Daha önce kimsenin ön göremeyeceği bir yerde ve düzeyde sanatın en ileri pratikleri yaşam buldu. Modern çağın tüm yurtlarını etkilemeyi başaran bir Avangard kuşak Rusya’da, o güne kadar kabul görmüş, standartlaşmış bütün imgeleri, mimetik formları ve doğrudan içeriğin kendisini sanatlarından çıkardılar. Bu öyle devrimci bir atılım oldu ki başta Avrupa Avangardları, Fransa ve diğer ülkelerdeki sanat çevreleri olmak üzere bir çok grup ve kişi tarafından tüm köhnemiş ilişkilere son verme iddiasını gösteren öncüler olarak anıldılar.
Dönemin Rusya coğrafyası, Çarlık zulmü altında en geriyi yaşarken Avrupa’yla arasındaki tarihsel, kültürel ve coğrafi yakınlık nedeniyle yeni gelişmekte olana tanıklık ediyordu. Böyle bir ortamda, bir tarafta zulmün, feodalce bağnazlığın, saray vurdumduymazlığının, köhnemişliğin, sonu gelmekte olanın çaresizce ve hunharca baskı kurmasının, diğer tarafta ise modernleşme hamleleriyle kurulan yakın ilişkilerin sonucu olarak yer yer nihilist yer yer de pozitif anlamda harekete geçmeyi salık veren bir politika ve kültür entelijansiyası gelişti. Eskinin en çirkin haline maruz kalma durumu Rusya’nın eğitimli kesimlerinde, izlediği Avrupa’daki modernleşme ortamının algısının ötesine de geçen bir radikalizmin gelişmesine yol açtı. Aynı zamanda, bizatihi tanık oldukları Avrupa modernleşmesinin yarattığı burjuvaca modernlik halinin sınırlarını da gördüler. İlerde de bahsedeceğimiz üzere zaten bu modernlik hali eklektik bir şekilde Çar Petro tarafından Rusya’ya taşınmıştır.
İşte, Rus kültür sanat ve siyaset entelijansiyasının gelişmesinin alameti farikası yeniyi ileriye götürerek yurduna taşımak üzerinedir. Bizim yazımız Rus sanatının, edebiyatçılarına ve romancılarına, tartışmasız çok önemli ve yoğun inceleme gerektiren kısmına girmeyecek. Yeterli inceliğe sahip olmadığımız bu alanın önemini vurgulamakla yetindiğimize göre konumuza, yani Rusya’daki sanat entelijansiyasının diğer alanlarda çalışma yapan kesimlerine geçebiliriz.
İlk Başkaldırı: Serbest Sanatçılar Arteli
Üniversiteler modern bilimlerin üretim alanları olduğu kadar modern estetiğin çalışıldığı ve icra edildiği mekanlar olma niteliğine de sahiptirler. Ve söz konusu sanatta modernleşme ise, üniversiteyle birlikte müzelere de bakmak zorundayız. Bu iki kurumun -ilkinin sadece sanat ve akademi düzeyinde- Çarlık Rusyası’ndaki gelişmesinden bahsedip bu kurumların dışına çıkarak etkili olan ilk somut çabadan söz etmek istiyoruz.
Rus modernleşmesini en iyi açıklayan kavram belki de saray modernleşmesi olabilir. Saray modernleşmesini açarsak şöyle diyebiliriz; kurumlarıyla, toplumsal yapısıyla, üretim biçimi ve sınıfsal ilişkileriyle kökten bir dönüşümü içermeyen, bunun yerine böyle dönüşümlerle birlikte ortaya çıkmış kültürel, bilimsel vs. yenilikleri kendi eskimiş kurumlarına entegre eden bir aristokrat girişimidir. Bu nedenle toplumsala, daha doğrusu tebaaya yansımaz. Gerçekten de pek çok alandaki ilerlemenin Rusya’ya taşınması, meraklı ve iyi huylu birkaç aristokratın ve en fazla belki de onlara ilham oluşturan Çar Petro’nun bireysel faaliyetlerinin ürünü olmuştur. Böyle olmasının yanı sıra Rus sarayının modernliğe ilgisi örneğin Japonya veya Osmanlı gibi çöküş korkusunun eşlik ettiği bir aceleciliğe sahip olmadığı, görece daha erken başladığı ya da zamansal olarak Avrupa’yla yakınlık içerdiği için belli bir inceliğe de sahiptir. Bu nedenle Çar Petro, daha sonra Çariçe Katerina ve bazı diğer aristokratlar, modernlik söz konusu olduğunda sanatın ve müzeciliğin örgütlenmesindeki gelişmelerle oldukça fazla ve erken ilgilenmişlerdir. Bu durumun en önemli ve ilk ürünleri Petro’nun, sonraları genişleterek müzelere çevirdiği ve hatta devrim sonrası Sovyetler Birliği’nde de müze olarak faaliyetini sürdürecek olan kişisel koleksiyonlarıdır.
