Hatırlama, Tanıma ve Şahsiyet Üzerine Bir Karşılaşma

Düşünce ve Hafıza her gün

Dünyaya dolaşırlar

Düşüncenin dönmesinden korkuyorum,

Ama Hafıza için daha endişeliyim

-Grimnismal 20, Poetic Edda, Jackson Crawford’ın İngilizce’ye çevirisine dayanarak Türkçeleştirilmiştir.

İskandinav mitleri derlemesi Poetic Edda’nın yukarıdaki Odin, düşünce ve hafızayı temsil eden kuzgunları Hugin ve Munin’e dair endişelerini belirtir. Bugün bireysel veya toplumsal bağlamda benliğin varlık koşulları düşünüldüğünde felsefi olarak çok farklı bir noktada olduğumuz söylenemez. Düşünce düzenleyicidir, doğrultu belirler, sistematize eder; dayanağı, belirleyicisi, sürekliliğinin sağlayan öğe ise tarih/hafıza biçiminde insan edimidir.

Hakan Günday’ın yazdığı, Onur Saylak’ın yönettiği Şahsiyet tam olarak buradan hareketle hafızanın bize nasıl ulaştığını, tanıma anımızla nasıl ilişkilendiğini ve böylece bizi nasıl şekillendirdiğini ele alan bir popüler kültür ürünü olarak öne çıkıyor. Şahsiyet, kendi ayağını bastığı zeminin insani koşulunu verirken, içinde bulunduğu toplumsal atmosferdeki direnç refleksini yakalamayı başarıyor.

Öge olarak direncin nasıl verildiği sorusu dizinin metafiziğiyle ilgili bir soruşturmayı gerektiriyor. Şimdiye kadar diziyle ilgili hakim yanlış kanıların salt biçimsel benzerliklerinden beslendiği göz önünde bulundurularak, çağdaşları/öncülleriyle anlatısal paralellikler üzerinden bir karşılaştırma ekseni kurulabilir.

Suikast’ta Pesimizm ve Zorunluluk

Hary Mulsich’in 1982’de yayınlanan romanı Suikast, Nazi işgali altındaki Hollanda’da direnişçilerin bir işbirlikçiyi infaz etmesinin dolaylı sonucu olarak ailesi Naziler tarafından katledilen Anton Steenwijk’in geçmişiyle yüzleşmesini ele alır. Steenwijk, ilerleyen 30 yıl içerisinde çeşitli karşılaşmalar yoluyla, hatırlamaktan özellikle kaçındığı olay örgüsüne kendisini de ilişkili hale getiren bütünlüğü idrak eder. İdrakin gerçekleştiği “tanıma anına” kadar Steenwijk içi hatırlama -ve hatırlama dolayımıyla hayatın kendisi- evrende düzen fikriyle karşı karşıya durur. Bu minvalde, “kendi hayatını mahvetmiş olan” rastlantısal karaktere inancı onu çevresinden, toplumdan koparır ve bir pesimist haline getirir1. Öte yandan Steenwijk yaşadıklarını hatırlamak istemese de ailesinin başına gelenlerin nedenlerine dair bir mantıksal dizge arar ve arayışı onu savaş sonrası Avrupa’nın sosyal atmosferiyle ister istemez ilişkilendirir. Geçmişiyle ilgili detaylar olan figürlerle barış mitinglerinde, Nazi karşıtı dirençlerin cenazelerinde vs. karşılaşır; kendi geçmişi ile ilgili detayları öğrenirken başkalarınınkiyle ilgili detayları da muhataplarına aktarır. Suikastın ailesinin üzerine kalması sonucu öldürülmelerinin Hollandalı işbirlikçilerin ve Nazilerin neden olacağı daha fazla yıkım ve ölümü önleyici sonuçları olduğunu 36 yıl sonunda fark ettiğinde, Steenwijk kendi “tanıma anını” deneyimler; kendi yabancılaşmasıyla beraber çevresinin ve başından geçen olay örgüsünün gerekliliğinin idrakine varır.

