Kriz ve Üniversite

AKP’nin iktidara geldiğinden beri sürdürdüğü neoliberal politikalar dönem dönem büyük bunalımlara sebep oldu. Ancak içinde bulunduğumuz ve etkilerini yakın vadede daha ağır hissetmeye başlayacağımız kriz çok daha yıkıcı sonuçlara sahip olacağa benziyor. Sanayi yatırımlarıyla orantısız finansallaşma stratejileriyle yerli ve yabancı sermayenin yağmasına açılan ülkemizde satılabilecekler, yağmalanabilecekler artık tükendi. İktidarın 24 Haziran seçimlerine giderken krizi ertelemek için aldığı ‘’önlemlerin’’ de bedeli eklenince bilanço ağırlaşıyor. Bağımlı finansallaşma olarak adlandırılabilecek birikim rejimi tıkanmış durumda. İktidar yeni birikim rejimi arayışlarına başladı ancak halihazırdaki zemin, ülkeyi içine soktukları durum iktidar cephesi için de içinden çıkılması kolay koşullar barındırmıyor. Bu tabloda farklı sermaye fraksiyonlarının temsilcilerinin avuçlarını ovuşturmaya başladığını, yeni dönemde yerlerini sağlamlaştırma çabaları bağlamında iktidarla pazarlıklarını görüyoruz. İktidar ve sermaye odaklarının kirli pazarlıkları bir yana dursun halkın cephesinden durum pek parlak görünmüyor. Gün geçtikçe artan fiyatlar, enflasyonla alakasız ücret değişiklikleri ve işsizlik yaşam koşullarını gittikçe zorlaştırıyor. Üniversite bileşenleri de krizden paylarına düşeni alıyorlar.

Bu yazı çerçevesinde üniversite öğrencileri, emekçileri ve bilimsel çalışmaların krizden nasıl etkilendiklerini mercek altına almayı hedefledik. Bu etkilenme kuşkusuz salt ekonomik koşullardaki olumsuz tabloyla sınırlı kalmayıp tepkileri bastırmak için alınan önlemler de üniversite bileşenleri üzerlerinde basıncını hissettiriyor.

Taşeron emekçi ay sonunu getiremiyor

Krizi üniversite emekçileri cephesinde akademisyenler ve diğer okul çalışanları yer alıyor. İş güvenliği sağlanmamış ortamlarda, saatlerce ağır fiziksel mesai ile çalışan taşeron işçiler kuşkusuz üniversite bileşenleri arasında krizden en çok etkilenenlerden. İstanbul’da bir devlet üniversitesinde çalışan ismini vermek istemeyen taşeron yemekhane işçisinin anlattıkları bu durumu gözler önüne seriyor.

Taşeronda çalışan bir üniversite emekçisi olarak krizi nasıl deneyimliyorsunuz?

Adını vermek istemeyen taşeron yemekhane işçisi:

‘’Kriz koşulları ağır. Çalışma koşulları zorlu. Kızımı okutmak zorunda olmasam bir dakika durmam burada. Her şeye zam geldi. Bir ay dengeli götürdüğümde zar zor da olsa yeten para, şu an ayın üçüncü haftasının ortasında suyunu çekiyor. Evden çıkıp akrabamın yanına taşınmayı düşünüyorum. Başka türlü kira öderken ailemi geçirdiremem. Kızımın servis ve besin ihtiyaçları için gerekli para kaldıramayacağım düzeye çıktı. Benim ise hiçbir sosyal hayatım kalmadı nerdeyse. Zaten asgari ücretin biraz üstünde olan maaşım bu fiyat artışlarına dayanamıyor. Arkadaşlarımın da durumu benzer, kadrolu olmadığımız, taşeronda çalıştığımız için de maaşlardaki değişimin fiyatların artışına oranla küçük kalacak olmasına pek ses edemeyeceğimizi düşünüyorum. Güzel günlere inanıyorum, kızımın mezun olup üniversiteye gidip kendini kurtarması tüm derdim.’’

Kriz Yine Öğrenciyi Vurdu

Üniversiteler döneme yurt ve yemekhane zamlarıyla başladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde iki sene içindeki ikinci büyük zamla fiyatlar öğlen yemeği için 1TL, akşam yemeği için 1,5TL iken önce 1,5 ve 2,5 TL’ye, bu dönem başında ise 2,5 ve 3,75 TL’ye sıçradı. Artıştan etkilenen bir başka üniversite olan İTÜ’de de öğlen 2,5 TL, akşam 3,5 TL Olan fiyatlar olası tepkileri biraz olsun önlemek için yazın 3 ve 4 TL’lere sıçramış oldu. Yurt zamlarında da artış oranları benzer şekilde. Ek olarak bu üniversitelerde döviz krizi sonucu kırtasiye malzemelerinin fiyatlarındaki artış, özellikle kağıtta ve dolayısıyla ders notlarında %50’yi buldu. Durum diğer üniversiteler için de hemen hemen aynı.

