Elinizdeki sayı baskıya girerken, 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçimler için iktidar cephesinin adayları büyük ölçüde netleşmişti. Muhalefet cephesinde ise benzer bir netleşmeden henüz söz edilemiyordu. Buna karşın, yapılan tartışmalar ve adaylık için adı geçen isimler önümüzdeki seçimlerin nasıl geçebileceğine ilişkin ipuçları sunuyor.
AKP cephesi açısından aday belirtme süreci, büyük ölçüde ekonomide meydana gelen olumsuz gelişmelerin yarattığı basıncın altında ve MHP ile kurulan ittifaka artan mahkûmiyetin belirleyiciliğinde şekillendi.
Muhalefetin genel durumuna bakıldığında is AKP’nin yaşadığı göreli sıkışmanın değerlendirilebileceğini ve seçimleri kazanmaya yönelik bir perspektifle hareket edildiğini söylemek çok zor.
Sosyalist hareketin bütününe bakıldığında ise iki seçim arası dönemin yeni boş geçirildiğini ve seçimlerde belirleyen olma şansının yitirildiğini açıkça söylemek gerekiyor.
Seçimden ne beklemek lazım?
Yaklaşan yerel seçimlerin benzer biçimde AKP karşıtı geniş halk kesimleri içerisinde de heyecan yaratamadığı açık. Bu durumda muhalefet cephesinde aday olarak anılan isimlerin hem AKP politikalarından ciddi bir kopuş için umut yaratmamasının hem de görece siyasette eski yüzlerin olmasının etkisi var. Yine de seçim tarihi yaklaştıkça bu durumun değişmesini ve “o sene bu sene mi” ruh halinin önemli ölçüde etkili olmasını bekleyebiliriz.
Kitleler için normal sayılabilecek bir ruh halinin sosyalizm hedefine sahip bir politik öznede görülmesinin ise iyimserliğin çok ötesine geçen bir saflığa işaret ettiğini bilmek gerekiyor. Biz, mevcut tablonun AKP’nin gerilemesi anlamında olanaklar sunduğu, ancak düzen muhalefetinin mevcut stratejiyi değiştirme konusundaki yetersizlik düzeyi göz önünde bulundurulduğunda bu olanağın hakkının verilmediği kanaatindeyiz.
Söylediğimizi açmak gerekirse… Düzen muhalefeti AKP’nin karşısına, iktidarın ülkeyi sürüklediği çöküşe alternatif oluşturabilecek bütünlüklü bir modelle çıkmayı başaramıyor. Böylesi bir modelin yokluğunda ise siyaset, farklı partilerin dayandığı sosyolojilere sıkışan ve burada karşılaşılan katılığı aşamayan bir karakter almaya başlıyor. Buradaki katılığı aşmak için ise düzen muhalefeti iktidarın sosyolojisine atfettiği kimi özellikleri kendisine mal etmeye ve bunu sonucunda sağa açılmaya çalışıyor. Sorunun kökeni sosyolojik olmadığı ölçüde sağa açılmaya dayalı AKP’yi geriletme denemeleri de başarısızlığa mahkûm kalıyor. Bu noktada kimlikleri temel alan bir siyasetin sınıfsal bir seslenmeden daha kapsayıcı bir karakter taşıyacağı yönündeki tuhaf yanılsamayı da bütünüyle terk etmek gerekiyor.
Türkiye siyasetinde son yıllarda gözlediğimiz farklı sosyolojilerin belirli siyasi partilerin etrafında konsolide olması durumunun ve siyasetin bu kimliklere referansla yürümesinin en çok sağın işine geldiği bu güne kadar kanıtlanmış bir gerçek. Bu durumu değiştirebilecek tek faktör ise emekçi sınıfların taleplerini merkeze alan bir siyasetin halkçı ve cumhuriyetçi bir içerikle yeniden üretilerek kitleselleştirilmesi. Bunun yapılması ise ancak tek başına seçim dönemine odaklanmayan bütünsel bir stratejiye dayanan bir siyasetin geliştirilmesiyle mümkün. FKF olarak biz bu süreci sosyalist hareketin yeniden kuruluşu biçiminde tanımlıyor ve sorumlulukla hareket ediyoruz.
