Son aylarda ardı ardına yaşanan kadın cinayetlerinin ardından İstanbul Sözleşmesi yeniden gündeme geldi. Kadınların kadına yönelik şiddeti durdurmak için asgari bir reçete olarak uygulanmasını talep ettiği sözleşmenin AKP İktidarı tarafından hedef tahtasına oturtulması da gecikmedi. “15 Temmuz’dan daha tehlikeli bir darbe”, “şeytanın sözleşmesi” başlıklarıyla dinci gerici yazarlar tarafından yaratılan suni tepki zemini Erdoğan’ın “Bizim için ölçü değildir. İstanbul Sözleşmesi nas değildir.” çıkışıyla sözleşmenin yeni dönemde Meclis gündemine taşınacağı bir tablo yarattı. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesini isteyenler bildik masalı tekrarlıyor ve sözleşmenin ailenin, toplumun yapısına zarar verdiğini iddia ediyorlar. Öyle ki artık İstanbul Sözleşmesi üzerinden yaratılan yeni bir bekâ sorunumuz var. Peki “İstanbul Sözleşmesi uygulansın” diyen kadınlar ne istiyor, gericiler neye karşı çıkıyor?
İstanbul Sözleşmesi Nedir?
İstanbul’da imzaya açıldığı için İstanbul Sözleşmesi olarak bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi, uluslararası hukukta kadına yönelik şiddetle mücadele alanında en güncel, en yüksek standartları içeren ve en kapsamlı bağlayıcı metin. 2011 yılında imzaya açılan sözleşme 1 Ağustos 2014’te yürürlüğe girdi. Yani bizzat bugün sözleşmeyle kavga eden AKP İktidarı tarafından imzalandı ve yürürlüğe sokuldu. Fakat yürürlüğe konduğu günden beri sözleşmenin hemen hiçbir yükümlülüğü AKP tarafından yerine getirilmedi.
İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul ediyor. Ayrıca İstanbul Sözleşmesi, “toplumsal cinsiyet” kavramının tanımını yapan ilk uluslararası sözleşme niteliğinde. Sözleşmede, mevcut toplumsal cinsiyet anlayışının kadınlar ve erkekler için toplumsal roller biçtiği kabul ediliyor ve toplum tarafından üretilen bu rollerin kadınlara yönelik şiddet için zemin yarattığı vurgulanıyor. Bu bağlamda sözleşmenin üzerine inşa edildiği şiddet tanımı “kadınlara yönelik toplumsal cinsiyete dayalı şiddet” başlığını taşıyor.
“Toplumsal cinsiyete dayalı şiddet”, kadına kadın olmasından dolayı uygulanan ve kadınları orantısız biçimde etkileyen şiddet anlamına gelir.”
Sözleşmenin Kapsamı
Sözleşme’nin giriş bölümünde; kadınlar ve erkekler arasında sağlanacak eşitliğin, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde temel bir unsur olduğu dile getiriliyor. Kadına yönelik mevcut şiddetin tarihten gelen ve eşit olmayan güç ilişkilerinin bir ürünü olduğu ve yapısal olarak toplumsal cinsiyete dayandığı belirtiliyor. Sözleşmede, erkeklerin de toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin mağduru olabileceği kabul edilirken, kadınların ve kız çocuklarının bu şiddet riskine daha büyük bir oranda maruz kaldıkları vurgulanıyor. Yani sözleşme kadınlar ve kız çocukları dışında şiddete maruz kalan grupları kapsamına alabilecek şekilde hazırlanmış ancak korumaya kimlerin dahil edileceği taraf devletlerin tekelinde. Sözleşmenin toplumsal cinsiyet eşitsizliği temeline dayanıyor oluşu bakımından LGBTİ bireylere de koruma sağladığının kabul edilmesi gerekiyor.
Sözleşmenin temel kavramlarının Türkçe çevirisi bile AKP İktidarının toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı politik bakışını yansıtır nitelikte. Örneğin Sözleşmenin orijinal metinde yer alan “domestic violence”, Türkçe çeviride “ev içi şiddet” yerine “aile içi şiddet” olarak geçiyor. Oysa sözleşmenin getirdiği korumadan yararlanmak için “aile olmak” ya da hali hazırda bir evlilik birlikteliği içinde yer almak aranmıyor.
