S. S. Prawer’in Marx’ın edebiyat ile ilişkisine odaklanan kapsamlı çalışması Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, bu senenin başında ülkemizde de yayınlandı. Marx’ın farklı çalışma alanlarında edebiyatı nasıl kullandığını irdeleyen çalışmanın, marksist edebiyat kuramı üzerine yeni bir argüman geliştirmek gibi bir iddiası yok. Kitap; ilk çalışma yıllarından itibaren Marx’ın hangi edebi akımlardan ve yazarlardan etkilendiğine, hangileriyle arasına mesafe koyduğuna, bunların siyasi düşüncelerinin gelişimi ile paralelliğine, kaleme aldığı metinlerdeki edebi göndermelere ve yaptığı edebiyat eleştirilerine odaklanan kronolojik bir inceleme.
Marx’ın hemen hemen tüm metinlerinde özellikle insan davranışlarını açıklayabilmek, kendi düşüncelerini daha açık resmedebilmek adına edebi göndermeler ve imgeler kullandığı ona aşina olanlar tarafından bilinen bir gerçek. Homeros, Dante, Cervantes, Heine, Goethe, Shakespeare; Marx’ın etkilendiği ve eserlerinde göndermelerde bulunduğu yazarların sadece küçük bir kısmını oluşturuyor. Karl Marx ve Dünya Edebiyatı, Marx’ın açıklama gereği duymadığı bu göndermeleri inceleyerek okuyucu için daha anlaşılır kılıyor. Bunun yanı sıra kitap, Marx’ın edebiyata yaklaşımını irdelerken edebiyata dair siyaset ile iç içe tarihselci bir yorum sunuyor ve marksist edebiyat kuramını anlamak için bir temel oluşturuyor. Ayrıca Marx’ın siyasi düşünce gelişimine paralel olarak yazarlara ve edebi akımlara aldığı tavırların açıklanması da Marx’ın düşüncesini anlamak açısından önem teşkil ediyor.
“Doğa bilimi ve tarih. Siyasetin, hukukun, bilimin, vs. sanatın tarihi yoktur.” El yazmalarında çokça yanlış yorumlanan bu vurgusuyla Marx, sanatın ve edebiyatın; siyasetten, tarihten ve beşeri bilimlerin geri kalanından bağımsız bir tarihi ve anlayış şekli olamayacağını ortaya koyuyordu. Marx’ın yazın hayatının geri kalanı bu iddianın devamı olarak yorumlanabilir. Ancak bu çalışma ve çabanın içinde edebiyata da özel bir rol düşmüştür. Hiçbir zaman salt edebi bir inceleme yapmayan Marx, yazılarında kullandığı edebi gönderme ve imgelerle aslında sadece edebiyatı insan davranışlarını, tarihi ve kendi düşüncelerini resmetmek için bir belgesel gibi kullanmamış aynı zamanda edebiyatın da siyaset, tarih ve felsefe ile iç içe geçen bir yorumunu yapmıştır.
El Yazmaları döneminde sermayenin gücünü tasvir etmek için Mefisto’nun Faust ile diyaloğunu okuyucuya sunarken, hemen hemen tüm yazın hayatı boyunca muhafazakar bir karakter ile girdiği polemiklerde Don Kişot’u çağırır. Shakespeare ise El Yazmaları’ndan Kapital’e Marx’ın tüm yazın hayatı boyunca karşımıza çıkar. Timon, Macbeth, Henry bunların en belirgin olanlarındandır. İktidar hırsını Macbeth’in ve Henry’nin sözleri ile açıklar, paranın değiştirici gücü için Mephisto gibi Atinalı Timon’u çağırır. Marx’ın Shakespeare’den bu denli etkilenmesi ve ona bu kadar gönderme yapmasının, Shakespeare’in sıradan insanların günlük dertlerini anlatan ancak bunun tarihi, ekonomik ve siyasi bağlarını kurmaktan da çekinmeyen tarzından kaynaklandığını söylemek mümkün. Keza Shakespeare’in çoğu zaman trajedi ve komediyi birlikte kullanması ve oyunlarında güncel insani özellikleri yıkan kahramanlara yer vermemesinin, Shakespeare’in Marx tarafından insani durumları açıklamak için kullanılıp yorumlanmasını daha da mümkün kıldığı söylenebilir.
Shylock ise Marx’ın tüm yazın hayatı boyunca karşımıza en çok çıkan karakterlerden biridir. Sınıflı bir toplumda evlenmek isteyen gençlerin hikayesinin Shylock’un maddi hırslarından ötürü faize karşılık Antonio’nun bir parça etini ipotek altına aldırmasına kadar varışını anlatan Venedik Taciri’nin açgözlü Shylock’unun Marx’ın sermaye’nin vahşiliğini ve insan hayatında yarattığı yabancılaşmayı anlatmak istediğinde karşımıza çıkması oldukça açıklayıcı. Rheinische Zeitung’da Alman Hukukçuların “tarih okulunu”, ilerleyen zamanlarda 19. yüzyıl girişimcilerinin davranışlarını eleştirirken ya da Fransa’da İç Savaş’ta Shylock oradadır. Kapital’in birinci cildinde ise sermayenin Shylock’un ağzından konuşturulduğu pasajlar vardır. Ayrıca Venedik Taciri’nde hem bu açgözlülüğün varabileceği vahşiliğin hem sermayenin insan yaşamına etkisinin bir metaforu olarak yorumlanan insan eti imgesi de Marx’ta Shylock ile birlikte karşımıza çıkar.
