Kadın Hareketinin Üçüncü Dönemi: 1923 – 1935

Yeni Yazılar’ın son iki sayısında Osmanlı’da 19. yüzyılın sonlarına doğru yükselen modernleşme arayışları ve Avrupa’da yükselen I. Dalga Feminizmin etkisi ile ortaya çıkan kadın hareketini ele alarak derinleştirmeye çalıştığımız kadın hareketi – modernite ilişkisi tartışmasına bu sayıda devam ediyoruz. Bu tartışmadaki amacımız alışılagelmişin aksine sadece kadınların görünür olmayan tarihlerini görünür kılmak değil; kadın hareketinde gericilik ile mücadeleyi başa yazan, cumhuriyet ve aydınlanma ile sağlıklı ilişkilenen ve kadın mücadelesinin kendi yöntemlerini arka plana atmayan bir hattı belirginleştirmek olduğunu hatırlatarak başlayalım. Kuruculuk iddiası taşıdığımız hat köklerini, istibdat karşıtı mücadele yıllarında peçelerini çıkaran ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında seçme ve seçilme hakkı için mücadele eden kadınlarda buluyor.

Kısaca hatırlayacak olursak 1880’lerden 1935’e kadar devam eden bu süreç üçe ayrılmaktaydı. 1880 – 1908 arasındaki ilk dönemde kadınlar dergiler aracılığıyla kendi sorunlarını tartışmaya başlarken bu dönemin sonunda sürecin geri kalanına karakterini kazandıracak bir aydın kadın kuşağı yetişmişti. Bu dönemin en önemli özelliği ise kadınların II. Meşrutiyet’e giden sürecin organik bir parçası olmalarıydı. 1908’den sonra ise II. Meşrutiyet ile bir sıçrama yaşayan kadın hareketi, bu ikinci dönemde dernekler aracılığıyla örgütlenirken peçeye karşı büyük bir mücadele başlatmıştı. Kadın hareketinin ikinci dönemi modernleşme süreçlerinin kadın hareketine nasıl alan açtığını gösterirken modernite ile kadın hareketi arasında kurulacak sağlıklı bir ilişkiye dair ipuçları veriyordu. Bu sayıda ise zincirin üçüncü ve son halkası olan 1923 sonrası dönemi ele alacağız.

Seçme ve Seçilme Hakkı Etrafında Şekillenen Kadın Hareketi

1908’de modernleşme adına atılan büyük adım ile yeni bir döneme giren kadın hareketi, sonraki süreçte bağımsızlık mücadelesinin önemli bir parçası olmuştu. Milli Mücadele yıllarında İstanbul hükümetine protesto telgrafları çeken, orduya para ve yardım toplayan Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyeti ile benzer amaçlarla kurulan Donanma Cemiyeti Hanımlar Şubesi bu dönemin öne çıkan örneklerinden. Donanma Cemiyeti Hanımlar Şubesi’nin 1923 sonrasında kadınların seçme ve seçilme hakkını kazanma mücadelesinin öncüsü olmuş Nezihe Muhittin tarafından kurulması ise, döne-min kadın hareketinin karakterini kavrayabilmek için önemli bir veri. Bağımsızlık mücadelesinin doğrudan parçası olan kadın hareketinin bu yaklaşımının öncüllerini ise 1908 sonrasında özellikle Kadınlar Dünyası dergisinde tartışılan “toplumsal inkılaptan bağımsız olmayan bir kadın inkılabı” tartışmalarında bulmak mümkün. Bu perspektif ile boşanma ve eşit miras gibi taleplerini dile getiren kadınların bu taleplerin toplumsal eşitlik olmadan gerçekleşemeyeceğini göz önünde bulundurarak kadın mücadelesi dışındaki toplumsal mücadele alanlarında da aktif rol aldığından önceki sayıda bahsetmiştik.