En temel harcamalarındaki bu artış, üniversite öğrencilerinin nezdinde kültür-sanat etkinliklerine katılma veya faaliyetlerinde bulunma gibi eylemleri lüks haline getiriyor. Öğrencinin elinin ekonomik alanda güçsüzleşmesini sosyal yaşamının giderek daralması izliyor. ‘’Kampüste Ne Var’’ isimli çalışmanın Twitter hesabında yaptığı 10 bin kişilik ankette öğrencilerin %41’i aylık ortalama gelirinin 600 liranın altında olduğunu belirtiyor. Çalışma, aylık ortalama gerekli insani geliri 1857 TL kabul ederek, ‘’eksi 1257’’ isimli kampanyasıyla öğrencilere bu eksi 1257 lira ile ne yapamadıklarını soruyor. Öğrencilerin cevapları daha az sinemaya gitmeleri, kitap alamamaları ve arkadaşlarıyla daha az zaman geçirmeleri ekseninde. Çalışma haftada bir kere sinema ya da tiyatroya giden gençlerin oranının %2,5 olduğunu öne sürüyor. Çalışma -veri toplamada her ne kadar belli kısıtları olsa da- çok açık bir şekilde gösteriyor ki üniversiteliler fakirleşiyor ve fakirleştikçe de sosyalleşme alanlarını kaybediyorlar.

Bütün bunlar yaşanırken Erdoğan ‘’Gençlik ve Sosyal Girişimcilik’’ isimli etkinlikte devletten burs talep eden gençlere şöyle sesleniyor: ‘’Niye burs? Bursun geri ödemesi yok. Be evladım, kredi aldığın zaman faizsiz iş bulmadan da değil. İş bulduktan sonra çok basit taksitlerle ödüyorsun. Bu seni bedavacılığa da alıştırmıyor. Bu milletin gençlerine bu yakışır.’’ Aynı konuşmasında Erdoğan Ocak ayından itibaren KYK kredi/burslarının 500 lira olacağını ‘’müjdeliyor.’’ Geçtiğimiz sene 470 lira olan KYK kredi/burslarına yüzde 6’nın biraz üstünde bir artış ekleniyor. Yıllık enflasyon ise uzmanlar tarafından yüzde 24’ün üstünde görünüyor.

Erdoğan’ın ve hükümetinin öğrenci düşmanı yaklaşımlarını üniversitelerde maşaları rektörlükler takip ediyor. Olası tepkileri için önlemler alınıyor. Bu örneklerden bir tanesi İTÜ’de yaşandı. Daralmaya gidileceği bahanesiyle bini aşkın öğrencinin yemek yediği Vadi Yurtlarının yemekhanesi kapatıldı. Öğrencilerin duruma karşı artan tepkileri yüzlercesini bir forumda yan yana getirdi ve yemekhanenin geri açılması için rektörlüğe yürüme kararı alındı. Şansa bakın ki, yürüyüşten bir gün önce ‘’eski bir mezunun desteğiyle’’ yemekhane tekrar hizmete açıldı. Öğrenci forumunun meşruiyetiyle karşı karşıya gelmeyi göze alamayan rektörlük birkaç öğrenciye göstermelik soruşturmalar açarak öğrencilere gözdağı vermeye çalıştı.

Bir öğrenci olarak krizi nasıl deneyimliyorsun? Kriz kampüs yaşantısı, burs ve iş bulma süreçlerine nasıl yansıyor?

Cem Bülbül (İTÜ ÖTK üyesi)

