Cumhuriyet Kavgasında Gençliğin Rolü

Fikir Kulüpleri Federasyonu tarafından 29 Ekim 2019 tarihinde yayımlanan “Gelecek Günler İçin Sözü: 29 Ekimde 29 Madde” metni cumhuriyet kavramını ve kazanımlarını günümüzde yaşadığı çözülme ile birlikte ele alan tarihsel bir değerlendirme sunuyor. Yazıda Cumhuriyet kavramının ortaya çıkışını, Türkiye ve sosyalist hareket için ifade ettiği anlamı, AKP iktidarı ile gelişen 16 yıllık süreçte yaşadığı dönüşümü ve son olarak bizim görevlerimizi yayınladığımız metin çerçevesinde biraz daha açmaya çalışacağız.

Cumhuriyet kavramı 1789 Fransız Devrimi sonucunda tarihsel bir kazanım olarak ortaya çıktı. Cumhuriyet en basit anlamı ile iktidarın kaynağının aristokrasi, din gibi kurumlardan arındırılıp halka dayandırıldığı bir tarihsel kazanım olarak ele almamız gerekiyor. Burjuvazinin tarihsel olarak oynadığını ilerici rolün bir sonucu olarak cumhuriyetin ve modernleşmenin etkileri, sadece Fransa topraklarında sınırlı kalmayıp kısa zamanda bütün dünya üzerinde geniş etkiler bıraktı.

Bu etkileri incelemek istersek bizim açımızdan elbette ki en büyüğü Osmanlı İmparatorluğu’nda 2. Mahmut döneminde başlayan Türkiye modernleşme denemesi oldu. 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ve bunların devamında ilan edilen Meşrutiyet, Türkiye modernleşmesinin gelişim aşamalarında kritik uğraklar oldu. Ardından gelen istibdat dönemi politikaları ile muhalefet üzerinde baskıyı arttırmasına karşın 1908 yılında ilan edilen 2. Meşrutiyet, modernleşme sürecinin zaferi olarak değer kazandı. Meşrutiyet sonrasında İttihat ve Terakki fikirlerini reddedip daha ilerisini kurma iradesi gösteren Mustafa Kemal ve Milli Mücadele kadroları ile modernleşme süreci o döneme kadarki en ileri noktasına taşınmış oldu.

100 Yıllık Kavga

Türkiye, 1923 yılında ilan edilen cumhuriyet ile esasen 100 yılı aşkın süredir devam eden modernleşme hareketinin en büyük kazanımını elde etti. Kurulan burjuva cumhuriyeti mayasını ilerici damardan alan hareket lehine çok büyük bir zaferdir. Bu noktada bizce dikkat edilmesi gereken ise metinde belirttiğimiz üzere ilericilik-gericilik saflaşmasının tarihin bir yaprağında yaşanıp bitmiş bir durum olmamasıdır. Bu saflaşma cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne kadar etkisini kimi yerlerde kazanımların içinin bizzat “Cumhuriyetçiler” eliyle boşaltılması, kimi yerlerde ise doğrudan Cumhuriyet düşmanlığında gösterdi. Sınıfsal karakteri itibariyle tartışmasız burjuva olarak değerlendirilmesi gereken Cumhuriyet deneyiminin gericiliğe karşı vermiş olduğu tavizler Cumhuriyet’in yıkılışına giden süreci hızlandırdı. Elbette ki bütün bunlar olurken Türkiye’de sosyalist hareket yaşananları bir bahane olarak değerlendirme kolaylığına yönelmemeli; gericilik ve sermaye tarafından yapılan saldırılara karşı tavizler veren, sınıfsal konumu doğrultusunda işçi sınıfı çıkarlarına hizmet etmeyen Cumhuriyet deneyiminin tüm bu olumsuz niteliklerine karşın mayasında barındırdığı ilerici değerleri ve mirası savunmakta tereddüde düşmemeliydi.

Cumhuriyet ve aydınlanma düşüncesinin bir çıktı olarak değerlendirebildiğimiz sosyalist hareket ülkemizde devrimciliğin temsilcisi haline burjuva devrimini sahiplenip daha ilerini hedefleyerek gelmişti. Antiemperyalist bir mücadele eksenini ve Cumhuriyet kazanımlarının korunup daha ileriye taşınmasını sosyalizm hedefi ile ortak bir eksene oturtan sosyalist hareket 1960’lı yıllarda ortaya çıkan yükseliş sonucunda henüz yeterince kuvvetli olmasa da iktidar alternatifi konumuna gelmişti. Bu döneme ilişkin verebileceğimiz ilginç örneklerden bir tanesi Deniz Gezmiş öncülüğünde devrimciler tarafından örgütlenen Mustafa Kemal Yürüyüşü’dür. 31 Ekim 1968’de Samsun’dan Ankara’ya tam bağımsız Türkiye sloganı ile gerçekleştirilen yürüyüş antiemperyalist mücadele ve Cumhuriyet mirasının sahiplenilmesi konusunda henüz toy olarak değerlendirilebilse de önemli bir başlangıçtır. 2017 yılında münferit gibi gösterilmeye çalışılan ama bilinçli bir örgütlenme sonucu yaptırıldığı aşikâr olan Mustafa Kemal heykeline yönelik saldırıların örneklerine 1960’lı yıllarda da rastlamak mümkündü. 1966 yılında İzmir’de yaşanan heykel saldırısının ardından Siyasal Bilgiler Fakültesi Fikir Kulübü başkanı Mahir Çayan öncülüğünde Mustafa Kemal heykelleri önünde nöbet başlatıldı. Kısa sürede bu nöbetler ülkenin birçok ilinde, birçok üniversitesinde yaygınlaştı. Türkiye solu ve sosyalizm ile Cumhuriyet mirasının arasında yaşanan bu etkileşim toplumsallaştığı ölçüde iktidarın ve sermayenin de dikkatini çeken bir hal aldı. Burjuva düzeninin bu duruma yanıtı Cumhuriyet’ten devrimciliği tamamen dışlamaya, devrimcileri de Cumhuriyet’ten uzaklaştırmaya yönelik hamleler oldu. 12 Mart 1971 muhtırası ile 12 Eylül 1980 darbesi sosyalist hareketin sahiplenip ileri taşıma hedefi koyduğu Cumhuriyet kazanımlarına yönelik müdahalelerin yanı sıra işkencelere bayrak ve ulusal marş gibi sembollerin eşlik etmesi gibi kimi eylemlerle devrimcileri ülkesine yabancılaştırmayı da hedefledi. Bu müdahaleleri Cumhuriyet kazanımları ile sosyalist hareket arasında kurulan organik bağın engellenmesine yönelik müdahaleler olarak değerlendirebiliriz.