Cumhuriyetin kuruluşu ile birlikte ise kadın hareketi için yeni bir dönem açılmıştı. II. Meşrutiyet’e giden sürecin parçası olan, sonrasında toplumsal yaşama daha fazla katılmanın getirdiği olanaklarla birlikte derneklerde örgütlenen kadınlar artık taleplerini daha ileri taşıyabileceklerinin ve mücadele olanaklarının arttığının farkındaydılar. Tıpkı 1880’lerden itibaren incelemeye başladıkları İngiltere ve özellikle Fransa örneklerinde de modernleşme süreçlerinin bir parçası olarak şekillenen kadın hareketleri gibi, Türkiye’de de 1923 sonrasında modern siyaset sahnesinde aktif şekilde yer almak isteyen kadınların öncelikli gündemi seçme ve seçilme hakkı olmuştu.

15 Haziran 1923’te, kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmayan seçim kanununun kabul edilmesinden yalnızca iki ay sonra, Darülfünun Konferans Salonu’nda gerçekleştirilen Kadınlar Şurası’nda Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluş kararı alınmış ve genel başkanlığa Nezihe Muhittin, genel sekreterliğe ise Şükufe Nihal seçilmişti. Kadınlar Halk Fırkası, amacını “[k]adın, ülkenin her yerinde yaşanan siyasi, sosyal ve ekonomik sorunların içinde olmasına ve bu sorunlardan etkilenmesine karşın bu alanlarda gözle görülür biçimde çalışma yapamamaktadır. Amaç, yer yer ortaya çıkan kadın varlığının ve kişiliğinin bir kitle hareketine dönüştürülmesidir,” şeklinde açıklıyordu.1

Kadınlar Halk Fırkası resmi kuruluş talebinin sonucunu beklemeden çalışmalarına hızlıca başlamıştı. 1923’ün son aylarında mecliste 1917 tarihli Hukuk-i Aile Kararnamesi’nin gözden geçirileceği ve yeni bir tasarının hazırlıklarına başlandığının duyulması ile birlikte Kadınlar Halk Fırkası’nın kadın erkek eşitliğini merkeze alan bir kanunun hazırlanması için başlattığı çalışma, bu sürecin en önemli unsuru. Nezihe Muhittin öncülüğünde harekete geçen kadınlar, 17 Ocak 1924’te İstanbul’da oldukça geniş katılımlı bir toplantı düzenlemişti. Halide Edip’in de katıldığı toplantıda kadınlar aile kanunu üzerine tartışmış, şeriata dayalı tüm hükümlerin kanundan çıkarılmasını talep etmiş, Nezihe Muhittin erkek çok eşliliğini ve çocuk yaşta evliliği sertçe eleştirmişti. Toplantı sonucunda İstiklal Mahkemesi savcısı tarafından kadınların düşüncelerini aktarması amacıyla oluşturulması talep edilen komisyona dönemin aydın kadınları Halide Edip, Selma Rıza, Sabiha Zekeriya Sertel, Nezihe Muhittin gibi isimler seçilmişti.2 Toplantı oldukça ses getirmiş ve bazı gazetelerde “İstanbullu moda düşkünü kadınların gürültülü toplantısı” şeklinde eleştirilmişti. Halide Edip ise gazete yazılarında modaya meraklı olmanın bir kadının memleket meselelerinde ciddi düşünemeyeceği anlamına gelemeyeceğini belirttiği yazısında toplantının savunmasını yapmıştı.3

Ancak Kadınlar Halk Fırkası’nın kurulması 1924’ün ilk haftalarında programın aşırı bulunması sebebiyle reddedilmişti. Bunun üzerine partinin kurucu kadroları harekete geçmiş ve 5 Şubat 1924’te programdan siyasi talepleri çıkararak Türk Kadınlar Birliği’ni ancak dernek olarak kurulabilmişti. Fakat bundan sonraki süreçte de siyasi taleplerden vazgeçilmemişti. Taleplerin programdan çıkarılmasının derneğin kurulabilmesi için stratejik bir hamle olarak düşünüldüğü söylenebilir. Nitekim Mart 1927’de siyasi talepler tekrar derneğin programına eklenmiş, İstanbul’da düzenlenen kongrede kadınlar için eşit oy hakkı talebi yine gündeme alınmıştı.

Mücadelenin Sönümlenmesi

Türk Kadınlar Birliği, programından siyasi talepleri çıkararak kurulmasına rağmen tüzüğüne bu talepleri tekrar eklemesi ve özellikle gerçekleştirdiği kongre ile dikkatleri tekrar üstüne çekmişti. Bu süreçte, 1925 yılından itibaren derneğin çıkardığı Kadın Yolu adlı dergide özellikle Nezihe Muhittin ve Şükufe Nihal’in kadınların seçme ve seçilme hakkına dair kararlı yazılarının etkisi büyüktü.