Aile içi şiddet kavramı yine kadın düşmanlarınca hedef tahtasına oturtulan bir başka kazanım olan 6284 Sayılı yasanın uygulaması bakımından da yanlış anlaşılan bir kavram. Aynı yasanın korumasından aile-evlilik ilişkisi içinde olmaksızın şiddete maruz kalan tüm kadınlar yararlanabilmekte. Kazanım niteliğine zarar vermese de 6284 Sayılı yasa koruma sağlamak için kimi zaman failleri değil tehlike altında olan kadınları kısıtlamayı öngörüyor. İstanbul Sözleşmesi ise kadınları kısıtlama sonucunu doğuracak tedbirleri reddettiğinden 6284 Sayılı yasadan çok daha ileri bir düzenleme.
İstanbul Sözleşmesi Neden Uygulanmalı?
İstanbul Sözleşmesi hem özel hem kamusal alandaki şiddeti yasaklıyor. Dolayısıyla Sözleşme, yalnızca “ev içinde” yaşanan şiddet biçimlerini değil sokaklar, işyerleri, okullar, karakollar, hapishaneler vb. alanlardaki kadınlara yönelik şiddeti de yasaklıyor ve şiddeti önlemek için taraf devletlere yükümlülükler yüklüyor. Yalnızca barış dönemlerinde değil savaş dönemlerinde de taraf devletler sözleşmenin uygulanmasını sağlamak zorunda. Sözleşmenin bir diğer önemsenecek yönü şiddete maruz kalan kadınlara sığınma hakkı ve uluslararası koruma sağlıyor oluşu. Nitekim Sözleşme, yalnızca Sözleşmeye taraf devletlerin vatandaşı olan kadınlar için değil, hukuki durumu ne olursa olsun göçmen kadınlar için de koruma sağlamakta. Yakın dönemde İtalyan Yüksek Mahkemesi, İstanbul Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak zorla evlendirilme tehlikesi altında bulunan Nijeryalı bir kadının “belli bir sosyal gruba dahil olması, yani kadın olması, nedeniyle zulme maruz kaldığına” ve bu yüzden ülkesine geri gönderilemeyeceğine hükmetti.
İstanbul Sözleşmesi şiddet eylemlerinde arabuluculuk ve uzlaştırma da dahil, zorunlu alternatif uyuşmazlık çözüm süreçlerini yasaklıyor. Özellikle boşanma davaları bakımından getirilmeye çalışılan “aile arabuluculuğu” aile mahremiyetini koruyacak bir uygulama olarak lanse ediliyor. Oysa mahremiyet zırhıyla gözden uzaklaştırılmaya çalışılan olaylar çok büyük oranda ev içi şiddet eylemleri olacak ve bu da İstanbul Sözleşmesi’ndeki yasağın açık bir ihlali haline gelecek.
Sözleşme, fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin her türünü yasaklamaktadır. Bu kapsamda Türk hukuk sisteminde bir karşılığı olmayan ısrarlı takip (stalking)’in sözleşmede açıkça düzenleniyor oluşu sözleşmeyi kadına yönelik şiddetle mücadele noktasında ileri metinler arasında saymamızın bir başka nedeni. Israrlı takip başlıklı 34. madde uyarınca, taraf devletler, başka bir kişiyi hedef alan ve kişinin kendi güvenliği için korku duymasına neden olacak şekilde tekrar eden, kasıtlı ve tehditkar davranışların cezalandırılmasını sağlamak üzere gerekli hukuki veya diğer önlemleri alma yükümlülüğü altında.
Sözleşme’nin uygulanmasını teminen, taraf devletler, Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet eylemine ilişkin istatistiki veriyi düzenli aralıklarla toplamayı; Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet alanında yapılan araştırmaları desteklemeyi taahhüt ediyorlar. Ancak Türkiye’de kadına yönelik şiddetle ilgili verilere uzun zamandır resmi kanallar üzerinden erişilemiyor. Kadın örgütlerinin ve diğer sivil toplum kuruluşlarının yayınladığı veriler dışında bu alanda bir kaynak yok. Korkunç rakamlara ulaşan şiddet vakalarının sayısı muhtemelen bildiğimizin çok üzerinde.