Ali Artun, Sanatın İktidarı adlı çalışmasında Petro’nun müzeciliğe dair kapsamlı çalışması Kunstkamera’dan şöyle bahsetmektedir; “Giderek Petro, Kunstkamera’daki nadireleri bizzat seçmeye başlar. Bunlar arasında ilanlarla ‘topladığı’ anormal, acayip insanlar ve hayvanlar da bulunur. Bu ucubeleri canlı canlı sergilemesindeki amacın onların doğaüstü, şeytani güçler tarafından değil, doğal güçler tarafından yaratıldığını ispatlamak olduğu söylenir. Yani Kunstkamera, sekülerleşmenin katedraller karşısındaki ilk anıtıdır.” Hala faaliyette olan Kunstkamera’nın, dünyanın ilk kez kamuya açılan ve ilk kez amacına uygun olarak tasarlanıp inşa edilen müzesi olduğundan da bahsedilmektedir.
Ardından Çariçe Katerina’nın Ermitaj’ı gelir. Katerina’nın bir tür sanat ajanları işlevi gören sanat uzmanları ağı aracılığıyla Avrupa’nın çeşitli yerlerinden topladığı ve satın aldığı eserlerin birikmesiyle ortaya çıkan bir koleksiyondan oluşur bu müze. Rusya’nın en görkemli yıllarında (1762-1796) hüküm süren Katerina’nın binlerce eserden oluşan koleksiyonunu tefekküre çekilip dünya üzerindeki kudretini hayal ettiğini söylüyor Artun.
18.yy’a yayılan tüm bu saray faaliyetleri devasa bir kültür hazinesinin imparatorluk kurumları aracılığıyla Rusya’da toparlanmasına yol açmıştır. Daha önemlisi, bu eserlerin Avrupa’da gelişmekte olan müzecilik tekniklerini ileriye taşıyan bir titizlikle tasnif ediliyor olmasıdır. Bununla birlikte Rus sanatının modernleşmesi yönündeki çalışmalar, Katerina’nın Ermitaj’la birlikte kurduğu Rus Akademisi’yle iyice kurumsallaşmıştır. Bu akademi de yine bir güzel sanatlar müzesi niteliğindedir.
Akademi çıkış noktası itibariyle imparatorluk kültürüyle içli dışlı gelişmiştir. Daha sonra Avangardların keskin bir eleştiri getireceği ikon sanatının, realist portrecilik biçiminde modernist bir saray estetiğine dönüştüğü okuldur. İmparatorluk akademisinde yetişenler böylece çoğunlukla saray erkanının kudretini sergileyecek işler yapmakla uğraşmışlardır. Bu dönem bir tarafıyla da Avrupa karşısında gücü zayıflamaya başlayan Rus sarayı ile Rus köylüsü arasındaki keskin ayrımın hissedilmeye başlandığı dönemdir. Sonuç olarak serfliğin kaldırılması gibi demokratik taleplerle birlikte Rus Realizmi’nde de bir kırılma yaşanmış ve akademiyle ilişkisini kesip bağımsız faaliyetler yürütmek üzere bir grup mezun, Serbest Sanatçılar Arteli ya da Gezginler adıyla çalışmalarına devam etmiştir.
Soğuk Savaş’ın öncesinde Sosyalist Gerçekçilik olarak yeniden diriltilecek olan Rus Sosyal Realizmi’nin ilk gelişmesi, işte bu imparatorluğun akademisine karşı gelip kendi bağımsız örgütlenmesini yaratan Petersburg Serbest Sanatçılar Arteli’nin ürünü sayılabilir. Avangardın otorite haline gelmesine değin etkin olan Serbest Sanatçılar Arteli ve benzerleri Rusya’da sanatın resmi akademiden, imparatorluktan ve onun katı sınırlarından bağımsızlaşması yolundaki ilk hareketlerdir. Sanat ortamının imparatorluktan bağımsızlaşmasına yol açan bu gelişmeler nihayetinde avangardların ortaya çıkmasını sağlayacak tarihsel sürekliliğin de başlangıcıdır. Gelgelelim bu hareket tüm radikal yönlerine karşın, avangardlardan farklı olarak akademinin realizminden üslup olarak kopamamıştır. Rus köylüsünün sefaletini ve aynı zamanda kudretini ifade eden eserleriyle Rus Sosyal Realizminin kopuşu sadece içeriğe ilişkindir. Sarayın gücü ve kudretinin karşısına köylülüğün epik bir tasviri çıkartılmış, sanatta realizm bir sorgulamaya tutulmamıştır.