1927’nin Eylül ayında ise dernek içindeki çeşitli anlaşmazlıklara polis baskısının eklenmesi ve derneğin basılması ile Nezihe Muhittin ve çevresindeki yönetim ekibi istifaya zorlanmıştı. Bundan sonra ise genel başkanlığa Nezihe Muhittin’i radikal bulan ve kadınların hakları için beklemesi gerektiğini savunan Latife Bekir getirilmişti. Bu tarihten itibaren Türk Kadınlar Birliği’nin önceki yıllarda kamuoyunda kadınların ilgilenmesinin daha hayırlı olacağı belirtilen hayır işleri ile ilgilenmeye başladığı ve seçme ve seçilme hakkı mücadelesinin sönümlendirildiği görülür.

Sabiha Zekeriya Sertel o dönem Cici Anne isimli köşe-sinde Türk Kadınlar Birliği’nin bu durumunu, “[h]ak verilmez alınır. Hem öyle uzun mücadelelerle kabiliyetleri tasdik ettirmeye hiç ihtiyaç yok. Bir gün toplanır, hakkı aldıktan sonra bir miting yapar, nutuklar, konferanslar söyler, çelenkler takarsınız, olur biter,” sözleriyle sertçe eleştirmişti.4

19. yüzyılın sonlarında başlayan ve 1927’ye kadar yükselerek devam eden kadın hareketi için ne yazık ki 1927 yılı geriye çekiliş yılı olur. Kadınların 1923’te olduğu gibi 1924 yılındaki anayasa ile de seçme ve seçilme hakkını kazanamaması, Kadınlar Halk Fırkası’nın kuruluşuna izin verilmemesinin ardından programı daraltılarak kurulan Türk Kadınlar Birliği’nin de Nezihe Muhittin ve çevresinin tasfiyesi ile depolitize edilmesi ve hayır işlerine yönlendirilmesi bu geriye çekilişi başlatır. Her ne kadar dönemin aydın kadın kuşağının öncü isimleri Nezihe Muhittin, Halide Edip Adıvar, Şükufe Nihal, Sabiha Zekeriya Sertel, Selma Rıza gibi isimler dağınık şekilde mücadele yöntemleri aramaya devam etseler de artık kadınların mücadelesinin örgütlü bir adresi yoktur. Seçme ve seçilme hakkı ise sonunda 4 Aralık 1934 tarihinde kazanılır.

Devamında ise Türk Kadınlar Birliği olağanüstü kongresinde kendini fesheder. Kongrede dönemin genel başkanı Latife Bekir’in, “[a]rtık kadınlar bütün haklarına kavuşmuştur. Teşkilat-ı Esasiye kanunumuz artık bu yolda çalışacak birliğin devamına lüzum bırakmamış ve kadınlarımızın ayrıca bir teşekkül halinde çalışmasına sebep kalmamıştır. Bunun için birliğin kapanmasını teklif ederim,”5 şeklinde gerçekleştirdiği konuşma, derneğin Nezihe Muhittin döneminden sonraki durumunu yansıtır. Bundan sonra ise Türkiye’de kadın hareketi yıllarca canlanmayacağı bir durgunluk dönemine girer.

Modernleşme Süreçleri ve Kadın Hareketleri İlişkisi

Osmanlı’nın son yıllarında ortaya çıkan kadın hareketinin modernleşme süreci ile iç içe şekillenmesi ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu sürecin seçme ve seçilme hakkı mücadelesi üzerinde yoğunlaşması elbette istisnai bir örnek değil. Dönemin kadın hareketinin, ilk yıllarından itibaren başta Fransa ve İngiltere olmak üzere Avrupa’daki I. Dalga Feminizm akımını yakından takip ettiğine daha önce de değindik. Osmanlı ve Türkiye’deki kadın hareketleri, modernleşme süreçleriyle iç içe şekillenmiş olmaları ve kendi taleplerini oluşturmaları itibariyle Fransa ve İngiltere’deki kadın hareketleriyle oldukça benzerlik gösteriyor. Bu durum; kadın hareketleri ile modernleşme süreçleri arasındaki ilişkinin tesadüfi olmadığına işaret ederken, bugün kadın hareketinin modernite ile arasına koyduğu mesafeyi ve Türkiye’deki kadın örgütlerinin önemli bir kısmının laiklik talebi konusundaki belirsiz tutumunu sorgulatıyor.