Tüm bunlar elbette bir noktada Marx’ın insani olanı edebiyat ile anlatmayı ve kendi düşüncelerini edebiyat ile açıklamayı üslup edinmesinin bir uzantısı. Ancak bunun Marx’ın edebiyatı sadece adeta bir örnekler kataloğu ya da belgesel gibi kullanması olarak yorumlanmasının haksız bir yargı olacağını da belirtmek gerek. Marx’ın edebi eserleri siyasi metinlerin içinde kenarda köşede kalmayacak şekilde tam da edebi eserlerin oturduğu bağlamda yeniden kullanması ya da eleştirmesi aynı zamanda edebiyatın tarihselci bir yorumu. Prawer’in çalışmasının amacı her ne kadar bunu vurgulamak olmasa da, Marx’ın edebiyata getirdiği tarihselci yorum 21. Yüzyılda gitgide popülerleşen edebi eserleri tarihsel, siyasi ve ideolojik bağlamlarından kopararak anlamlandırma yaklaşımına karşı edebiyatın tarihsel bağlamı içinde gerçek ve zengin bir yorumu olarak okunabilir. Örneğin Shakespeare’in Elizabeth döneminde sınıfsal ilişkilere sert bir eleştiri getiren, sermeyenin aç gözlüğünü tüm vahşiliğiyle gözler önüne seren Venedik Taciri’nin aç gözlü karakteri Shylock’un Kapital’de karşımıza sermayenin ağzından konuşurken çıkması sadece yerinde kullanılmış bir örnek değil aynı zamanda edebiyatı bağlamından kopararak yorumlayan yaklaşımların karşısında adeta tarihselciliğin ona yeniden can vermesi olarak yorumlanabilir.
Prawer’in çalışmasının birçok olumlu yanından bahsetsek de ne yazık ki kitabın marksizm ve marksist edebiyat yaklaşımına dair kabul gören klişeleşmiş bazı düşünceleri kitabın çoğunluğunda olmasa da kimi yerlerinde yeniden ürettiğinin de söylenmesi gerek. Örneğin, sonuç bölümünde gerçek mülkiyet ilişkilerine dayalı, gerçek toplumsal durumlardaki, gerçek insanlara odaklanmasının Marx’ı edebiyatı belgesel veri elde etmek amacıyla incelemek mecburiyetinde bıraktığı iddia edilir. Marx’ın edebiyata tarihselci yaklaşımını salt edebiyattan siyasi gündemlere örnek çıkarmaya eşitleyen bu yaklaşım yukarıda değindiğimiz şekilde tarihselci yaklaşımın aslında edebi eserleri bağlamlarından kopararak inceleyen yaklaşımların karşısında çok daha zenginleştirici olduğunu görmezden geliyor. Kızı evi terkettiğinde dahi aklına ilk mücevherleri gelen Shylock’un Fransa’da İç Savaş’ta karşımıza Prusyalı Shylock olarak çıkması ya da Kapital’de sermayenin ağzından konuşması edebiyatı belgesel veriye indirgemekten ziyade siyasi bağlamında onu yeniden canlandıran bir yaklaşım olarak değerlendirilmeyi hakediyor.
Toparlayacak olursak Prawer’in çalışması Marx’ın edebiyat ile kurduğu ilişkiyi siyasi düşünce gelişiminin paralelliğinde kronolojik olarak incelerken, Marx’ın edebi alıntı ve göndermelerle dolu metinlerini de daha anlaşılır hale getiriyor. Aynı zamanda Marx’ın örneğin Hegel’den uzaklaştıkça romantisizime de gitgide daha sert eleştiriler getirmesi gibi siyasi yaklaşımının edebi akımlara yansımalarını okuyucuya aktararak Marx’ın düşüncesini okuyucu için daha açık kılıyor. Her ne kadar kimi noktalarda yukarıdaki örnek gibi Marx ve marksizm ile ilgili kalıplaşmış bazı yargıları yeniden üretse de bunların çalışmanın geneline hakim olmadığı söylenebilir. Marx’ı anlamayı daha kolay hale getirirken marksist edebiyat kuramını anlamak için de bir temel oluşturan bu değerli çalışma aynı zamanda tarihselci yaklaşımın edebiyatı sadece diğer beşeri bilimlerle okumakla yetinmediğini, bu şekilde edebiyatı da kendi bağlamında yorumlayarak zenginleştirdiğini gösteriyor.