Fırat Mollaer, “Bir Türkiye Algorisi: Şahsiyet Dizisi Üzerine” makalesinde oldukça isabetli olarak Şahsiyet’in Nevra’sının tanıma anını, Aristocu tragedyadaki anagnorisis nosyonu üzerinden ele alıyor. Nevra, Cemil’le ilişkisinin bir noktasında kendi geçmişiyle ve buna mukabil benliğiyle alakalı bilgisizlikten bilgiye geçiyor2. Bu saptama, Şahsiyet’in anlatısal yapısı itibarıyla metafiziğiyle ilgili merkezi önem taşıyor, bir metin olarak Şahsiyet dizisinin senaryosunun okumasına önemli bir katkı. Bir popüler kültür ürünü olarak Şahsiyet dizisinin anlaşılması adına ise estetik dışında da pek çok alanda ortaya çıkan tanıma fikrinin bir bağlamından daha söz etmek anlamlı görünüyor: Toplum felsefesi bağlamında tanıma.

Fichte ve Hegel’e göre tanıma, haklar ve devlete temel oluşturacak şekilde belli boyutlarıyla toplum sözleşmesinin yerini alır3. Kojeve, tanımanın diyalektiğini incelerken, tanımanın, özbilincin olgunlaşmasında zorunlu bir rol üstlendiğini; sadece toplumsal bir düzlemde gerçekleştiğini ve insanın karakteristik bir özelliği olduğunu vurgular4. Marx’ta sınıf mücadelesi ve insanın türsel varoluşu kavramları da tanıma fikriyle ilişkilenir5. Nevra’nın polis teşkilatındaki konumu, seri cinayet soruşturması sürecince meslektaşları ve amiriyle ilişkisi, annesiyle paralel olarak Kambura ile ilişkisi, Ateş ile ilişkisi bilgisizlikten bilgiye geçme anlamında tanıma anını, anagnorisis’i kurar; Agah’ın evindeki panoyu ve Reyhan’ın günlüğünü bulduğunda tanıma anı gerçekleşir. Nevra’nın toplumsal pozisyonu itibarıyla kendini tanıması ise Cemil’in öldürülmesinden hemen önce Agah ile arasında geçen diyalogla gerçekleşir: Nevra, “düne kadar polis” olduğu gerekçesiyle Cemil’in öldürülmesine karşı çıkar. Bu noktada Nevra’nın arayış ve kaçış eğilimleri ortaya çıkar. Nevra’nın polis oluşunun kendine göre gerekçesi, Cemil ve benzerlerini ortadan kaldırmak değil, “adalete teslim etmektir”. Agah’ın açığa çıkardığı asıl gerekçeyse Nevra’nın Cemil yüzünden başına gelenlerle hesaplaşmaktan kaçmak adına polis olduğudur. İlk bakışta polis teşkilatı üzerinden Türkiye devlet kurumlarının bütününe yönelik salt düzen karşıtı, klişe bir iğneleme olarak görünen bu ifade, Türkiye’nin bugünü bağlamında bireyi toplumsal olana ve kendine karşı sorumluluğuna işaret eden bir imge olarak öne çıkıyor. Çözüme ulaştıracak olan, durumun polisiye anlamda çözülmesi değil, bir toplumsal ilişkilenim zemininde zorunluluğun idraki ve sorumluluk almadır. Toplumsal anlamda tanımanın gerçekleştiği bu an, Nevra’nın kendisini gerçekleştirmesini de önceler onu edilgen konumundan alıp etken kılar.

V for Vendetta: Tanımanın Aktifliği

Şahsiyet’in Köpek Öldüren’i Agah Beyoğlu’yla iki tip ilişkilenim öne çıkıyor gibi görünüyor. İlki, yukarıdaki başlıkta ele alınan, Agah ve Nevra arasında, tanıma üzerinden öznelik bağlamında ortaya çıkan ilişkilenim. Ayrımı yapmak adına bu başlıkta değinipsonraki başlıkta açacağım ikincisi ise popüler kültür ürününün izleyicisiyle arasındaki ilişkisini bir meta düzlemde ele alan, Deva ve arkadaşlarının Köpek Öldüren figürü ile ilişkisi. İkincisinde bir tür diyaloji ortaya çıkarken, ilkinde diyalektik karakter ağır basıyor.

