Daha 24 Haziran seçimlerinin üzerinden bir sene geçmeden Türkiye yeni bir seçime hazırlanıyor. AKP için seçimlerin nasıl bir işlevi olduğunu, AKP’nin neden sürekli Türkiye’yi seçimlere sürüklediğini çokça konuştuk. Ancak seçimler sadece AKP için değil, sosyalistler için de bir işleve sahip. Ve AKP’nin tersine, bunun sosyalistleri ileri sıçratan bir işlev olmadığı kanısındayız. Türkiye solu hemen her seçim döneminde aşağıda kabalaştırarak ifade edeceğimiz iki seçenek arasında seçim yapıyor:
İlk seçeneğimiz şöyle: Bu sefer yerel seçim olması dolayısıyla AKP’yi gerileteceğimiz konusunda inancımız tam! Sonunda 16 yılık zulüm son bulacak ve AKP karşıtları olarak bu sefer geniş kesimleri ikna edebileceğimizi biliyoruz. Sonuçta HDP kazanamayacağı illerde aday çıkarmayarak CHP-İYİP ise zaten bir gıdım oyu olan doğu illerinde HDP’yi destekleyerek Türkiye demokrasisine büyük katkılarda bulundu. Bu yüzden bu sefer bu iş tamam! Tabii HDP ve CHP’nin sosyalist olmadığını biliyoruz, ancak ikisini de destelemek için gerekli bahanelerimiz var. Bir kere HDP’nin kayyum atanan belediyelerde desteklenmesi gerekiyor. O belediyelerin nasıl elde tutulacağını, bir daha kayyum atanırsa ne yapacağımızı biz de bilmiyoruz. Ama HDP’nin seçimde desteklenmesi ahlaki bir görev. Zaten bu yüzden genel seçimlerde de HDP’yi destekledik. Meclise girince ne oldu demeyin! Dedik ya ahlaki görev!… CHP’ye gelince… Ülkemiz AKP diktatörlüğü altında inim inim inlerken maalesef CHP de dahil (e tabii CHP İyi Parti ile ittifak yaptığı için İyi Parti de dahil) herkesi desteklemek durumundayız. AKP gitsin gerisine bakarız zaten. Sağcı adaylar kötü tabii, ama en azından AKP adayı değil!
Dişe dokunur bir başarı gösteremediğimiz durumda (biz dediysek HDP ve CHP’yi kastediyoruz) seçimden sonraki bir hafta boyunca seçim sürecinde yaşanan (ama yalnızca seçim sürecinde!) hukuksuzlukları dile getirerek neden başarısız olduğumuzu açıklamayı düşünüyoruz. Sonra da bir dahaki seçim dönemine kadar zaman zaman halkımızı gaza getiren açıklamalar yaparak ortadan kaybolacağız. Olur da biri bu arada üstümüze gelirse lütfen bir zahmet AKP diktatörlüğüne baksın: Bu zulüm ve baskı ortamında hareket etmek mümkün mü Allah aşkına?
İkincisi ise şu: Türkiye’de muhalefet sağıyla soluyla ulusalcısıyla düzen içi çıkışlar aramaya devam ediyor. Biz ise sosyalizmin tek gerçek temsilcileri olarak seçime katılarak seçime meşruiyet kazandıran bütün bu güçleri, özellikle de solu teşhir edeceğiz. Ancak bunu seçime katılmayarak yapmayacağız, hayır… Tersine seçime katılarak halkımıza bir seçenek sunacağız. Bu arada gerçekten kazanma şansımız varmış gibi davranacağız. Ama diğer güçlerin halkımızı kandırmasına izin vermeyeceğiz, çünkü halka yalan söylemek suçtur! Ve tabii ki seçim stratejimizi de oluşturduk. Temel önceliğimiz ne kadar farklı olduğumuzu ve kimseyle aynı gemide olmadığımızı vurgulamak…
Olur da seçimde önemli bir başarı gösteremezsek o zaman yine halkımızın nasıl kandırıldığını anlatmaya devam edeceğiz. Sonuç olarak, seçim başarısızlığımız bizim başarısızlığımızdan değil kendini sol gibi gösteren güçlerin halkımızı düzen güçlerine teslim etmesinden kaynaklanıyor. Tabii seçimlerin ne kadar önemsiz olduğunu ve halkımızı oyalamayı amaçladığını da ifade edeceğiz. Ancak bir dahaki seçim döneminde yine seçime katılacak ve halkımızın kandırılmasını önleyeceğiz…
Yukarıdaki iki çizgiyi de fazlasıyla abarttığımız, karikatürleştirdiğimiz düşünülebilir. Doğrudur, yukarıdaki çizgilerin ikisi de karikatürdür. Ancak bunun bir sebebi bizim abartmamız ise diğer sebebi de bu iki çizginin de gerçekten karikatürize edilecek kadar tutarsız olmasıdır. Yine de bizim buradaki amacımız sol ile polemiğe girmek ya da filmdeki “Kara Murat benim!” sahnesini anımsatırcasına “hayır en iyi solcu biziz!” demek değil.
Biz yukarıda ifade ettiğimiz tavrın hem solun yaşadığı sıkışmanın ve stratejisizliğin bir göstergesi olduğunu hem de bu sorunu derinleştiren bir yönü olduğunu düşünüyoruz.
