AKP’li yıllarda seçimler sosyalistleri sıkıştıran bir faktör haline geldi. AKP öncesinde de durum o kadar parlak değildi ama sol, seçimlerde kayda değer bir başarı gösterip göstermediğinden ya da seçimler de dahil siyasal süreçleri yeterince verimli kullanıp kullanamadığından bağımsız olarak seçim tartışmalarıyla dağılmamayı beceriyordu.
Buradan solun AKP öncesi performansının övüldüğü sonucu çıkmasın. Sol bugün AKP öncesi dönemden de başlayarak kendi görevlerini yerine getirememenin bedelini ödüyor. AKP’li yılların yeniliği, solun kafasını kuma gömme lüksünü artık yitirmiş ve geçmiş dönemlerdeki başarısızlığın yıkıcı sonuçlarını deneyimlemeye başlamış olmasıdır.
2007’den 31 Mart’a
Sosyalist hareket üzerinde seçim basıncının bir anda şiddetlenmesinde belirgin bir tarih ve iki temel faktörden söz etmek mümkün. Tarih 2007’yi, hadi daha da somutlayalım, 2007 Genel Seçimi’ni gösteriyor. Sayacağımız iki temel faktör de yine bu seçimle çakışıyor.
Faktörlerden ilki rejim tartışmalarıdır. İktidara geldiği 2002’den itibaren ABD’ye “Bizi süpürmeyin, kullanın” mesajları verecek kadar yaltaklanarak dış destek sağlama, IMF ve AB’nin kapısında yatarak yerli ve yabancı sermayeyi memnun etme ve Milli Görüş gömleğini çıkardığı iddiasıyla da Cumhuriyetçi bürokrasiyi ve toplumsallığı yatıştırma politikası izleyen AKP, 2007 seçimine giderken çekirdekten gerici Abdullah Gül’ü Cumhurbaşkanı yapmakta ısrar ederek Cumhuriyet’le kavgadan vazgeçmeyeceğini göstermiş, sonrasında da karşı devrimci karakterini kesintisiz olarak pekiştirmiştir. Bu tabloda sosyalist hareket AKP’den kurtulma basıncını git gide daha şiddetli hisseder olmuştur. İyi tarafından bakarsak canlılık belirtisidir ve AKP’nin yenilgi aldığı 7 Haziran ve 31 Mart seçimlerinin ardından yaşananlar düşünüldüğünde tamamen yabana atılacak bir durum da değildir, ama AKP’den kurtulma önceliğiyle sınıf perspektifinde ısrar ederek kendi stratejisini geliştirme hedefi birbirleriyle örtüştürülemeyince etkisi dağıtıcı olmuştur.
İkinci faktör ise ülke ölçeğinin ötesinde bölgesel bir faktör olarak da siyasal denklemde karmaşayı artıran Kürt siyasal hareketidir. Kürt siyasal hareketi 2007’de genel seçime ilk kez bağımsız adaylarla girerek barajı delmiş, 2015’ten itibaren de seçmen tabanını yüzde 10’un üzerine sabitleyerek barajı aşabilir hale gelmiş ve buradan aldığı güçle git gide daha fazla kendi yörüngesine çektiği sosyalistleri seçim ve parlamento gündemlerinden kafasını kaldıramaz hale getirmiştir.
31 Mart seçimleri, sosyalist hareket üzerinde bu iki faktörün ağırlığının çok fazla hissedildiği bir süreç olarak gelişmiştir. Seçimlere ilişkin genel bir değerlendirmenin dışında özel olarak sosyalist hareketin verdiği sınavın bir muhasebesi bu nedenle zorunlu hale gelmiştir.
Ölü doğuma bel bağlamak
Elinizdeki derginin Aralık 2018’de okurla buluşan sayı-sında, yani sosyalistleri düzen siyasetinin dengelerinin parçası haline getiren gelişmelerin bir bölümü henüz gündemde değilken yazılan satırları hatırlamakta yarar var: “…yatırımını düzen muhalefetini etkileme ya da parlamenter denklem içerisinde alan tutma üzerine kuran bir stratejinin ölü doğum anlamına geldiği net bir biçimde söylenmeli.”1
Açık konuşmak gerekirse, Türkiye sosyalist hareketinin önemli bir bölmesi 31 Mart seçimlerinde ölü doğuma bel bağlamayı tercih etmiştir.
HDP’nin “Doğuda kazanma, batıda Cumhur İttifakı’na kaybettirme” stratejisinin parçası olmayı tercih eden sosyalistlerin etkili olmak bir yana, anlamlı bir siyasal varlık olmaktan da uzaklaştıkları açık. Ancak ölü doğuma bel bağlamanın birden fazla biçimi var.