Agah’la ilişkisi üzerinden ortaya koyduğu diyalektik karakter bağlamında Nevra’nın gelişimsel eğilimine bakarken karşılaştırma ekseni olarak Alan Moore’un V for Vendetta’sındaki Eve karakteri net bir paralellik sunuyor. Bir tarafta, bir çocuk tecavüzünün kurbanı olmuşgenç bir polis memuru olan Nevra var: Seri cinayetler üzerinden kendisini ister istemez Agah’la bir tür diyaloğun içinde bulmuş, aynı Agah gibi “iyi bir insan olmayı” diliyor. Diğer tarafta, Disopik bir 1990’lar İngiltere’sinde annesi öldürülmüş, babası siyasi nedenlerle hapse atılmış olan Eve var: O da “korkusuz yaşama” isteğinde V ile bir diyaloğun içinde. İki kurguda da kadınlar “hayatlarını mahvetmiş olan” bütünlükle bir noktadan ilişkilenen karakterler üzeriden “tanıma anlarını” deneyimliyorlar. Agah tanımayı bir cinayetler serisi üzerinden kurarken V, kendi başından geçmiş olan olay örgüsüne kabare tipi bir kurgu içerisinde Eve’i nesne kılarken çocukluk travmalarını da ona hatırlatarak benzer bir zemini oluşturuyor. Tanıma, iki örnekte de öznesinde büyük bir şiddetle tecelli ediyor. Agah, Nevra’nın “unutmuş olmasının” karşısına, kendinin “unutacak olmasını” koyuyor ve bu noktada hareket ediyor. İki kurguda da adalet savaşçısı/süper kahraman pozisyonundaki karakterin hareket noktaları hafıza olsa da arayışları bunu hatırlamaktan ziyade hatırlatmak. Bireyselin dışına tasan ve etkileşime dönüşen hatırlama/tanıma edimi hafızayı toplumsal, hatırlatılanı ise özne kılıyor. Şahsiyet’in “Yeni Türkiye’ye”, V for Vendetta’nın Thatcher İngiltere’sine eğildiği göz önüne alındığında söz konusu özneliğinde de toplumsal olduğu açık hale geliyor.

Kara Şövalye Dönüyor’da Alt Kültür ve Döngünün Kırılışı

Köpek Öldüren’le ikinci etkileşim biçimi, Agah’ın beklemediği ve arzu etmeyeceği kadar onun kontrolünün dışında ortaya çıkıyor. Bu nokta, popüler kültür ürününün izleyicisiyle ilişkisi bağlamında alt kültür olgusuyla alakalı. Burada, yukarıdaki ilişkilenim biçiminden farklı olarak diyalojik bir ilişkilenim karakterinden bahsetmek mümkün.