‘’Üniversiteye 2013 senesinde giren bir öğrenci olarak gelirim burs, devlet kredisi ve ailemin maddi desteği ile şekillendi. İlk sene için zorlayarak da olsa geçinebildiğimi söyleyebilirim. Hatta öyle ki çok düşünmeden arkadaşlarımla dışarı çıkabilirdim. Fakat özellikle son iki sene her şeye ama her şeye yapılan zamlar sonucu geçinmek imkansızlaştı. KYK’nin krediye yaptığı ufak artışlarla bu durumun kurtarılması beklenemez. Her geçen sene daha da fakirleştiğimi alım gücümün git gide düştüğünü hissettim. Şuan da Türkiye’deki birçok öğrenci, işsiz, işçi gibi açlık sınırının dahi altında yaşıyorum diyebilirim. Bir öğrencinin ailesinden ciddi maddi destek almadan ya da birkaç farklı dernekten büyük meblağlarda burs almadan geçinmesi mümkün gözükmüyor. Bunun yanı sıra iş bulmak da gittikçe zorlaştı. Mezun işsiz sayısında muazzam bir artış var. Memlekette iş yok. Üniversiteden yeni mezun olan arkadaşlarımın işsiz ya da bu sorunu ertelemek ve biraz daha öğrenci kalmak adına yüksek lisansa başladılar. Aileden maddi destek alan öğrenciler için yüksek lisans ile öğrenciliğe devam etme ve işsizliği erteleme fikri daha az iç karartıcı bir seçenek olabilir fakat tercih hakkı olan öğrenciler bu tartışmanın konusu değil sanırım. Bir de çalışmak zorunda olan milyonları ele alırsak durumu daha net görebiliriz bence. Arkadaşlarımız üniversiteden mezun olup komik ücretlerle çalışmaya başlıyorlar, asgari ücretle çalışan milyonların içinde mühendisler, mimarlar, öğretmenler var. Milyonlarca işsiz içerisinde de yine üniversite mezunları sayısı git gide artıyor. Üniversite mezunu olmak dahi artık halk çocukları için bir seçenek olmaktan çıkmaya başlamış gözüküyor.’’

Akademide Yağma ve Mücadele

Akademisyenler cephesinde KHK’larla hukuksuzca işinden edilen ilerici yüzlerce bilim insanı işlerini geri alıp üniversitelerine ve öğrencilerine kavuşmak için mücadelelerini sürdürüyor. Eğitim-Sen Yükseköğretim Bürosu’nun hazırladığı ‘’OHAL Sonrası Türkiye’de Üniversiteler’’ başlıklı raporda ihraç edilenlerin en başta üniversitenin piyasalaştırılması ve sermayenin boyunduruğu altına girmesine direnen akademisyenler olduğunun altı çiziliyor.

Üniversite bileşenleri krizi yoğun bir şekilde hissederken iktidar yandaşlarının paravanı olan onlarca tabela üniversitesi zaten yetersiz olan üniversite bütçesini sömürmeye devam etmekte. Hükümetin plansızlığı ve üniversitelere yönelik kapsamlı bir programının olmaması akademisyen ve öğrencisiz fakültelerin oluşmasına sebep oluyor. BirGün’den Mustafa Kömüş’ün Sayıştay’ın 2017 denetim raporuna dayandırarak hazırladığı haberine göre Akademisyen ve öğrenci yokluğu nedeniyle sadece Bayburt, Giresun, Dicle, Artuklu ve İbrahim Çeçen Üniversitelerinde toplamda 200’den fazla bölüm boş kalmış. Sayıştay raporlarının dikkat çektiği noktalardan bir başkası ise öğrencisi olmayan Namık Kemal Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde 10 personelin çalışması. Bu ve benzeri örnekler hükümetin zaten yeterli bütçe ayırmadığı üniversitelerde ayrılan miktarın da iyi yönetilmediğini ve bunun da ötesinde yandaşlarına fırsatlar sağlamak için imkanların seferber edildiğini gösteriyor. Sayıştay’ın raporları üniversitelerdeki kayıtsız hesap ve para akışını da gözler önüne seriyor. İstanbul Teknik Üniversitesi hakkındaki raporda şu ifadelere yer verilmiş:

‘’Üniversite adına yetkisiz kişiler tarafından hesaplar açıldığı, söz konusu hesapların ve hesaplardaki bakiyelerin mali tablolara dahil edilmediği, yıllar önce açılmış çeşitli hesapların unutulduğu, bakiyelerinin banka hesaplarına dahil edilmediği, yıllarca hiçbir hesap hareketi olmadan bekleyen bu hesapların kapatılmadığı tespit edilmiştir. Daha önce açılıp kapatılmayan ve mali tabloya dahil edilmeyen hesap sayısı 19 olup bu hesaplardaki yıl sonu toplam bakiye tutarı 124.302,26 TL’dir. Yetkisiz kişiler tarafından açılan hesaplar kapatılmalı ve bu hesaplarda yer alan tutarlar kurum hesabına aktarılarak muhasebe kayıtlarına ve mali tablolara yansıtılması gerekmektedir.’’