1991 yılında Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ve dünya genelinde işçi sınıfının geriye çekilişi Türkiye için tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi gericiliğin güçlenmesiyle eşzamanlı oldu. Sermaye sınıfının saldırganlığının SSCB’nin varlığı ile oluşan “çift kutuplu dünya” döneminde görece daha az olması kapitalizmin normali olarak görülse de reel sosyalizmin ortadan kalması bahsedilen ‘normal’in değişmesine ve sermaye sınıfının saldırganlığının önünü açacak iktidar arayışlarına yol açtı. AKP’nin iktidara gelişi dünya genelinde ortaya çıkan değişimin Türkiye için bir yansıması oldu.

AKP iktidarı Cumhuriyet düşmanlığını Türkiye tarihinin ana saflaşması olarak tarif ettiğimiz ilericilik-gericilik saflaşmasında yıkıcı bir pozisyon alarak sürdürdü. İktidara geldiği günden itibaren tüm devlet kademelerini ele geçiren AKP nihayetinde Cumhuriyet’in devletten tasfiyesini gerçekleştirmiş olsa da, Cumhuriyet mirası toplumsal alanda kendisini korudu.

Gericilik Çağında Devrimci Cumhuriyetçilik

Haziran (Gezi) Direnişi, cumhuriyetçi toplumsallığın varlığını sürdürdüğünün ve kimi koşullarda çetin mücadelelere de girebileceğinin en büyük kanıtı oldu. Bu toplumsallığın bir bütün olarak hareket etmemesi, farklı siyasi oluşumlarda bulunması ve bazı güncel gündemlerde birbiri ile zıt konumlanmalarına karşın herhangi bir umut ışığında tekrardan harekete geçmesi bizim için bu toplumsallığın ve Türkiye’nin yaşadığı modernleşme sürecinin en ileri ucu olan sosyalistlere işaret etmektedir.

Sosyalizmi hedeflemek ve sosyalizm için mücadele etmek, Türkiye ölçeğinde Cumhuriyet mirası ile birlikte ele alınmalı; yukarıda bahsettiğimiz yüzyıllık kavgada en ilerisini temsil etme iddiası ile örtüşmelidir. Devrimci cumhuriyetçilik kavramı verilen mücadelenin sonucuna değil; bağımsızlığa, eşitliğe, laikliğe ve sosyalizme duyulan ihtiyaç için verilen mücadelede hangi toplumsallığın parçası olduğumuza işaret etmektedir. Dolayısıyla devrimci cumhuriyet kavramı, sosyalizmi ikame edecek bir ara hedef değil bir pozisyon beyanı anlamını taşır. Devrimci cumhuriyetçiliğin hedefi sosyalizmdir. Somut olan görevi ise; cumhuriyetçiliğin ileri bir zeminde yeniden örgütlenmesi ve işçi sınıfının çıkarları doğrultusunda yeniden üretilmesidir. Bu yeniden örgütleme ve üretme görevleri ekseninde gerici öbekler dağıtılacak ve Türkiye’de yaşanan saflaşma ilericilik lehine sona erdirilecektir.

Eğitimin tarikatlara teslim edildiği, bilimsel üretim yapması gerek üniversitelerin ve akademinin meslek edindirme kursuna dönüştürüldüğü, ekonominin çöktüğü ve bu çöküşün faturasının emekçilere kesilmeye çalışıldığı ülkemizde devrimci cumhuriyetçiler bütün bu sorunların çözümünü bir program ekseninde örgütlemek zorundadır. Programsız siyaset ve ilkesizlik örneklerinin yaratabileceği yıkımı son yılda fazlasıyla gördük, görüyoruz. Devrimcilerin kaybedebileceği zaman kalmadı.

Tarif ettiğimiz görev doğrultusunda gençlik, devrimci cumhuriyetçiliğin en dinamik unsuru olarak devrime giden yolda büyük bir sorumluluk bilinciyle hareket etmek zorundayız. Tarif ettiğimiz görevler devrimci bir strateji ile birlikte örülecek ve Fikir Kulüpleri Federasyonu gençliğin yüklendiği sorumluluğu yine gençliğin temsilcisi olma iddiasıyla beraber ele alarak yeni bir cumhuriyetin kurulması için mücadeleyi yükseltecektir. Yazıyı 29 Ekim çalışmamız boyunca kullanmış olduğumuz Nazım Hikmet’in Destanı’nın dizelerini tekrar hatırlayarak sonlandıralım:

“Hayır,

gelecek günler için

gökten ayet inmedi bize.

Onu biz, kendimiz

vaadettik kendimize.”