Düzen muhalefeti ise ekonomik iflasın yarattığı tepkileri bile emekçilerin talepleri ile ilişki kuran bir eksen üzerinden ele almayı tercih etmiyor. Aksine, bu dönemde sergilediği IMF’ci çizgi ile sınıfsal karakterini bir kez daha bütün açıklığıyla ortaya koyuyor. Haziran Direnişi’nin yarattığı sol basıncın dahi bu tercihi değiştirmedi ve Gezi Parkı eylemlerinden sonra girilen bütün seçimlerde CHP’nin açıkça sağcılık yaparak AKP’nin karşısına çıktığı göz önünde bulundurulduğunda sosyalist solun mevcut gücüyle bu tercihi değiştirebilecek bir basınç yaratmasını olanaklı olmadığı da açıkça tespit edilmeli. Bu tablo karşısında bazı kesimler tarafından alternatif olarak sunulmaya çalışılan HDP’nin ise AKP’nin karşısına çıkabilecek güçlü bir sol alternatifin olmazsa olmazı cumhuriyetçilikle tarihsel mesafesi göz önünde bulundurulduğunda bu alanda gerçekçi bir seçenek üretemeyeceği açık. 7 Haziran 2015 sonrasında Kürt ulusal hareketinin Türkiyelileşme siyasetini geride bırakmasıyla cumhuriyetçilikle olan bu mesafenin daha da artması sosyalistlerin HDP ile kurulan yakınlaşma ve ittifaklar üzerinden büyüyeceğine yönelik beklentileri daha da gerçek dışı kılıyor.
Seçim tavrımız
Bu anlamıyla, sosyalist hareketin yeniden kuruluşundan söz ediyorsak yatırımını düzen muhalefetini etkileme ya da parlamenter denklem içerisinde alan tutma üzerine kuran bir stratejinin ölü doğum anlamına geldiği net bir biçimde söylenmeli.
Buraya kadar yazdıklarımızdan hareketle seçim sürecine ilişkin iki somut ön uyarı yapılabilir.
Bunlardan ilki, sosyalistlerin düzen muhalefetinin toplumun bütününe yaydığı ve temelsiz beklentilere dayalı bir ruh halinin parçası haline gelmesi tehlikesi. Sosyalistlerin seçim sürecinde, düzen muhalefetinde her seçimde hâkim olan “sürekli aynı şeyi deneyerek aynı sonucu elde etme beklentisinin” dışında kalması ve bu anlamda seçim stratejileri ile arasına mesafe koyması kritik bir önem taşıyor. Bu beklentinin seçim sürecinde sosyalistlerin seslenme alanında bulunan geniş kesimleri de etkisi altına aldığı ve seçimin ardından çok çok daha büyük bir yıkıma neden olduğu göz önünde bulundurulduğunda sahte umutların parçası olmamanın ve bunların sahteliğini göstermenin önemi daha da artıyor.
Sosyalist sol için bir diğer olası hata ise seçimlerde düzen muhalefeti ile kendini farklılaştırmanın ve seçim döneminde yaratılan umudun sahteliğini gösterme cabasının ötesine geçecek bir biçimde “kitlelerin ruh hali ile kavga etmek” olarak ifade edilebilir. Bu hataya düşmemek için, geniş kitleleri düzen muhalefetinin etkisinden bütünüyle koparmanın tek bir seçim döneminde geliştirilecek söylemden değil bu kitlelerin talep ve beklentileri ile ilişki kuran devrimci bir siyasal pratiğin güçlenmesinin ön koşul olduğu akıldan çıkarılmamalı.
Bu iki hatanın ortak nedeni ise “kısa yoldan sonuca ulaşma beklentisi” olarak özetlenebilir. İlkinde aranan kıs yol AKP’den hemen kurtulma” anlamını taşıyor. İkincisinde ise “AKP karşıtı toplumsal kesimleri düzen muhalefetinin etki alanından bir an önce koparma” çabasına dayanıyor. Ancak ikisi de gerçekçi olmayan beklentiler üzerinde kurulu oldukları için sosyalistleri bir seçim açmazına mahkûm ediyorlar.
Birbirinden çok farklı görünen bu iki kısa yol arayışı ortak bir kökene sahip. Haziran Direnişi sonrasında Türkiye sosyalist hareketinin stratejisizlik sorunu daha da görünür bir hal aldı. Sosyalist hareketin ana omurgası bu stratejisizliği seçimlerde yakaladığı topluma seslenme olanağını da kullanarak bu döneme sıkışan bir yoğunlaştırılmış propaganda ile ya da bu dönemi hedef alan pragmatik siyasi hamleler ile ikame etme yoluna gitti. Birbirinden farklı görünen bu iki tercih benzer bir stratejisizliğe dayandığı ölçüde, sosyalist hareketin mevcut sorunlarını kangrenleştirmenin ötesinde bir sonuç vermediler.
Bu kısır döngüden çıkmak için “Önümüzdeki seçimlerde ne yapabiliriz?” sorusu ile değil “Bundan sonraki tüm seçimlerde başarılı olacak bir sosyalist hareketi nasıl inşa ederiz?” sorusuyla hareket etmemiz gerekiyor. Aksi durumda, hep hazırlıksız yakalandığımız seçimlerle karşı karşıya geleceğiz. Seçim tavrımızı ise o sırada bizden daha hazır veya güçlü olan aktörlere referansla belirlemeye mahkûm olacağız. Buna hayır diyoruz. Dolayısıyla, “FKF’nin seçim tavrı ne?” sorusuna yanıtımız belli: “önümüzdeki tüm seçimleri kazanacak hareketi inşa etmek.”