ÖDP Başkanlar Kurulu üyesi Alper Taş’ın CHP Beyoğlu Belediye Başkan adaylığı açıklandığında kendisine ve yol arkadaşlarına başarılar dilemiş, ancak yaptıkları tercihi “bir tür kolay yoldan sıçrama arayışı” ve “yol kazasına umut bağlamak” olarak eleştirmiştik.2 Nitekim Beyoğlu’nda yürütülen seçim çalışması yaklaşık iki aylık bir süreç boyunca sol söylemlerin biraz daha yüksek sesle duyulmasını sağlamakla birlikte “düzen muhalefetini etkileme” hedefinin ötesine geçememiş, buradaki birliktelik “yönünü sağa dönen sosyal demokratların soldan giderek de kazanılabileceğini görmeleri ve hatta bir daha Bucakları düşünememeleri” gibi hedeflerle gerekçelendirilmiştir.3 Bu tablonun Alper Taş ya da ÖDP’nin niyetinden değil, verili güç dengesinde kurulan bu türden bir birlikteliğin nesnel olarak daha fazlasına olanak tanımamasından kaynaklandığını vurgulamakta yarar görüyoruz.
Dersim’e nasıl bakmalı?
31 Mart seçimlerinin hem ülke geneli hem de sosyalist hareket açısından en önemli sonuçlarından biri de kuşkusuz komünistlerin Dersim başarısı. Ovacık’ta başlayan sosyalist belediyecilik deneyiminin Dersim Merkez’e taşınması ve ülkemizin tarihinde komünistlerin ilk kez bir il belediyesini yönetme fırsatı yakalamış olmalarının önemi ne kadar vurgulansa az. Sosyalistlerin Dersim seçimleri üzerine tartışmaları da ilgiyi hak ediyor.
Dersim’de komünistlere kaybettirmek için HDP’nin liderliğinde seferber olanları çokça eleştirdik. Burada bu eleştirileri tekrarlamaya gerek duymuyoruz, ancak kimi çevrelerin akılları ve gönülleri komünistlerden yana olduğu ve Dersim başarısının önemini kavradıkları halde içinde bulundukları ittifaklar nedeniyle tavırlarını açıkça ortaya koymamış olmalarını da düşündürücü buluyoruz. HDP ya da CHP ile çeşitli şekillerde kurulan ittifakların sonucu Dersim’de bu partilere rakip olan devrimcilerden desteği esirgemek oluyorsa ittifak politikaları gözden geçirilmeli…
Eleştirimiz ve kaygımız çok ancak söz Dersim başarısından açılmışken vurguyu umuda kaydırmakta yarar var. FKF seçimlerin ertesi günü yaptığı açıklamada Dersim’i kast ederek “İktidar cephesi çalkalanırken, başka ve gerçek bir umut da geleceğe yürümeye çalışıyor” ifadelerine yer vermişti. Dersim’in doğurduğu umut iki açıdan önemsenmeli.
Birincisi, Ovacık’ta başlayıp Dersim Merkez’e taşınan belediyecilik anlayışı farklı başlıklarda olumlu ve etkili bir örnek oluşturmuştur. Meyve-sebze fiyatlarının yüksekliği karşısında CHP’li belediyelerin bir anda çiftçiyi desteklemenin ve kooperatifçiliğin önemini hatırlamasında, el değiştiren belediye binalarına eski yönetimlerin taktığı borçların listelerinin asılmasında Ovacık-Dersim deneyiminin etkisini yadsımak mümkün değil.
İkincisi ve daha önemlisi ise, Ovacık-Dersim deneyiminin sosyalistlerin Türkiye emekçilerine önerecekleri iktidar modeline dair verdiği ipuçlarıdır. Sosyalist belediyelerdeki halk meclisleri emekçi halkın yönetime katılımının, tarım kooperatifleri ve doğrudan satış uygulamaları üzerinden kurulan ekonomik model ise sosyalist iktidarın tarım politikasının devlet işletmeleri yanında hangi araçlarla desteklenebileceğinin ipuçlarını vermektedir. Bu uygulamaların sosyalizme meşruiyet ve sempati kazandırmanın ötesinde bir sosyalist programın parçası olacak biçimde geliştirilmeleri, iktidar perspektifinin gereği olarak görülmelidir.
Dipnot
- Devrim Çetinocak, “Yerel Seçimler Yaklaşırken: Sosyalistler Ne Yapmalı?”, Yeni Yazılar (Aralık-Ocak 2018), sayı: 15, s. 5-7, s. 7
- Ercan Bölükbaşı. “Beyoğlu ve Yol Kazasına Umut Bağlamak”, Genç Gazete, 6 Şubat 2019. Kaynak: https://gencgazete.org/be-yoglu-ve-yol-kazasina-umut-baglamak/
- L. Doğan Tılıç, “Alper Taş ve F. Mehmet Bucak”,Birgün, 9 Şubat, Kaynak: https://goo.gl/QJuB7v