit oluyoruz. “Kim ne derse desin, seçim yarışı kazanılmıştır. Ve kazanan at da seçim yarışına sağcı bir reçete ile hazırlanmıştır. ‘Başarı’; çetenin dayatmış olduğu siyasal hat kabullenildiğinde, yalnızca çeteyi geriletmeye odaklanıldığında gelmiştir. Çetenin güç kaybı ne kadar olumluysa, zaferin sağcılık hanesine yazılması da o kadar olumsuzdur.”** Sözün özü budur. Kandırılma, ihanete uğrama tartışmalarının başından beri kimseyi bir yere götürmediğini söylüyoruz. Sosyalistlerin işi de halkın umuduyla kavga etmek değil umut olmaktır. Zayıfladıkları anda ülkenin başına çöreklenen çeteyi düşürmek ve Sosyalist Türkiye’yi kurmak için gereken devrimci reçeteyi bulmak için kavgaya yeniden başlamaktır.

* Gençlik Tamam Diyor, Fikir Kulüpleri Federasyonu, 31 Mayıs 2018 https://fkf.org.tr/genclik-tamam-diyor/

** Ercan Bölükbaşı, “Sandıktan Çıkan Soru: AKP’nin Kaybı Sağın Zaferi mi Olacak?”, Yeni Yazılar (Mayıs-Haziran 2018), Sayı:17, s. 5-8, s. 7