Rus Avangardı
Rus Avangardının gelişmesine ön açan Rusya’daki süreçleri ana hatlarıyla ortaya koyduk. Rus sanatının modernleşme sürecine ilişkin bahsedilmesi gereken, bahsedilen kadar önemli sayılabilecek yığınla başka deneyimin olduğunu da söylemek gerekir. Ancak kalan alanımızı Rus Avangardını önemli ve araştırmamızı gerekli kılan yönleriyle aktarmak için kullanmamız gerekmektedir.
Rus Avangardını Avrupa’daki radikallerden ayıran ve bizim açımızdan önemli kılan yönü sanatı “kolektif” ve progresif bir protesto biçimi olarak düşünmeleridir. Klasik sanat eylemini; öznesi ve nesnesinin dışında izleyicisini de kapsayan bir eleştiriye tabi tutmak o zamana kadar gerçekten bu denli benzeri olmayan bir yaklaşım. Gündelik yaşam formlarının taklidini, yani taklidin taklidini, başka bir deyişle mimetizmi, sanatlarının üslubundan çıkarmak konusunda, soyut sanatla, kübizmle ve örneğin Picasso’yla kurdukları entelektüel irtibatın yanı sıra, sanat ortamının kendisini sorunsallaştırmışlardır. Sadece özne olarak sanatçının derdini, nesne olarak eserin üslubunu ya da izleyici olarak kimlerin, örneğin aristokratların mı yoksa halkın mı seçileceğini değil, bütün olarak sanat ortamının kolektivize edilerek yeniden üretilmesini tartışmışlardır. Bunun için sanat hayat, hayat ise sanattır düşüncesinden hareketle özne, nesne ve alıcı, yani sanatçı, eser ve izleyici arasındaki tüm klasik örgütlenme biçimlerinin karşısına bunların birliğini, kolektivizmini koymuşlardır. Zaten bu yaklaşımlarının açıkça sanatı öldürmek olduğunu söylemekten de çekinmemişlerdir. Çünkü onlara göre devlet nasıl ki çürümeye mecbur belli ilişkileri, yönetme işini gören bir kurumsa sanatta istendik olmayan bir hayatın rehabilitasyon kurumudur. Feodal beylerin hala güçlü olduğuna inandıkları bir ayna ya da zenginlerin kendi ayrıcalıklarının veya estetik zevklerinin farkına varmasına yarayan bir araçtır. O halde hayatı estetik kılmak çözüm olabilir.
Bitirirken
1917 Ekim devrimine giden süreçte ve hemen ertesinde avangardların Bolşeviklerle kurdukları ittifakın ruhu da temelde “devlete karşı devlet, sanata karşı sanat” önermesiyle açıklanabilir. Ve ortak yönleri ütopyalarının olmasıdır. Gelgelelim süreçlerin gelişmesi farklı yönde olmuştur. Ekim Devrimi’nin ardından resmi sanat akımı olarak sosyalist gerçekçiliğin benimsenmesi ve avangardın yenilgiye uğraması, üzerine yoğun çalışılması gereken ve bu yazının sınırlarını aşan bir konudur. Bunun dışında estetiğe dair tartışmalar, avangardların müzeciliğe ilişkin yaklaşımı, avangardların kendi aralarındaki ayrılıklar, Avrupa avangardı ve Rus avangardı arasında kurulan irtibatlar da dönemi anlamak ve bugüne dair bir tavır geliştirmek için bakılması gereken başlıklar elbette.“Sanatın iktidarı bugün yine mümkün ve gerekli midir?” sorusunun çözümünü ararken bu konulara da değinmeye ve avangarda dair kapsamlı bir kavrayışı hep birlikte geliştirmeye çalışacağız.
Kaynak: Ali Artun, Sanatın İktidarı, İletişim Yayınları, İstanbul