Sayıştay raporu karşısında İTÜ yönetiminin tavrı ise ciddiyetten uzak. Rapor gündeme gelince durumu kabul eden üniversite yönetimi söz konusu hesapların tetkikinden 19 değil 17 adet toplamda da 124.302,26 TL değil 120.969,03 TL tutarında hesap bulunduğunu belirtmiş. Buzdağının görünen yüzü bile kamu kaynaklarının nasıl yağmalandığı hakkında ipucu veriyor. Gençliğin ve üniversite emekçilerinin payına ise yağma talan ve sömürü düzeniyle mücadele etmek düşüyor.

Kriz üniversitelere ve üniversite emekçilerine nasıl yansıyor? Somut veriler aktarmanız mümkün mü? Ağır baskı ve hukuksuz ihraçların ardından gelen kriz döneminde Eğitim-Sen olarak nasıl bir mücadele yürüteceksiniz?

Ümit Akıncı (Doç. Dr., Eğitim-Sen Yükseköğretim Bürosu üyesi):

‘’Krizin faturası yine halka çıkarıldığından üniversite emekçileri de bu faturayı ödemek ile yüz yüze bırakıldı. Üniversite emekçileri aldıkları ücretler ve de sosyal hakları açısından oldukça heterojen bir yapıda, bu yüzden bir bütün olarak üniversite emekçilerinin kriz ile yüz yüze kalmalarının yarattığı somut durum açısından tek bir şey söylemek zor. Kriz olgusunun farklı emekçi kesimlerine yansımaları da farklı oluyor. Örneğin taşeron emekçiler, üniversite içerisindeki emekçilerin ekonomik olarak en dezavantajlı kesimini teşkil ediyor. Bu kesim krizin etkilerini en şiddetli hisseden kesim olarak karşımıza çıkarken, akademik hiyerarşinin en tepesindeki kesim (öğretim üyeleri) krizi biraz daha ‘’yumuşak’’ hissediyor. Ne olursa olsun tüm emekçilerin yaşamlarını devam ettirmesi artık daha zor. Değişik kesimlerin hissettiği etkiler farklı olsa da, kriz, 15 Temmuz sonrası yaratılan korku ve baskı iklimi ile birlikte düşünüldüğünde benzer sonuçları doğuruyor her kesim için: emek süreçlerindeki ayrımcı uygulamalardan yandaş atamalarına kadar birçok çarpıklığa ve elbette en başta emek sömürüsüne itiraz edememe, soru soramama, bir araya gelememe, örgütlenememe… Ekonomik açıdan krizin hissedilmesi üniversite içerisindeki farklı kesimlerce farklı şiddetlerde olsa da, tüm kesimler yaşamını devam ettirmenin daha da zorlaştığı kriz ortamında aynı örgütlenememe sorunu ile karşı karşıya.

‘’Üniversitede üretilen eğitim ve bilim hizmeti açısından bakıldığında da gördüğümüz şey devletin diğer kurumlarındakilerle benzer. ‘’Tasarruf tedbirleri’’ adı altında akademisyenlerin araştırma faaliyetleri için ayrılan pay fiili olarak daha da azaltılmış durumda. Öğrencilerin sırtındaki maddi yük daha da artıyor. Kriz ortamının etkisi ile ‘’kendi kaynağını yaratan üniversite’’ kurgusu yaşamımıza daha da hızlı nüfuz ediyor…

‘’Öncelikle kriz başlığı altında alana çıkıyor yeniden KESK. ‘’Krizin bedelini emekçiler değil krizi yaratanlar ödesin’’ şiarı ile 17 Kasım Cumartesi ilk bölge mitingi İzmir’de gerçekleştirildi. Bu miting, bir yanıyla ‘’kriz başlığının daha da görünür kılınması adına önemli iken diğer yandan ağır baskı ortamında sokaklara yeniden çıkmak adına da önemli bir yerde duruyor. Devamı da gelecek.

‘’15 Temmuz sonrasında üniversitelerden de birçok muhalif, emekten ve barıştan yana emekçi uzaklaştırıldı. Bu kesimin önemli bir kısmını ‘’barış akademisyenleri’’ teşkil ediyor bildiğiniz gibi. Bu süreçte Eğitim Sen eksikliklerine rağmen, maddi ve manevi desteği ile ihraçlarının yanında duran tek sendika idi. Sadece üniversiteden değil kamunun her kesiminden haksız yere ihraç edilen arkadaşlarımız KESK’e bağlı sendikaların çeşitli kademelerinde görev alıyor. Mücadele devam ediyor. Yeniden işlerine dönesiye kadar sendika arkadaşlarımıza olanaklar dahilinde maddi destek sunuyor. Davalar takip ediliyor. İnanıyoruz ki arkadaşlarımız dönecek ve ‘’insan toplum ve doğa yararına üniversite’’ mücadelemiz yükselerek sürecek.’’