Kadın hareketleri 17. yüzyıl İngiltere’si ve 18. yüzyıl Fransa’sında aydınlanmacı geleneğin bir parçası olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Tarihin; insanların artık tebaa değil yurttaş olduğu ve denetim hakkını tanrılar, krallar ve padişahlardan kendi ellerine aldığı bu dönüm noktasında kadınlar kendi konumlarını sorgulamaya ve kendi hakları için mücadele etmeye başlamışlardır. Dönemin İngiliz feministlerinden Mary Astell’in “[e]ğer bütün insanlar doğuştan özgürse nasıl oluyor da bütün kadınlar köle doğuyor?”6 sözleri, kadınların aydınlanmanın eşitlikçi idealleri üzerinden ve eleştirel bir yaklaşımla kendi konumlarını nasıl sorgulamaya başladıklarının bir örneğidir.

İddiamız kadın hareketlerinin doğuşunu ve kazanımlarını aydınlanmacılığa borçlu olması gibi mekanik bir ilişkinin var olduğu değil, kadın hareketlerinin ortaya çıkışının maddi koşullarının modernleşme süreçleri ve özellikle Fransız Devrimi ile oluştuğudur. Laiklik ile birlikte kadınların kendi yaşamları üzerindeki denetiminin koşulları oluşurken, toplumdaki konumlarını sorgulamalarının olanağı artmıştır. Burjuva devrimci geleneğinin kendi idealleri olan eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ilkelerini sonuna kadar götürmekten aciz olması ise toplumsal eşitlik talebi için kendi örgütlenmeleri ve yöntemleri ile mücadele eden kadın hareketlerinin çıkış noktası olmuştur.

Fransa ve İngiltere’de olduğu gibi Türkiye’de de kadınlar hakları için kendi örgütlenmeleri ile mücadele etmiş, bu haklar kadınlara gümüş tepside sunulmamıştır. Ancak bu durumun kadın hareketi ile aydınlanma arasında bir kopuş anlamına geldiğini ya da gelmesi gerektiğini iddia etmek hatalı olacaktır. Fransa’da kadınların toplumsal örgütlenmelere tam olarak kabul edilmemesi sonucu kendi örgütlenmelerini kurmaları kadın hareketinin çıkışını oluştururken, bu derneklerin giderek radikalleşmesi ve çoğunlukla aydınlanmanın en ileri unsuru Jakobenler’den yana konumlanması bu durumun bir örneğidir.7

Türkiye örneğinde de kadınlar mücadeleleri sürecinde yukarıda değinilen birçok baskıya maruz kalmış ve seçme seçilme haklarını mücadelelerinin başlamasından uzun süre sonra kazanmışlardır. Bu durumun sebeplerinden biri burjuva devriminin aydınlanmacı idealleri sonuna kadar götürmekteki aczidir. Bir başka sebebin de kökleri kapitalizmden çok daha eskilere giden patriyarkal yapı olduğuna ve bu iki dinamiğin birbirini beslediğine kuşku yok. Ancak bunun yanı sıra cumhuriyetin ilanı ile oluşan yeni devlet ve toplum yapısı kadınların mücadele zeminini oluşturmuştur. Bu durum cumhuriyet ve kadın hareketi arasındaki pürüzlü ilişkiye rağmen bütünde mücadelelerin paralellik göstermesini açıklar.