Sözleşmenin şiddeti önleme ve kadınların toplumsal durumunu güçlendirme perspektifini yansıtan bir diğer önemli yükümlülük, taraf devletlere yüklenen öğrenciler dahil genel olarak toplumun ve profesyonellerin toplumsal cinsiyet konusunda eğitilmesi yükümlülüğü. İstanbul sözleşmesinin getirdiği bu açık yükümlülüğe rağmen geçtiğimiz günlerde “Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesinin MEB tarafından kaldırılmasının ardından YÖK’ün de “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” projesini sonlandırıldığını duyduk. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği bilincine sahip olmayan uzmanlar şiddet eylemi yaşandıktan sonra mağdurları ikinci kez travmatize ediyorlar.
Anılan tüm bu sistemin sağlanması için denetim mekanizması bizzat sözleşmenin kendisi tarafından öngörülmüş durumda. İmzacı devlet şiddet eylemleriyle ilgili sözleşmeden kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getirmezse bundan dolayı sorumlu olacağından uluslararası bir izleme mekanizmasının (GREVIO) denetimine tabidir. GREVIO’nun Türkiye hakkındaki ilk raporu 2018 yılında açıklandı. Kadınların neden ısrar-la İstanbul Sözleşmesi’nin uygulanması talebinin arkasında durduğunu rapordaki veriler en çıplak biçimiyle açıklıyor. Rapora göre toplumsal cinsiyete dayalı şiddete ilişkin bildirim oranları düşük. Şiddete maruz kalanlar damgalanma, misilleme korkusu, faile ekonomik bağımlılık, hukuk okuryazarlığının olmayışı, dil engeli ve/veya hukuk uygulayıcı yetkililere güvensizlik gibi nedenlerle şiddet olaylarını bildirmekten çekiniyor. Alandaki uzmanlardan alınan verilere göre tecavüz ve diğer cinsel şiddet biçimleri şiddete maruz kalan kadınlar tarafından neredeyse hiçbir zaman bildirilmiyor.
Rapor aynı zamanda Türkiye’deki kadınların hâlâ %25’inden fazlasının 18 yaşından önce evlendiğini, hatta bu oranın kırsal bölgelerde %32’ye kadar yükseldiğini gösteriyor. Raporda ayrıca Türkiye’deki kadınlara yönelik psikolojik şiddetin yaygınlığının da endişe verici boyutta olduğu ifade ediliyor. Yine Türkiye’deki kadınların %27’sinin hayatlarında en az bir kez ısrarlı takibe maruz kaldığı gerçeği sayılan veriler arasında.
Sonuç Yerine
Kadına yönelik şiddetle ilgili verilere erişmenin bizzat devlet eliyle zorlaştırıldığına yukarıda değinmiştik fakat yalnızca geçtiğimiz ağustos ayında 49 kadının katledildiğini biliyoruz. Emine Bulut’un “yaşamak istiyorum” çığlığı hâlâ kulaklarımızda. Türkiye’de kadınlar kadın düşmanlarını koruyanlara, yaşam alanlarını kuşatan şiddete, gericiliğe ve eşitsizliğe inat özgürce yaşamak istiyor ve bunun için mücadele ediyorlar.
Kadına yönelik şiddetin durdurulmasının bugünden yarına çözümlerle mümkün olmadığı açık. AKP’nin düzeni kadınlara eşitsizlik ve hatta ölümden başka bir şey vadetmiyor. Toplumsal cinsiyete dayalı her türlü ayrımcılığın önlenmesi için eğitimden yargı düzenine pek çok mekanizmanın yeni baştan inşa edilmesi gerekiyor. Bunun sağlanabilmesi örgütlü ve dayanışmacı bir kadın mücadelesinin her alanda verilmesiyle mümkün olacak. Fakat tartışma konusu dahi yapılamayacak boşanma hakkı, nafaka, kürtaj hakkı gibi gündemlerin örgütlü saldırılarla yeniden kadınlara dayatılması bir süredir kadın hareketine kendi taleplerini örgütleyip kazanım elde etmeyi unutturdu. Bu tablo içerisinde İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlarca yeniden gündeme getirilmesi ve AKP tarafından en ağır saldırıya maruz bırakılması tesadüf değil. Kadınlar İstanbul Sözleşmesi’nde ısrar ederken “Bizden çaldıklarınızı geri alacağız ve daha fazlasını istiyoruz.” diyorlar. Bu yüzden sözleşme hem mevcut şiddet eylemlerinin önlenmesi için acil bir eylem planı olarak kabul edilmeli hem de toplumsal cinsiyet eşitsiz-liğine dayalı şiddetin ortadan kaldırılması için önümüzdeki yıllarda verilecek mücadelede daha ileri talepler için bir başlangıç sayılarak sahiplenilmeli.