Türkiye sosyalist hareketinde uzunca bir dönemdir düzen siyasetindeki eğilimlerin altını çizen ve bunun üzerinden geleceğe yönelik olasılıkların altını çizen yazılara sık rastlanıyor. Yeni Yazılar’ın seçimlere ilişkin dosyasında bu kapsamda değerlendirilebilecek bir yazıya yer vermiyoruz. Bu büyük ölçüde bilinçli bir seçimin ve özel bir yöntemsel hassasiyetin ürünü.
Dosyamıza giriş niteliği taşıyan bu yazıda, bahsettiğimiz hassasiyetin kaynaklarını açmaya çalışacağız. Ana tezimiz ise şu olacak: En azından Marksist bir yaklaşımla hareket ettiğini iddia edenler açısından, bütünü üzerinden şekillendirici bir etkiye sahip olmadığı süreçlerin yaratabileceği sonuçlar üzerine iddialı analizler yapmak pek de mümkün görünmemektedir.
Biraz daha açacak olursak, bize göre Marksizm yöntemsel olarak mevcut durumun kendi iç gerilimleri ve öznenin burada yerleştiği pozisyon ile birlikte -elbette bir önsel soyutlama düzlemi ile yaklaşarak- tahlili üzerinden siyasal görevler tarif etmeyi olanaklı kılan bir teorik sistemdir. Ancak iş öznenin ve siyasal görevlerin dışarıda bırakıldığı tahlillere gelince açıklayıcı gücü zayıflamaktadır ve bu tercih edilmiş bir zayıflıktır.
Zayıflığı yaratan, Marksizmin başından beri kendisini siyasal hedefleri merkezine alan bir düşünce sistemi olarak kurmasıdır. Dolayısıyla bu hedeflere ulaşacak stratejilerle ve daha somut olarak öznenin buradaki müdahale kanallarıyla kurulan ilişkideki bir zayıflama, ortaya konulan düşünsel ürünün Marksist niteliğini doğrudan etkilemektedir. Bu tercih edilmiş zayıflık aynı zamanda, iş dünyayı değiştirecek fikirleri üretmeye geldiğinde Marksizmin diğer düşünce sistemleri karşısındaki en önemli avantajını oluşturmaktadır.
Marksizmin bahsettiğimiz niteliği belki de on birinci tezin anlama ve değiştirme arasında kurduğu ve çoğu zaman eksik ya da yanlış yorumlanan ilişkide görmek mümkündür. Bize kalırsa, tezlerin tümü ile birlikte okunduğunda Marx burada anlama değiştirme arasında bir önem-önemsizlik sıralaması kurmaktan çok, hangisinin hangisi dolayımı ile yapacağına dair bir bakış açısı ortaya koymaktadır. Bu bakış açısı ise nesnelliği anlamanın ancak onun üzerinde dönüştürücü bir eylemde bulunmak ile mümkün olması şeklinde tanımlanabilir. Dolayısıyla buradan ortaya çıkarılabilecek epistemolojik yaklaşım şu olabilir: Özne, gerçekliği kendi eyleminin konusu olan bir nesne haline getirebildikçe giderek gerçekliğin daha geniş bir kısmını anlayabilir.
Türkiye sosyalist hareketinde hakim olan anlayış ise bahsettiğimiz yaklaşım ile taban tabana zıttır. Sosyalist hareketin ana eğilimini, pratik anlamdaki siyasal etkinliği siyasal süreçler üzerine yapılan analizler ve tahminlerle ikame etme oluşturmaktadır. Etkileyemediği süreçler üzerine bu kadar iddialı tahminler yapma çabası ise olsa olsa bir tür sezgicilikle açıklanabilir. Bu tarz bir sezgicilik ise akla yine aynı metinde Marx’ın Feuerbach’a yönelttiği şu eleştiriyi getirmektedir:
Soyut düşünceyle tatmin olmayan Feuerbach, duyumsal sezgiye başvurur; ama duyumluluğu, duyumsal insanın pratik faaliyeti olarak kavramaz.1
Türkiye sosyalist hareketinde de siyasal pratikteki zaafları perdeleme çabası özünde güncel siyasete ilişkin analizlerde Marksist yaklaşımdan uzaklaşma sonucunu getirmiştir. Biz ise sadece bu dosyada değil, bundan sonraki siyasal analizlerimizde de zaaflarımızı perdelemeye değil, bu zaafların kaynaklarını ortaya koyarak nesnel süreçlere müdahale kanallarımızı güçlendirmeye yönelik bir yaklaşım çizeceğiz. Güncel siyasete ilişkin analizlerimiz de mevcut duruma nasıl müdahale edebiliriz sorusu ile başlayacak. Olasılıklar, tahminler, çeşitli gelecek senaryoları ancak ve ancak bu soruyla bağlantılı ise ve biz bu senaryolarda gerçekçi bir özneysek devreye girecek. Dolayısıyla bunların olmadığı mevcut durumda, gelişmeleri önden tahmin etmeyi değil belki biraz daha geriden takip etmeyi göze alarak müdahale noktalarını saptamayı doğru buluyoruz.