Seçimler elbette ki sosyalizm stratejisi içerisinde bir yere sahip. Burada çıkıp yukarıda sıraladığımız argümanlarla seçimlere giren sosyalist özneleri itibarsızlaştıracak değiliz. Zaten sözünü ettiğimiz sorunun esas kaynağı da seçimler değil. Ancak hem Türkiye’nin sürekli olarak seçimlere sokulması hem de solun izole edilmiş ve etkisizleşmiş olması seçimleri semptomatik hale getiriyor. Daha da önemlisi solun halk ile kurduğu ilişkiye ve sosyalizm mücadelesine akıtılabilecek enerjiye de önemli zararlar veriyor.
Yukarıda sözünü ettik, halka yalan söylemenin suç olduğu sol açısından sorgulanamayacak bir ilke. Ancak söz konusu olan sosyalist mücadele ise yapabileceklerimiz ve verili koşullarda yapamayacaklarımız konusunda netliğe ihtiyacımız var. Örneğin bugün seçime öyle ya da böyle yaklaşan bütün öznelerin bu yaklaşımlarını dürüstçe ve nelerin yapılmasının mümkün olduğu çerçevesinde kamuoyu ile paylaşması gerekir. En başta da AKP’nin seçimlerle bugüne kadar ne kadar geriletildiği ve bundan sonra ne kadar geriletilebileceği sorusunun dürüstçe cevaplanması gerekiyor. Bugüne kadar bu sefer gidiciler denerek girilen her seçimde neden gitmediklerine dair net bir cevabımız var mı? Ya da genel olarak AKP’nin bütün başarısızlıklarına, bütün krizlere ve en önemlisi de Gezi İsyanı’na rağmen nasıl iktidarda kaldıkları sorusuna ne yanıt veriyoruz? Açıkçası iradeye, Leninist öncülüğe işaret eden biz sosyalistler açısından başkasının ihaneti ya da başarısızlığının bu sorunun cevabı için yeterli olmadığını düşünüyoruz.
Diğer yandan AKP’nin geriletilmesinin sosyalistler açısından önemi sorgulanamaz elbette. Ancak AKP’nin geriletilmesine AKP’nin kurduğu düzenin kurumsallaşması açısından bakacaksak o zaman meselenin AKP’nin adayları karşısında herhangi bir adayı destekleme ciddiyetsizliğinin ötesinde ele alınması gerekir. Sorumuz şu: Seçimleri AKP’nin kurduğu düzene karşı bir platforma mı dönüştürmeye çalışıyoruz yoksa seçimlerde aldığımız tavır ne kadar AKP ve düzen dışı bir konum almamızdan bağımsız olarak bu düzenin kurumsallaşması içerisinde yer almamız anlamına mı geliyor? Eğer yukarıdakilerden ilkini yaptığını iddia eden bir sol özne varsa o zaman böyle bir platformun maddi zemini olup olmadığı sorusuna cevap vermek gerekiyor.
Öyleyse lafı daha fazla uzatmadan şunu söyleyelim: Türkiye’de verili durumda seçim bütün sol özneler açısından strateji eksikliğini kapatacak bir kamuflaj işlevi görmektedir. Seçimlere kendini ayrıştıracak bir turnusol görevi yüklemek ya da herkesten doğru olan çizgimizin onaylanacağı bir platform muamelesi yapmak da aynı derecede seçime altı boş bir önem atfetmek anlamına geliyor. Dolayısıyla mesele seçimde kimlerin destekleneceğinden de öte seçimden neler bekleyebileceğimiz ve bekleyemeyeceğimizde. Buna bir de yukarıda sözünü ettiğimiz dürüst ve gerçekçi olma ihtiyacı eklendiğinde sanırım ne dediğimiz anlaşılacaktır.
Her seçim döneminde halkta büyük heyecanlar yaratıp bu sefer oldu havasına girenlerin seçim sonrasında ne başarısızlıklarının hesabını verdiğini ne de yapılan usulsüzlüklerin hesabını sorduğunu biliyoruz. Mesele solun bu sorumsuzluğun bir parçası olup olmayacağının da ötesinden bu sorumsuzluktan çıkışı gösterecek bir mücadele stratejisi örüp öremediğimizde.
İşte tam da bu nedenle sürekli olarak seçimlere odaklanan bir stratejisizliğin sol enerjiyi soğurmaktan başka bir işe yapamayacağını söylüyoruz. Bu durum Beyoğlu’nda Alper Taş ya da Dersim’de Fatih Maçoğlu seçimi kazansa da değişmeyecek… Elbette ki hem Taş hem Maçoğlu değerlidir ve kazanmaları bizi sevindirir. Ancak yukarıda sözünü ettiğimiz strateji sorunu bu iki ismin de kazanması durumunda dahi değişmez. Daha da önemlisi hem bu belediyelere hem de HDP’nin kayyum atanan belediyelere AKP’nin yeniden saldırmayacağının garantisi de bu seçim başarılarından çok AKP’yi toplumsal alanda geriletebilecek gerçekçi ve inatçı bir mücadele olacak. Bu nokta da ise sosyalistlerin ne yalnızca daha güçlü birlikler kurması ne de en doğruyu temsil ediyor olması fazla bir işe yaramayacak. Solun yeniden kurulacak bir mücadelenin gereklerini ciddiyetle tartışması ve gerekeni de adım adım sabırla yapması gerekiyor.