Örneğin, Nezihe Muhittin’in “Cumhuriyetin Türk Kadını Üzerindeki Feyzi” başlıklı makalesine kısaca bakacak olursak cumhuriyete dair fikirlerini, “Türkiye’de asırlardır devam eden muhafazakarlık-yenilikçilik mücadelesinde ilk defa olmak üzere ikinci ve hayırlı kuvvet üstün çıkmıştır. İtiraf etmeliyiz ki cumhuriyetin yarattığı aydınlanmadan en çok istifade eden biz kadınlar olacağız. Son inkılaptan evvel fikri esaretin umumi hayatımızda yarattığı tahribat en çok kadınlar tarafından duyuluyordu,” cümleleriyle ifade ettiğini görürüz.8 1923-1908 arasında İttihat ve Terakki Cemiyeti ile yakın ilişki içinde bulunan kadın hareketini ise geçtiğimiz sayıda tartışmıştık. Bu dönemde kadın hareketinin öncü isimlerinin önemli bir kısmının İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi kadınlardan çıktığını görmüştük.

Sonuç

Toparlayacak olursak, öncelikle yukarıda değindiğimiz Kadınlar Halk Fırkası ve Türk Kadınlar Birliği süreçlerine bakarak söyleyebiliriz ki Türkiye’de kadınlara seçme ve seçilme hakkı sıklıkla söylenenin aksine kadınların mücadelesi olmaksızın verilmemiştir. Seçme ve seçilme hakkı dışında Medeni Kanun’un oluşturulması ve kabulü sürecinde de gerçekleştirdiği tartışmalar ve yarattığı kamuoyuyla kadın hareketi aktif bir özne olmuştur. Kadınların siyasi hakları için on yıl kadar bir zaman dilimine yayılan ve engellemelerle de karşılaşan bir mücadele deneyimi mevcuttur.

Bir diğer noktaysa; Osmanlı’da II. Meşrutiyet’e giden süreçte kadın hareketinin ilk nüvelerini vermesi, II. Meşrutiyet’ten sonra büyük bir sıçrama yaşaması ve Cumhuriyet ile artık toplumsal yaşama katılımı büyük oranda artan kadınların siyasi haklarını talep etmesi süreci de Fransa ve İngiltere örneklerindekine benzer biçimde şekillenmiştir. Kadınlar; aydınlanmanın eşitlik, özgürlük, kardeşlik ilkelerinden yola çıkarak kendi konumlarını sorgulamış ve burjuva devrimlerinin bu idealleri gerçekleştiremediği noktada kendi talepleri için mücadele etmiştir. Politik bir bağlam kurulmadığı sürece anlattığımız tarihi süreç, kadınlar için bugün çok fazla kazanım anlamına gelmeyecektir. Amacımız; bugün kadınlar için en yakıcı başlık haline gelen gericilikle mücadelenin ülkemizin kadın hareketinde köklerini arayarak aydınlanma ile kadın hareketinin tarihte nasıl ilişkilendiğine bakmak ve bugün sağlıklı bir ilişkilenme zemini kurmaya çalışmak.

Burada bahsettiğimiz ilişkilenme zemini ise elbette geçmişte kurulan ilişkinin aynısını bugün kurmaya çalışmak değil. Bugün sağlıklı bir ilişki zemini kurarken dikkate alınması gereken iki önemli nokta bulunuyor. Bunlardan ilki, kadın hareketlerinin çıkış zeminini, aydınlanmanın ideallerinden yola çıkarak modernleşmenin sağladığı elverişli koşullarda bulması. Yani kadın hareketlerinin aydınlanmanın ileri ve organik bir unsuru olarak tarih sahnesine çıkması. İkincisi ise, burjuva devrimlerinin aydınlanma ideallerini sonuna kadar götürmekteki aczi ve bunun aydınlanma ideallerinden toplumun geri kalanıyla eşit derecede yararlanamayan kadınların kendi talepleri için kendi yöntem ve örgütleriyle mücadele etmesinin temelini oluşturması.

Modernleşme süreçlerinin kadın hareketinin oluşması için elverişli zemini oluşturması, bugün ana akım kadın hareketinin modernite ve aydınlanmayla arasına koyduğu büyük mesafenin sorunlu olduğunu gösteriyor. Yine aynı dönemde burjuva devriminin kendi ideallerini tam anlamıyla gerçekleştirmekten aciz olması ise, kadınların haklarını kazanması için burjuva devrimlerinin yetersizliğini ortaya koyuyor. Bu durum ise bu idealleri tam anlamıyla gerçekleştirecek bir sosyalist devrim perspektifinin kadın hareketinin aydınlanma ile kuracağı sağlıklı bir ilişkilenmenin zeminini oluşturacağı anlamına gelir.