Bakhtin’e göre konuşmada dileyicinin anlatılara desteği/direnci üzerinden anlayışı etken bir karakter kazanır6. Frank Miller’ın Batman: Kara Şövalye Dönüyor’unda, daha sonra “Batman’in Oğulları’na” dönüşecek olan “Mutantlar’ın” Gotham şehrindeki rolü, Batman’in varlığı ve yokluğu tarafından belirlenir. Bu gençler ancak Batman’in durumuna verdikleri cevapların sınırlandırdığı bir çerçevede çerçevesinde, anlama itibarıyla aktördürler. Şahsiyet’te Agah’ın torunu Deva’nın kurduğu “Köpek Öldüren Cemiyeti”, Batman’dekinden daha ilişkilenilebilir ve sıradan görünmekle birlikte benzer bir fonksiyona sahip: Stuart Hall’un gençlik kültürünün benimsediği ve uyarladığı kültürel sembollerin ve bunlarla paralellik içinde popüler alt kültürlerin toplumsal pozisyonlarının muğlaklığına işaret etmek7. Dizide bu muğlaklık cemiyetin düzenlediği bir kostümlü partide Süveyda’nın Afşin’i vurması ve Agah’ın olaya oldukça yüzeysel yaklaşımı nedeniyle sorumluluk alamaması/sorumluluktan kaçmasıyla öne çıkıyor. Köpek Öldüren Cemiyeti’ndeki gençlerin Köpek Öldüren ile kurdukları özdeşlik, seri cinayetlerin yaslandığı toplumsal atmosferin kendisinden bir kaçışa ve bunun getirdiği kendine özgü başka bir hastalıklı hale neden oluyor. Süper kahraman çizgi romanlarının Bronz Çağı (ağırlıklı olarak 80’ler ), Alan Moore’un Watchmen’inde de belirgin olduğu gibi, karakteristik olarak bu “kaçışçılığın” ve beraberinde getirdiği nesneleşmenin dönüştürülmesi gerektiğine işaret eder. Şahsiyet’in Yeni Türkiye’ye istinaden alt kültür ve gençlikle ilgili havada bıraktığı karaktere yaklaşım, doğrudan Reagan ABD’sine aldıran Kara Şövalye Dönüyor’un sonu açıkta olsa Batman’in müdahalesiyle Mutantların geldiği noktada, dönüşüm potansiyeli itibariyle iyimser. Elbette bu iyimserliğin önkoşulunun Batman’in Joker’le olan düşmanlıktan Superman’le olan rekabetine kadar bir dizi donuk ilişkiyi çözen radikal müdahaleleri olduğunu not etmek gerekiyor. Bronz Çağ’da döngü kırılmadan dönüşüm gerçekleşmiyor.

Mollear, sağın irrasyonel karakterli kültürel belirlenime dayalı Türkiye tezini etkisi hale getiren “bu ülke alegorisinin”, dizinin anlatısal eksenini, girift toplumsal karakterin ağırlık sahibi olduğu bir zeminde kurduğunu vurguluyor8. Şahsiyet’in Türkiye’yi kendineözgü çelişkiler taşıyan, karmaşıklaşan bir toplum olarak alması, dizinin çağdaşları/öncülleri ileolan paralellikte açık hale geliyor. Anlatıdaki toplumsal eksen, Şahsiyet’in metafiziğinin temelini oluşturuyor. Şahsiyet’in gösterdiği direnç refleksi, sadakati “tek bir soru sormamakla”, karakteri “Nerelisin?” sorusunu merkeze alarak tarif eden bir Kambura’laşmanın üzerine “İlla Agah Beyoğlu mu Olmak Gerekiyor?” sorusuyla giden bir toplumsal duygu durumunun kendisi.

Dipnot

  1. Harry Mulisch: Das Attentat: Roman. Flamanca’dan Almanca’ya çev. Annelen Habers. rororoTB, Reinbek bei Hamburg 16. 2000 baskısı, s. 164
  2. Mollaer, Fırat. “Bir Türkiye Alegorisi: Şahsiyet Dizisi Üzerine.” Birikim Dergisi, 19 Ağu. 2018, http://www.birikimdergisi.com/guncel-yazilar/9063/bir-turkiye-alegorisi-sahsiyet-dizisi-uzerine#XBfgPVwzbIU
  3. GABRİEL Amengual: Anerkennung. Hans Jörg Sandkühler ed.:Enzyklopadie philosopie. C. 1: A-N içinde. Meiner, Hamburg 1999, s. 66-68.
  4. Roth, Michael S. “A Problem of Recognition: Alexandre Kojeve and the End of History.” History and Theory, c.24, no.3, 1985, s. 293-306. JSTOR, JSTOR, www.jstor.org/stable/2505171
  5. Wood, Allen W. “Marx on Right and Justice: A Replyto Husami.” Philosophy & Public Affairs, c. 8 , no. 3, 1979, s. 267-295. JSTOR,JSTOR, www.jstor.org/stable/2265036
  6. Bakhtin, Mikhail M. “Discourse in Poetry and Discourse in the Novel” , 1935.
  7. Hall, Stuart. 1981. “Notes on Deconstructing “The Popular” Raphael Samuel, ed. People’s Theory and Socialist Theory içinde (Boston, Routledge & Kegan Paul), 227-240.
  8. Mollaer, Fırat. Y.a.g.e