Günümüze bakacak olursak, kadınların tüm haklarını ve kazanımlarını kendileri dışında gelişen süreçlere borçlu olduğunu savunan ve kadınların mücadelesini görmezden gören yaklaşım ile kadın hareketini modernleşme süreçlerinden tamamen bağımsız ele alıp aydınlanmacılıkla arasına mesafe koyan iki yaklaşımın da sorunlu olduğunu belirtmemiz gerek. Kadınların mücadelesini görmezden gelen ve kadınların tüm haklarını kendileri dışında gelişen süreçlere borçlu olduğunu savunan yaklaşım bugün kadın mücadelesinin en temel taleplerine dahi yanıt üretmekten aciz bir hat olarak karşımıza çıkarken, Türkiye solundaki geri bir eğilimi temsil ediyor. Aydınlanma ile arasına mesafe koyan yaklaşım ise bugün kadınların karşısındaki en büyük tehlike olan gericilikle mücadeleyi başa yazamıyor ve kadınların en temel taleplerinden olan laiklik başlığında dahi belirsiz bir tutum sergiliyor.

Yukarıda ifade ettiğimiz sorunlu yaklaşımlarla birlikte bir şeyin daha altını çizmek gerekiyor: Tarihsel süreçlerin kadınlar için anlamını sadece o süreçlerde kadın hareketine yapılan baskılar üzerinden okunması eksik bir yöntemdir. Kadın hareketinin tarihsel süreçlere alacağı mesafenin bunun yanı sıra -elbette bunu göz ardı ederek değil- daha bütünlüklü bir perspektiften yola çıkarak tarihsel süreçlerin, kadın hareketine açtığı alan üzerinden değerlendirilmesi gerekli.

Bugün aydınlanmanın ve modernleşme süreçlerinin kadınlar için tarih boyunca ne ifade ettiğini, kadın hareketlerinin bu süreçlerde nasıl büyüme yaşadığını ve bu süreçlerin ideallerinden nasıl esinlendiğini kavrarken; kadınların bu kazanımların arkasındaki mücadelesini görebilen bir yaklaşıma ihtiyacımız var. Kadınlar Cumhuriyet tarihinin en büyük ve sistematik saldırısıyla karşı karşıyayken, toplumsal cinsiyet eşitsizliği ve gericilik derinleşip kurumsallaşırken kadın hareketinin modernite ve aydınlanma ile ilişkisinin tartışılması büyük önem taşıyor. Kadın hareketinin kazanımları ve mücadelelerini sahiplenen, aydınlanma ve modernite ile sağlıklı ilişkilenebilen bir hattı kurmak için bu tartışmalara devam edeceğiz.

Dipnot

  1. Çakır, S. 2013. Osmanlı Kadın Hareketi. İstanbul: Metis Yayınları, s.126
  2. Zihnioğlu, Y. 2013. Kadınsız İnkılap. İstanbul: Metis Yayınları, s. 143
  3. Sancar, S. 2012. Türk Modernleşmesinin Cinsiyeti. İstanbul: İletişim Yayınları, s. 169
  4. Erdemir, A.S. 2017. “Sabiha Zekeriya Sertel: Bir Hayalin Peşinde”, Kadınlar Hep Vardı: Türkiye Solundan Kadın Portreleri içinde, ed. Feryal Saygılıgil. Dipnot Yayınları, s. 123
  5. Toprak, Z. 2014. Türkiye’de Kadın Özgürlüğü ve Feminizm: 1908-1935. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s. 495
  6. Mitchel, J. “Kadın ve Eşitlik”, Kadın ve Eşitlik içinde, ed. Juliet Mitchel, Ann Oakley. Pencere Yayınları, s.32
  7. Godineau, D. 2009 “Özgürlüğün Kızları ve Devrimci Vatandaşlar”, Kadınların Tarihi: Devrimden Dünya Savaşına Feminizmin Ortaya Çıkışı içinde, ed.Georges Duby, Michelle Perrot. İş Bankası Yayınları, s. 27
  8. Zihnioğlu, Y. a.g.e, s. 185